Elitler Sınıfı - Cilt 8 - Bölüm 17 - Hamamda Tuhaf Müsabaka
Uyarı: Yetişkin içerik.
Cilt 8 – Bölüm 17 – Hamamda Tuhaf Müsabaka
Yorucu geçen bir günden sonra vücudumu temizleyip dinlendirmek için ortak hamamın yolunu tuttum. Hamamın kapısına vardığımda benim gibi günün yorgunluğunu atmak için gelen Kanzaki ile karşılaştım. İçeri girerken beni fark edince durup selam verdi:
“Yo Ayanokouji-kun.”
“Selam.”
“Özel sınavınız nasıl geçiyor, grup olarak problem yaşıyor musunuz?”
“Kesin bir şey söylemek zor ama dürüst olmak gerekirse işler pek de iç açıcı sayılmaz.”
“Eh sizin grubun aşırı heterojen yapısını göz önünde bulundurduğumuzda tahmin edilebilir bir sonuç. Her sınıftan birkaç kişi olduğu için ortak bir zeminde buluşmakta zorlanıyorsunuzdur yüksek ihtimalle.”
“Yani ana hatlarıyla işleri düzgünce yönetiyor gibiyiz ama işte bilirsin… Aramızda bazı ‘uyumsuz’ arkadaşlar mevcut.”
“Moriyamagilden duyduğuma göre Koenji ile başınız dertteymiş.”
“Dert demeyelim de kendisini genel olarak iş birliğinin önemi konusunda bir türlü ikna edemiyoruz.”
“Evet Koenji’nin kişiliği düşünülünce oldukça normal bir durum. Peki Ryuuen’den ne haber, dişe dokunur bir bilgin var mı?”
“Bilmiyorum, onun hakkında son zamanlarda herhangi bir şey duymadım.”
Akito, Ryuen’i kendi grubuna dahil edeli üç gün oldu. Onu molalarda, hamamda ve kafeteryada birkaç kere görmüştüm ama şimdiye kadar aramızda herhangi bir temas gerçekleşmemişti.
“Bir şeyler planlasa kokusu şimdiye kadar çoktan çıkardı diye düşünüyorum. Bence bu seferlik bekle-gör politikası izlemeyi planlıyor.”
B sınıfının lider yardımcılarından biri olan Kanzaki bile herhangi bir şey bulmadıysa yüksek ihtimalle Ryuuen, bu seferlik uslu duracaktır. Aslında çatı katında olanları bildiğim için bu, benim için beklenmedik bir durum sayılmaz ama mevzuların arka planını bilmeyen diğerleri için Ryuuen, hala ciddi bir tehdit olmayı sürdürecek gibi. Yüksek ihtimale sınav sonuna kadar onu dikkatlice gözetlemeyi sürdürecekler.
“Eğer herhangi bir konuda sıkıntı yaşarsan çekinmeden bana danışıp yardımımı isteyebilirsin. İchinose de ben de C sınıfıyla olan dostane ilişkilerimizi önemsiyoruz ve bu müttefikliğin devam etmesi için üzerimize düşeni yapmaya hazırız.”
“Ahh… Bunu duymak güzel. Şimdiden teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Ayrıca İchinose, Horikita’ya oldukça güveniyor. Sadece yeteneği ve becerisine değil ayrıca zor zamanlarda bizi yalnız bırakmayacağına inanıyor.”
“Hislerimizin karşılıklı olduğunu bilmek sevindirici…”
Bunları konuşurken üstümüzü çıkartıp peştamallarımızı giyinip hamama girdik. Hemen karşımızda da bizim sınıftan Yamauchi ve İke, B sınıfından Shibata ve diğer sınıflardan birkaç çocuk heyecanlı bir şekilde tartışıyorlardı. İçeri girdiğimizi fark eden Shibata bize el sallayarak:
“Hey, Kanzaki! Buraya, buraya…”
“Ne oldu, hayırdır, bir sorun mu çıktı aranızda?”
Shibata, Kanzaki’nin sorusunu hınzır bir gülümsemeyle cevapladı:
“Yok, yok. Sadece Yamauchigillerle önemli bir konuda konuşuyorduk.”
“Önemli bir konu derken? Sınavdaki muhtemel stratejiler üzerine mi tartışıyordunuz?..”
Shibata, hınzırca gülüşünü tüm suratına yayarak:
“Ah azizim Kanzaki, bu dünyada bir erkek için her türlü sınavdan veya müsabakadan daha önemli mevzular vardır…”
“Ne gibi mesela?”
“Mesela 9. Sınıflardan kiminki en büyük sorunsalı…”
“Ha! Neyden bahsediyorsun tam anlamadım.”
“Neyini anlamadın be azizim, bundan bahsediyorum bundan…”
Shibata, konuşurken aynı zamanda peştamalının üzerinden kasıklarını işaret ediyordu. Konuyu sonunda anlayan Kanzaki, derin bir of çekerek eleştirisini dile getirdi:
“Sence de bu tür eylemler bir liseli için fazla çocukça, değil mi?”
“Çocukça olabilir ama bu, onun son derece önemli ve eğlenceli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.”
Böyle tuhaf bir yarışmanın niye eğlenceli olduğunu anlayamayan Kanzaki ile ben kısa bir süreliğine göz göze geldik. Sanırım o da benim gibi ilk fırsatta bu absürt ortamdan uzaklaşmanın bir yolu bulacak. Shibatagil, kendi aralarında aynı hararetle tartışmaya başlayınca ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek usulca sıvışmayı başardı. Tam ben de aynı taktikle uzaklaşacaktım ki omzuma dokunan bir el, beni geri yerime sabitledi.
“Eee, söyleyin bakayım kimmiş bu dokuzların alfası?”
Bu sözlerin sahibi, kendinden emin bir biçimde meydan okuyan Sudou’ydu ve görünüşe göre farkında olmadan benim sıvışma planımın içine etti. Ahh, garibin bahtı ne zaman gülmüş ki?
“Müsabaka henüz bitmedi. Bileğine ve beline güveniyorsan sen de dahil olabilirsin.”
Bu sözler üzerine peştamalını gösterişli bir hareketle çıkaran Sudou, malını meydana koydu:
“Hah! Gelin bakalım da size dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim.”
“Vay canına, sporcu Sudou’dan da bu beklenirdi zaten.”
Shibata’nın da belirtiği gibi Sudou’nunki oldukça etkileyiciydi hatta dokuzların arasında zirveye bile oynayabilirdi.
“Tamam o zaman. Şimdiye kadarki müsabakaların galibi, D sınıfından Kaneda. Liderlik için onu mağlup etmen gerekiyor.”
“Sıkıntı yok, çağırın gelsin!”
Bütün bu tantana arasında Kaneda, isteksiz bir şekilde Sudou’nun karşısına geçti ve fazla itiraz etmeden peştamalını sıyırdı. Yüz ifadesinden bu çocukça müsabakadan hiç hoşlanmadığını ve bu yarışmaya zorla sokulduğunu çıkarmak zor değildi. Karşı karşıya gelen iki rakibin silahlarını mukayese etmek üzere yüksek jüri heyeti (Yamauchi, İke ve Shibata) gerekli tahkikatı yaptılar ve sonuç:
“Zafer, Sudou’nun! Yeni alfamız artık o!!!”
“Haha karşımda diz çöküp biat edin sizi pis betalar!!!”
“Senin yerinde olsam bu kadar çabuk emin olmazdım, Sudou.”
Bu sözleriyle tüm dikkatleri üzerine çekip bize doğru yaklaşan A sınıfındaki Yahiko’dan başkası değildi. Zaferini kabul etmeyen asiyi görmek için arkasına dönen Sudou, tüm hamamda yankılanan bir kahkaha patlattı:
“Ha ha ha ha… Şu ufacık fındığınla bana meydan okuma küstahlığında bulunmayacaksın değil mi Yahiko?”
“Evet belki ben sana meydan okuyamam ama A sınıfının gururu bunu yapabilir.”
“Kimmiş bakalım o A sınıfının gururu?”
“İşte karşınızda dokuzların gerçek alfası Katsuragi-san!!!”
Gösterişli bir jestle duvar kenarındaki bir şezlongda yıkanmaya çalışan Katsuragi’yi gösterdi. Bir anda hamamdaki herkesin dikkatini üzerinde hisseden Katsuragi, bıkkın bir sesle söylendi:
“Aranızdaki bu çocukça yarışmaya herhangi bir ilgi duymuyorum. Dilediğiniz gibi kendi aranızda alfacılık oynayabilirsiniz. Beni bu saçma müsabakanıza dahil etmeyin kâfi.”
…Katsuragi elini şampuana uzattı. Şampuan ile neresini yıkayacak çok merak ettim. Ama sorabileceğim bir soru değil ki…
“Ama Katsuragi-san burada A sınıfının onuru söz konusu! Böyle önemli bir mevzuda geri çekilemezsiniz aksine bu şakirtlere gerçek elitin kimler olduğunu gösterip hadlerini bildirmeniz bir insanlık vazifesidir.”
Bütün bu olayları gereğinden fazla ciddiye alan Yahiko, bin dereden su getirerek Katsuragi’yi ikna etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda müsabakayı dışarıdan izleyenler arasında kişisel tahminler uçuşmaya başlamıştı bile:
“Aslında Katsuragi’nin kalıbı da hiç fena değil. Bence pek belli etmese de ciddi bir potansiyel barındırıyor olabilir.”
“Yok canım, altı üstü A sınıfındaki sıradan bir muhallebi çocuğu işte! Kalıbına aldanma sakın, Sudou karşısında hiç şansı yok.”
“Öyle deme, baksana adam kel bir kere… Olaya direkt birkaç sıfır önden başlıyor anlayacağın.”
“Harbiden öyle lan!”
Bu fısıltılar yavaşça yükselip uğultu halini alınca Sudou da ister istemez olaya müdahale etmek zorunda kaldı. Sonuçta o mevcut alfaydı ve pozisyonunu koruması için kendisine karşı çıkma potansiyeli olan her rakibinin başını ezmeliydi. Öbür türlü diğerlerinin gözünde şüpheli bir alfa olmaktan kurtulamazdı.
“Çekinmene gerek yok, Katsuragi. Fazla uzun sürmeyecek zaten yarım dakkada işini bitirip sana da fazla zahmet vermeden bu işi sonlandıracağım.”
Sudou’nun bu kışkırtması üzerine hamamdaki bütün erkekler coşkulu bir şekilde “Oooooo” çekmeye başladı. Ortam harbiden tuhaftı hatta yanlış görmediysem birkaç kişi şimdiden kendi aralarında kimin kazanacağına dair bahis oynamaya başlamışlardı bile. Hamamdaki erkeklerin gaza getirmesi, Sudou’nun kışkırtmaları ve Yahiko’nun dil dökmeleri bir araya gelince Katsuragi’nin meydan okumayı kabul etmekten başka şansı kalmıyordu haliyle.
“Tamam en kısa sürede bitirelim de kurtulayım bu işten. Bir izin vermediniz ki kafamızı yıkayalım.”
…yani şampuanı kafasına mı sürecekmiş?… Hmm..
“Hay hay paşam, sen hiç merak etme. Karşımda fazla bir şansın yok zaten.”
Yüzünde bıkkın bir ifadeyle Sudou’nun karşısına geçen Katsuragi, ağır hareketlerle peştamalını çözdü ve sonucu beklemeye başladı.
“Vay canına.”
“Hey maşallah!!”
“Tam manasıyla başa baş bir mücadele.”
Gerçekten de iki tarafın silahları hemen hemen denkti ve mücadelenin bu denli kızışması taraftarı coşturmuştu. Herkes kendi tuttuğu tarafa yönelik tezahüratlar atmaya başlamıştı. Artık başlangıçta konuya ilgi duymayanlar bile pür dikkat yüksek jüri heyetinin sonucu açıklamasını bekliyordu. Ama yüksek jüri heyetinin işi gerçekten zordu çünkü daha önce de dediğim gibi ekipmanlar hemen hemen denk gibiydi. Yüksek jüri heyetinin karar vermekte zorlandığını fark eden yardımcı jüriler (D sınıfından bir tayfa ve A sınıfından Yahiko’nun başında bulunduğu ufak bir heyet) olaya el atıp kendi aralarında tartışmaya başladılar. Aslında mevcut durum hem izleyiciler hem de jüri için oldukça eğlenceli bir hal almıştı ve bu saçma tiyatroyu cacığı çıkana kadar sürdürmeye niyetliydiler ama Katsuragi’nin sert bakışları, onları hızlı karar vermeye itti. Sonuç:
“Sonuç… Berabere!!! Yapılan incelemeler neticesinde 9. Sınıflar arasında iki alfa olmasına karar verilmiştir.”
Etraftan bu duruma memnuniyetini veya hoşnutsuzluğunu belirtilen sesler yükseldi. Herkes olayları kendine göre yorumlayıp öyle tepki veriyordu.
“Sonunda bitti demek.”
Çilesinin sona erdiğini belirten Katsuragi diğerlerinin saygı dolu bakışları arasında peştamalını bağlayıp eski yerine geçti.
“Demek zirveyi başkasıyla paylaşmak zorunda kaldım. Peh! Neyse bu, benim alfalardan biri olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Ey bana hayran hayran bakan betalar bu son şansınız…Sefir-i Kyoto’ya biat edin!”
“O kadar emin olma Sudou.”
İchizaki aradan fırlayıp dikkatleri üstüne çekti.
“Ha!? Şimdi ne var be? İchizaki benim karşımda hiçbir şansın yok biliyorsun değil mi?”
“Evet benim yok ama bizim D sınıfı olarak çok güçlü kozlarımız var.”
“Hah, Ryuuen’den bahsediyorsun sanırım. Tamam ulan! Kendine o kadar güveniyorsa çıksın karşımıza onun da boyunun ölçüsünü alalım.”
“Yanılıyorsun Sudou. Gerçi Ryuuen de oldukça önemli bir koz ama bizim elimizde çok daha güçlü bir kart var.”
“Ha ha, kimmiş o— Dur biraz ‘o’ mu yoksa?”
“Evet doğru bildin. Bayanlar baylar, işte karşınızda Aaaaalbert!”
Albert’in ismi tüm hamamda atom bombası etkisi yaratmıştı. Birkaç saniye boyunca koca odadan çıt çıkmadı. Herkes olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. Albert, Albert… Tabii ya Albert! Nasıl bunu düşünememiştik? Mevzubahis tüfek kapıştırması ise Albert bazuka sahibi filan oluyordur. Onun karşısında hiç kimsenin şansı yoktu. Bir anda tüm hamam önce fısıltılarla, sonra uğultularla dolmaya başladı.
Bu sırada yüzündeki eski mağrur ifadeden hiçbir iz kalmayan Sudou, titreyen sesini mümkün mertebe kontrol altına almaya çalışarak itirazda bulundu:
“Du— Durun bi dakka! Bu yaptığınız haksız rekabete giriyor. Adam direkt ten renginden kazanıyor zaten maçı.”
“Evet evet, haksız rekabet!”
“Hile bu, kabul edilemez!”
“Aynen aynen. Ha bu yarışa Albert’le katılmışsın ha CS GO’da hile açmışsın… Aynı kapıya çıkıyor.”
“Yuuuuh.”
Sağdan soldan gelen itirazlar üzerine İshizaki parmağını sağa sola sallayarak onları susturdu:
“Serbest piyasa şartları kardeşim, serbest piyasa. Burası er meydanı… Bileğine ve beline güvenmeyen mindere çıkmasın zaten. Aileniz size er meydanının raconunu öğretmedi mi yoksa?”
“Aynen İshizaki haklı kendi güvenmeyen meydana çıkmasın bence de!”
“Doğru söylüyor. Lahanayı yerken kıtır kıtır sapına gelince me demek olmuyor bu iş!”
“Böyle her zorlukta ağlayacaksanız oynamayalım beyler.”
Karşılıklı taraflar kendi argümanlarını sunup diğer kısmı ikna etmeye çalışırken Albert, oturduğu yerden kalktı ve tartışan herkesi susturan heybetli adımlarıyla Sudou’nun karşısına dikildi. Şimdi sadece sesinin değil vücudunun da titremesini kontrol etmeye çalışan Sudou’nun işi bayağı zordu ama beklenmedik şekilde gözlerini kapadı ve derin nefesler almaya başladı. Yaptığı bu kısa seansın ardından biraz daha sakinleşti ve bakışlarındaki o eski kararlılığın en azından bir kısmını geri kazandı. Sonuçta o, bu yola bir kere baş koymuştu artık geri dönüş erkekliğin şanına yakışmazdı. Kaybedecekse de onuruyla kaybedecekti!
“Gönder gelsin Albert! Korkanın çocuğu olmazmış!”
Sudou’nun asilce ama bir o kadar da çaresiz meydan okumasının ardından Albert devasa bir kolonu andıran sağ eliyle peştamalının düğümünü çözdü ve…
Nakavt! Albert basit bir hamlesiyle hamamdaki herkese tabiri caizse “tek atmıştı”. Kafasını sağa sola çevirerek seyircilerin üzerindeki yıkıcı tesirini teyit ettikten sonra ağır hareketlerle yerdeki havluyu aldı ve tekrar beline sardı. Sonra da arkasını dönüp aynı heybetli adımlarla eski yerine ilerlemeye başladı. Bu sırada koca hamamda onun ayak sesleri dışında çıt çıkmıyordu.
Aldığı kritik hasar sonucu ayakta duramayıp dizlerinin üstüne çöken Sudou, bomboş gözlerle tam karşıya bakıyor ama yüksek ihtimalle hiçbir şey görmüyordu. Albert yerine geçerken diğer çocuklar saygı ve korkuyla kenara çekiliyor ve onun rahatsız etmemek için hiç konuşmuyorlardı. Çünkü artık Albert yeni alfaydı— hayır yeni şefti… Kabilesini tartışılmaz kudretiyle yöneten ve baş kaldırmaya cüret edenlerin başlarını acımasızca ezen bir şefti…
O, Japonya’nın Mansa Musa’sıydı; O, 21. Yüzyılın Nelson Mandela’sıydı; O… O…
“Ha ha, işte böyle şok ederler adamı.”
Bütün erkekler bir anda bu sözleri söylemeye cüret eden densizi aramaya başladı. Çok geçmeden bu hadsizliğin Koenji tarafından yapıldığı anlaşıldı. Suyun içine girmiş ve rahatına bakar bir şekilde oturuyordu. Tavırlarından şimdiye kadarki müsabakaların hiçbirinden etkilenmediği belli oluyordu. Can sıkıcı bir küstahlık ve kibirle etrafını inceliyor ve Albert dahil herkesi küçümsüyordu.
“Dur biraz. Koenji sen Albert-sama’ya densizlik mi yaptın az önce?”
“Ha ha ha. Yoksa Albert-sama’yla mücadele edebileceğini filan mı sandın bre gafil!”
“Hemen lafını geri al! Belki o zaman Albert-sama sana merhamet edip yaşamana izin verebilir.”
Daha birçok suçlama sağdan soldan Koenji’nin üstüne yağmaya başladı ama bütün bunlardan zerre etkilenmemiş bir halde sağ elinin altın sarısı saçlarının arasında dolaştırmaya devam ediyordu:
“Ne dediğim oldukça açık ve ayrıca tüfeği benimkinden küçük olan birisinden asla özür dilemem. Daha doğrusu kimseden özür dilemem.”
“Ne yani karşılıklı bir müsabakada Albert-sama’yı yeneceğini filan mı sanıyorsun? Aptal olma lütfen, onun karşısında hiç şansın yok.”
“Aynen, aynen. Albert-sama, seni beş saniyede ham yapar.”
“Koenji, gel yol yakınken özür dileyip af dile. Eğer Albert-sama öfkelenirse bu işin sonu senin için hayırlı olmaz benden söylemesi.”
“Siz kiminle konuştuğunuzun farkında mısınız? Şu anda karşınızda şimdiye kadar gelmiş ve bundan sonra gelecek bütün insanlardan daha mükemmel ve daha üstün bir varlık duruyor. Benim gibi doğadaki tüm yüce, asil ve soylu meziyetlerin vücut bulmuş hali olan bir şahesere söylediklerinizi kulaklarınız duyuyor mu? Bir de utanmadan benimle mukayese edildiğinde zavallı bir maymun mertebesine düşecek olan birinden özür dilememi istiyorsunuz. Gerçekten cahil cesaretinize hayran kaldım doğrusu.”
“Madem kendine bu kadar güveniyorum çıkar malını da insanlar hakiki uçkur görsün. Öyle peştamalın arkasından laf atmakla olmuyor bu işler Koenji Bey.”
“Aynen, aynen. Bileğine ve beline o kadar güveniyorsan buyur minder tam karşında. Hodri medyan!”
Hamam ahalisi dışarıdan Koenji’ye laf dokundurmasına rağmen aslında hepsinin içine bir “Acaba?” şüphesi yerleşmişti. Koenji denen bu çocuk herhangi bir temeli olmadan bu kadar rahat bir şekilde meydan okuyamazdı sonuçta. Ama bir Japon’un bir zenciyi yenmesi düşünülemezdi. Eşyanın tabiatına aykırıydı bir kere.
Evet, evet Koenji kesin bol keseden atıyordu. Yoksa Albert-sama’yı yenebilecek birisi daha anasının karnından doğmuş olamazdı. Bütün bu telkinlere rağmen içlerindeki o “Acaba”yı bir türlü atamıyorlardı. O yüzden de Koenji’ye laf dokundururken ne olur ne olmaz diye temkinli yaklaşıyor, fazla abartmıyorlardı. Fazla bir zaman geçmeden Koenji, bu temkini boşa çıkaracak bir hamle yaptı. Elini saçına atıp her zamanki küstahlığıyla:
“Siz merak etmeyin prensip olarak Küçük Koenji’yi sadece karşı cinse görme şansı bahşediyorum. Yani sizin zavallı oyununuza katılmak gibi bir niyetim yok.”
Bu son sözler bütün dokuzları rahatlatmıştı. Demek Koenji sadece rol kesiyordu. İddia ettiği şeylerin astı astarı yoktu. Tabii buldu böyle fırsatı kaçırır mı? Bol keseden sallıyordu işte. Artık rahatladıklarına ve temkini bıraktıklarına göre gönüllerince Koenji’ye yüklenebilirlerdi:
“Vay, vay. Haspama bak hele! Uçkurunu hemcinslerine göstermeyecek kadar prensipliymiş.”
“Koenji-sama, lütfedersem o çok değerli tüfeğine un sermeyi bırakıp bize de onu görme şerefini bahşeder misiniz acaba?”
“Bak, bak; triplere bak hele! Neymiş efendim doğadaki bütün üstün meziyetler, kah kah kah! Şimdi ayıptı söylemesi ben de aslına tanrının yeryüzündeki gölgesiyim ama çaktırmıyorum, kah kah kah!”
“Ulan şu Koenji bu kadar tatava yapıyor ya! Bahse varım onunki, Yahiko’nunkinden bile küçüktür.”
Son yapılan espriye -Yahiko hariç- nerdeyse bütün hamam koptu. Herkes birbirine parmağıyla Koenji’yi ardından Yahiko’yu gösteriyor, sonra karınları ağrıyana kadar kahkaha atıyordu. Bütün bunlara rağmen Koenji’nin yüzünde en ufak bir değişiklik olmamıştı.
Her zamanki tepeden bakması ve küstahlığıyla kendisiyle daha doğrusu saçıyla ilgileniyor, etrafını hiç umursamıyordu. Ama pek göstermemesine rağmen az da olsa kızmış olabilirdi. Sonuçta Yahiko’yla kıyaslanmak kolay kolay kaldırılabilecek bir hakaret değildi.
Gülmekten karnına ağrılar giren İshizaki, güç bela kahkahasını bastırarak Koenji’ye son kez meydan okudu:
“Hadi ama Koenji-sama bizi bu zevk mahrum etme. Şu densiz Albert’in fişi çekerek bizi onun esaretinden kurtarıp kendi kanatlarının altına al!”
Koenji yavaşça sudan çıkarak hamamın ortasına doğru yürümeye başladı. Bu sırada konuşmayı da ihmal etmiyordu:
“Evet beyler, bu anı neye mal olursa olsun kafanıza kazıyın çünkü size bir istisna yaparak Küçük Koenji’yle tanışma şerefini bahşediyorum. Ömrünüzün sonuna kadar bu yaptığım jestten dolayı bana müteşekkir kalacaksınız.”
Koenji’nin meydan okumayı kabul etmesi üzerine ortamdaki atmosfer bir anda ciddileşti. Kendinden emin sırıtışıyla Koenji’yi süzen İshizaki, kafasıyla Albert’e işaret yaparak:
“Şuna bir haddini bildir Albert.”
Böylelikle iki gladyatör arenada karşı karşıya gelerek birbirlerini yoklamaya başladı. İlk önce Albert peştamalını çözerek bazukasını bir kere daha gözler önüne serdi. Hemen ardından Koenji, gösterişli bir hareketle kendi havlusunu havaya fırlattı.
Ve evet… Kendisinden oldukça uzakta olmama rağmen Albert’in şaşkınlıktan kendi kendine sayıklamasını duyabildim:
“Oh my God (Aman Tanrım!)”
“Dur dur dur! Sen insan olamazsın!”
“Hayır, hayır. Bu normal değil!”
İlk başta şaşkınlıktan küçük dillerini yutan seyirciler yavaş yavaş yaşadıkları şoku atlattıktan sonra böyle tepkiler veriyorlardı.
Eğer Sudou ve Katsuragi’ninkiler standart piyade tüfeği ise Albert’inki daha önce dediğimiz bazuka sınıfına mensup oluyordu. Aynı açıdan bakacak olursak bu sefer Koenji’ninki tam teşekküllü bir muharebe tankı oluyordu herhalde. Hani şu Almanların ünlü Tiger’ı filan… Ya da daha güzel bir benzetme yapacak olursak Koenji’ninki tam bir balistik füze gibiydi: büyük, korkutucu ve ölümcül…
“Merak etmeyin ben de bir insanım ama geçmiş ve gelecek boyunca hiçbir ademoğlunun ulaşamayacağı bir mükemmelliğe sahip bir insan!”
Herkesin şaşkın bakışları altında peştamalını almaya giderken Ryuuen’in sesiyle durdu:
“Zaferinden o kadar emin olma bence Koenji.”
Kinayeli laf üzerine arkasına -Ryuuen’e- doğru dönen Koenji:
“Bana meydan mı okuyorsun Ejder çocuk?”
Bu sırada Koenji’yle birlikte Küçük Koenji de dönmüştü ve etrafa biraz gurur, biraz meydan okuma ve bolca küçümsemeyle bakıyordu…
“Hayır, senin karşında ben bile dayanamam ama içimden bir ses bu odadaki birisinin sana denk bir silaha sahip olduğunu ama bilerek onu sakladığını söylüyor. Ama dediğim gibi benimki sadece basit bir içgüdü.”
Bunları söylerken çok kısa bir süreliğine -yaklaşık yarım saniyeliğine- bana bakış atıp bırakmıştı ama ben mesajı almıştım:
“Beni tuzağa düşürdü…”
Demek bu turnuvanın başından beri bu anı kolluyordu Ryuuen. Hatta belki bu saçma müsabaka fikrini Shibatagillerin kafasına dolaylı yollarla bizzat o sokmuş bile olabilirdi. Yöntemi ne olursa olsun sonuçta beni kıskıvrak yakaladığı bir pozisyon elde etmişti. Zaten ben hamam gelmeden önce bu müsabaka başlamıştı ve neredeyse herkes kendininkini göstermişti. Yani geriye sadece ben ve Kanzaki dahil bir avuç kişi kalıyordu uçkurunu göstermeyen.
Tam anlamıyla köşeye sıkışmıştım…
Ryuuen’in yönlendirmesi üzerine hemen, daha önce müsabakaya katılmamış kişiler belirlenip peştamalları zorla açılıyordu. Neyse ki varlığı kolay fark edilen birisi değilim de biraz zaman kazanma imkânım oluyordu. Bu zamanı da kimseye çaktırmadan hamam kapısına yönelerek değerlendirmek istemiştim. Ama daha 3 adım attım atmadım, Yamauchi’nin ciddi bakışlarla bana doğru yöneldiğini fark ettim:
“Hey Ayanokouji, Ryuuen’in bahsettiği kişi sen olamazsın değil mi?”
“Yok, ben zaten gördüğün üzere her konuda ortalama birisiyim. Sence Koenji’yle yarışabilecek bir vücudum var mıdır benim?”
“Bence de yoktur ama emin olmaktan zarar gelmez.”
Tam Yamauchi’yi atlatıp en kısa sürede buradan çıkmayı düşünüyordum ki bizi fark eden diğerleri de etrafımızda toplanmaya başlamıştı. Yarım bir bakışla etrafa baktığımda ben dışındaki bütün herkesin kolaylıkla veya zorla müsabakaya katıldığını gördüm. Kanzaki bile ufak bir direnişten sonra peştamalını açmak zorunda kalmıştı. Şu anda tam da Ryuuen’in hedeflediği gibi bütün dikkatler benim üzerimeydi. 15’e yakın öğrenci etrafımı sarmış diğerleri de sabit tempoyla tezahürat tutturmuştu:
“Aç şuuuunu. Aç şuuuunu. Aç şuuuunu.”
“Aç şuuuunu. Aç şuuuunu. Aç şuuuunu.”
“Aç şuuuunu. Aç şuuuunu. Aç şuuuunu”
Durumum bayağı kötü gibi duruyordu. “Aç şuuuunu” Aslında biraz zorlasam beni saran bu çemberi yarıp dışarı çıkabilirdim. “Aç şuuuunu” Ama o zaman da bütün sınav boyunca hem bir daha hamamı kullanamayacağım“Aç şuuuunu” Hem de bundan sonra sürekli tetikte kalmak zorunda kalacaktım. “Aç şuuuunu” Eğer şu andaki baskıya boyun eğersem“Aç şuuuunu” Bu sefer de çok fazla dikkat çekmiş olacaktım “Aç şuuuunu” Son zamanlarda zaten fazlasıyla göz önündeyim artık bu konuda biraz daha dikkatli olmalıyım. “Aç şuuuunu”
Resmen aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Köşeye sıkıştım anlaşılan.
Bütün bu hengâme sırasında kısa bir anlığına Ryuuen’le göz göze geldik… Resmen keyif çayı içecek kadar mutluydu hıyar… Tabii ben de kendimi böyle köşeye sıkıştırsam ben de böyle keyiflenirdim.
Çok kısa sürede verdiğim karar, olayları akışına bırakmak üzerineydi artık. O yüzden fazla direnmeden bu işi hızlıca bitirmeyi amaçlıyordum.
“Korkma Ayanokouji çocuk, karşımda durma ihtimalin zaten yok.”
Eh artık yapacak bir şey yok…
Peştamalımı usulca çözerek en sonunda ben de bu çocukça müsabakaya dahil olmuş bulundum. Havlum yere düştüğünde ilk başta genel bir sessizlik oluştu.
“…”
“Şaka mı bu? Senden nasıl böyle bir canavar çıkabiliyor Ayanokouji?”
“Ulan bu çocuğa bu alet! Nerede adaletin ya rab!”
“Bak ben diyordum zaten bu hayatta hep böyle sessiz sakin tiplerden kormak lazım diye.”
Biraz şaşkınlık, biraz hayranlık ve biraz da kıskançlık içeren fısıldaşmalar benim kulağıma kadar gelmişti. Bütün bunların ardından baş rakibim de resmî açıklamasını yapmış bulundu:
“Gerçekten etkilendim Ayanokouji çocuk. Yeryüzünde bana denk olmasa da benimle rekabet edebilecek bir varlığın olması şaşırtıcı.”
“Durun durun! Şu anda tarihi bir ana şahitlik etmekteyiz ikinizi bir yan yana alabilir miyiz acaba?”
İkimiz yan yana durduktan sonra dışardan bakılınca insanları etkileyen bir manzara ortaya çıkmış olmalı ki herkes, coşkulu bir biçimde yorumlarını dile getirmeye başladı:
“Vay anasını, İkiz Kuleler gibi manzara var karşımda.”
“Oğlum yalnız siz buralarda harcanıyorsunuz benden söylemesi film sektöründe sizin gibi özverili arkadaşlara ihtiyaç var aslında.”
Kahkahalar
“Şaka bir yana şu anda karşımda nesli tükenmiş iki tane T-Rex varmış gibi hissediyorum.”
“Bu dinozor benzetmesinden yola çıkacak olursak her ne kadar hacim ve kütle bakımından ciddi bir fark olmasa da geçmişteki toplam av sayısı göz önüne alınırsa benim açık ara farkla liderliği elde ettiğimi söyleyebilirim. Yani hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde “alfa” ben olmuş oluyorum. Bu müsabakanın en şaşırtıcı kısmı ise yanımdaki Ayanokouji çocuğun, benim tarafımdan “alfacık” unvanına layık görülmesi olmuştur.”
Ve böyle Koenji kibirli tavrından en ufak bir taviz bile vermeyerek kendini baş alfa olarak seçti ve sağ olsun bana ikinciliği lütfetmiş oldu.
Neyse iyi yönünden bakacak olursam, çok daha berbat bir son beni bekliyor olabilirdi. Buna da şükür…
Bölümü baştan yazan: Tasi Bey