Kanlı Ay Işığının Altındaki Zifiri Karanlık - Bölüm 1
“Hey, uyan! Dersin ortasındayız.”
“Lütfen başkasıyla eğitim yap.”
Purtagalia akademisinde sıradan bir savaş eğitimi dersiydi.
Bu akademide insanlar yaşlarına göre değil yeteneklerine göre sınıflandırılıyorlardı ve bazı derslerde üst sınıflar alt sınıfları eğitiyorlardı.
Şu an tartışan iki kişi ise akademinin en iyi öğrencilerinden biri olan Sora ve okulun en ünlü kişisi olan Prenses lakaplı Lila’ydı. Her ne kadar Sora çok yetenekli olsa da hiç ünlü değildi, hatta neredeyse hiçkimse onu savaşırken görmemişti.
Lila, kılıç ve büyü sesleri arasında ağacın altında uyumaya çalışan Sora’nın başına dikilmişti ve oldukça ciddi bakışları vardı. Okuldaki çoğu öğrenci Prenses’ten korkuyordu, zaten ürpertici bir görünümü vardı ancak Sora ona karşı hiç tepki vermiyordu, belki de onu ciddiye almıyordu.
Lila Sora’nın umursamazlığını görünce sinirlenmeye başlamıştı ancak bunu içine attı. Onun yerine açık pembe saçlarını geriye attı ve Sora’ya doğru eğildi. Bir üst sınıf olarak astına karşı nazik olmalıydı.
Okuldaki ünü düşünüldüğünde de göze batacak en ufak hareketten bile kaçınmalıydı. Tüm bunları düşünürken gülümseyerek konuşmaya başladı.
“Bunu sıkıcı bulduğunu biliyorum ama yatmanın sana bir faydası yok, biliyorsun. Karşına okulun en iyisi gelmişken bu fırsatı iyi değerlendirmelisin.”
Lila derste olduklarını bahane ediyordu ancak asıl amacı bariz şekilde anlaşılıyordu. Sora’nın yeteneklerini test etmek istiyordu. Her ne kadar Sora ilk başta biraz inatçı davransa da okulun en iyisiyle dövüşmenin iyi bir tecrübe olacağını düşünerek ayağa kalktı.
“Pekâlâ, umarım sıkılmam.”
“Eğlenceli olacağına şüphen olmasın.”
Bu derslerin temel amacı düşük seviyedeki kişilere nasıl savaşılacağını öğretmekti ve öğretme biçimi tamamen öğretene bağlıydı. Bazıları kılıcın nasıl tutulacağını, mananın nasıl daha etkili şekilde kullanacağı ya da büyülerin nasıl daha güçlü hale getirileceğini öğretirken bazıları karşısındakiyle sadece düello yapıyorlardı ancak bunu yaparken de gücünü karşısındakine göre ayarlıyorlardı. Bu kişilerden biri de Lila’ydı. Ama görünüşe göre kendisini tutması gerekmiyordu.
Lila’yı okulda tanımayan yoktu ve alevleriyle ünlüydü. Lila daha önce sadece birkaç kere ciddi şekilde dövüşmüştü ancak savaş tarzı o kadar göz kamaştırıcıydı ki kısa sürede ünlenmişti ve güzelliği de ününe ün katıyordu.
“Hazırsan başlıyorum.”
Sora sadece başını sallayarak karşılık verdi. Lila eğleniyor gibi görünüyordu ancak Sora’nın yüzünde oldukça sıkıcı bir ifade vardı.
Lila ileriye atılarak kılıcını Sora’ya doğru savurdu ve Sora başarıyla engelledi. Lila oldukça uzun bir çift elli kılıç kullandığından Lila’nın saldırıları oldukça ağır ve yavaştı.
Saldırıları her ne kadar yavaş olsa da çok kuvvetliydi ve durdurması oldukça zordu. Savunmada da herhangi bir açık vermiyordu. Adeta kılıçla birlikte dans ediyordu ancak Sora kolayca karşılık verebiliyordu.
Lila aynı tempoda devam etti ve etraflarında birkaç kişi toplanmıştı. Prenses çok popüler olduğundan bu onun için sıradan bir olaydı. Lila başka herhangi bir şey kullanmadan sadece kılıcını sallıyordu. Lila’nın amacı Sora’nın yeteneklerini test etmekten gösteri yapmaya dönmüştü.
“Huh?”
Lila bir gariplik olduğunu ve aniden kılıcının yutulduğunu hissetti. Rahatça savurduğu o devasa kılıç Sora’nın kılıcına çarptığında bir karadelik etkisi yaratıyordu ve Lila’nın kılıcı Sora’nın kılıcına doğru çekiliyordu ama bunu yapan Lila değildi.
“Beni ağacın altından bunun için mi kaldırdın?”
Sora Lila’nın bu kadar sıkıcı şekilde dövüşmesinden açıkça rahatsız olmuştu. Her ne kadar Lila o hareketleri yaparken ve kalabalığın dikkatini çekerken oldukça eğlense de bu, Sora için çok sıkıcı bir hale gelmeye başlamıştı.
“Ölümüne dövüşelim.”
Akademide ölümüne savaşmak oldukça sıradandı çünkü okulun altında bulunan devasa bir büyü kristali vardı. Bu kristal öğrencilerin manalarını daha hızlı yenilemesini, yaralanmış ya da hastalanmışlarsa daha çabuk iyileşmelerini ve en önemlisi ölürlerse tekrar dirilmelerini sağlıyordu. Sonuçta bu bir savaş akademisiydi.
Buna rağmen bu tür düellolar dışında bir kişiyi öldürmenin büyük bir cezası vardı. Bu ceza, olası bir katliamı engellemek içindi. Şu an düello yaptıklarından Sora ya da Lila’nın ölmesi sorun olmayacaktı.
“Pekâlâ tüm ciddiyetimle dövüşeceğim.”
Ciddileşeceğini söyledi ancak kulaktan kulağa dolaşan o ihtişamlı alevden elbisesini ve alevden kılıcını bile ortaya çıkarmamıştı.
Sora bunu farketti ve Lila’nın tüm potansiyeliyle dövüşmesini sağlamak için onu zorlamaya karar verdi. Sora Lila’nın sonraki saldırısını kılıcıyla engellemek yerine kılıcına dokunarak onu yok etti ve hemen ardından ona saldırdı. Lila alevleriyle karşılık vermek zorunda kaldı.
Tabii ki Sora bir şeyleri yok edecek kadar güçlü değildi. Yaptığı şey kılıcı geçici süreliğine hiçliğin içine hapsetmekti.
Bir şeyi hiçliğe hapsetmek için her saniye o şeyin sahip olduğu manaya eşit miktarda mana harcamanız gerekiyordu. Bu yöntem aşırı fazla mana harcadığı için savaşlarda hiçbir zaman tercih edilmiyordu çünkü rakibin kılıcını yok etseniz bile rakibiniz saldırınızı büyü kullanarak kolayca engelleyebilirdi.
Fakat şu an işler biraz farklı olabilir. Lila’nın kılıcının manası sıfırdı. Kılıçlar büyüyle birleştiğinde muazzam bir güce ulaşırlar ancak tek başlarına etkili değillerdir. Lila kılıcını ateşle efsunlamadığından Sora onun kılıcını kolayca yok edebilmişti.
Ayrıca bu yöntem çok az kişi tarafından bilindiği için bu yöntemle karşılaşan kişiler çoğu zaman kılıcın gerçekten yok olduğunu düşünüyordu. Rakibi şaşırtmak için oldukça kullanışlıydı.
Lila her ne kadar Sora’nın saldırısını engellemiş olsa da Sora onun kolunu kesmeyi başarmıştı. Lila’nın böyle bir saldırıdan etkilenmemesi gerekiyordu ancak Sora’nın böyle bir şey yapmasını hiç beklemiyordu. Tamamen hazırlıksız yakalandı. Neyse ki kolunda ciddi bir şey yoktu. Sadece derin bir çizikti.
Bu Lila’nın normal formunun limitleriydi. Sora kendini tutmayı bıraktığından Sora’ya hiçbir şekilde zarar veremiyordu ve bu şekilde devam ederse sadece ufak çizikler alsa bile en sonunda manası Sora’dan daha hızlı bitecek ve kaybedecekti.
Lila kendi manasının Sora’nınkinden kat kat daha fazla olduğunu biliyordu çünkü akademideki önemli kişilerin mana kapasitesi ve büyü gücü gibi şeyleri sürekli kontrol ediyordu. Aslında kontrol etmesine gerek yoktu çünkü Lila’nın manası ortalamaya göre inanılmaz yüksekti, kimsenin onun manasına yetişmesi mümkün değildi.
Ancak şu an yaralanarak sadece mana kaybediyordu, bu şekilde daha fazla devam edemezdi.
Lila’yı bu kadar güçlü yapan şeylerden biri elbisesinin aşırı yüksek sıcaklığıydı. Onu birkaç metre mesafeden izlemek bile terlemenize sebep oluyordu, bu yüzden ona karşı savaşmak tam bir eziyetti. Rakibinin savunmasını geçemediği durumlarda onları bezdirerek kazanıyordu. Bu onu defalarca onu zafere taşımıştı.
Lila göz açıp kapayıncaya kadar ikinci formuna geçti. Elbisesinde siyah tema hakimdi ancak kırmızı-turuncu desenler ve çizgiler elbisesini görünüşüyle oldukça uyumlu bir hale getiriyordu.
Saçının ön taraflarında siyah renk daha belirginken aşağılara ve yanlara gidildikçe yavaşça solarak turuncu bir renge bürünüyordu. Saçının iç tarafları ise dışına nazaran daha kırmızıydı. Gözleri ise ateş kırmızısına dönmüştü ve parlıyorlardı.
Lila’nın elbisesi tek parçaydı ve bacakları tamamen açıktaydı. Elbisesi vücudunun geriye kalan kısımlarını tamamen örtüyordu ancak omuz kısımlarına gelindiğinde Lila’nın teni açıkça gözükmeye başlıyordu. Kolları ise açıkta değildi çünkü kolunu neredeyse tamamen kapatacak kadar uzun kolluklar giyiyordu.
Lila tamamen farklı birine dönüşmüştü. Lila normalde pembe saçları ve pembe gözleriyle oldukça tatlı ve masum bir hava verirken şu an oldukça ürkütücü ve kaotik gözüküyordu. Lila’nın bu formunu görmek oldukça nadir olduğundan kalabalık birden aşırı büyüdü.
Lila daha da büyüyen alevli kılıcını Sora’ya doğru savurmaya başladı ve defansını kolayca geçmeyi başardı. Lila ikinci formuna geçer geçmez Sora’ya karşı üstünlük kurmayı başarmıştı. Aralarındaki güç farkı çok fazlaydı.
Bu sırada Sora Lila’nın çok fazla açık verdiğini fark etti. Hiç açık vermeden bu kadar güçlü saldırılar yapması imkansızdı. Bu gidişle kaybedecekti bu yüzden risk almalıydı.
Sora Lila’nın bir sonraki saldırısını engellemek yerine saldırıyı bilerek yiyerek Lila’ya saldırdı ancak Sora’nın kılıcı Lila’nın kılıcının içinden geçti ve Lila ani bir reflekle geri çekilip o darbeden kurtulmayı başardı.
Görünüşe göre Lila’nın etten kemikten olan bedeni tamamen aleve dönüşmüştü ancak bu alev mükemmel değildi çünkü hasar aldığında çok daha fazla mana kaybediyordu. Lila’nın ne kadar manası olduğunu düşünürsek yaralanmamak için fazladan mana kaybetmek mantıklı bir takastı.
Ancak Lila’nın farkında olmadığı bir şey vardı. Lila’nın geri çekilmesi durumu daha kötü hale getirmişti çünkü aslında Sora Lila’nın arkasındaydı. Lila’nın vurduğu şey Sora’nın klonuydu.
Sora kılıcını Lila’nın kalbine sapladı ancak Lila bedenini tamamen ateşe dönüştürerek kılıcın onu kesmesine izin vermedi ve Sora’nın kılıcı Lila’nın bedeninin içinden geçip gitti. Lila bunu yaparak çok fazla mana kaybetmişti.
Lila Sora’yı hafife almış gibi görünüyordu belki de ateş formunu çok abartmıştı. İki türlü de artık tüm dikkatiyle savaşması gerekiyordu yoksa aniden kaybedebilirdi.
Lila bütün gücünü serbest bırakarak bir anka kuşu çağırdı. Daha önce neredeyse hiç kimse bunu görmemişti.
Bu anka kuşu Lila’nın gücünü arttırıyor, yaralarını iyileştiriyor ve manasını yeniliyordu ve eğer olur da Lila ölürse anka kuşu kendi canını Lila’ya vererek Lila’yı diriltiyordu.
Lila durmadan saldırmaya ve Sora’yı yıpratmaya başladı. Üstüne artan sıcaklık de eklenince Sora gerçekten de zorlanmaya başlamıştı ancak beklenmedik bir şey oldu. Lila kafasını kesmeye çalışan bir şey olduğunu hissetti.
Ancak refleksleri o kadar hızlı hale gelmişti ki kılıç sanki çok yavaş hareket ediyormuş gibi kendi etrafında dönerek kafasını eğdi ve Sora’nın kılıcına havadan bir darbe indirdi ve havadayken tekrar dönerek havadan aldığı kılıç darbesiyle zaten geriye savrulmuş olan Sora’ya sağlam bir tekme attı.
Sora’nın bunu kesinlikle tahmin edemeyeceğini bildiğinden her şeyini bu saldırıya vermişti ve umduğu açığı bulmuştu. Bu noktadan sonra Sora’nın ayağa kalkması imkansızdı.
Zafer Prenses’indi. Lila yere yığılmış Sora’ya yaklaştı ve elini ona uzatarak ayağa kalkmasına yardım etti.
“Gerçekten iyi bir savaştı, oldukça eğlenceliydi.”
Lila normal formuna geri dönmüştü ve gülümsüyordu. Sora zaferini tebrik etti ve böylece düello kesin olarak bitmiş oldu.
Kalabalık ikisinin dövüşüne hayran kalmıştı ve oldukça tatmin olmuş gibi görünüyorlardı, sonuçta Lila’yı ciddi şekilde dövüşürken görebilmek büyük bir şanstı. Kalabalığın içindeki konuşmalar rahatça duyulabiliyordu.
“Prenses her zamanki gibi harika, değil?”
“Diğer adam da gayet iyi dövüştü.”
“Prenses’imiz gerçekten de yenilmez.”
Böylece ikisi el sıkışarak kendi yollarına gittiler. Sora Prenses’i neden bu kadar övdüklerini daha iyi anlamıştı. Beklentilerinin çok ötesindeydi.
Yediği tekme gerçekten canını acıtmıştı ve onu tüketmişti bu yüzden sessiz bir yere çöküp dinlenmeye karar verdi. Düzgünce dinlendiği sürece yaraları hızlıca iyileşecekti. O sırada oldukça tanıdık bir ses duydu.
“Harikaydın Sora.”
“Evet ama kaybettim Airi.”
“Kaybetmen harika bir iş çıkardığın gerçeğini değiştirmiyor. En sonda kendini hiçliğin içine saklayıp kafasını kesmeye çalışman inanılmazdı.
Ayrıca ikimiz ayrıyken gerçekten zayıfız.”
Airi yerde oturan Sora’nın etrafında dönerken heyecanlı şekilde konuşuyordu. İkizini dövüşürken görmek yerinde duramamasına neden olmuştu.
“Çift kuyruklu yıldız formundayken bile onu yenebileceğimizi zannetmiyorum.”
“Hayır, o bile bizi yenemez.”
Airi biraz duraksadıktan sonra tekrar konuştu.
“Bu arada Yuki seninle konuşmak istiyor.”
“Aradığımız şeyi bulmuş mu?”
“Öyle gibi görünüyor.”