Elitler Sınıfı - Cilt 2 - Kısım 4 - Her Tahmin (4)
Cilt 2 – Kısım 4 – Her Tahmin (4)
Kaldığım yurda döndükten sonra yatağıma uzandım, bilinçsizce televizyon izledim. Kendimi salıp rahatladığım esnada zihnim bomboştu. Derken Sakura’dan bir e-mail geldiğini fark ettim.
“Yarın okula gelmesem n’olur?”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
Her ne kadar cevabım kısaysa da karşılık vermesi için biraz bekledim.
“Şu an n’apıyorsun?”
Verdiği yanıt buydu. Kendi başıma odamda öyle takıldığımı söyledim.
“Eğer müsaitsen buluşabilir miyiz? 1106 numaralı odada kalıyorum.”
“Bunu bir sır olarak saklaman… bana gerçekten yardımcı olur.”
Sakura’dan peşpeşe iki mail aldım. E-postalaşmaktan ziyade mesajlaşıyoruz gibiydi. Nereye varmak istediğini merak etmiştim…Tam sormak üzereyken, yazmayı bıraktım. Eğer daha fazla uzatırsam o da bana e-posta göndermeye devam ederdi. Yine de onu ziyaret etmek muhtemelen daha zor olacaktı. İçimden bir ses yüz yüze görüşmemizin daha iyi olacağını söylüyordu, bu yüzden yazdığım cevabı değiştirdim.
“5 dakikaya orda olurum.”
Cevabımı gönderdikten sonra tam elimi ceketime uzattım ki, duraksadım. Aynı yurtta kaldığımızdan ötürü tişörtle gitmek sorun olmazdı muhtemelen.
Sakura’nın odasına yöneldim… üst kata, kızların kaldığı yere yani. İlk defa oraya adım atıyordum. Okul, erkeklerin girişine kesin bir yasak getirmemişti. Yani biri beni oraya çıkarken görse bile sorun olmazdı. Hatta popüler olan bazı elemanlar oraya takılmak, eğlenmek için giderlerdi.
Her ne kadar belli bir dereceye kadar karışılmasa da, saat akşam 8’den sonra girmek yasaktı. Doğal olarak gecenin bi yarısı kızlar katına çıkamazdınız.
Asansör düğmesine bastım. Kapılar kayarak açıldığı esnada Horikita’nın içerde durduğunu gördüm. Korkunç bir zamanlamaydı.
“………”
Nedense hareket edemez halde donup kaldım. Bu iyi şans mıydı, yoksa kötü mü? Bir tanıdıkla karşılaşmam üzerine sorgulamam gerekti.
“Eee? Binmiyor musun?” diye sordu.
Bana bakarken bir yandan da kapıları kapatmaya çalışıyordu.
“Ah, evet… biniyorum.”
Bunun muhtemelen kötü bir fikir olduğunu düşünsem de, içeri atlayıp 11. katın düğmesine bastım. 13. kat da yanıyordu. Horikita’nın katı olmalıydı.
Nedense, onun beni arkadan izlediğine dair tuhaf bir hisse kapıldım.
“Bugün geç geliyorsun demek…”
Ona bakmadan sordum. Sessizlik katlanılmazdı.
“Alışveriş yapıyordum. Fark etmedin mi?”
Naylon poşetlerin çıkardığı hışırtıları duydum.
“Şimdi hatırladım da, kendi yemeğini kendin yapıyordun, öyle değil mi?”
Asansör normalden daha yavaş gidiyor gibiydi. Hala altıncı kattaydık. Bir kız tarafından odasına gizlice çağrılmak, stresli bir durumdu. Tedirginliğimden dolayı bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiştim.
“10. kata basmamışsın, hayırdır?”
Horikita neden bana 10. katı soruyordu ki? Niyeti neydi?
“Beladan uzak duran birisi için, bu olaya kendini dahil etme konusunda son derece etkin davrandın. Belki de gizli sebeplerin falan vardır?”
“Madem konuşacaksın, lafı dolandırmasana.”
“Sakura-san’la buluşacaksın, öyle değil mi?” diye sordu.
“Hayır, yok öyle bir şey.”
Çabucak inkar etsem de, Horikita gerçeği anlayacak mıydı diye merak ediyordum.
“İyi.. Sanırım nereye gittiğin beni alakadar etmez.”
Madem öyle ne diye sordun ki..!
Yani söylemek istediğim sözler bunlardı, ama sadece kafamın içinde bağırmakla yetindim.
Uzun süren bir sessizlikten sonra, sonunda 11. kata varabildik.
Sakinliğimi korumaya çalışarak asansörden indim, arkama bakmadan.
“Rahatsız ettiğim için üzgünüm…” dedim Sakura’nın kapısına gelince.
“İçeri gel.” Beni rahat giyinişiyle karşıladı.
“Eh, benden ne istiyorsun?”
“Umm.. Ayanokouji-kun, daha önce ne dediğini hatırlıyor musun? Tanık olsam bile öne çıkmak zorunda olmadığımı söylemiştin, ifade vermem için beni zorlamanın anlamsız olduğunu da.”
Kazara Sakura’yla tanıştığım zamandı. Hafifçe başımı salladım.
“Sadece… kendime yeterince güvenmiyorum.”
“Seni rahatsız eden şey, insanların önünde konuşamamak mı?”
“Bu konuda uzun zamandır baya kötüyüm… İnsanların önünde konuşmada hiç iyi değilim. Yarın öğretmenlerin karşısında ifade vermem istenirse, bunu doğru dürüst yapabileceğimi sanmıyorum. O özgüven yok bende.”
“Yani yarın okuldan izin almayı düşünüyorsun?”
Sakura çöküp alnını masaya yapıştırmadan önce hafifçe kafasını salladı.
“Ahhhhhhhhh… Tanrım, neden bu kadar işe yaramazım ki…!”
İçine kapandı, besbelli utanmıştı. İlk kez onu bu haliyle görüyordum.
“Sakura, şaşırtıcı bir şekilde oldukça gerginsin ha?”
Şimdi gördüğüm Sakura’yla genelde görüdüğüm Sakura arasındaki uçurumu fark etmiştim, ve biraz da şaşırmıştım. Aslında şok oldum desek daha doğru olur.
“Ha ? !”
Farklı bir yanını görmeme izin verdiğini fark eden Sakura kızardı, ve başını sağa sola salladı.
“Y-yok! Şey, aslında hiç de böyle değilimdir…”
Demek canlıymış.
Genelde onun depresif izlenimini göz önünde bulundurunca, hiç böyle bir beklentim yoktu.
“Hey, sana sadece tek bir şey sorabilir miyim? Beni neden çağırdın?”
Benim aksime, Kushida ya da başka birisi çok daha arkadaşça davranır, konuşması kolay olurdu.
“Çünkü senin gözlerinden korkmuyorum, Ayanokouji-kun.”
Ne?
Bu ne demek oluyordu ki? Korkutucu gözlerim falan yoktu, ama…
“Eğer konuşacak birisini arıyorsan, Kushida çok daha sıcak, çok daha canayakın birisi. Fazlaca arkadaşı olması da çabası.”
“Ah… hayır. Beni gördüğün gözlerden bahsetmiyorum. Gözbebekleri, gözünün içi… Eğer birinin gözlerinin içine, derinlerine bakarsan anlarsın. Çok iyi açıklayamadım, üzgünüm.”
Yani dediği şey… bir insanın gerçek benliğini sezme gibi bir şey miydi …?
Öyleyse biri gözümün içine baktığında, benim yetersiz, azimden yoksun olduğumu görüyor mu? Biraz karmaşık sanki.
“Şey, sadece… bir erkek gördüğümde… iyi kalpli gibi bile görünse.. aniden irkiliyorum.”
Belki de bunu bir kadının bakış açısından söylüyordur…?
Erkekler etrafındayken rahatsız olması doğaldı, ama Sakura anormal bir şekilde ürküyordu. Konu buraya gelmişken, kamerasını tamir ettirmek için gittiğimiz o günü hatırladım…
Erkeklerin ve kadınların fiziksel güç ve dayanıklılık açısından farklılık gösterdiği su götürmez bir gerçekti. Her ne kadar durum böyle olsa da, bazı kızlar bu gerçeği çok fazla düşünüp hayatlarını anormal derecede korkarak yaşıyordu.
Sakura’nın geçmişinde, erkeklerden böylesine korkmasına neden olan bir olay oldu mu diye merak ettim.
Neden aniden onu analiz etmeye başladım ki? Kendimden biraz tiksindim, her zamanki gibi…
“Basitçe ne gördüğümü söyleyip olsun bitsin istiyorum, ama gel gör ki n’aparsam yapıyım hayal bile edemiyorum… Nasıl iddialı bir şekilde konuşabilirim ki?”
O kadar endişelenmişti ki, benim gibi bir öğrenciden yardım istiyordu…
Muhtemelen son birkaç gündür bundan dolayı acı çekiyordu. Benim ettiğim yardım bile onun ızdırap çekmesinin önüne geçememişti.
“Konuşmayı benim yapmamı ister misin?”
“Kızmayacak mısın?”
“Sana daha önce de söyledim, söylemedim mi? Seni ifade vermeye zorlamamız anlamsız olur.”
Sakura paha biçilemez bir tanıktı. Yine de bu, sunduğu ifadeyi otomatik olarak güvenilir, itimat edilir cinsten yapmıyordu.
Belki Sakura’nın verilecek karar üzerinde pek bir etkisi olmayacak, yine de onun yokluğunun Sudou’nun kontrolden çıkmasına yol açma ihtimali de var.
Muhtemelen yapabileceğim en iyi şey, onu toplantıya katılmaya ikna etmek. Ama bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok.
“Umm… sence izleyebileceğimiz en iyi yol ne, Ayanokouji-kun?”
“Bence ne istiyorsan onu yapmalısın Sakura.”
Muhtemelen daha somut bir şekilde rehberlik etmemi bekliyordu, ama yapabileceğimin en iyisi buydu. Öyle çok mükemmel biri olmamakla beraber, kimseye rehberlik edecek yeteneğim de yoktu. Bu işin adamı değildim.
“Anladım… sanırım senden bu şekilde yardım istemem biraz can sıkıcı oldu. Sadece… nerden bakarsan bak iyi değilim. Muhtemelen bu da, neden kendime tek bir arkadaş bile edinemediğimin cevabı.”
Sakura omuz silkip acı bir şekilde gülümsedi. Kendinden tiksinmiş gibiydi.
“Bence biriyle hızlıca arkadaşlık bağı kurmanın önünde hiçbir engel yok Sakura.”
“Yanlış anlama ama… ne hissettiğimi en iyi şekilde nasıl söyleyebilirim, bilmiyorum. Birçok kişiyle çok iyi anlaşıyor gibisin, Ayanokouji-kun. Nasıl desem… seni biraz kıskanıyorum.”
“Hayır, öyle birisi değilim.”
Görünen o ki Sakura beni birçok arkadaşı olup çokça eğlenen birisi olarak görüyordu.
“Belki de bunu söyleyerek biraz haddimi aşıyorumdur, ama senle ben arkadaş gibiyiz. Arkadaşız hatta.” dedim.
Sakura’yla ben birbirimize baktık.
“Biz.. arkadaş mıyız? Gerçekten mi?” diye fısıldadı.
“Eh, eğer böyle düşünmüyorsan değiliz herhalde.”
“Hayır… bunu söylediğini duymak… beni gerçekten mutlu etti.” diye yanıtladı Sakura, ucundan şaşkın gibi gözükse de.
İnsanlar yüz yüze konuşmadıkça, karşısındaki insanın gerçek benliğini kavrayamayacaklarını anlamaya başladım..
Sakura’nın diğer, bilinmeyen tarafınının keşfi beni şaşırtmıştı. Eğer bu halini insanlara daha çok gösterirse, muhtemelen yeni arkadaşlar edinmesi kaçınılmazdı.
Gerçekten de kişinin tavrında ufak birkaç değişiklik, harika sonuçlar doğurabilir.. Ama Sakura için, küçücük bir değişiklik yapmanın bile oldukça zor olduğunun da altını çizmek gerek.
Birisi için oldukça sıradan olan değişikler, işler, bir başkası için içinde bulunduğu şartlara bağlı olarak oldukça zor olabilirdi.
“Bugün beni görmeye geldiğin için teşekkür ederim.” dedi Sakura.
“Ne demek. Beni istediğin zaman çağırabilirsin.”
Sakura’nın endişelerini biraz olsun yatıştırabildiysem, buna değerdi. Yarın okula gelip gelmeme kararını ona bıraktım. Konuşmamızın bittiğini düşünerek ayağa kalkıp gitmeye hazırlandığımda fark ettim ki, Sakura’nın yüzü hala sirke satıyordu.
“Bu gece için bir planın var mı? Şimdi yani?” diye sordum.
“Şimdi? Hayır, herhangi bir planım yok. Daha doğrusu, hiçbir planım yok.”
Hmm… ben bile bunu duyunca onun için üzüldüm.
“O halde, benimle dışarı çıkmaya ne dersin? Sorun olmazsa tabii.”
Cesaretimi toplayıp Sakura’yı davet etmeye karar verdim. O ise sanki zamanı unutmuş, önemli bir yere gitmesi gerektiğini hatırlamış biri gibi kaskatı kesildi. Ne dediğimi anlamamış gibiydi. Derken, tereddüt bile etmeden oturduğu koltuktan ayağa fırladı.
“Ahhh!”
Ayağa fırladığı gibi dizlerini masaya çarptı ve acı içinde iki büklüm oldu. Gözlüğü yüzünden uçtu gitti.
“Canın çok yandı mı? İyi misin?” diye sordum.
“Ben… ben çok iyiyim!”
Hiç ikna edici değildi, duyduğu acı gözyaşlarını akıtacak kadar şiddetliydi. Gözlüğünü aldım. Düşündüğüm gibi, gözlük camlarının herhangi bir işlevi yoktu. Ona uzattım, titreyen elleriyle aldıktan sonra teşekkür etti.
Acıyla yaklaşık 1 dakika boyunca boğuştuktan sonra nihayet sakinleşti.
“Aklında neresi var?” diye sordu.
Tetikte bekliyor gibiydi, ama sebebini anlamamıştım. Belki de onu tavlamaya çalıştığımı falan düşünmüştü …? Eğer olay buysa, vaziyet kötüydü.
“Herhangi bir yer aklıma gelmedi. Etrafta geziniriz diye.. düşünmüştüm. Ah, bu arada popüler mekanlardan nefret ediyorum…”
“Eğer sakıncası yoksa, benim aklımda bir yer var. Olur mu?” dedi, Sakura.
Sakura ne diyeceği konusunda endişelenmiş gibi, temkinlice cevap verdi.
“Ha? Şey, fark etmez benim için. Yolu göster lütfen.”
Nereye gittiğimiz gerçekten umrumda değildi, sadece yurt odası dışında, başka bir yere geçip konuşmak istiyordum.
Eğer Sakura’nın gitmek istediği bir yer varsa, her şey plana uygun gidiyor demekti.
Çevirmen: lightningbridge21
Düzenleyen: Fatoshisme