Kanlı Ay Işığının Altındaki Zifiri Karanlık - Bölüm 3
Ertesi gün anlaştıkları gibi akademinin arkasındaki ormana gittiler. Oraya ilk gelen kişler Sora ve Airi’ydi. Çok geçmeden Yuki de geldi. Geriye sadece Lila kalmıştı.
“Lila çok geç kaldı.”
“Muhtemelen uyuyakalmıştır.”
“Bu saatte mi?”
“Evet öyle gözükmese de çok tembel birisi. Her neyse onu beklerken bir şeyler yapalım yoksa sıkıntıdan patlayacağım.”
Yuki bir ağacın dibine oturdu ve ikisinden yapacak bir şeyler bulmalarını umdu. Airi ve Sora oldukça sabırlı kişilerdi ve beklemek onlar için sorun olmazdı ancak Yuki onların tam tersiydi. Beklemekten nefret ediyordu ve çok çabuk sıkılıyordu. Canı sıkılan Yuki’yle uğraşmak çok sinir bozucu olduğunan ikisinin bir şeyler bulması şarttı.
Yuki genellikle böyle davranıyordu. Her ne kadar ciddi olması gereken zamanı bilse de diğer zamanlarda Yuki’ye katlanmak gerçekten zordu. Yuki’nin kişiliği bazen sinir bozucu olabiliyordu.
Yuki tsundereydi ve gyaru olması durumu daha da kötü yapıyordu. Uzaktan bakınca oldukça tatlı duruyordu ancak yanına yaklaştığınızda sizi kendi enerjisi altında boğabiliyordu. Gerçekten çok hareketli biriydi ve Yuki’yi tanıyan herkes aynı şeyi düşünüyordu. Bu kadar enerjiyi nereden bulduğu büyük bir merak konusuydu. Şu ana kadar sakin kalması bile bir mucize.
Diğer ırklar insanlara daha kolay uyum sağlayabilmek için dış görünüşlerini olabildiğince insana benzetirken Yuki bunu tamamen yapmayı reddediyordu.
Sora ve Airi aslında boynuzlara, kanatlara ve kuyruğa sahipken hepsini gizliyorlardı ancak Yuki boynuzlarını ve kuyruğunu açıkça gösteriyordu. Yine de bunların Yuki’yi daha sevimli hale getirdiği reddedilemez bir gerçekti.
Yuki sevimli şeyleri fazlasıyla seviyordu ve bunu onun üzerinde görmek de oldukça kolaydı.
Tatlı göründüğü için insanları kolayca kendine çekiyordu bu yüzden okulda oldukça popülerdi. Okulda bir sürü bağlantısı vardı ve bu en çok Sora’nın işine yarıyordu.
Sora Yuki’yi ve bağlantılarını sonuna kadar kullanıyordu ve Yuki bundan şikayetçi değilmiş gibi gözüküyordu. Zaten istese bile şikayet edemezdi çünkü ikisine oldukça büyük bir borcu vardı.
“Nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun Yuki?”
“Tabii ki hatırlıyorum. Tek gecede 2700 kişilik bir kasabayı katleden 2 ruh hastası sahte şeytan kralı ararken kendilerine ‘evcil’ bir ejderha buldular.”
Airi Yuki’nin yorumuna karşı kıkırdadı ve alaycı bir tavırla protesto etti.
“Katletmek çok kaba bir ifade. Sadece intikam alıyorduk.”
“Böyle ifade edince ne kadar da masum gözüküyor değil mi?”
Yuki de alaycı bir şekilde karşılık verdi ve gülmeye başladı ve çok geçmeden tavrı meraklı bir hal aldı.
“Cidden benle karşılaşmadan önce tam olarak neler oldu?”
“Bu biraz uzun bi hikaye…”
“Olsun, dinlemek istiyorum.”
Airi Yuki’nin karşısına oturdu ve her şeyi detaylıca anlatmaya başladı.
Airi ve Sora işbirliği içinde oldukları kişilerin birinden önemli bir görev almışlardı. Aslında hepsi birlikte çalışıyorlardı ve bu görev için en uygun kişiler onlar olduğundan bu görev için onlar seçilmişti.
Kendine şeytan kral diyen birisi insanları ona hizmet etmesi için topluyordu ve bu ülkelerin birliğine zarar verecek kadar ilerlemişti. Şeytan kralı öldürme görevi içinse doğal olarak o zamanın en ünlü suikastçıları görevlendirilmişti. Sora ve Airi şeytan krala doğru giderken Airi gereğinden fazla heyecanlanmıştı.
“Şeytan kralı gerçekten merak ediyorum acaba tatlıları seviyor mudur?”
“Bunu neden kendisine sormuyorsun?”
“Haklısın onu öldürmeden önce kesinlikle sormak istiyorum. Eğer bunu öğrenmeden onu öldürürsen seni asla affetmem Sora.”
Sora iç çekti ve Airi’nin daha fazla konuşmamasını umarak şeytan kralın potansiyel izlerini sürmeye devam etti.
“Çok soğuksun Sora! Biraz daha neşeli olamaz mısın? Şeytan kralı öldürmeye gidiyoruz.”
Sora sadece sessizlikle cevap verince Airi daha fazla ağzını açmadı. Bir süre sonra şeytan kralın bulunduğu yere geldiler. Şeytan kralın kendisi daha fazla asker toplayabilmek için yerini açıkça söylüyordu çünkü ona rakip olacak birinin olmadığını düşünüyordu.
Sora ve Airi diğer insanlarla uğraşmak istemiyorlardı bu yüzden bunu sessiz bir suikast yaparak bitirmeyi düşünüyorlardı. Planları basitti. İçeriye şeytan krala katılmak isteyen insanlarmış gibi gireceklerdi ve uygun bir anda şeytan kralı öldürüp oradan tüyeceklerdi. Planın kalan kısımlarını içeriye sızdıktan sonra yapacaklardı çünkü ne şeytan kral hakkında ne de o yer hakkında fazla şey bilmiyorlardı.
“Sen de bu devasa manayı hissediyorsun değil mi?”
“Evet ve bu bir insana ait olamayacak kadar çok. Sanırım onu bulduk.”
Airi ve Sora bu mananın kaynağına doğru yöneldiler.
“Burası olması gerekiyor.”
Kapıda nöbetçilerin olmasını bekliyordu ancak kimse yoktu bu yüzden doğrudan içeri girdiler. İçerisi beklediklerinden çok daha büyüktü ve içerisi oldukça sessizdi. İkisi de böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordu.
Fakat Airi ve Sora’nın şaşırdığı bir şey vardı: Sahte şeytan kralın arkasında efsane olduğu sanılan beyaz bir ejderha vardı. İkisi de böyle bir şeyi beklemiyordu. Airi ve Sora mananın kaynağını bulmuşlardı fakat sahte şeytan kralı öldürmenin kolay olmayacağını da anladılar. İkisi arasında fısıldaşmaya başladı.
(“Sora ne yapacağız? Bu ejderhanın sadece efsaneden ibaret olduğunu sanıyordum.”)
(“Ejderhayla uğraşmamıza gerek yok. Şeytan kralı tek hamlede öldürebildiğimiz sürece sorun olmayacaktır.”)
“Bize katılmaya mı geldiniz?”
Sahte şeytan kral onları farketti ve onlara seslendi. İkisi de bütün sakinliklerini koruyarak katılmak istediklerini onayladılar. İkisi de oldukça ciddi gözüküyordu.
“Öyleyse sizin için katılış ritüelini hazırlayana kadar bekleyin.”
(“Sora, sence de burada kimsenin olmaması çok garip değil mi?”
(“Aynı şekilde düşünüyorum. Bir an önce işini bitirmeliyiz. İçimde kötü bir his var.”)
Sora göz açıp kapayıncaya kadar hiçliğe karıştı ve şeytan kralın boğazını kesmeye çalıştı fakat şeytan kral onu kolayca durdurdu. Sora bunu durdurabileceğini düşünmüştü ama yine de denemek istemişti. Hızlıca geri çekildi.
“Sora, çift kuyruklu yıldız!”
Sora başıyla onayladı ve tamamen hiçliğe karıştı. Sora’nın manası bile ortadan kaybolmuştu. Airi elinde dev bir tırpan tutuyordu ve hiç vakit kaybetmeden şeytan krala doğru saldırdı. Şeytan kral onun saldırısını da kolayca engelledi ancak Sora onun kafasını kesmişti.
Çift kuyruklu yıldız aşırı güçlü bir savaş formuydu. Sora bütün manasını Airi’ye aktarıyordu ve bu sayede tespit edilemez hale geliyordu. Airi’nin ise ruhları kontrol etme gücü vardı ve Sora manası olmadığı için hareket edemediğinden Sora’nın hareketlerini kısmen Airi yönetiyordu.
Airi Sora’nın ruhunu tamamen ele geçirmek yerine Sora’nın ruhunun tamamını ele geçirdikten sonra Sora’nın ruhuyla kendi ruhunun bir kısmını ele geçirerek Sora’nın ruhunun bir kısmını ele geçiriyordu ve Sora’nın ruhunun bir kısmını serbest bırakarak Sora’nın Airi’nin ruhunun ele geçirilmiş parçası üzerinden kendini kontrol etmesini izin veriyordu.
Sora ele geçirilmiş ruhun ele geçirdiği ruhun ele geçirdiği ruh parçasıyla kendisini, yani ele geçirilmiş ruhu, kontrol ettiği için kontrolün tamamını tek başına ele alamıyordu. Bu yüzden Airi hem kendisi savaşırken hem de Sora’yla birlikte Sora’nın bedenini kontrol ediyordu. Sora’nın bedenini olabildiğince gizli tutmak için de sadece Sora’nın kılıcını somutlaştırıyordu.
Airi rakibe önden saldırırken Sora rakibin arkasından eş zamanlı şekilde saldırıyordu. Rakibin iki vuruşu birden engellemesi imkansızdı ve arkadan gelen saldırı sürpriz bir saldırıydı. Çift kuyruklu yıldız tam olarak buydu
Şeytan kral kafasının kesilmesine rağmen ölmemişti. Aşırı yüksek miktarda olan manası her türlü yarayı hızlıca iyileştirebiliyordu. Eğer aynı şekilde devam ederlerse Sora ve Airi bitkin düştükleri için kaybedeceklerdi.
Mana konusunda açık şekilde dezavantajdaydılar bu yüzden kısa süreliğine geri çekildiler.
Bu süre içinde beyaz ejderha hiçbir şey yapmamıştı.
(“Bu gidişle kaybedeceğiz.”)
(“Manasına göre hareketleri fazlasıyla basit. Bu kadar manaya sahip olan birinin bizi çoktan yok etmesi gerekirdi.”)
(“Öyleyse farketmediğimiz bir kaynaktan mana alıyor olabilir mi?”)
(“Başka ihtimal yok gibi görünüyor ancak ejderhadan olmadığı kesin. Çünkü ejderhanın manası çok düşük.”)
Bir süre boyunca saldırmak yerine savunmaya geçtiler ve manalarını olabildiğince korudular. Şeytan kralın saldırılarını engellemek onlar için o kadar basitti ki bu dövüş saçma bir hal almaya başlamıştı. İki taraf da birbirini yenecek güçten mahrumdu. O sırada Airi bir şey farketti ve Sora’ya emir verdi.
(“Ben ona saldırırken sağ elini kes.”)
Sora sorgulamadan Airi’nin dediği gibi yaptı ve Sora şeytan kralın sağ elini kestikten sonra Airi onu tek hamlede öldürdü.
“Bu adam tam bir sahtekar. Bütün o manayı yüzükten alıyordu ve yüzükteki mana muhtemelen ona katılan kişilerden geliyor. İnsanları hapsedip manalarını kullanıyor olmalı.”
Sora şeytan kralın cesedine bakarken ejderhanın insan formuna geçtiğini ve önlerinde eğildiğini gördü.
“Lütfen beni öldürmeyin.”
Ejderha başından beri onlara hiç saldırmamıştı bu yüzden onu öldürmek gibi bir niyetleri yoktu. Sora onu burada bırakmayı düşünüyordu ama Airi’nin aklında daha iyi bir fikir vardı.
“Sora neden bu ejderhayı eğitmiyoruz?”
“Hey, o kısım öyle değil! İşinize yarayacağımı düşündüğünüz için beni yanınıza almaya karar verdiniz. Beni zavallı gibi göstermeyi kesin.”
Yuki sertçe protesto etti ve ikisi Yuki’nin tavrına karşı kıkırdadı. Yuki somurtarak arkasını döndü. Lila hâlâ gelmemişti ve bu yüzden Yuki endişelenmeye başladı. Her ne kadar çok geç kalksa da hâlâ uyuyor olması mümkün değildi. Aniden ayağa kalktı.
“Ben Lila’yı kontrol etmeye gidiyorum. Şu ana kadar gelmemesi hiç normal değil.”
“Biz de geliyoruz.”
Yuki ejderha formuna girdi ve Sora’yla Airi Yuki’nin üstüne bindiler. Yuki sayesinde şehire çok kısa sürede varabileceklerdi. Airi bir şeylerin yanlış olduğunu farketti.
“İçimde oldukça kötü bir his var. Bu atmosfer hiç normal değil.”
Şehre yaklaşıktıkça hava bulutlu olmamasına rağmen gökyüzü griye dönmeye başlıyordu. Bir şeylerin ters gittiği açıkça belli oluyordu.
“Yine mi abyss?”
Biraz daha yaklaştıklarında ne olduğunu anlamışlardı. Abyss yaratıkları insanlara saldırıyordu. Bu nadir bir şey değildi ve insanlar bu yaratıklarla kolayca başa çıkabiliyorlardı ancak şu anda durum her zamankinden farklıydı.
Abyssin amacı dünyaya yayılmaktı. Toprak bakımından abyss küçük bir yer değildi aksine dünya üzerindeki en çok toprağa sahip olan bölgeydi ve her gün genişlemeye devam ediyordu. Bu şehir de abyss topraklarına çok yakındı.
Abyss yaratıkları rastgele zamanlarda insanları avlamak için ortaya çıkarlardı ve ruhları yoktu. Abysste kendi kendilerine oluşuyorlardı ve manaya doğru hareket ediyorlardı. Dünya üzerindeki hiçbir ırk abyssi yok etmeyi başaramadı ancak çoğu ırk abyssin ilerlemesini durdurdu. İnsanlar ise bazı bölgelerde abyssin ilerlemesini durdurmuşken bazı bölgelerde abysse yenil düşmüşlerdi.
Abyssin daha fazla ilerleyemediği durumlarda ise abyss lektörleri ve büyücüleri toplu saldırılar düzenliyordu ve bu da onlardan biriydi.
Ancak bu hâlâ sıradan bir saldırı değildi.
Gökyüzünün griye dönmesinin nedeni ortamdaki mana miktarın azalmasıydı. Abyss yaratıkları mana yerine kara mana kullanıyorlardı ve kara mana normal manayla birleştiğinde birbirini nötrlüyordu. Başka bir deyişle aşağıda inanılmaz miktarda kara manaya sahip olan bir şey vardı ve gökyüzü bu yüzden kararmıştı.
Saldırıyı düzenleyen kişi abyss lordlarından biri olmalıydı. Abyss lordları abyssi bu kadar güçlü yapan asıl şeydi. Onları yenmek neredeyse imkansızdı.
“Lila’yı buldum.”
Lila doğal olarak abysse karşı savaşıyordu. Karşısında boyu oldukça kısa bir kız vardı. Saçları griydi ve elinde beyaz bir tavşan tutuyordu. Gotik bir elbise giyiyordu. Siyah, mat gözleri vardı ve duygusuz bir yüz ifadesi vardı.
“Lila anka kuşunu bile çağırdığına göre abyss lordu bu olmalı.”
Yuki yere indi ve Sora’yle Airi üstünden indikten sonra insan formuna geçti. Lila gerçekten zorlanıyor gibiydi ve ona yardım etmek için buradalardı ancak Lila aynı fikirde değildi.
“Yaklaşmayın! Bu üçünüzü de öldürür.”
“Bizi küçümseme Lila.”
Yuki Lila’ya sertçe karşı çıktı. Karşılarındaki kişinin Lila’dan çok daha güçlü olduğunun farkındalardı ancak Lila’yı yalnız bırakamazlardı. Eğer abyss lordunu durdurmazlarsa tüm şehri yok edecekti ve onu yenemeseler bile yardım gelene kadar onu oyalamaları gerekiyordu.
“Bire karşı dört mü? Ilyaveshlia’ya farketmez.”
Sora ve Airi hızlıca kuyruklu yıldız formuna geçtiler, Yuki ise arkada kalıp onları destekleyecekti. Yuki savaş konusunda çok güçlü değildi, en azından tek başınayken. Yuki genellikle destek rolünü üstleniyordu. Her ne kadar güçlü saldırılar yapamasa da birinin gücünü 2 katına çıkarabilirdi, bu yüzden hepsinin gücünün birbirine yakın olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Ilyaveshlia’nın karşısında artık 1 yerine 3 Lila vardı.
Airi rakibinin yeteneklerin analiz edebilmek için doğrudan saldırmayı seçti. Airi daha ona yaklaşamadan Ilyaveshlia onun saldırısını engelledi. Airi başarısız olunca Sora ona saldırmayı denedi ancak Ilyaveshlia Sora’yı çift kuyruklu yıldız formundayken bile görebiliyordu ve onu kolayca durdurdu.
“Bu yüzden yaklaşmamanızı söyledim. Siz ona hiçbir şey yapamazsınız. Somut saldırılar onun üstünde işe yaramıyor.”
Lila haklıydı, Ilyaveshlia’ya yaklaşamıyorlardı bile. Ona hasar verebilecek tek şey Lila’nın alevleriydi.
Ilyaveshlia tamamen hiçlikle kaplı olduğundan ona yapılan her türlü saldırı eriyerek kayboluyordu. Hiçliğe hasar vermenin tek yolu hiçliği maddeye çevirmekti. Bunu da ancak soyut saldırılar yapabilirdi. Lila’nın alevleri ya da ışık gibi şeylere ihtiyaçları vardı.
Ancak Lila başından beri ona saldırmıyordu. Ona vurabilmesine rağmen geride durmasının tek bir sebebi olabilirdi.
Ilyaveshlia’yı asla yenemezlerdi. Yapabilecekleri en iyi şey onu olabildiğince oyalamaktı ancak yakın zamanda yardım gelecek gibi durmuyordu.
Dördü de savunmaya geçtiği için Ilyaveshlia saldırıya geçti. Ilyaveshlia’nın hedef aldığı kişi Airi’ydi ancak Airi hiçbir şeyin farkında değildi. Lila bir anda Airi’nin önüne geçerek saldırısını blokladı.
“Saldırmak için sadece düşünmesi yetiyor. Hiçbir şey yapmıyor gibi dursa da şu anda koca bir orduya talimat verirken bizimle savaşıyor ve bu yüzden tam olarak odaklanamıyor.
Abyss yaratıklarının iradeleri yoktur bu yüzden kendi başlarına topluca hareket edemezler. Başka bir deyişle burada gördüğünüz her bir yaratık onun tarafından kontrol ediliyor.
Saldırıp saldırmadığını anlamak için sadece ortamdaki manaya dikkat edin ve ona asla saldırmayın. Sadece saldırılarını savunup onu oyalayın. Şu an aşırı meşgul.”
Ilyaveshlia’nın saldırıları oldukça basitti. Hiçliği bir kılıç gibi kullanarak karşısındakilere savuruyordu ve bunu yaparken tamamen hareketsiz şekilde yerinde duruyordu.
“Bir planım var. Ilyaveshlia sadece hiçlik kullanarak saldırıyor ve hiçliğin size zarar vermemesini istiyorsanız hiçliğin maddeleşmesine izin vermemeniz gerekiyor. Başka bir deyişle hiçlikle hiçliğe vurduğunuzda hiçbir şey olmaz. Bu sayede Ilyaveshlia size hasar veremez.”
“Planında çok büyük bir eksik var Sora. Aramızda hiçlik kullanabilen tek kişi sensin. Saldırı senin üzerinde etkisiz olsa bile o saldırılar hâlâ bize isabet edecek.”
“Ben savunmaktan bahsetmiyorum. Sarıldığı tavşan zayıf noktası gibi görünüyor. Bu şekilde ona yaklaşırsam tavşana hasar verebilirim.”
Sora’nın planı oldukça mantıklıydı ve denemekten zarar gelmezdi. Sora vücudunu hiçlikle kapladı ve Ilyaveshlia’ya yaklaşmaya başladı. Ilyaveshlia ona saldırmaya çalıştı ancak saldırılar vücudunun içinden geçip gitti.
Ilyaveshlia Sora’nın ilerlemesini engelleyemedi ve Sora kılıcını tavşana saplamayı başardı. Sora kılıcını tavşana saplayınca gökyüzü aniden karardı ve havadan siyah bir yıldırım düştü. Siyah yıldırımın düştüğü yerde ise birisi vardı.
“Seni daha kaç kere uyarmam gerekiyor Ilyaveshlia?
“Ilyaveshlia Lilia’yı umursamıyor.”
“Haddini aşıyorsun Ilyaveshlia.”
Bir anda etraflarındaki her şey yok oldu. Tek görebildikleri şey zifiri karanlıktı. Her ne kadar birbirlerini göremeseler de birbirlerinin manalarını hissedebiliyorlardı.
Orada sadece 4 kişinin varlığı hissediliyordu: Airi, Sora, Lila ve Ilyaveshlia. Yuki’nin varlığı aniden silinmişti ve kilometreler boyunca etrafta hiçkimsenin varlığı hissedilmiyordu.
Lilia da ortadan kaybolmuştu fakat sesi hâlâ duyuluyordu.
“Eğer etrafındaki her şey gibi senin de varlığını silmemi istemiyorsan karanlığına geri dön Ilyaveshlia. Seni bu kadar uyardığım yetti.”
“Tanrıların yaşayan varlıklara zarar vermesi yasak Lilia.”
“Bir şeyin varlığını silmenin anlamının ne olduğunu bilmiyorsan sana öğreteyim Ilyaveshlia. Bir şeyin varlığı silindiğinde o şey geçmişten de tamamen silinir. Başka bir deyişle senin varlığın silindiğinde bu dünyada var olmamış olacaksın. Beni olmayan bir şeye zarar vermekle suçlayamazsın, değil mi?”
“Lilia’nın yaptığı kabul edilemez ama Ilyaveshlia geri çekiliyor.”
Ilyaveshlia’nın varlığı aniden ortadan kayboldu ve Lilia her şeyi eski haline getirdi. Gökyüzü yavaş yavaş eski rengine dönmeye başladı. Her şey çok hızlı gerçekleştiğinden kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Lilia onlara durumu kavrayabilmeleri için biraz zaman tanıdı.
Lilia karnavalı andıran tek parça siyah gotik bir elbise giyiyordu. Saçı ve gözleri simsiyahtı. Azıcık karanlık bir ortamda bile onu görmek çok zor olabilirdi. Lilia hiçliğin vücut bulmuş hali gibiydi. Ses tonu oldukça tok ve gericiydi.
“Ilyaveshlia ile savaşma cesareti gösterdiğiniz için sizi ödüllendirmek istiyorum. Çok ileri gitmediğiniz sürece istediğiniz herhangi bir şeyi yapacağım.”
Amaçları en başından beri Lilia’yla konuşmaktı ve buna çok daha kolay bir yoldan ulaşmışlardı. Lilia’yı ikna etmelerine gerek bile kalmamıştı. Şansları oldukça yaver gitmişti
Tüm bu süre boyunca neredeyse hiçbir şey yapmayan Yuki dileğini söyledi.
“Bize şeytan kral konusunda yardım etmeni istiyoruz.”
Lila’nın kendinden emin ve ciddi duruşu bir anda değişti ve aniden depresif bir havaya büründü. Bir şeylerin ters gittiği açıkça belli oluyordu ve beden dilindeki bu değişim Lilia’nın durum hakkındaki her şeyden haberdar olduğunu gösteriyordu.
“İstediğin şeyin bu olduğuna gerçekten emin misin?”
“Evet, eminim.”
Lilia iç çekti.
“Yapacak bir şey yok sözümden dönemem. Öyleyse evime gelmenizi istiyorum. Size orada her şeyi anlatacağım.”