Elitler Sınıfı - Cilt 11 - Başlangıç : Arisu Sakayanagi’nin Monoloğu
Cilt 11 – Başlangıç : Arisu Sakayanagi’nin Monoloğu
Daha dünmüş gibi o beyaz camdan gördüklerimi net hatırlıyorum.
Babam, dışı bembeyaz olan dağın derinliklerindeki bir enstitüye götürmüştü beni. Hatta koridorların, odaların ve duvarların bile bembeyaz olduğunu hatırlıyorum.
Transparan cama ellerimi koyup içeriyi izlemeye koyulmuştum. Cam dışardan içeriyi gösteriyor ama içerden dışarıyı göremiyordunuz.
“Ne oldu, Arisu? İlgini çeken nedir?”
“Yapay deha için deney yapıyorlar. İlgimi çekmemesi mümkün mü, baba?”
“…hiç çocukmuşsun gibi konuşmuyorsun ha.”
Babam beni kollarına alıp kucaklarken, şaşırıp söylendi.
Babamın dediğine göre, bu enstitü de eğitim gören herkes geleceğin dehası olacakmış. Bunu gerçekleştirmek için gece gündüz çaba harcıyorlarmış.
“Deneylerde zorlayıcı şeyler var ama.”
“Ne gibi, baba?”
“İnsan haklarını ihlal ediyorlar.”
“Ha, haha…”
“Dahası, böyle yapay deha falan yetiştirebileceklerini sanmıyorum.”
İnsanlar doğar doğmaz, yetenekleri ve potansiyelleri bellidir. Daha doğrusu, herkesin şansı doğumuyla bellidir.
Bu şansları… farklı alanlarda döner, dönebilirse tabii.
İnsanlığın gerçeği budur. DNA’larında olmayan bir şeyi elde edemezler. Yetenekleri, kanla nesilden nesile aktarılır. Deha yetiştirmek için, genlerinde dehanın olması gerekir.
Sıradan insanlar, sıradanlığın pençesinden asla kurtulamazlar. Yetiştikleri çevre ne kadar iyi olursa olsun, sizde o ışık yoksa, o yetenek yoksa, asla deha olamazsınız.
Bu düşünceler, çocukluktan beri inandığım, doğru olduğunu bildiğim şeyler.
Çocukluğumdan beri, sınıf arkadaşlarımın çok iyi eğitimler almasına rağmen, hiç yol kat edememelerinden çıkarttığım sonuç buydu.
Bu deneylerin, kafamdaki bu düşünceyle çelişmesi sebebiyle, DNA’nın her şey olmadığını düşünmeye başladım.
“Bu enstitüden başarılı öğrenciler çıkarsa, deneyler başarılı mı sayılacak?”
“Sana bunu düşündüren nedir?”
“En başarılı öğrenciler en iyi DNA’ya sahip olacaklar demektir… yanılıyor muyum?”
“Bu öğrenciler ağır testlerden geçiyorlar, evet. Dediğin gibi, sonuna kadar kalan öğrencilerin başarılı olması mümkün. Annen gibi zekisin, karakterin de ona benziyor.”
“Annemle karşılaştırılmak beni mutlu ediyor, sağ ol baba.”
Babamın söylediklerinden mutlu olup camdan çocukları izlemeye başladım. Yetenekli öğrenciler ve yeteneksizler, bu deneylerde herkes eşit olarak yer alıyordu. Başarısız olup diğerlerinden geri kalan öğrencilerin, bir bir ortadan kaybolduğuna da burada bulunduğum kısacık sürede denk geldim.
“Buradan başarılı çıkacak öğrenciler, anca anne ve babasının sayesinde çıkar.”
İlginç gelse de, anlamsız bir deney olduğunu düşünüyordum.
“Kim bilir, belki de dediğin gibi olur. Fakat ilerisi için çok değerli insanlar yetiştirebilirler. Bu ihtimali düşünüyorum ben de.”
Babamın küçük kızı olarak, arkadaşının burada ne yapmaya çalıştığını anlayamadım. Camda birinin silüeti yansıdı, ona baktım.
“—Şu çocuk, kendisine verilen görevleri zorlanmadan ve sakince yerine getirdi.”
Kendilerine verilen görevleri tüm öğrenciler yerine getiriyordu. Fakat nerdeyse hepsi umutsuz vakaydı. Görevleri yapmak için harcadıkları zaman ve çaba çok fazlaydı. Akademik ya da sportif görevlerin seviyeleri, onların boylarını da yaşlarını da aşıyordu. Fakat aralarında tek bir çocuk inanılmaz büyük başarılar gösteriyordu.
Bir çocuk, çok sakin satranç oynuyor, tüm rakiplerini art arda yeniyordu. Camdan gördüğüm tüm çocuklar içinde o, dikkatimi ve merakımı celbeden tek kişiydi.
Çocuğu fark eden babamın yüzünde, hüzünle sevinç karışık bir haldeydi.
“Evet, o çocuk Sensei’nin oğlu. adı… Ayanokōji… Kiyotaka’ydı, tabii yanlış hatırlamıyorsam.”
Sensei, babamın arkadaşı ve bu enstitünün sahibiydi. Babam, onun kimseye boyun eğmeyen birisi olduğunu söyler, onun yanındayken hep temkinli ve mütevazı davranırdı.
“Sensei’nin çocuğuysa DNA’sı da harikadır, o zaman?”
“Bilemiyorum. Sensei çok iyi bir üniversiteden mezun olmadı ya da sportif bir insan değil. Eşi de sıradan bir kadındı. Ailesi de farksız değillerdi. Sensei, nası desem çok hırslı birisi? Kimseye boyun eğmeyen, sürekli yarış halinde olan bitmek tükenmek bilmeyen hırsları var. Bu inatçı hırsıyla buralara kadar geldi. Deyim yerindeyse, bu ülkeyi yerinden oynatacak güce böyle sahip oldu.”
“O zaman— bu çocuk, bu denekler arasındaki en iyisi olacak demektir?”
Babam başını sallayarak karmaşık düşüncelerini dile getirdi.
“Eh, babası da çocuğundan umutludur bence.. fakat, nasıl desem o çocuğa üzülmeden edemiyorum.”
“Neden ki?”
“Doğar doğmaz, bu enstitüye hapsettiler onu. İlk gördüğü şey, buradaki beyaz duvarlar oldu, ne annesini ne de babasını görmedi. Belki arka plana düşseydi, başarısız olsaydı, babasıyla yaşayabilirdi.. gerçi, babası onu sevdiği için burada kalmaya devam etti desem daha doğru olur… başarılı olunca,……”
Aile sevgisi görmedi demek. Böyle bir yerde sevgiden, şefkatten uzak kaldı.
Yetenekleri güzeldi, evet. Fakat insanlarla iletişim halinde olarak öğreneceği çok şey de vardı. Sadece böyle bir yerde kendisini geliştirmesi… garip geliyordu.
Babama sıkıca sarılmamla o da bana sarıldı.
“Bu enstitünün en büyük hedefi, her çocuğu deha olarak yetiştirebilmek. Şuan test aşamasında ve yaklaşık 50-100 yıl da bu deneyler devam eder. Buradaki çocukları deha yapmaktan çok, gelecek nesillere ışık tutmak istiyorlar. Burada başarılı olanlar ve olmayanlarda bu deneyin örnekleri denebilir.”
Buraya adadıkları hayatları, aslında bir araştırmanın bilgilerinden öteye gitmeyecek demek.
Babamın yüzünden söylediklerinden rahatsız olduğu anlaşılıyordu, mutsuzdu bu durumdan.
“Burayı sevmiyor musun, baba?”
“Hmm? …Bilmem? …destekleyemiyorum diyelim. Buradaki çocuklar başarılı olur, herkesten üstün hale gelirler ve bu durum normalleşirse…. sanki daha kötü olacak gibi geliyor. Bilemiyorum kafam karışık.”
“Sen merak etme, babacığım. Onları ben ezerim. Yeteneğin, yetiştirilerek değil doğuştan geldiğini onlara kanıtlarım.”
Mükemmel genlerim varken, böyle bir yerde yetiştirilen çocuklara karşı yenilemem.
“Senden umutluyum, Arisu.”
“Bu arada, ben de satranç oynamak istiyorum, bab—”
Bir anda gözlerimi açtım.
“Eski bir anımı rüyamda gördüm demek…”
Yaklaşan kapışmamız yüzünden hatırladım herhalde. O günü, dün gibi hatırlıyorum. Onu gördüğümden beri, bir kez olsun yüzünü unutmadım. Hatta bir gün tekrar karşılaşacağımıza da yürekten inanıyordum.