After The Big Bang - Bölüm 3
Kızıl Gül Şehri Babil, antik dünyanın en önemli şehirlerinden biri ve insan uygarlığının başkentiydi.
Her insanın hayatında en az bir kez görmek isteyeceği bir dünya harikası.
Şehre gelen biri, ilk adımını attığında burununa dolan gül kokusunun büyüsüyle kendinden geçer.
Bu eşsiz koku, şehrin her köşesinde duyumsanır; taze güllerin tatlı ve zarif kokusu, havada asılı kalıp ve ziyaretçileri mest eder.
Kırmızı güllerle kaplı şehrin her köşesinde şarkılar söyleyen insanlar görebilirsiniz.
Şarkıların yankıları arasında uçuşan kuşların cıvıltıları ve kedilerin sakin uyuklamaları, bu şehri adeta bir cennete dönüştürüyordu.
Temiz sokaklarında dolaşan herkes, adeta cenneti andıran bu yeri hayatları boyunca övgüyle anlatır.
Bu şehrin ortasında, gül bahçeleriyle çevrili ve sadece yılın özel bir gününde çalan 83 katlı dünyanın en büyük saati, bu yeryüzü cennetine ayrı bir renk katıyordu.
Bu sakin ve huzurlu cennetin sahibi ise kıtanın batısına hükmeden ve ‘Yücelerin Yücesi’ unvanıyla bilinen Batı İmparatorluğu’nun hükümdarı Atlas Grimaldi’ye aitti.
Gri saçları, gümüşi bir ışıltıyla taçlandırılmış parlak rüzgarda dalgalanıyordu.
Gözleri sıcak kehribar taşlarını andıran zengin bir altın sarısı tonundaydı.
Uzun boyu ve yapılı vücudunun asaletiyle herkesi kendine hayran bırakıyordu.
Genç görünümüne rağmen 42 yaşında olan bu yakışıklı hükümdar, dünyanın en güçlüsü olarak görülüyordu.
Bazı sabahlar, imparatorluk ailesinin özel kutlamalarda kullandığı büyük balkonda, fincan kahvesiyle birlikte masasını kurar ve şehrin manzarasının tadını çıkarırdı.
Son saldırılar nedeniyle huzursuz olan bu imparator, şehrin sakinliği içinde bir şeyleri unutmaya çalışırken, beklenmedik bir kapı çalma sesiyle huzur dolu anı bölündü.
Tak! Tak! Tak!
“Gir!”
Gir emriyle kapıyı yavaşça açıp içeri giren kişi, henüz 21 gün önce 18 yaşına basmış imparator’un tek kızı Elena Grimaldi’ydi.
“Baba!”
“Hoş geldin Elena.”
Babasına tıpatıp benzeyen prenses, imparatorun yanına yaklaşarak “Baba sabah antrenmanlarımı bitirdim!” dedi.
“Aferin, güzel kızım benim. Buraya ne için geldin söyle bakalım.”
“Son günlerde moralinin bozuk olduğunu fark ettim.”
“Evet şu sıralar kötü.”
“Eğer sakıncası yoksa, baba masana katılabilir miyim? Belki biraz rahatlarsın.”
“Neden olmasın gel otur.”
İmparator, kızına eliyle karşısındaki sandalyeye oturmasını işaret eder.
Prenses, imparatorun masasının karşısındaki sandalyeye oturup gözlerinin içine derin derin bakmaya başlar.
“Baba…”
“Efendim güzel kızım.”
“Gerçekten bu sandalyeye oturmam da sakınca yok mu?”
“Hm?”
Elena, hüzünlü bir ses tonuyla, “Sonuçta annemin hep oturduğu yer burası bu yüzden iyi hissetmiyorum.” dedi.
“Sorun değil,” dedi imparator, sesinde bir babanın şefkatini hissettirerek. “Burası senin de yerin, Elena.”
O an Elena’ya sevgiyle içini ısıtacak bir gülümsemeyle bakmıştı.
Prenses başını yavaşça eğerek, “Anladım…” dedi. Gözlerinde hafif bir hüzün, ama aynı zamanda bir huzur duygusu içini kaplamıştı.
Nazik bir ses tonuyla “Derslerin ne durumda, Elena?” diye sordu.
Elena, babasının sesindeki şefkati hissederek başını kaldırıp gülümseyerek, “Gayet iyi baba, her şey yolunda gidiyor.” diye cevap verdi.
“Aferin, bir yaramazlığın yok değil mi? Bu tahtın vârisi sensin, biliyorsun.”
Elena gülümseyerek başını salladı, “Hiç merak etme baba, sorumluluklarımın farkındayım.”
“Güzel.”
Prenses, babasının onun için doldurduğu fincandan bir yudum alarak “Baba yarın Birleşmiş Devletler Birliği toplantısına gidiyorsun değil mi?” dedi.
“Tabii ki gitmek zorundayım. Neden bildiğin halde sordun, hm?”
“Imm, şey…”
“Söyle ne istiyorsun?”
“Yarın ki acil toplantıya seninle gelmek istiyorum.”
“Nerden çıktı bu?”
“Merak ediyorum çünkü tahta ben geçeceğim. Bu işlerin nasıl yürüdüğünü bilmem önemli babacığım.”
“Bu konularda sana bilgi veriliyor zaten.”
“Biliyorum ama kendim görmek istiyorum kendim görüp öğrenmem için iyi bir fırsat.”
“Hmm…”
“Lütfen babacığım.”
“İyi peki gelebilirsin.”
“Teşekkür ederim baba!”
Bu kısa kısa konuşmalarının ardından, kapı nazikçe çaldı.
Tak, Tak, Tak
“Gir!”
Kapı tekrar açıldığında, kraliyet ailesinin koruyucularından ve hükümdarın sağ kolu olan İvan Eriat içeri girip büyük odanın tam ortasında dikilmişti.
İvan uzun boylu, geniş omuzlu, kahverengi saçlı ve saçlarının rengiyle uyumlu derin kahverengi gözlere sahipti.
“Dinliyorum seni İvan.”
“Majesteleri, emrettiğiniz gibi İçişleri Bakanı ile özel büyülü silahlardan sorumlu 6 kişi tutuklandı. Şu an hepsi hücrede beklemekteler.”
“İtiraf ettiler mi?”
“Hayır majesteleri suçsuz olduklarını söyleyip duruyorlar.”
“Anladım bu süreci sana bırakıyorum.”
İvan, “Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım majesteleri.” diyerek sakin adımlarla odadan çıktı.
Elena, merakını gizleyemeyerek İmparatora sordu: “Baba, Bakan Michel bugüne kadar hep bu ülkenin iyiliği için çalıştı. Bu saldırının arkasında onun olması mümkün değil. Onu neden tutukladın?”
“O eşyanın mührünü, Michel ve benden başka kimse açamıyor olmalıydı.”
“Eğer durum buysa kendisini ele vereceği bir şey yapmazdı baba.”
“Farkındayım Elena, bütün yetkiler ondayken bu kadar önemli bir eşyanın basit bir trende taşınmasında onun imzası var. Bu yüzden, güvenlik önlemleri için içeride kalmalı.”
“Peki diğer 6 kişi?”
“…”
“Baba?”
“Bu kadar konuşma yeterli Elena yarın için gideceğimiz konferans için hazırlan.”
Prenses, bir şeylerin ters gittiğini fark etse de fazla sorgulamadan “Tamam babacığım.” diyerek ayağa kalkıp kapıya yöneldi.
“Birde Elena…”
Prenses imparatora dönerek,
“Efendim baba.” dedi.
“Yarın konferansta bana baba demek yok.”
“Püf- peki Majesteleri.”
“Afferin.”
Prenses somurtarak odadan hızla çıktı. Atlas derin bir nefes alıp vererek oturduğu masadan kalktı ve keskin gözleriyle Babil şehrini izlemeye başladı.
“Her şey normal duruyor…”
Ve böylece İmparator, şahsi odasına gitmek üzere odadan sakince çıkar.
•1 Gün Sonra•
Prenses Elena, Birleşmiş Devletler Birliği’nin acil konferansı için 1 saat süren hazırlığının ardından, bileğinde fırfırlı beyaz gömlek, üzerinde gül desenli rozet ve boynunda kırmızı kurdeleyle, siyah pantolonunu giyerek İmparatorluk Sarayı’nın merdivenlerinden dikkatlice inmeye başlar.
Prensesin hizmetçilerinden biri olan Alexa, prensesin güzelliğinden etkilenerek, “Hanımım, o kadar güzel oldunuz ki eminim Majesteleri sizi çok hoş bulacaktır.” dedi.
“Önemli bir yere gidiyorum, Alexa. Güzel görünmemin bir anlamı yok.”
“Öyle deseniz de babanızın sizi güzel bulması için çok çabaladınız.” diyerek Alexa hafifçe güler.
Prenses gülümseyerek, “Güzel bulursa çok mutlu olacağım yalan yok.” dedi.
İmparator, çıkış kapısının sağında bulunan büyük,
Kapından sol kolu ve imparator ailesi koruyucusu olan Nikolai Eriat ile yüksek tavanlı ve gösterişli bir giriş holüne adım attı.
Salonun duvarları, altın varaklı çerçevelere sahip büyük tablolarla bezenmişti. Tabloların arasında, ailenin eski İmparatorluk üyelerinin portreleri dikkat çekiyordu.
Yakasında İmparatorluk ailesini temsil eden gül ve güneş desenli rozetiyle lacivert takım elbise giymekteydi.
Geldiği anda prensesi görüp, “Güzel giyinmişsin, Elena.” diyerek gülümsedi.
Gülümsemeye devam eden imparator, prensesin yanına yaklaştı ve nazik bir jestle koluna girmesi için ona gözüyle işaret etti.
“Gidelim.”
İmparatorun övgüsüyle mutlu olan Prenses babasının koluna kocaman bir gülümsemeyle girer ve ikisi saraydan çıkarak helikopterlerine binerler.
Helikopter hızla yükselir ve Metz şehrine doğru yola çıkar.
•40 Dakika Sonra•
İmparator Atlas, Nikolai ile birlikte konferansta değinilecek konuları 40 dakika boyunca tekrar gözden geçirdikten sonra, konferansın yapılacağı Altın Saray’a helikopterle iniş yaptılar.
Altın Saray, ismini efsanelerde burada bir zamanlar altından yapılma bir tapınağın bulunduğu söylendiği için almıştır.
Göz alıcı mimarisi ve altın rengi detaylarıyla ünlü olan bu saray, zengin tarihî ve kültürel mirasa sahip bir yapıdır. Şehrin en prestijli etkinliklerine ev sahipliği yapar.
“Nikolai, sarayın girişine gidip beni bekle.”
“Emredersiniz Majesteleri.” dedi ve saygıyla eğilip hızla sarayın girişine doğru ilerledi.
İmparator ve Prenses Saray’a giriş yaptıkları anda Muhafızlar, girişlerini coşkulu seslerle selamladılar!
“Batı İmparatorluğu’nun Güçlü Lideri Atlas Grimaldi ve Zarafet Abidesi Prenses Elena Grimaldi’yi selamlıyoruz!”
Altın Saray’a giden kırmızı halı adeta titriyordu!
Sakin adımlarla konferans odasına vardıklarında, saray muhafızları büyük kapıyı açtılar.
İçeri adım attıklarında yüksek tavanlı ve zarif avizelerle aydınlatılmış geniş bir salon karşıladı.
Buna ek olarak duvarda, kocaman bir dünya haritası asılıydı. Harita, zamanın izlerini taşıyan kâğıt üzerine özenle işlenmiş ve her bir ülkenin rengi farklı tonlarda boyanmıştı.
Muhabirler ve her biri bir ülkeyi temsil eden delegeler uzun bir masada toplanmıştı.
BDB’ne üye 121 ülkenin liderleri Batı imparatorluğu’nun çağrısıyla toplanmıştı.
Prenses Elena şaşırarak “Herkes buraya gelmiş.” dedi.
İmparator prensese gülümseyerek, “Evet Elena, Batı imparatorluğu işte bu kadar büyük. Bu mirası korumak ve geliştirmek sana kalacak. Bir gün sen benim yerime bu ülkeyi temsil edeceksin ve bu mirası gelecek nesillere aktaracaksın.”
“Tamam bab- anladım Majesteleri.”
Bu büyük konferansta Batı İmparatorluğu kadar güçlü iki ülke daha bulunmaktaydı:
İki kutuplu dünyanın ilk kutbu, İmparator Atlas önderliğindeki Batı İmparatorluğu’yken diğer kutupta ise komşu ülke Thule Cumhuriyeti’nin başkanı ve Eleanor Ailesini lideri Elroy Eleanor ve kıtanın doğusunda bulunan Yornya İmparatorluğu’nun veliaht prensi ve başbakanı Akira Shiden yer alıyordu.
Kutsal ailelerden biri olan Eleanor ailesi, ikiz azizlerden Eleanor’un Thule Cumhuriyeti’ne sığındığı zamanlarda kurulan kutsal ailedir.
Ailenin her üyesi azize Eleanor’un sarışın dış görünüşünü ve yakut şeklinde büyüleyici mavi gözlerini miras almıştır.
Aileye özel bu gözler nerede görülse, Eleanor ailesine ait olduğu hemen anlaşılır.
İmparatorluk ailesi olan Shiden Ailesi ise Yornya’yı 2.385 yıl boyunca hükmetmiş ve kutsal ailelerden biridir.
Kutsal aileler, nesilden nesile aktarılan ve kendilerine özgü güçlere ve yeteneklere sahip teknikler kullanırlar. Bu tekniklere kan bağı olmadığı sürece erişmek mümkün değildir.
Gözler, salona yerlerine yerleşmek üzere hareket eden İmparator Atlas ve Prenses Elena’ya kaymıştı.
Nadiren bir araya gelen üç büyük ülkenin liderlerinin aynı anda bir yerde bulunması, herkesin tedirgin olmasına neden oluyordu.
Tedirgin bakışlar altında İmparator ve Prenses kendilerine ayrılan yerlere oturdular.
Birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından Birleşmiş Devletler Birliği Başkanı’nın işaretiyle konferans başladı.
Başkan sakin bir sesle, “Bugün burada, dünyanın dört bir yanından gelen temsilcilerle birlikte, önemli bir konferansın açılışını yapmak üzere toplanmış bulunuyoruz.” dedi ve devam etti;
“Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sizleri ağırlamaktan büyük bir onur ve mutluluk duyuyoruz.”
Başkan kısa bir ara verip kağıdına göz attı ve ardından, “Günümüzün küresel zorlukları, tek bir ülkenin çözebileceği boyutları aşmış durumda. İklim değişikliği, ekonomik istikrarsızlık, sağlık krizleri ve güvenlik tehditleri gibi konular, uluslararası işbirliği ve dayanışmayı her zamankinden daha önemli hale getirmiştir. Bu nedenle, burada toplanmış olan her birinizin katkısı ve işbirliği büyük bir değer taşımaktadır.”
Başkan biraz duruklayıp Konuşmasına devam etti;
“Son iki yıldır, dünyamız ‘Işığın Tanrıları’ adı verilen terör örgütünün gerçekleştirdiği saldırılarla sarsılmaktadır. Bu terör örgütü, sayısız masum insanın hayatını kaybetmesine ve büyük bir korku dalgasının yayılmasına neden olmuştur.”
Başkan, derin bir nefes aldı ve daha ciddi bir tonla konuşmayı sürdürdü;
“Geçtiğimiz hafta, Metz şehrinde özel silahların bulunduğu bir yere yönelik düzenlenen saldırı, örgütün ne kadar tehlikeli ve organize olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu saldırı sadece askeri varlıklarımızı değil, aynı zamanda halkımızın güvenliğini de hedef almıştır…
Ve daha da acısı, dün Pyon şehrine giden trene yapılan saldırıda sivillerin hedef alınmasıdır. Işığın Tanrıları tarafından düzenlenen bu hain saldırıda birçok masum insan hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Bu saldırılar, uluslararası toplumun bir araya gelerek terörizme karşı ortak bir mücadele vermesi gerektiğini acil bir şekilde bizlere hatırlatmaktadır…
Konferansımızın ana teması olan bu terör saldırıları ve buna karşı geliştireceğimiz stratejiler, sadece bizim için değil, gelecek nesiller için de kritik bir öneme sahiptir.” dedi.
Başkan tekrar kağıdına bakıp devam etti;
“Bu konu etrafında yapacağımız tartışmalar ve alacağımız kararlar, dünya genelinde milyonlarca insanın yaşamını etkileyecek nitelikte olacaktır…
Bugün burada, farklı kültürlerden ve perspektiflerden gelen temsilciler olarak, ortak hedeflerimiz doğrultusunda bir araya gelmiş bulunuyoruz hep birlikte, karşılaştığımız sorunlara yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler bulacağımıza olan inancım tamdır açılış konuşmamı bitirirken, bu konferansın başarılı ve verimli geçmesini diliyorum. Katılımınız ve değerli katkılarınız için hepinize teşekkür ediyorum…
Şimdi, sözü Batı İmparatorluğu’nun Yücesi Atlas Grimaldi’ye bırakıyorum.” diyerek elindeki kağıtları masaya bırakır ve başkan pür dikkatle İmparatorun konuşmasını dinlemeye başlar.
“Saygıdeğer misafirler,
Bir hafta önce Metz’de yaşanan acımasız saldırının yaralarını sarmaya çalışırken, bugün Pyon şehrine giden bir trene yapılan vahşi saldırı haberiyle sarsıldık. Işığın Tanrıları, tren raylarını kesip treni durdurarak tren çalışanları ve 68 masum sivili hiç iz bırakmadan katletmiştir ve uzun süren araştırmalarımızın sonucunda Thule Cumhuriyeti ve Yornya İmparatorluğu olmak üzere burda bulunan çoğu ülkenin içerisinde casus ve hainler yerleştirilmiş durumda.”
Atlas’ın sözleri, salondaki liderler ve temsilciler arasında adeta bir şok dalgası yaratmıştı.
Herkes şaşkınlık ve hayret içinde birbirine bakarken, fısıldaşmalar hızla arttı. Yüzlerindeki şaşkınlık ifadeleri kelimelere dökülemeyecek kadar belirgindi.
Sessizlik bir anda bozulmuş, konferans salonu uğultularla dolmuştu.
İmparator derin bir nefes alarak, “İkiz Azizeler Nell ve Eleanor’un bize bildirdiği o hain, belki de çoktan dünyaya inmiş olabilir.” dedi.
-Devam Edecek-