Tharold - Bölüm 4 - GÜÇ
GÜÇ
Laboratuvara girer girmez insan boyunda bir sürü tüp görüyorum. Demek enjeksiyon için bunların içine giriyoruz. Koridordan ilerliyoruz; bir tüpün önünde duruyoruz. Önünde, beyaz önlüklü bir adam bekliyor.
Rodney: “Kiyoshi, bu kişi enjeksiyonun mucidi; Profesör Hugh Robert.”
Hugh: “Tanıştığıma memnun oldum, asker.”
Kiyoshi: “Ben de, profesör.”
Hugh: “Önce kan testi yapacağız. Sen şimdilik tüpe gir, hemşireler damar yolunu açacak.”
Kiyoshi: “Anlaşıldı, profesör.”
Hugh alaycı bir gülümsemeyle kaşını kaldırıyor.
Hugh: “Biraz rahatla Kiyoshi; ben senin komutanın değilim.”
Kiyoshi: “Özür dilerim.”
Hugh: “Sorun değil. Hadi, tüpe geç—gücünü verelim.”
Tüpün içine giriyorum. Kabloları takıyorlar; parmak uçlarıma, göğsüme sensörler, koluma hat… Bir de oksijen maskesi. Kapak kapanıyor.
Yaklaşık yirmi dakika sonra profesör geri dönüyor.
Hugh: “Birazdan gücünü vereceğiz. Elinden geldiğince sakin kal.”
Kiyoshi: “Tamamdır.”
Hugh bilgisayarda birkaç ayar yapıyor. Kola bağlı hattan mor bir sıvı yavaşça ilerliyor. Damarlarımda akışını gözle takip ediyorum. Sıvı içeri girer girmez başımın içine keskin bir sancı saplanıyor. Görüntüler üst üste biniyor.
Gün batımı. O gemi. O ışık. Annem…
Kiyoshi: “AHHH—!”
Diğer sesim sadece maskenin içini dolduruyor; dışarıda uğultu.
Hugh (bağırarak): “Sakinleşmeye çalış! Bunlar anı, gerçek değil. Nefes—ritme dön!”
Nefesimi sayıyorum. Dört sayıda içeri, dört sayıda dışarı. Sıcak dalga geri çekiliyor. Sancının kenarından tutup odaklanıyorum. Acı burda, ben buradayım.
Hugh: “Aferin. Böyle devam et.”
Camın öbür tarafında birkaç doktor toplanıyor. Monitörler hızlanıyor. Rodney şaşkın; ekranlara eğilmiş.
Hugh: “Kiyoshi… rengin SİYAH.”
Bir an susuyor, gözleri parlıyor. “Bu renk çok nadir. Dünyada iki elin parmaklarını geçmez. Uzun zamandır bu seviyede bir aday görmemiştik.”
…Siyah? İçimde bir şey genişliyor. Kapak açılıyor, kollar kabloları çözüyor. Beni dışarı alıp bir sandalyeye oturtuyorlar. Ellerim titriyor; bacaklarım yumuşak. On beş dakika boyunca sadece nefes alıyorum.
Sonra fark ediyorum: ağırlık yok. Kaslarım hafiflemiş, sanki havanın içinde süzülüyorum. Güç damarlarımda sessiz, ama orada—parmaklarımı kapatınca avuç içimde yankılanıyor. Her şeyi yıkabilecekmişim gibi… Kim gelirse gelsin, durdururum.
Maskeyi çıkarıyorum. Rodney’le göz göze geliyorum; o onaylar gibi başını eğiyor.
Ben ise sadece fısıldıyorum: “Hazırım.”
Rodney bana dönüp, sakince:
Rodney: “Normalde seni benim sınıfa alacaktım ama Siyah çıktın. O yüzden sana bakmaya başka bir Siyah gelecek; gereken her şeyi o öğretecek.”
Takılmıyorum. İçimde taş gibi bir özgüven var.
Kiyoshi: “Bana bir antrenman salonu ayarlayabilir misin?”
Rodney: “Bu kadar heyecanlanmana gerek yok. Ayarlarım ama kendini çok zorlama.”
Kiyoshi: “Anlaşıldı.”
Beni salona götürüyor. Karşımda yine o kuklalardan.
Kiyoshi: “Burayı kullanabilirim, değil mi?”
Rodney: “Tabii ki. Ben de izlemek istiyorum, sakıncası yok?”
Kiyoshi: “Yok, izleyebilirsin.”
İlk kuklayla aramdaki mesafeyi bir anda kapatıyorum. Yumruğumu doldurup tam güç indiriyorum.
GÜM! Kukla, arkasındaki duvara çivileniyor, beton göçüyor. Toz bulutu yayılıyor.
Rodney bakışını yakalıyorum; gözleri bir an boşlukta kalıyor. Takip edemedi. Yalnızca şaşkınlıkla izliyor.
Nefesimi derine alıyorum. Gücü vücuduma yaymaya başlıyorum; sanki kıpırdayan bir enerji, kas liflerinin arasında geziyor.
Adımlarım zemini çatlatıyor—ince damarlar gibi yayılıyor. Her hareketim daha hafif, daha hızlı.
Bu his… akıl almaz.
Bir adım daha. Zemin tak diye bir ses çıkarıyor. Yumruğumun içi hafif yanıyor; bir karıncalanma.
Gücün kıyısında durup nefesimi düzlüyorum. Sonra tekrar ileri atılıyorum—kontrollü.
Rodney sonunda konuşuyor:
Rodney: “Kiyoshi… bugünlük bu kadar. Siyah’ın bedeli olur. Hoca gelmeden kendini yakma.”
Yumruğumu gevşetiyorum. Toz havada asılı.
Kiyoshi: “Anlaşıldı. Sadece ısınmaktı.”
İçimdeki enerji hâlâ uyuklayan bir motor gibi titriyor. Kapıya doğru yürürken aklımda tek cümle dönüyor: Bu gücü kontrol edebilirsem… hiçbir şey durduramaz.
Rodney: “Tamamdır, şimdilik eve gidebilirsin. Hocan yarın seni görmeye gelecek.”
Kiyoshi: “Anlaşıldı, komutanım.”
Eşyalarımı toparlayıp çıkıyorum. Koridorda Ayame‘yle karşılaşıyorum; o da laboratuvardan yeni çıkmış.
Kiyoshi: “Ayame, ne yaptın—rengin ne?”
Ayame: “Yeşil, biraz açık çıktı. 3. bölümdeki simülasyona göre biraz düşük ama koyu yeşile kadar yükseltebilirmişim. Bu arada… senin rengin? Kırmızı sana yakışmıştı.”
Kiyoshi: “Siyah.”
Ayame’nin gözleri büyüyor.
Ayame: “Siyah mı?! Gerçekten mi? Bu inanılmaz!”
Kiyoshi: “Evet. Bana ayrı bir hoca ayarlayacaklarmış—o da Siyah.”
Ayame: “Vay be… gerçekten özelsin.”
Kiyoshi: “Özel olduğumu sanmam. Bu sadece çalışmanın sonucu.”
Ayame: “Neyse, sana iyi günler. Umarım yine karşılaşırız.”
Kiyoshi: “Umarım.”
Eve dönüyorum. Kendime akşam yemeği hazırlıyorum: ödül niyetine İtalyan makarnası. Yedikten sonra yatağa uzanıyorum; gözlerim kapanıyor.
Sabah. Tekrar üsse doğru yola çıkıyorum. Kapıya yaklaşırken bir silüet görüyorum—erkek. Saçları omuzlarına kadar, yüzünü gölge düşürüyor. Bana bakar bakmaz bir saniyeden kısa bir sürede yanımda beliriyor.
Nasıl yaptı…? Kalbim içimde bir kez sert vuruyor.
Elini omzuma atıyor:
??? “Merhaba. Yeni hocan benim. Seni korkutmak istememiştim.”
Saçları sarı, pelerinli garip bir kıyafet; altında askeri zırh. Benden uzun. Ama nasıl bu kadar hızlı yanıma geldi—anlayamıyorum. Elini omzumdan çekiyor. Ona tehditkâr bakıyorum.
Kiyoshi: “Yanıma nasıl geldin?”
Yeni hoca: “Herkesin rengine göre bir büyü gücü olur; biliyorsun, değil mi?”
Kiyoshi: “Evet, ama sen ve ben Siyahız. Kendimize ait bir güç setimiz var.”
Yeni hoca: “Benimki, yanına bu kadar hızlı gelmemi sağlıyor.”
Kiyoshi: “Ne, ışınlandın mı?”
Yeni hoca: “Kısmen öyle… ama ben öyle demezdim.”
Kiyoshi: “Ne derdin?”
Yeni hoca: “Seninle aramdaki mesafeyi kestim derdim.”
Nasıl yani… boşluğu kesiyor? Böyle bir güçle kim ondan kaçabilir?
Yeni hoca: “Neyse, şimdilik bunları boş ver. Önce kendimi tanıtayım. İsmim Matteo Angelo. Tanıştığıma memnun oldum, Kiyoshi.”
Kiyoshi: “Ben olmadım.”
Ne biçim ucube…
Kolumdan tutup içeri sürüklüyor. Üssün koridorlarından geçip bir kıyafet/teçhizat odasına sokuyor.
Matteo: “Eğitime başlamadan önce savaşta ve görevde kullanacağın zırhını inşa edelim.”
Kiyoshi: “Bırak beni. Tamam—başlayalım.”
Önüme bir arayüz açılıyor; Matteo hızlı hızlı sorular soruyor: “Pelerin ister misin? Renk? Desen? Koruma bölgeleri?” Tek tek seçiyorum.
Zırhımı anlatayım: Maske gözleri ve saçları açık bırakıyor; pelerin var, siyah. Üstündeki desenleri mor boyuyorum. Korumalar: dizlik, dirseklik, kalça ve göğüs plaka. Geri kalan yerler hareketli ve rahat.
Matteo: “Güzel tercihler.”
Kiyoshi: “İltifat almak istediğim en son kişi sensin.”
Üretim süreci başlıyor. Matteo yine kolumdan çekip antrenman salonuna götürüyor.
Kiyoshi: “Beni buraya niye getirdin?”
Matteo: “Spar yapacağız. Ama bir şey daha var.”
Kiyoshi: “Ne?”
Matteo: “Gücünü kullan. Ben de kullanacağım. Merak etme—büyü tekniğimi değil, sadece fiziksel artışı açacağım. Sana kontrol etmeyi göstereceğim.”
Şimdiden mi başlıyor eğitim?
Matteo: “Ne düşündüğünü biliyorum; zor olacağını sanıyorsun. Ben de başta böyleydim.”
Kiyoshi: “Yo, öyle düşünmüyorum.”
……
Matteo:”neyse hazırlan geliyorum”
Matteo parmaklarını şaklatıyor. Zeminde altıgen çizgiler yanıyor.
Matteo: “Bu oda güç sınırlayıcılarla kaplı. Yine de tek hatada duvarı delersin. Kısa vuruş, kontrollü deşarj.”
Anladım. Tam güç verirsem bina gider.
Bir anda hava çizgi gibi bükülüyor—mesafe kesiyor—göz açıp kapayıncaya kadar yüzümde. Sağ omzumla itip içeri giriyorum; yarım adım kroşe. Yumruk çıkarken avuç içimde mikro pat.
GÜÜM! Şok dalgası zemindeki altıgenleri çatlatıyor; Matteo çenesini santimle kaçırıp beni bilekten iki parmakla aşağı bastırıyor. Momentumum sönümleniyor.
Matteo: “Güzel hız. Ama enerjiyi kısmadan vuruyorsun. Tekrar!”
Tekrar mesafe kesiyor; arkamda beliriyor. Belimi büküp low kick feint → dönüşte short cross.
TAK—PATT! Hava çöküyor; duvarın yüzeyinde örümcek ağı gibi bir çatlak. Alarm ışığı kısaca yanıp sönüyor.
Ekranda beliren satır gözüme çarpıyor: [SİYAH: Çıkış %12 | Eşik: %15 | Isı +1]
Daha %12’deyim ve oda buna zor dayanıyor…
Matteo beni omuzdan dürtüyor, sonra yok—tek karede tam karşıma geri “biçiliyor”. Dirseği göğsüme değecek; kollarımı kilitleyip kilit—çek yapıyorum, kısa diz ve çene altına dokunuşluk pat.
TOK—PATT! Matteo yarım adım geri. Gözleri kısılıyor, gülümsüyor.
Matteo: “Kısa patı tam zamanında kullandın. Şimdi aynı gücü üçe böl; seri halinde.”
Sol—sağ—sol. Üç iğne ucu patlama, üç şok halkası; zeminde toz dairesel yükseliyor.
PATT—PATT—PATT! Matteo gardda, bileklerle yutarak savuruyor; sonuncusunda mesafeyi bir daha kesiyor, boşluğumda bitiyor.
Dirseği yanağıma fısıltı gibi değiyor; başımda çınlama. Nefes—ritme dön.
Ben de hızlanıyorum. Ayağımı yarım ay çizerek sürüyorum; omuz feint → gövdeye tek çizgi itme yumruğu. Vuruş anında enerjiyi kapı kapanır gibi kilitliyorum.
GÜM! Matteo iki metre kayıyor; duvarın önünde duruyor. Duvarın içinden düşük bir inilti geliyor, güç alanı titriyor.
Matteo: “Yeter.” Eli havada kesme işareti. Oda ışıkları normalleşiyor.
Ekranda yeni satır: [Eğitim sınırı aşıldı. Sistem soğutması: 30 sn]
Nefesim toparlanıyor; avuç içimde karıncalanma.
Matteo: “Özet: Hızın var, gücün fazla. Sorunun kapama. Vuruşu açıp kapatmayı öğrenmezsen gerçek sahada çökertirsin—kendini de, etrafı da.”
Başımı sallıyorum. Haklı.
Matteo: “Yarın: %8 tavan, beşli kısa seri, mesafe kesmeye karşı karşı hamle. Bugünlük bu kadar.”
Göz kırpıyor; görüntü bir çizgi gibi kesiliyor, bir anda kapıda.
Ben yumruğumu gevşetiyorum. Zemin hâlâ ince ince tık diyor. İçimdeki motor uyukluyor ama güçlü—ve ilk kez gerçekten kontrol etmek istediğimi hissediyorum.
Matteo: “Artık eve gidebilirsin. Çıkarken zırhını almayı unutma. Yarın zırhla üste geleceksin.”
Kiyoshi: “Anlaşıldı, efendim.”
Zırhımı teslim alıp dışarı çıkıyorum. Yürürken içimdeki güç daha sakin, daha itaatkâr. Kontrole bir adım daha yakınım.
O gece zırhı yatağın başına asıp derin bir nefes alıyorum.
Yarın—daha güçlü.