After The Big Bang - Bölüm 11
Prenses’in arenayı karanlık ve buzul kristalleriyle doldurduğu an, herkes bu yeni yeteneğin gücünü ilk kez deneyimliyordu.
Karanlık, İmparator’un görüşünü kısıtlıyor, kristallerin buz gibi soğukluğu havayı donduruyordu.
İmparator, bu durumun ciddiyetini kavrayarak etrafını dikkatle incelemeye başlamıştı.
Prensesin bu güçle ne kadar tehlikeli olabileceğini fark etmişti; potansiyeli, imparatoru bile geride bırakacak kadar büyüktü.
Ancak imparator, bu yeteneğin barındırdığı zayıf noktaları da keskin bir dikkatle izliyordu.
İmparator, buzul kapanının acımasız soğuğu içinde sıkışmışken, alevleri gittikçe zayıflıyordu.
Kristaller, onun etrafında dönerek baskılarını artırıyor, arenanın her köşesini dondurucu bir enerji sarıyordu.
İmparator, buzul kapanın içindeyken ani bir tehdit hissetti. Kapanın derinliklerinden, buzdan bir hançer hızla fırlayarak üzerine doğru geliyordu.
Göz açıp kapayıncaya kadar harekete geçti alevli kılıcını hızla savurdu. Kılıç, buzul hançerle çarpıştığı an, ortalık ince bir buz tozuyla kaplandı. İmparator’un keskin hamlesi hançeri paramparça etti, kırılan buz parçaları etrafa dağılırken, alevli kılıcının üzerindeki sıcaklık, buzu anında buharlaştırdı.
Bu kısa ama keskin çarpışma, İmparator’un hala gücünü koruduğunu kanıtlarcasına arenada yankılandı.
İmparator buzdan hançeri parçalarken, bir an için zaferin tadını çıkardı.
Ancak kapanın derinliklerinden bir uğultu yükseldi ve bir anda binlerce buzdan hançer, karanlık içinden ona doğru fırlamaya başladı.
Her biri ölümcül bir hızla hedefini bulmak için ilerliyordu.
İmparator, alevli kılıcıyla hançerleri engellemeye devam etti; her hamlesi bir kristali parçalıyor, her çarpışma ortalığı buz tozuyla dolduruyordu.
Ancak saldırı kesintisizdi. Her engellediği hançerin ardından bir diğeri geliyordu.
İmparator’un alevleri hala güçlüydü, ama bu saldırıların ardı arkası kesilmiyor, her hamlesinde enerjisinin emildiğini hissediyor alevleri soluklaşıyor, hareketleri yavaşlamaya başlıyordu.
Nihayet, hançerlerin birkaçı kalkanını aşıp sıyırarak geçti; omzuna, bacağına ve sırtına kesikler atıyordu.
Soğuk bu yaralarla birlikte içine sızdı, buzun keskinliği onu hem fiziksel hem de ruhsal olarak tüketiyordu.
Hançerler bir anda duraksadı ve arenada tekrar bir sessizlik hakimdi. İmparator, kan ter içinde kalan vücudu ve sızlayan yaralarına rağmen, yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Karşısındaki Prenses’e bakarak, sesini derinleştirerek şöyle dedi:
“Bütün gücünü kullan demek istiyorsun, değil mi?”
Bu sözleriyle, meydan okurcasına bir adım ileri attı.
İmparator, adımıyla beraber alevlerini daha da arttırdı.
Bedeniyle beraber yerden usul usul yükselen alevler, adeta birer canlı gibi hareket ediyordu.
Arenanın zemininde yavaşça kıvılcımlar belirdi, ardından bu alevler büyüyerek İmparator’un çevresinde devasa bir ateş halesi oluşturdu.
Her bir kıvılcım, onun gücünü pekiştiriyor, alevlerin dansı arenanın karanlığında parlayan bir ışıltı yaratıyordu.
İmparator, kendini yeniden canlanmış hissederken, elini buz kapanına doğru uzattı.
Eli kapanın yüzeyine değdiğinde, alevler parmaklarından fışkırarak kapanın buzlu yapısını delip geçmeye başladı.
Bir anda buz parçaları etrafa savrulurken, kapan parçalandı ve İmparator’un alevleri, soğuk havanın etkisini yıkarak arenanın her köşesine yayıldı.
Prenses o andan sonra durmaksızın yeni bir saldırı başlattı; buzdan hançerler, karanlık içinden birer ölümcül silah gibi fırlayarak İmparator’a doğru ilerledi. Ancak, İmparator’dan yayılan yoğun sıcaklık, arenayı adeta bir ateş denizine çevirmişti.
Hançerler ona yaklaşamadan havada buharlaşıyor, eriyen buzul damlaları yere çarpıp yok oluyordu.
Prenses’in saldırıları, İmparator’un alevleri karşısında güçsüz kalıyor, her hamle boşuna harcanmış bir çaba gibi havada siliniyordu.
Hançer saldırıları tüm hızıyla devam ederken, İmparator’un etrafında dönen kristaller belirmeye başladı.
Kristaller, Prenses’in gücünün somut bir yansıması olarak arenada dolanıyor, İmparator’a saldırmak için doğru anı bekliyorlardı.
Hançerler peşi sıra fırlarken, kristaller İmparator’un çevresinde ağır ağır dönerek ona daha fazla baskı uygulamaya çalışıyordu.
O an İmparator, bu saldırıların hızında bir tutarsızlık fark etti; kristaller güçlüydü ama hareketleri öngörülebilirdi.
Prenses, bu gücü tam anlamıyla kontrol edemiyordu.
İmparator, aniden yere eğildi ve bir kristal hançer kafasının üzerinden geçerken, diğerini kılıcıyla karşıladı.
Bu anda, İmparator’un zihni çalışmaya devam ediyordu.
Kristallerin saldırılarındaki gecikmeleri, hareketlerindeki öngörülebilirliği gözlemliyordu.
İmparator, bir sonraki saldırıyı bekleyerek enerjisini saklıyordu.
Prenses’in her saldırısıyla onun enerjisinin biraz daha tükendiğini görebiliyordu; arenadaki soğuk giderek artıyor, ancak bu artış Prenses’in gücünü hızla tüketiyordu.
İmparator, kristallerin ve hançerlerin arasında soğukkanlılığını koruyarak gülümsedi.
“Demek rakibinin enerjisini emsen de kendine aktaramıyorsun,” diye alaycı bir şekilde seslendi.
Sözleri, prensesin zihninde yankılanırken Prenses’in yüzünde bir anlık bir tereddüt belirdi.
Prenses, karanlığın içinden İmparator’u izlerken, saldırılarının etkisiz kalmaya başladığını fark etti.
Onu nasıl alt edebileceğini düşünürken, içini bir tereddüt sardı.
Gücünün ilk kez sınandığı bir savaştı ve henüz tam anlamıyla kontrol edemiyordu.
Bir an için duraksadı, bu da İmparator’un gözünden kaçmamıştı.
O anda, İmparator’un yüzünde kurnaz bir gülümseme belirdi; beklediği fırsat sonunda gelmişti.
İmparator, etrafındaki karanlığın ve buz kristallerinin oluşturduğu zayıf noktaları gördü.
Kristallerin oluştuğu yerler, Prenses’in enerjisinin yoğunlaştığı noktalardı ve bu noktalar, karanlığın içinde belirginleşiyordu.
İmparator, bu noktaları hedef alarak bir plan yaptı.
Hızla kılıcını havaya kaldırdı ve son gücünü odaklayarak, bir ateş dalgası oluşturdu.
Ancak bu alevler, arenayı dolduran karanlığa ve buza karşı direnmeyecek, aksine onları kendi içine çekecek şekilde yönlendirildi.
İmparator, alevlerini stratejik olarak bu zayıf noktalara gönderdi; kristallerin toplandığı yerlerde alevler patladı ve karanlık içindeki bu enerji odaklarını dağıttı.
Prenses, bu saldırıyla şaşkına döndü; kristalleri eriyor, karanlık çatırdıyordu.
İmparator’un alevleri, sadece karanlığı ve buzları eritmekle kalmıyor, aynı zamanda Prenses’in enerjisini de tüketiyordu. Prenses, enerjisinin hızla azaldığını ve kristallerinin gücünü kaybettiğini hissediyordu.
Son bir çabayla Prenses, kalan tüm gücünü toplayarak İmparator’a karşı bir saldırı daha başlattı.
Kristallerin soğuk ışıkları bir an için parladı, ama İmparator, bu sefer tamamen hazırlıklıydı.
Kristallerin son patlamasıyla oluşan buzul parçalarından kaçınarak ileri atıldı.
Kılıcını bir fırtına gibi savurdu ve alevlerin gücünü bir kez daha kullanarak, Prenses’in son saldırısını tamamen etkisiz hale getirdi.
Karanlık bir anda parçalandı, adeta bir sis gibi dağılarak havaya karıştı.
Prenses yere düşerken, elindeki kılıcı hala ışıldıyordu.
Son bir umutla kılıcını kaldırdı ve buzu bir kez daha çağırmaya çalıştı.
Ancak, İmparator bunu bekliyordu. Alevli kılıcını hızla savurdu ve kılıçlar bir kez daha çarpıştı.
Fakat bu kez darbenin şiddeti her zamankinden daha büyüktü.
İmparator’un alevleri, Prenses’in kılıcının üzerine hücum etti ve kılıcı anında ateşle sarıldı çatlamalar duyulmaya başlandı.
Her çatlaktan sızan buzul enerjisi, kristal tozlarına dönüşerek dağılıyordu.
Prenses’in son çabası da bu çatlamalarla sona erdi.
İmparator’un bir kez daha aşağıya savurduğu alevli kılıç, Prenses’in buzla kaplı kılıcını büyük bir patlamayla paramparça etti.
Kılıç parçaları havada uçuşurken, Prenses geriye savruldu.
Arenada sadece İmparator’un alevlerinin titrek ışığı kaldı, Prenses’in Buzul Işıklar yeteneği ise İmparator’un zekası ve soğukkanlı stratejisi karşısında yenik düşmüştü.
İmparator usulca kılıcını kınına geri koydu, alevleri yavaşça sönmeye başladı.
Vücudundaki derin kesiklerden süzülen kan, yere damlarken, yüzünde sakin bir ifade vardı.
İmparator Prenses’i yerden kaldırmak için elini uzattı.
İmparator, elini uzatırken hafifçe gülümsedi. “Fazlasıyla iyiydin Elena.” dedi.
Sesi yumuşak ama bir o kadar da ciddiydi.
Gözlerinde, Prenses’in gücüne duyduğu hayranlık okunuyordu.
Bu savaşın ne kadar zorlayıcı olduğunu biliyordu, ancak Elena’nın gücünü daha yeni keşfetmesine rağmen ne denli büyük potansiyeli olabileceğini de görmüştü.
Prenses, ciddiyetini bozmadan İmparator’un eline tutunarak ayağa kalktı ve “Teşekkür ederim, baba.” diye mırıldandı.
İmparator, kızının saçlarını nazikçe okşadı, gözleri ise bilge bir ciddiyetle doluydu.
“Unutma, Elena..” dedi, sesi ders verir nitelikteydi.
“Bir savaşçının en güçlü silahı kılıcı değil, kararlılığı ve zekâsıdır. Ama kılıcın kırıldığında, o an zafere giden yolu kaybetmiş olabilirsin. Bu yüzden, kılıcın bir savaşta yitip gitmeden önce, zayıf noktalarını anlamalı ve savaşı bitirmenin yollarını bulmalısın.”
Prenses, İmparator’un sözlerini duyduktan sonra kafasını onaylar bir şekilde salladı.
İçindeki anlayış ve kararlılık, gözlerinde beliren ışıltıyla birlikte kendini gösteriyordu.
“Bugünkü antrenman için çok teşekkür ederim baba.” dedi.
“Kendini geri tutmayıp savaştığın içinde teşekkür ederim Elena.”
Prensesin gözleri, ona kattığı deneyimin değerini anlamış bir saygıyla parlıyordu.
Karanlık dağıldığında, arenanın normal ışığı yeniden ortaya çıktı. Prenses ve İmparator’un yanına, endişeli ifadelerle koşan muhafızları İzak ve Freya geldi.
“İyi misiniz?” diye sordu İzak, Prenses’in yüzündeki küçük çizikleri gördüğünde.
Freya ise, İmparator’a döndü ve ona olan saygısını belirtmek için başını eğerek, “Siz de, efendim. Her şey yolunda mı?” dedi.
İkisi de, Prenses ve İmparator’un yanında durarak, durumu anlamaya çalışıyorlardı.
İmparator, gülümseyerek İzak ve Freya’ya baktı. “Sakin olun.” dedi.
“Ne zaman antrenman yapsak, böyle ciddiye alırız.”
İzledikleri mücadeledeki gerginlik, İmparator’un rahat tavrıyla biraz olsun dağıldı.
Prenses de babasının sözleriyle gülümsedi ve hafifçe rahatladı.
Prenses, İmparator’a dönerek, “En kısa zamanda tekrar antrenman yapmak istiyorum.” dedi.
İmparator gülümseyerek yanıtladı, “Pek yakında yaparız benim savaşçı kızım.”
-Devam Edecek-