Elitler Sınıfı - Cilt 14 - Bölüm 15 - Düşman
Cilt 14 – Bölüm 15 – Düşman
Saat sabahın 5:00’i olmamış, güneşin doğmaya yeni başladığı sulardaydı.
Çoğu öğrencinin uyuduğu bu esnada, ben çadırın dışından gelen sesten dolayı uyanıp kalktım.
O kadar ince, o kadar belirsiz bir sesti ki, bir an için ses duyup duymadığımdan yana şüpheye düştüm.
Kafamı çadırdan dışarı çıkartıp baktım. Uzaktan vızıltı gibi az da olsa geliyordu. Hala duyuyorum sesi.
Birkaç saniye sonra, Nanase de çadırından kafasını çıkartıp baktı. O da benim gibi sese uyanmıştır herhalde.
“Sesi duyuyor musun?”
“Evet… çok kısık geliyor ama elektronik bir cihazdan geliyor sanki. Bu tarz bir ses.”
Yakınlarda olduğunu varsayarsak, etrafta yankılanması normaldi.
Tabletten gelen bildirim sesi olabilir diye düşünsem de, bu ses uzun süredir çalıyor. Bu kadar uzun çalmaması gerekirdi.
“Acil durum uyarısı olabilir mi?”
“Olabilir.”
Sesi analiz etmek için önce çadırımdan çıktım.
Mashima-sensei’nin gemideki açıklaması sırasında bizim için çaldığını alarm sesine benziyordu.
Duyduğum kadarıyla, ormanın derinliklerinden geldiği için hafif bir yankıya sahip.
“Yakın zamanda alarm duracak gibi değil..?”
Sesi ilk fark ettiğimden bu yana bir dakikadan fazla olmuştu. Uyarı alarmları iki kez kapatılacak şekilde ayarlanmıştı. Ancak her ikisi de yalnızca beş saniye sonra kendiliğinden kapanan cinstendi. Bu şekilde sürekli çalacak tek uyarı, Acil Durum Uyarısı’ydı.
“Yanlış hatırlamıyorsam, beş dakika sonra—“
“Okul saatin yerini GPS’den bulacak ve o konuma yardım gönderecek?”
Eğer alarmı kapatacak durumda değillerse, o zaman oldukça tehlikeli bir durumdalar.
“Okul gelmeden gidip onları bulamaz mıyız?”
“Neden gidip bulalım onları? Dışarısı zifiri karanlık değil, evet. Ama görüş mesafesi hala kötü. Boşluğumuza gelir de dikkatsizlik edersek biz de tehlikeye gireriz.”
“Birine yardım etmek için bir nedene mi ihtiyaç var?”
Kızgın olarak tanımlanamayacak kadar samimi bakışlarıyla beni ezdi.
Nasıl karar verirsem vereyim, kendi başına yardım etmek için gitmeye bile hazır bir hali var.
“Harekete geçeceksek, daha fazla kişiyle yola çıkalım. Sudō‘gili uyandıralım.”
“Evet.”
Çadırlarında hala uyuyan Sudō, Ike ve Hondō’yı uyandırmaya karar verdik.
Hala yarı uykulu olan çadırlarından çıkmaya zorlanan bu üçlüye, durumu anlatıp bir plan oluşturmaya başladık.
Görüş alanımız önümüzdeki loş ormanın içinde sınırlı olacağı için ışık olmadan, engebeli arazide adımlarımıza dikkat etmek zorunda kalacağız. Öncelikle yolumuzu aydınlatmamız şart.
Beş kişide toplam üç el feneri var. Nanase ile benim birer, Sudō’gilin de bir tane.
Yeterli değil ama yetinmek zorundayız.
Kaybolmamak adına yanımıza bir tablet de aldık.
“Eh, ben önderlik edeyim.”
Ortamdaki şartlardan etkilenerek, Ike liderliği almak için gönüllü oldu.
Pek hevesli görünmüyordu.
“Pardon, senpai ama sen önderlik etmesen?”
“Eh? N-neden?”
“Dışarısı hala karanlık, güvenilmez birinin öne geçmesine izin veremem. Bu görevi, kriz yönetimi iyi olan ve en uygun rotayı seçecek yeteneğe sahip kişi yapmalı.”
“Peki, ama aramızda bu işe en uygun kişi ben–“
“Ayanokōji-senpai, bize liderlik etmeni istesem? Senin kararlarına sorgusuz sualsiz ayak uyduracağım.”
Nanase, Ike’ın sözünü kesip onun gerekçesini bile duymadan yola önderlik etmemi istedi. Şuan için acil bir durum söz konusu ve her an önemliydi.
Onu ikna etmek için bahane öne sürmek zaman kaybettirdi.
“Nanase, Ike ve ben el fenerini tutacağız. Nanase benim arkamdan, Sudō, Hondō ile Ike, bizim arkamızdan gelecek. Siz arkada kalın.”
Hareket planına karar verildikten sonra, hemen alarmın kaynağına doğru yürümeye başladım.
“Hayır, yani…? Şey, benim için sorun değil de… Üstesinden gelebilir misin, Ayanokōji?”
Ike yine yaşananlardan bihaberdi.
“Sen merak etme. Kanji’yi takip et, yeter. Ayanokōji büyük ihtimalle halleder.”
Sudō benim yerimle cevap verdikten sonra, Ikeeı zorla kolundan tutup çekerek yürüttü.
Böylece beşimiz birlikte yola çıktık.
“Bu şekilde etrafta dolaşırken yaralanma ihtimalimiz var, değil mi?”
Nanase ormanda ilerlerken bir yorum yaptı.
“Aman ya rabbi! Niye sabahın köründe karga bokunu yemeden yollara düştük biz?”
Hondō, uykulu gözlerini ovuşturup şikayet etmeden edemedi.
“Garip bir durum yok. Sonraki belirlenen alan çok uzakta falan olursa, erken hareket etmek zorunda kalacaktık zaten.”
Okul, çoğu grubun varış süresini göz önünde bulundurarak belirlenen alanları seçmişti. Tabii, rastgele belirlenen alanların varlığıyla, grupların sabahın kör saatlerinde veya gecenin zifiri karanlığında yola çıkmaya zorlayacak durumlar da olabilirdi.
Yavaş yavaş, alarmın kaynağına yaklaştık. Yaklaştıkça bile, ormanın içinde ses yankılanıp duruyordu.
Acil Durum Uyarısı giderek daha da artıyordu.
Bir saniye.. Daha farklı bir durum söz konusu gibi…
“Sesimizi duyan var mı? Duyuyorsanız cevap verin.”
Sudō sesin geldiği yöne doğru bağırdı ama cevap gelmedi. Bölgede de bir hareketlilik yok gibiydi.
“Neden konuşmuyorlar…? Sizce… burada h-h-hayalet falan olabilir mi?”
Ses, içinde bulunduğumuz konum nedeniyle belirli bir uğursuzluk hissi uyandırıyordu insanda. Hondō’nun titremeye başlamasının sebebi bu olabilir.
“Bence şuan çok zor bir durumda oldukları anlamına geliyor.”
“Eğer durum buysa, o zaman gerçekten kötü bir durumda demektir.”
Durum her ne ise, öğrenmek için sesin kaynağına doğru gitmeye devam etmeliyiz.
Hızımızı arttırma dürtüsünü bastırıp, dikkatli bir şekilde ormanın derinliklerine doğru yolumuzu aydınlatarak ilerlemeye devam ettim.
“Arkadaşlar, size de ses biraz… tuhaf geliyor mu?”
Arkamdan gelen Nanase, sesin sıra dışı oluşuna, farklılığına, dikkat çekti.
“Tuhaf derken? Kulağa ürkütücü geldiği doğru. Ama bunun da ormanın derinliklerine doğru yürüdüğümüz için böyle hissettirdiğini düşünüyorum….”
“Hayır, bunu kast etmedi—“
“Sesin yayılımından bahsediyorsun, değil mi Nanase?”
Başımı hafif çevirerek ona sordum. O da başını sallayarak cevap verdi.
“İlk başta, sesin ormanın derinliklerinden geldiği için yankılandığını düşünüyordum. Ama şimdi yaklaştıkça, farklı geliyor. Sanki iki farklı alarm sesi duyuyorum.”
Acil Durum Uyarısı kişinin son derece ağır bir durumda olduğunda çalacaktı.
Yani, iki kişinin aynı anda alarmının çalması, kimsenin beklentileri arasında değildi.
Şuan sesin kaynağına yaklaştığımız için, her şey ortadaydı.
İki Acil Durum Uyarısının ritmik sesi, aynı anda aynı yerden geliyordu.
Seslerin birbirleriyle uyumsuz olmaları nedeniyle, bir yankı var gibiydi.
“Korkutucu… çocuklar… Devam etmesek mi? Emin misiniz…?”
Arazi yavaş yavaş yukarı doğru eğimli olmaya başlayınca, Hondō daha fazla endişelendi.
İki kişinin yığılıp kaldığı bir yere yaklaştığımızı düşünürsek korkusu doğaldı.
Kısa süre sonra, ses yüksek sesle duyulmaya başladı. Aradığımız yere geldik galiba.
Sesin çok net duyulmasıyla, sesin kaynağı aramaya koyulup el fenerlerimizle bölgeyi taramaya başladık.
Çok geçmeden, yere yığılmış bir çocuğa denk geldik.
“Bu… Komiya değil mi!?”
Çocuğui ilk tanıyan Sudō oldu. Yanılmıyordu. Gerçekten de 10/B’den Komiya’ydı.
“O-oi! Ne oldu sana böyle? Kendini toparla adamım! Komiya!”
Sudō, basketbol kulübünden bir arkadaşına denk geldiği için, panikle yere yığılmış Komiya’ya koştu.
“Senpai…”
“Efendim?”
Tahmin ettiğimiz gibi, sadece bir alarm çalmıyordu, iki alarm çalıyordu.
Komiya’nın olduğu yerden birkaç metre uzağında yatan birinden ikinci alarm çalıyordu. Söz konusu kişi 10/B’den sınıf arkadaşı : Kinoshita Minori.
Nanase, tesadüfen rastladığımız tuhaf durumdan bir anlığına şaşırıp kalsa da hemen kendisini toparlayıp hızla Kinoshita’nın yanına koştu.
Ne yaşandığını anlamak adına Komiya ve Kinoshita’yı gruba emanet edip etrafı kolaçan etmeye başladım. Ne üçüncü grup üyeleri olan Shinohara ne sırt çantaları ne de diğer ekipmanlarından eser vardı.
“Oi Komiya! Shinohara’ya ne oldu!?”
“Boşa uğraşma. Baygın, bilinci açık değil…”
Sudō ve Ike, Komiya’nın durumu hakkında konuştular.
Ardından acil durum uyarılarını manuel olarak kapatmalarıyla ormana bir sessizlik çöktü.
“Kinoshita-senpai‘nin de bilinci kapalı. Ama formasındaki tüm kir ve çiziklere bakılırsa, maalesef…”
Nanase’ konuşurken gözleriyle yakındaki yüksek dik yamaca baktı.
Komiya’nın durumunu değerlendirdikten sonra, Sudō da hemfikir olarak başını salladı.
Birinin ayağını sağlam basamayıp dengesini kaybederek yamaçtan düştüğünü, diğerinin de onu kurtarmaya çalışırken aşağı sürüklendiğini düşünüyorlar galiba.
Araştırmak için yamaca yaklaştım, sadece yakın zamanda birinin aşağı yuvarlandığına dair açık işaretler olduğunu buldum.
Bu bahsedilen ‘birinin’ Komiya ya da Kinoshita olma olasılığı yüksekti.
Çevrede görüş alanı epey düşüktü. Yön kavramını unutup düşmeleri mümkün. Nem de çok olduğu için zemindeki toprak da kaygandı.
El fenerimi ayaklarıma doğrulttum. Yerdeki toprağın bazı kısımları çamurlu olduğu için hareket ettikçe ayak izi bırakıyordu.
Yolu aydınlatarak bakınca, bu baygın ikilinin yanına koşan Sudō ile Nanase’nin ayak izlerini gördüm. Onlarınkinin yanında hafif bir ize sahip olan birkaç ayak izi daha vardı.
Ayak izi, Komiya ve Kinoshita’nın baygın düştüğü yere kadar geliyor, ardından da farklı bir yöne gidiyordu.
Bu konuyu direkt olarak onların baygınlığına bağlayamasam da, bu ihtimali de gözden çıkartamayız.
Ayak izleri Shinohara’ya da ait olabilir. Fakat onları bu halde gördükten sonra, yardım etmeden gideceğini sanmıyorum.
Dahası yardım çağırmaya da gitti diyelim, önce iyi olduklarından emin olup sonra yardım için etrafta koştururdu.
Ayak izi ile kendi ayak izimi karşılaştırdım. Benimkinden bir iki numara küçük gibi. Benim ayak numaram 26cm, gizemli ayak izi ise yaklaşık 1.5 -2 cm küçük gözüküyordu.
Bir erkeğe de ait olabilir, bir kıza da ait olabilirdi.
Bir an kuzey batı yönünde bilinmeyen bir varlık sezinleyince, feneri yere tutarak dikkati dağıtmaya çalışıp o yöne doğru baktım.
Fakat etraf ağaçlarla dolu olduğu için kimseyi göremedim.
Bu tavrının sebebi, vicdan azabı duymasından olabilir mi acaba, ya da başka bir sebep?
Şimdilik bu kişiyi boş vereyim.
Kinoshita’nın yanına, ayak izlerini kontrole gittim. Kinoshita’nın bayılmadan önce etrafta hareket etmiş olabileceğini düşünüyorum.
Fakat yakınlarda adım attığına dair iz bulamadım.
Bu durumda, o gördüğüm ayak izleri başkasına ait demektir.
Kinoshita’nın yüzü ve üzeri Komiya gibi yara bere ve çamur içindeydi. Fakat ağır yaralara sahip değil gibiydiler, en azından ben göremedim.
“Öğretmenler gelince ne olacak dersiniz…?”
Ne kadar ciddi yaralandıkları belirsiz olmakla birlikte, bir sağlık kontrolünden geçecekleri kesindi. Yamaçtan düştükten sonra bayıldılarsa, tıbbi kontrolden geçmek zorunda kalacakları gibi, diskalifiye de olacaklardı. Hatta kısa bir süre içinde uyanıp başlarına ne geldiklerini sorgulayacak zamanları bile olmayacaktır.
Shinohara da aynı durumdaysa şayet, Komiya’gilin grubu sınavdan otomatik olarak diskalifiye olacaktır.
Aralarında kimsede de ‘Sigorta Kartı’ olmadığı için, okuldan atılmayla karşı karşıya kalacaklar.
“Shinohara-!!”
Ike, Shinohara’nın adını ormanın derinliklerine doğru haykırdı.
Eğer yakınlardaysa, duyup cevap verebilir ya da sinyal gönderebilir.
Komiya ile Kinoshita gibi benzer bir duruma düşmemiş olma ihtimali var. Ike, onu aramak için koşmaya hazırlanırken kolundan tuttum.
“Ormana tabletsiz dalacaksan, kaybolmayı da göze alıyorsun demektir.”
“H-haklısın ama ben—!!!”
“Endişeni anlıyorum. Seslenmene rağmen cevap vermiyor.”
“E-evet! Hadi onu bulalım, lütfen!”
“Ama ağır yaralı olsaydı onun da acil durum alarmı çalardı, değil mi?”
Az önceki alarmlar haricinde, ormandan başka ses gelmiyordu.
“Şey… haklısın ama…”
“Shinohara yakınlarda da değil gibi. Ciddi yara almadığını düşünebiliriz.”
“Yani, kaybolmuş olabilir mi diyorsun…?”
Ihtimali yok değildi.
“Ugh… guh…!”
Herkes şaşkın bir halde ne olduğunu anlamaya çalışırken, Komiya’dan zayıf ve zoraki bir öğürtü geldi.
“Komiya! Beni duyuyor musun, Komiya!?”
Sudō’nun ona seslenmesiyle Komiya, Sudō’nun polarından tutarak cevap verdi.
Komiya’nın bilinci yerine gelmiş galiba.
Tam ayılmasına sevinmişken, Komiya ağzını açıp konuşmasıyla sevincimiz kursağımızda kaldı.
“B-bacağım.. acıyor…!”
Gördüğüm kadarıyla Komiya’nın sağ bacağında sorun yoktu. Ama sol bacağı..
Acı ve hüzünle hareket ettirmeye çalıştı bacağını.
“Bacağın..…!”
Sudō’nun titremesinden, Komiya’nın durumunu bakmaya gerek kalmadan anladım.
Durumdan emin olmak için Nanase, Kinoshita’ya da baktı.
“Sadece Komiya-senpai’nin değil, Kinoshita-senpai’nin de sol bacağı kötü duruyor. En kötü ihtimalle, sol bacaklarında kırık olabilir.”
Sadece aynı yamaçtan düşmekle kalmayıp ikisi de sol bacaklarından ağır yara almış.
Bu arada, bizzat yaralarının durumuna bakmama gerek kalmadı. Benim yerime başka birisi bakıverdi.
“Bacaklarında çürük ya da kırık varsa, sorgusuz sualsiz diskalifiye edilirler.”
Sınavın daha dördüncü günü resmi olarak başlamadığı gibi, kimse de diskalifiye olmamıştı. Fakat bu ikilinin diskalifiyesi ve puan kazanamayacak olmaları kesinleşmişti.
Shinohara tek başına güvende olsa dahi, puan toplaması zor olacaktı. Dahası, nerede olduğu bile belli değil.
Bu arada, görünenden daha farklı bir durum olduğu.. yani bir bit yeniği olduğu da kesin…
Bir de, bizi kuzeybatıdan izleyen biri de var.
Her kim ya da kimlerse, sessizce uzaktan izliyor. Önce varlığını gizliyor, ben salağa yattıkça biraz hareket ederek dikkatimi çekmeye çalışıyordu.
O sırada Nanase, Kinoshita’nın yanından ayrılıp yanıma gelerek kulağıma fısıldadı:
“Ortada bir gariplik var, haksız mıyım senpai?”
Sudō’gil fark etmese de, olayın garipliği barizdi.
“Haklısın. Başlarını belaya sokmuşlar gibi.”
Tek kişi bu müşkül duruma düşseydi, abartı olmazdı. Ama iki kişi aynı durumdaydı.
“Komiya. Nasıl olduğunu hatırlıyor musun? Nasıl bu hale geldiniz?”
Kendi başıma teori üretmektense, Komiya’ya direkt sordum.
Okuldan yetkililer gelirse, soracak vakit de olmazdı zaten.
“B-bilmiyorum…bir anda oldu. Aniden baldırımda bir şey hissettim. Sonra da kendimi yamaçtan düşerken buldum.. off…!”
Yüzü acıdan dolayı buruşup durdu. Tekrar bacağını oynatmaya çalıştı.
“Baldırına bir şey mi dokundu?”
“B-bilmem.. kusura bakmayın, hatırlamıyorum.”
Yaşadığı olaya dair hafızası belirsizdi.
“Kinoshita da yakınına düşmüş. O da benzer durumda. Ondan haberin var mı peki?”
“Eh…? Ne? Yok. Kinoshita niye burada…? Yanlış hatırlamıyorsam, o…”
Komiya’nın tepkisinden, Kinoshita yamaçtan düşen ilk kişi değildi.
O zaman, ilk düşen Komiya.
“Evet…! Satsuki, Satsuki nerde!? O da mı düşmüş!?”
Acıya dayanmaya çalışırken neler olduğunu hatırlamaya çalıştı.
Komiya, Shinohara’nın adını söylerken dişini sıktı. Ike ona adıyla seslendiği için yüzünü assa da, şuan bu konuya takılması gerekmediğinin bilincindeydi.
“Shinohara kayıp. Birlikte yolculuk yapmıyor muydunuz?”
“Satsuki─ Off…!!”
Bacağının acısından dolayı rahatça konuşamıyordu bile.
“Kendini zorlama istersen.”
“Y–yok, Satsuki’yi merak ediyorum… Sudō sana zahmet ayağa kalkmama yardımcı olur musun…?”
“T-tabi. Ama kendini kasma.”
Sudō’nun desteğiyle, Komiya yavaşça dikeldi.
“Komiya, Shinohara nerde!?”
Ike bağırarak sordu. Komiya’nın grubunu bizden daha çok merak ediyordu.
Kendisini tutmakta zorlandığının, Komiya da fark etmiştir.
“…bilmiyorum… biz… hızlı hareket etmeye çalışıyorduk..…”
Komiya yüzünde beliren acılara rağmen, sözlerine devam etti.
“Sonra beklemeye başladık… Satsuki gelecekti yanımıza…..”
“Beklemek mi? Ne diyorsun be? Hiçbir şey anlamıyorum! Niye bekliyorsunuz!”
Komiya ne dediğini tam idrak edemediği gibi tam hatırlayamıyordu da. Kafasını sağa sola sallayarak aklını başına toplamaya, odaklanmaya çalıştı.
Ardından aklına gelenleri, hatıralarını, anlatmaya başladı.
“Baştan başlayayım. Dün iki belirlenen alana yetişemediğimiz için acele ediyorduk. Gece konuşup aradaki farkı kapatmak için erken hareket etmeye karar vermiştik……yola koyulduğumuzda hala hava karanlıktı. Kaybolmamak için beraber hareket ediyorduk… ama Satsuki lavabo ihtiyacı olduğunu söyleyince, Kinoshita ile onu beklemeye koyulduk. Tabii, birbirimizi kaybetmemek adına fenerlerimizle ışık tutuyorduk.…”
Az önceki konuşmasına kıyasla epey kendine gelmiş, sakinleşmişti. Acılar içinde kıvranmasına rağmen, Shinohara’yı merak ediyordu.
“Satsuki’yi beklerken yamaca doğru yaklaşıp kısa yol olarak kullanabilir miyiz diye etrafa bakınmaya başladık. Aşağı inmenin zor olacağını düşünürken─”
“Tam o sırada baldırına bir şey dokundu, öyle mi?”
Sohbetin nereye gideceğini anlayan Nanase, Komiya’nın sözünü kesti. O da başını sallayarak evet dedi.
“Canımın çok acıdığını hatırlıyorum… ama acı çok uzun sürmedi çünkü bir anda kendimi yamaçtan aşağı düşerken buldum… uyandığımda da sizi gördüm işte..”
Uzuvlarımız, ani darbelere karşı yaralar alıyor.
Komiya’nın başına gelen bir olay olsaydı, bir anda baldırı acıyıp dengesini kaybederek düştü gibisinden basite indirgenebilirdi.
Fakat aynı olayın Kinoshita’nın da başına gelmesiyle, büyük resmi görmek zorlaşıyor.
Komiya’nın düştüğünü görüp yardım etmek için kendisi de atılınca mı düştü acaba?
Sebebi ne olursa olsun, bizi uzaktan izleyen bir çift göz ile, bu kime ait olduğu muamma olan ayak izleri endişe vericiydi.
Tam bu düşüncelere dalmışken, yamacın üstünden ayak sesleri duyuldu.
Fenerlerimizi hemen tepeye doğru doğrulttuk ama kimseyi göremedik.
Hafif bir ses olduğu için küçük hayvan dostlarımızdan birisi olabilirdi ama…
“Shinohara!?”
Ike, sesi duyar duymaz kendisine çeki düzen verip yamaca doğru koştu.
“Oi Kanji! Dur! Tehlikeli, koşma!”
En yakın arkadaşının çığlıkları ormanın derinliklerinde yankılandı.
“Senpai, Ike-senpai’yi tek başına gönderemeyiz, çok tehlikeli!”
“Biliyorum. Tableti sana bırakıyorum. Biz birazdan döneriz.”
Arkasından koşmayı düşündüm ama Ike, yamaca tırmanmaya odaklanmıştı.
Biraz geciksem sorun olmaz.
“Tabletin olmadan kaybolursunuz, Senpai?”
“Yamaca tırmanacağız sadece.”
Tabletle çıkarak onu düşürme riskini de beraberimde götürmüş olacaktım. Nanase’ye emanet ettim. Kaybolursak falan, bizi tablet yardımıyla bulabilirdi. Tableti çıkartıp ona uzattım.
Nanase tableti alınca, hemen Ike’n peşine düştüm.
Ike sesin geldiği yöne doğru sürünerek çıkmaya çalışıyordu. Ama adımları çok tehlikeliydi. Ona yetişince, yamaca çıkan güvenli yolu gösterdim. İkna etmeye çalışsaydım, dinlemezdi zaten.
“A-Ayanokōji!?”
Başta onu durdurmaya geldiğimi sanmıştır. Ama ben onu tırmanmada geçince afalladı. Ardından panik ve şaşkınlıkla bana yetişmeye başladı.
Bu paniğin verdiği dikkatsizlikle de ayağı kaydı, düşmek üzereydi.
“Oh, ah…!?”
Hemen elimi uzatıp Ike’n kolundan tutarak yukarı çektim.
“Sakinleşip beni takip et. Yoksa seni aşağı zorla indiririm.”
“…P-peki. Sakince seni takip edeceğim… lütfen aşağı inmeyelim….”
Cevabından hoşnut bir şekilde başımı salladım ve yukarı doğru ilerledim.
Hala karanlık olmasına rağmen, hafiften güneş doğmaya başlamıştı.
Güvenli bir şekilde yukarı çıkmak için biraz zaman harcadık. Tepeye ulaşınca da o ikilinin düştüğü konuma baktık.
Ike yere diz üstü çöküp nefesini kontrol etmeye çalışırken gözleriyle etrafı tarayarak Shinohara’yı aradı.
Ben de etrafa göz attım ama kimsecikler yoktu.
“Shinohara-!!”
Sesini duyurabileceği umuduyla avazı çıktığı kadar bağırdı.
Etrafta yamaca çıkan düzgün yol yok gibiydi. Çıkmaya ya da inmeye çalışırken Shinohara’nın da düşmüş olma ihtimali vardı.
Bu arada yerde, Komiya, Kinoshita ve Shinohara’ya ait olduğunu düşündüğüm üç sırt çantası buldum.
Hala çantaları zorla almaya çalıştıklarına dair bir kanıt yok.
Üçü de Shinohara gelene kadar çantalarını buraya bırakmaya karar vermiş olmalı.
Komiya ile Kinoshita’nın burada, yamaçtan inip inmemeyi tartıştığını hayal ettim.
“Kahretsin, burada da yok!”
Ike yere öfkeyle yumruk attı. Tam umudunu kaybetmişken…
“…Ike? Sen misin?”
Shinohara yavaşça çalılıkların arasında belirdi.
“Shinohara? Shinohara!!!”
Bizi görür görmez, koşarak yanımıza geldi. Ama bir anda ayağı tökezledi.
Kendisini Ike’n kollarına attı. Vücudu titriyor, gözlerinden yaş akıyordu.
“H-hep burada mıydın?”
“E-evet.”
“Peki niye ses çıkartmadın? Senin için ne kadar çok endişelendim ben!?”
“Ç-çünkü…..”
Hatırladığına pişman olduğu bir şeyi anımsayan Shinohara, daha çok titremeye başladı.
Böylece, Ike da art niyetli bir şekilde saklanmadığını anlamıştır.
“K-Komiya-kun ve Kinoshita-san nerde!?”
“İkisi de ağır yaralanmışlar, yamacın altındalar. Onlara ne oldu?”
Grup arkadaşları yamaçtan düştüğü için, onlara ilk yardım etmesi gereken Shinohara idi.
Fakat yardıma koşmak yerine çalılıkların arkasında korkarak kendisini sakladıysa, bu işte bir bit yeniği var demektir.
Ağır yaralı olduklarını duyunca, yüzü soldu. Titreyerek zar zor ağzını açtı.
“K-k-korkudan… hareket edemedim ki… çok kork-tum… ben gör-düm..…”
“Gördün mü, ne gördün??”
“…Komiya-kun ile Kinoshita-san’ı… birisi…. yamaçtan aşağı itti.…”
Shinohara’nın dediğine göre, kaza değilmiş.
“Birisi mi? Kimmiş o!?”
“B-bilmiyorum! bilmiyorum! Niye böyle bir şey yaptığını bile anlamadım!?”
Ike Shinohara’nın kendisini yere atıp gözyaşlarına boğulmasını dişlerini sıkarak izledi.
O kişinin kendisini de bulmasından yana korkup varlığını gizlemişti.
Ike’ın seslenmelerine, arkadaşlarının seslerine cevap vermemesinin sebebi buydu. Söylediklerini destekleyecek net kanıtları olmasa da, Shinohara yalan söyleyecek birisi değildi.
Arkalarından onlar fark etmeden birinin gelmesi…ve birbirlerini kaybetmemek adına da fener yansıtmaları.. o kişinin görüş açısını netleştirmiştir.
“Gece etrafta birilerini gördünüz mü? Eğer dediğin gibiyse, yakınlarda kamp kuran herkes bir numaralı şüpheli olacak.”
Sohbeti yönlendirmek adına Shinohara’ya bir soru sordum.
“Saat 20.30 civarıydı… 9.sınıflar vardı… evet… evet… beraber kamp yapan 9.sınıf öğrencilerine denk geldik. Onların yanından geçtik.”
Konuşurken kuzeyi işaret etti.
“Peki aralarından tanıdığın var mıydı? Ya da nasıllardı? Her türlü bilgiyi verebilirsin.”
“Kusura bakma ama hiçbirini tanımıyordum. Sadece üç kız bir erkek. 4 kişiydiler.”
Tek hatırladığı buysa, pek yardımcı olacak bir bilgi değil.
9.sınıflar, Komiya ile Kinoshita’ya şaka amaçlı saldırdılarsa, bu işte parmağı olanı bulmak zor olmayacaktır.
“Şimdilik, Sudō’gilin yanına geçelim. Öğretmenler de birazdan gelir zaten.”
“T-tamam.”
Yamaçtan aşağı inmek, Shinohara ve Ike için riskli olacağından, yamacın etrafından dönerek aşağı indik.
✩ ✩ ✩ ✩