Test K - Bölüm 2 – Orman
Bölüm 2 – Orman
Hutson’ın çadırından çıktıktan sonra yol üzerinde etrafına bakınan Kita, Gumbo’yu göremedi. Kapıdaki bekçi kardeşlere selam verdikten sonra Pyos’un evine veda etmek için uğradı.
Tak tak tak!
“Geldim, geldim!” İçeriden hızlı adımlar duyuldu.
Kapıyı açan Pyos Kita ile karşılaştı.
“Dostum, geri dönmüşsün, hoş geldin! Geç otur.” dedi Pyos ve bir sandalye çekti.
“Ee… Hutson yardımcı olabildi mi sana?”
“Evet. Burası hakkında biraz bilgi verdi ve başkente gitmemi söyledi. Sanırım, bir sonraki durağım orası. Sana veda etmek için geldim. Bu arada kendime bir isim edindim: Kita.”
“Kita güzel bir isimmiş, mutlu oldum senin adına.” dedi üzgün bir şekilde.
“Gideceğim için mi.. üzülüyorsun? Merak etme. Bir gün buraya kesinlikle döneceğim Pyos. Bana çok yardımcı oldun, ve buradaki ilk dostum sensin.”
Pyos iç çekerek “Gerçekten beni… dostun olarak mı görüyorsun?” dedi ve gülümseyerek devam etti,
“Teşekkür ederim Kita. Sen de benim dostumsun… Hatta en iyi dostumsun! Hafızanı geri kazanıp dönmeni, heyecanla bekleyeceğim.”
“Kendine iyi bak dostum, her şey için teşekkürler.” dedi Kita ve ormanın içine doğru yol aldı.
Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, kendini savunmak için yerden bir dal parçası alan Kita’nın içini bir huzursuzluk kapladı. Sürekli izleniyormuş edasıyla yoluna devam etti. Fakat yön duygusunu yitirmişti.
Dev gibi ağaçlar ve otlarla kaplı bu ormanda yolunu nasıl bulacağını şaşırdı. Ardından aklına Pyos’un arkadaşı Uien geldi, belki ona seslenirse sesini duyurabilir ve yardım isteyebilirdi.
Uien diye tam bağıracakken arkasından bir ses geldi.
“Sessiz ol.” dedi yabancı, aksanı Vanavia’dakilere benzemiyordu.
“Sen kimsin?” dedi Kita.
“Neden sana kim olduğumu söyleyeyim ki? Sadece sessiz ol, ve yürümeye devam et.”
Kita arkasını dönmeden yürümeye devam etti.
“Nereye yürümeliyim? Tam olarak nereye gideceğimi bilmiyorum ki… o yüzden bir arkadaşıma seslenecektim”
“Ne arkadaşı… yoksa sen de buradaki kabileden misin?” dedi ve kılıcını çekti.
“H-Hey sakin ol! Ne kabilesinden bahsediyorsun?! Sadece Uien diye birisini arıyorum! Başkente gitmem gerek belki o bana yardımcı olur diye seslenecektim!”
“Uien mi?” dedi ve elindeki kelleyi havaya kaldırdı.
“Bu Uien’den mi bahsediyorsun..? Evet, sanırım istediğin soruları sorabilirsin. Fakat cevap vermeyebilir, çünkü çoktan geberttim onu.” adam elindeki kafayı Kita’nın önüne attı.
“N..Ne?”
Uien’in kopmuş kafasını ayaklarının önünde gördükten sonra, bu Dünya’nın o kadar da masum olmadığını anlayan Kita’nın içini büyük bir korku kapladı.
“Madem Uien’i tanıyorsun… o zaman gitmene izin veremem; kim olduğunu, nereden geldiğini anlatacaksın bana.”
“Ne…neden, neden öldürdün onu! O….O Pyosun tek dostuydu” dedi korku ve heyecan içinde.
“Pyos mu… o kim be! Umurumda değil. Sonuçta Uien’de o kabileden biriydi. Onları asla affetmeyeceğim… onların hepsini geberteceğim!”
“Ben.. bir kabileden değilim, ben nereden olduğumu, kim olduğumu bile bilmiyorum. Hafızamı kaybetmiş bir şekilde uyandım burada. Sadece kendime bir isim edinebildim, tek istediğim bir şeyler öğrenme ümidi ile başkente gitmek.”
“Hafızanı mı kaybettin? Buna inanacağımı mı sanıyorsun? Uien’i nereden tanıyorsun peki?”
“Pyos ile Vanavia’ya doğru giderken yolda karşılaşmıştık, yandan koşarak Pyos’a tehditkâr bir şekilde bağırdı ama sanırım şaka amaçlıydı. Çünkü Pyos, Uien’in onun en iyi dostu olduğunu söylemişti.” dedi Kita tedirgin bir şekilde.
“Şaka amaçlı mı… hiç sanmıyorum. O aptal kabiledekilerin hepsi kanı bozuk canavarlar. Arkadaşını bu iblisten kurtardığım için bana teşekkür etmelisin.” dedi ve kılıcını kınına koydu.
Kita yavaşça arkasını dönerek adama doğru baktı. Uzun siyah saçlarını bağlamış kimonosunun yanında katana taşıyan orta yaşlı bir adamdı.
“Ben yıllardır bu an için yaşıyorum. O kabiledeki her iblisi kılıcımdan geçirmeden ölmeyeceğim.”
“O.. kabile?”
“Sen de zaten o kabiledekilere pek benzemiyorsun. Her ne kadar hikayen pek inandırıcı olmasa da yalan söylemen için bir sebep yok gibi duruyor.” dedi ve bir ağacın dibine oturup bağdaş kurdu.
“Gel otur karşıma, yıllardır hocam dışında bir insan görmüyorum. Sana hikayemi anlatmak isterim, tabi, eğer sen de istersen” dedi.
Kita karşısındakinin suyuna gitmek istediğinden ötürü bu teklifi reddetmedi ve kafasıyla onayladı.
“Adım Kriton: Yıllar önce burada bu ormanda doğdum. Küçük mütevazı evimiz de anne, babam, iki kız kardeşim ve bir erkek kardeşimle yaşıyorduk. Babam bir samuraydı. Vanavia ve diğer köyler arasındaki ticaret yollarının korumasını yapıyordu. Annem ise ev işleriyle ile ilgilenir ve kardeşlerime bakardı. Her akşam sıcacık ramenini ağzımız sulanarak beklerdik. Kardeşlerimin arasında en büyük bendim babam genellikle işte olduğundan evdeki eksikleri almak için Vanavia’ya ben giderdim. Bazen kardeşlerime hediye alırdım her eve gelişimdeki heyecanlı bekleyişleri… ve arkamdan hediyeler çıkardığım andaki gülümsemeleri hala zihnimde.”
“Çok güzel bir aile…”
“Öyle mi…? Övgülerin için teşekkürler… nerede kalmıştım? Babam benimle çok gurur duyardı. Bir gün büyük bir samuray olacağımı ve ondan sonra Vanavia’yı benim koruyacağımı söylerdi. Ayrıca evin yakınında babamın kurduğu ve çevre köylerden bazı Sensei’lerin de katıldığı küçük bir dojomuz vardı. Her akşam babam geldiğinde heyecanla oraya giderdim. Bir gün ise etrafta bazı dedikodular duyulmaya başlandı. Yakın bir köydeki bazı eşkiyaların kovulduğunu ve onların bu intikam ateşiyle her yeri yağmaladıkları söyleniyordu.”
“Hmm…”
“Babam bunlara aldırış etmememi, olası bir durumda kendisinin herkesi koruyacağını söylerdi gülümseyerek. Bazen de ‘Hem sen de varsın Kriton. Yaşında geldi artık, beraber yenemeyeceğimiz rakip yok!’ derdi ve benimle gurur duyduğunu söylerdi. Bir gün evdeki eksiklerden dolayı Vanavia’ya gitmem gerekti, kardeşlerime bu sefer tahtadan katana alacaktım ve sevinçten uçacaklardı! Öğlen saatlerinde yola koyuldum, biraz erzak ve kardeşlerime hediye aldım. Hava hafif kararmıştı, tahminen babamın eve döndüğü saatlerdi. Eve doğru yaklaştığımda aklımda kardeşlerimin heyecanı, annemin rameni ve babamla yapacağımız antrenmanı düşünmek yüzümde tatlı bir gülümse oluşturmuştu ama bu pek uzun sürmedi.”
“Bu hikayenin iyi bir sonu yok… değil mi?”
“İyi bir öngörü yeteneğin varmış evlat. Evimizin yakınından dumanlar geliyordu. Ani bir korkuyla kendimi kaybederek eve koştum. Karşımdaki manzara hayatımda gördüğüm en kötü şeydi. Evimiz yanıyor, kardeşlerimin cansız bedenleri yerde yatıyordu. Gözümden yaşlar akıyor ve akıl dengemi kaybediyordum. Evin içine girdiğim de annemin boğazı kesilmişti. Ve kanları heyecanla beklediğimiz ramen kasesinin etrafına sıçramıştı. Yan odada ise yerde 4-5 eşkiyanın cesedi ve odanın sonunda ise göğsüne 3 mızrak saplanmış babam vardı.”
Kita ağzını tutarak aklındaki sahneyi silmeye çalıştı.
“Bunları gördükten sonra sonu yokmuşcasına ne yapacağımı bilemeden elimdeki oyuncak tahta katana ile koştum… koştum ve koştum. Nereye gittiğimi bilmeden, Dünya’nın en kötü kabusunun içinde olmanın hissiyle koşmaya devam ederken gücüm bitti. Nefeslenip kafamı kaldırdığımda artık o nostaljik tahta kokusunu bile alamadığım babamın dojosunu gördüm. Etraf yağmalanmıştı, duvarlarda ise çizikler vardı. Kendimi korumak için babamın sakladığı katanayı alıp en yakın köye doğru yol aldım. Babamın yakın arkadaşlarından olan Ves usta beni kendi evladı gibi yetiştirdi. Yıllar boyu ondan eğitim aldım, ormanın her köşesini ezberledim ve kabileyi gözlemledim. Sırf bugün için içimdeki nefret… hala ilk günkü gibi.” dedi ve kısa bir sessizlikten sonra devam etti.
“Sana bunları bana acıman için, veya arkadaşının dostunu öldürmemin bahanesi olması için anlatmadım. Aslında, yıllardır içimde tuttuğum bu öfkeyi birisine anlatmam gerekiyordu. Yıllardır Ves usta dışında kimseyi görmedim, böyle biri olmak istemedim ama hayat beni bu noktaya getirdi. Sana… ismini dahi sormayacağım evlat. Ben, intikamımı almaya gidiyorum. O lanet canavarların hepsini lime lime edeceğim. Son olarak al bakalım, 5 bakır. Cebimdeki son param, belki bir yardımı dokunur.” dedi ve oturduğu yerden doğrularak emin adımlarla arkasına bakmadan gitti.
Kita, nasıl tepki vereceğini bilmeden hikayesini dinlediği bu samuraya, ilk başta üzülür gibi oldu. Fakat bunun bir anlamı olmadığını fark ederek bu düşünceden arındı.
Elinde 5 bakır, aklında düşüncelerle ormanın içine doğru ilerlemeye başladı. Nereye doğru gideceğini bilmeyen, ve yön duygusu iyice şaşıran Kita tam umudunun tükendiği anda bir at sesi duydu, ve sesin geldiği noktaya hızla gitti.
Karşısında bir at satıcısı vardı. Kita yalvar yakar ilk başta su istedi. Susuzluktan dili damağı kurumuştu. Ardından en ucuz atının fiyatını ve ormandan nasıl çıkacağını sordu satıcıya. En ucuz atı 1 gümüştü 1 gümüş 10 bakıra denk geliyordu. Satıcı birkaç gün ona yardım etmesi ve 5 bakır vermesi karşılığında ona bir harita ve at vereceğini söyledi.
Bir hafta boyunca çalışan Kita hem karnını doyurdu, hem de ata binmeyi öğrendi. Bir haftanın sonunda satıcı ormanın haritasını ve Kita’yı sevdiğinden ötürü en güzel atlarından birini verdi.
Kita’yı yolculadıktan sonra, istediği vakit tekrar uğramasını, kapılarının her zaman açık olduğunu söylediler. Kita teşekkürlerini sunarak oradan ayrıldı. Ve bu beyaz asil atın ismini “Cream” koydu. Eline haritasını alıp gideceği rotayı hesapladı.
Tahmini olarak üç günlük yolculuğu vardı ve yola çıkmaya hazırdı.
Atın kırbacını vurdu ve gülümseyerek ata emretti.
“Haydi Cream, sıradaki rota Dermigon Kasabası.”