The Rising Of The Shield Hero - Bölüm 3: Kahramanların Tartışması
- Ana Sayfa
- The Rising Of The Shield Hero
- Bölüm 3: Kahramanların Tartışması
Bölüm 3: Kahramanların Tartışması
Bize ayrılan odada hazırlanmış süslü yataklar vardı. Hepimiz oturuyor, ayrı ayrı silahlarımızı inceliyor, dalgın bir biçimde statü ekranlarımız göz gezdiriyorduk.
Pencere bir göz atmıştım, güneşin çoktan batması dışında başka bir şey yoktu, çoğu vaktimizi talimatları okumaya harcamıştık.
Pekala, bir bakalım. Kutsal Silahlar herhangi bir bakım gerektirmiyor. Halihazırda zaten güçlü ve dayanıklılar. Silahların yapıldığı malzeme, onları kullanan kahramanın seviyesine tepki veriyor ve öldürülen canavarlar, silah kitabı denen bir şeye kaydediliyordu.
Silah kitabı, Kutsal Silahların dönüşebildiği tüm formların bir listesini tutan bir şeydi. Kendi kalkanım için silah kitabı olan silah simgesi şeklinde olan bir ikon vardı. Onu açtım.
Şak!
Pencerenin sınırı, görüş alanımı dolduracak şekilde hızla genişledi ve sıra sıra silah simgeleri ile doldu. Görünüşe göre hiçbiri şu anda yükseltmeler için uygun değildi. Huh, inanır mısın? Anladığım kadarıyla, belirli silahlar kurulabilir ve geliştirilebilir, zamanla daha da güçlenebilirmiş.
Anladım. Tıpkı çevrimiçi oyunlarda becerilerin ve silahların geliştirilmesine benziyor. Beceri öğrenmek için silahlarımızda saklı olan güçlerin serbest bırakılması gerektiğini ifade etti. Gerçekten de bir tür oyun gibi görünüyordu.
“Hey, bu tıpkı bir oyun gibi, sizce de öyle değil mi?”
Görünüşe göre diğerleri de yardım menülerini okuyorlardı. Aralarından biri soruma yanıt verdi.
“Bir oyun gibi mi? Zaten bir oyun olabileceğini düşünüyorum. Buna benzer oyunlar oynamıştım.” dedi Motoyasu kibir havasıyla hareket ederek.
“Ha?”
“Evet, oldukça bilinen bir çevrimiçi oyun. Hiç duymadın mı?”
“Oh, hayır? Ayrıca oldukça iyi bir Otaku’yum. ”
“Hiç duymadın mı Naofumi? Oyunun adı Emerald Online.”
“Hiç duymadım. Nedir o?”
“Naofumi, daha önce çevrimiçi bir oyun oynamadın mı? Çok meşhur bir oyun bu!”
“Hayır, sadece Odin Online veya Fantasy Moon Online tarzında oyunlar oynadım. Bunlar da oldukça ünlü oyunlar.”
“Bu oyunları daha önce hiç duymadım. Başlıkları benziyor sadece.”
“Ne?”
“Ne?”
“İkinizin de neye referans gösterdiğinizi bilmiyorum. Bu bir online oyuna benzemiyor. Daha çok bir konsol oyunu gibi.”
“Motoyasu, Itsuki, ikiniz de yanlış düşünüyorsunuz. Aksine, VRMMO tarzında bir oyun bu.”
“Olamaz. Çevrimiçi bir oyunda olduğumuzu varsaysak bile şu an, her türlü bir fare ya da oyun konsoluyla kontrol etmemiz gerekiyor.”
Ren, Motoyasu’nun teorisi karşısında kafası karışmış görünüyordu ve sohbete tekrar girdi. “Fare mi? Oyun konsolu mu? Ne tür antika oyunlardan bahsediyorsunuz? Bugünlerde tüm çevrimiçi oyunlar VRMMO değil mi?”
“VRMMO? Sanırım bir Virtual Reality MMO’sundan bahsediyorsun? Bilim kurgu saçmalığını kes. Teknolojinin henüz böyle şeylere hazır olmadığını sen de biliyorsun.”
“Ha?!” Ren neredeyse şaşkınlıkla bağırıyordu.
Tekrar düşününce, Statü Büyüsü’nü nasıl kullanacağımızı ilk anlayan kişi oydu. Ne yaptığını biliyor gibiydi. Bahsettiğinden fazlasını biliyor olabilir.
“Affedersiniz? Hepiniz bunun bildiğiniz bir oyun olduğunu düşünüyorsunuz. Bu oyunların adlarının ne olduğunu sorabilir miyim?”
Ren elini kaldırarak hızlıca cevapladı: Brave Star Online.
Emerald Online.
Sonra ben konuştum. “Bilmiyorum. Demek istediğim, gerçekten de bir oyun dünyasında mıyız?” Ben de biraz oyun gibi göründüğünü düşündüm, ama gerçekten hiç duymadığım bir oyuna ışınlanma ihtimalim var mıydı?
“Anladım. Benim fikrime gelecek olursak, bana Dimension Wave denilen bir konsol oyununu hatırlatıyor.”
En sonunda hepimiz dünyanın farklı bir oyunu temsil ettiğini düşünüyor gibiydik.
“Bir saniye bekle. Kesin olarak bildiklerimizi toplamaya çalışalım. ” Motoyasu başını ellerinin üstüne koydu ve bizi sakinleştirmeye çalıştı. “Ren, bahsettiğin bu VRMMO tam olarak bahsettiğimiz şey, değil mi?”
“Evet.”
“Itsuki, Naofumi, bunun ne anlama geldiğini siz de biliyorsunuz, değil mi?”
“Bence bir bilim kurgu filminden bir oyun gibi geliyor kulağa, ama evet.”
“Galiba okuduğum bir light novelda buna benzer bir şey vardı.”
“Gayet yeterli. Benim de düşünebildiğim tek şey bu. Tamam o zaman Ren. Bahsettiğin şu oyun, Brave Star Online. Bu da bir VRMMO mu? ”
“Ah, evet. Oynadığım VRMMO’nun ismi Brave Star Online’dı. Dünyası bu dünyayla oldukça benzer.”
Ren’in konuşma şeklinde bakarsak, VRMMO onun için sıradan bir teknolojiymiş gibi görünüyor. Bilgisayarlar kullanıcıların beyin dalgalarını okuyor ve kullanıcıyı bilgisayar dünyasına dalış gerçekleştirmesine izin veriyor.
“Tamam pekala. Varsayalım bu doğru, Ren, geldiğin dünyada bizim bahsettiğimiz oyunlara benzer oyunlar var mıydı? Belki geçmişte?
Ren kafasını salladı. “Sizin de fark ettiğiniz üzere, kendimi geldiğim yerin oyun tarihi açısından oldukça deneyimli görüyorum. Konuştuğunuz hiçbir şeyi daha önce hiç duymadım. Ama hakkında konuştuğunuz oyunlar hakkında… Hepiniz nispeten oynadığınız oyunları ünlü olarak görüyorsunuz, değil mi?
Motoyasu ve ben başımızla onayladık.
Eğer çevrimiçi oyunlar hakkında bir şey biliyorsak, ki hepimiz bildiğimizi düşünüyoruz, birbirimizin bahsettiği oyunlar hakkında bir şey bilmememiz imkansız gözüküyor. Her ne kadar şuanlık zannettiğimiz kadar kendimizi çevrimiçi oyunlar hakkında bilgili görmesek de… Hepimiz oldukça ünlü oyunları örnek gösterdiğimizi düşündük. Nasıl yanılıyor olabiliriz ki?
“Tamam o vakit, hadi biraz genel kültür sorularıyla başlayalım. Hepiniz şuanki başbakanın ismini biliyorsunuz, değil mi?”
“Tabi.”
“Tamam, hep birlikte aynı anda söyleyelim o zaman.”
Yutkunur.
“Masato Yuda.”
“Gotaro Yawahara”
“Enichi Kodaka.”
“Shigeno Ichifuji.”
Hepimiz bir anda sustuk.
Bahsettikleri isimleri daha önce hiç duymamıştım. Tarih kitaplarında bile görmedim.
Devamında İnternet terimleri, ünlü İnternet siteler ve ünlü oyunlar hakkında bildiklerimizi karşılaştırdık. Hiçbirimizin söylediği şeyler birbirlerini tutmuyordu. En sonunda, hiçbir ortak yönümüzün olmadığı kanısına vardık.
“Görünüşe göre hepimiz farklı Japonyalardan çağırılmışız.”
“Aynen öyle gözüküyor. Kesinlikle aynı yerlerden geldiğimizi zannetmiyorum.”
“Sanırım bu durum hepimizin paralel dünyasında Japonya’nın var olduğu anlamına geliyor öyle mi?”
“İlk başta farklı zaman dilimlerinden olabileceğimizi düşünmüştüm. Ancak hiçbirimizin deneyimleri birbirini tutmuyor, bu yüzden imkansız.”
Bu şekilde olmasına rağmen, en azından bir yanımız benzerdi: Hepimiz Otaku’yduk. Bunun bir anlam ifade etmesi gerekiyordu.
“Eğer durum buysa, hepimiz buraya farklı nedenlerden dolayı ve farklı yollarla getirildik.”
“Gereksiz konuşmalardan pek haz etmiyorum. Yine de bu tür şeyler hakkında ortak noktaya sahip olmamıza gerçekten ihtiyacımız var mı?”
Ren sanki odanın içindeki herkese en havalı insan olduğunu göstermek istermiş gibi konuştu.
“Okuldan eve dönerken şansım ters gitti ve bir cinayet vakasına yakalandım. O zamanlar oturduğum kasabanın gündemindeydi bu.”
“Hı-hı”
“Yakın bir arkadaşımla beraberdi. Onu kurtardığımı ve suçlunun yakalandığını hatırlıyorum…”
… Ren konuşurken hafifçe yan tarafını ovuşturuyordu.
Onunla alay etmek istedim. En iyi arkadaşını kurtarmakla ilgili tüm bu konuşmalarla birlikte nasıl bir kahraman olduğunu düşünüyordu? Düşüncelerimi kendime saklamayı başardım.
Sanırım kötü adamı yakaladığını ancak dövüş esnasında yan tarafından bıçaklandığını söylüyordu.
Hiç olmamış şeyler hakkında övünecek türden bir adama benziyordu. Güvenilmez diye onu hemen imalamak istedim … ama yine de burada sözü geçen kahramanlardan biriydi. En azından onu dinledim.
“Her neyse, şu halde daha farkına bile varamamışken gözümü burada açtım.”
“Mantıklı…. En iyi arkadaşını kurtarmak havalı duruyor, değil mi?”
İltifatıma daha da mesafeli bir şekilde karşılık verdi. İyi o zaman.
“Tamam, sanırım sıra bende,” dedi Motoyasu, içtenlikle kendini göstererek.
“Benim… Pekala, basitçe ele alırsak… birkaç kız arkadaşım vardı.”
“Yüzde yüz eminim vardır.”
Uzaktan düşünceli bir ağabey gibi görünüyordu. Ayrıyeten kızlar arasında popüler olan biri gibi de duruyordu.
“Ve sonra…”
“Bir kerede çok fazla vardı ve seni bıçakladılar gibi bir şey mi oldu?” Kendine gülerek söyledi Ren.
Motoyasu şaşkınlıkla gözlerini açtı ve başını salladı.
“Yani evet… Kadınlar çok korkutucu.”
“Lanet olsun!” Öfkemi gizleyecek kadar kendimi tutamadım bir anda konuşuverdim. Önemsemediğim bir sebepten dolayı ölmüş olabilir… ya da bir dakika, sanırım zaten ölmüştü. Buraya hepsi böyle mi geldi?
Ama bir dakika… Itsuki elini kalbine doğru götürerek konuşmaya başladı.
“Şimdi sıra bende. Kolejden eve doğru yürüyordum. Karşıdan karşıya geçmek için yaya geçidine vardım, ama bir çöp kamyonu hızla bana doğru geliyordu. Ve sonrasında…”
Tekrardan, hepimiz sessizliğe büründük.
Yani kesinlikle bir kamyon çarptı ona… Ne kadar acınası bir ölüm…
Ama bir dakika… Bu durumda ben bir çeşit aykırı değil miyim?
“Ah… gerçekten buraya nasıl geldiğimiz hakkında konuşmak zorunda mıyız?”
“Yani, biz çoktan bahsettik bile.”
“Sanırım. Pekala… özür dilerim gençler. Kütüphanedeydim, ve daha önce hiç görmediğim bir kitabın sayfalarını çeviriyordum. Farkına bile varmadan kendimi burada buldum.”
Tekrar sessizlik.
Hepsi bana buz gibi soğuk gözlerle bakıyordu.
Ne demek oluyordu bu. Onların grubunun bir parçası olmak için acıklı koşullar altında buraya gelmek zorunda mıydım?
Üçü de kendi aralarında benim dediklerini duyamayacağım bir şekilde fısıldamaya başladılar.
“Evet… ama o… Kalkan’a sahip.”
“Biliyordum…Motoyasu sende mi?”
“Aynen…”
Sanki benimle dalga geçiyorlarmış gibi hissetmeye başladım. Konuyu değiştirmenin tam vaktiydi.
“Pekala, bu dünyadaki sistemin nasıl işlediği hakkında hepimizin iyi bir fikri vardır muhtemelen?”
“Tabi.”
“Bin kere bitirdim ben bu oyunu.”
“Sanırım yeterince bilgiye sahibim.”
Pekala, biliyorsunuz… ama bekle! Buradaki tek amatör ben miyim?! Aşırı saçma.
“Ma…Madem öyle… Belki siz bana bu dünyada nasıl savaşmam gerektiğini öğretebilirsiniz değil mi? Geldiğim dünyada bu dünyaya benzer bir oyun yoktu.”
Ren kaşlarını kaldırarak bana baktı. Aynı şekilde buz gibiydi bakışları. Nedense Motoyasu ve Itsuki bana kibarlıkla bakıyordu.
“Pekala o zaman, ağabeyin Motoyasu sana en iyi şekilde temelleri öğretecek.” Yüzündeki o büyük gülümsemeyle dalga geçiyor gibi görünüyordu. Elini omzuma koydu ve konuşmaya başladı.
“Birincil olarak, bildiğim oyun hakkında konuşuyorum, Emerald Online… ama sen bir Kalkan Kullanıcısı’sın. Basit bir şekilde görevin Kalkan kullanıp insanları korumak.”
“Hı-hı”
“Baştan itibaren defansın aşırı derecede yüksek, gayet iyi, ama seviye atlamak için canavar kesmeye gittiğinde, hasarın bir şekilde dengesiz oluyor.”
“Hı-hı…”
“Yüksek seviye Kalkan Kullanıcısı hiç yoktu. Yüksek seviyelerde, aşırı işe yaramaz bir sınıf.”
“Hayıııııııııııııııııııııır!”
Duymak istediğim şey bu değildi. Nasıl bir ölü anlatım biçimi bu? Söylemek istedikleri şey lanetlenmiş olmam mı? Pardon ama teşekkür ederim!
“Güncellemer hakkında nasıldı? Güncelleme hiç yok muydu?”
Yani… sınıfımı dengesiz mi bıraktılar?!
“Maalesef. Oyunun sistemi ve oyunun oyuncuları yüzünden Kalkan Kullanıcısı sınıfı erkenden terk edildi. Fazla iyi değildi. Sanırım sınıfı silmeyi de planlıyorlardı…”
“Ve sanırım meslek de değişemiyordu?!”
“Yani bağlantılı meslekler… nasıl desem? İşe yaramazdı.”
“Değişemeyecek miyim yani?”
“Hayır, oyun sana asla farklı bir meslek ağacına geçmeyi izin vermeyecek.”
NE?! Ciddi ciddi oyundaki en kötü sınıfa sıkıştım mı ben? Kalkanıma doğru bakıp düşünüyordum. Gerçekten geleceğim bu kadar kasvetli mi olacaktı?
“Sizler ne düşünüyorsunuz? Ren ve Itsuki dönerek sordum, ama ikisi de yüzlerini çevirdiler.
“Üzgünüm…”
“Aynı şeyi düşünüyorum…”
Hayır! O zaman gerçekten de kısa çöpü mü çektim ben? Üçünü gözümün köşesinde gördüğümde dalgınlıkla bunun hakkında düşünüyordum. Oyun hakkında uzun bir konuşmaya dalmışlardı.
“Çevre hakkında ne düşünüyorsun?”
“İsimleri farklı ama harita olduğu gibi aynı. Eğer harita aynıysa, güçlü canavarların bulunduğu bölgelerin de aynı olma ihtimali oldukça yüksek.”
“En iyi avlanma bölgeleri her silah için farklı olacak. Farklı yerlere gitmek muhtemelen hepimiz için en iyisi olacak.”
“Doğru. Etkili olan yerlere gitmeye odaklanmalıyız.”
Gerçekten de en iyi nasıl seviye atlayacaklarını bilecek kadar oyunu o kadar iyi mi biliyorlardı? Öyle gözükmeye başladı. Hey, bir şey daha var. Eğer sınıfım bu kadar güçsüzse, o vakit sadece beni desteklemeleri için onlara güvenebilirim.
Farklı yollar da var. Her ne kadar güçsüz olsam da partiyle birlikte savaşıp deneyim alarak seviye atlayabilirim. Eğer kardeşlerinle bağlarını kuvvetlendirerek savaşamıyorsan, başka bir dünya nedir ki? Aynen bu şekilde olması gerekiyor, değil mi?
Şimdi, keşke partimde bir ya da iki kız olsaydı. Her şey muhteşem oldu. Eğer Kalkan Kullanıcısıysam savaşmak benim işim değil. Tek yapmam gereken takım arkadaşlarımı korumak, değil mi? Geldiğim dünyada pek kızlarla tanışma fırsatım olmadı, ama işler burada değişebilir.
“Hmm… Pekala her şey güzel olacak. Demek istediğim, hepimiz tümüyle yeni bir dünyadayız! Her ne kadar en güçlü karakter olmasam da, işlerin yolunda gideceğinden eminim.”
Hepsi bana sanki acınası bir şeye bakıyormuş gibi baktı… ya da en azından ben öyle baktıklarını düşündüm. Eğer beni rahatsız etmesine izin verirsem, en baştan kasvetli bir duruma düşeceğim. Ayrıca, korunma amaçlı donatıldım, ve bu bir oyun değil. Bana özel kalkandan kurtulabilir ve yeni bir silah kullanabilirim.
“Pekala, hadi yapalım şunu! Kendimi girişken biri gibi göstermek için zorladım.
“Kahramanlar, sizler için yemek hazırladık.”
Nedir bu? Sanki oldukça iyi hazırlanmış bir akşam yemeği hazırlamışlar bize.
“Güzel.”
Kapıyı açtık ve bizim için görevlendirilmiş şövalyeler tarafından rehber edildik.
Sanki fantastik bir filmin içerisinde gibiydik. Büyük bir kalenin yemekhanesi! Merkezde üzerinde her türden yiyecekle hazırlanmış kocaman bir yuvarlak masa var.
“Millet, lütfen istediğiniz gibi yiyin.”
“Ne? Kale şövalyeleriyle birlikte yiyeceğimizi sanmıştım?” Ren kendi kendine mırıldandı.
Nasıl birisi böyle bir akşam yemeğini şikayet edebilir? Dostum bu çok kabaydı.
“Yanlış anladınız. Bu yemekler sadece sizler için hazırlandı. Şövalyeler siz karnınızı doyurana kadar yemeye izinli değiller,” diye söyledi görevli.
Odaya bakındım, ancak diğer tarafta yemek yiyenler olduğunu düşündüğümüz gürültülü kalabalığın aslında aşçılardan oluştuğunu gördüm. Sanırım dördümüz de kale şövalyelerinden daha yüksek önceliğe sahiptik.
“Teşekkürler. Yiyelim o zaman.”
“Evet.”
“Aynen öyle.”
Ve bu yeni dünyanın yemeklerini yemeye başladık. Yemek mutfağı benim alışkın olduğum gibi değildi, ama kesinlikle iğrenç de değildi. Midemi bulandıran en ufak bir şey yoktu.
Ve ayrıca, omlete benzer bir şey daha çok portakal tadına sahipti, ve bazı yemeklerin sahip olduğu karıştırılmış tatlar daha önce yediğim şeylerde yoktu.
Yemeyi bitirdik ve odamıza doğru giderken oldukça uykumuzun geldiğini fark ettik.
“Banyoları var mıdır acaba?”
“Yani, buralar biraz Orta Çağ havasında. Muhtemelen bir küvetleri vardır.”
“Eğer istemezsek, hazırlayacaklarına karşı biraz şüpheliyim.”
“Sanırım bir günlüğüne dayanabilirim.”
“Aynen, aşırı yoruldum ve maceramız yarın başlıyor. Erkenden uyumamız en iyisi olur.”
Herkes Motoyasu’nun fikrine katıldı ve yatağımıza doğru yöneldik.
Ben dahil dördümüz de yarın için oldukça heyecanlıydık. Nasılsa hemen uyuyabildik.
Maceramız yarın başlıyor!
Çeviren: glassy