After The Big Bang - Bölüm 2
Adımımı hızlandırarak Vitesse’i kullandım ve önümde duran saldırganın önüne hızla atıldım.
Kılıcımı saldırgana doğru yüzüne nişan alarak bir hamleyle savurdum.
Saldırgan, saldırımı fark edip kılıcıyla savunma yaparak anında karşılık verdi.
Hiçbir açık bırakmadan, doğrudan boynumu hedef alarak kılıcını hızla savurdu.
Engellemesi zor bir saldırı olmasa da, onun gibi biri için fazlasıyla hızlıydı.
Boynuma doğru gelen saldırıdan, hızla aşağı eğilerek kurtuldum.
Eğildiğim anda sol ayağımla saldırıp onu düşürmeye çalıştım, ancak saldırgan geriye doğru zıplayarak kaçındı.
Hızla ayağa kalktım ve iki saldırganı dikkatlice inceledim.
Orta boylarda, normal insanlar gibi görünmelerine rağmen, savaş boyunca enerjilerini hiç hissetmemiş olmam tuhaf.
Kılıcımı çarpıştığım saldırgana doğrultarak gülümsedim.
“İlk saldırımdan kurtulduğuna göre baya yeteneklisin.”
“…”
“Cevap vermek istemiyorsanız, siz bilirsiniz,” dediğim anda, saldırganlardan biri bir anda arkamda belirdi.
Sol elindeki kılıcıyla hızla sağ omzuma doğru savurdu.
Çevik bir hareketle yana çekilip kılıcımı yukarı kaldırarak saldırıyı savuşturdum.
Diğer saldırgan, savunmada olduğum anı fırsat bilerek hızla yanıma yaklaşıp kılıcını göğsüme doğru savurdu.
Geriye adım atarak kılıcımla saldırısını engelledim, ardından hızla ayağımla karnına bir tekme savurdum.
Trenin darlığı hareketlerimi fazlasıyla kısıtladığı için, onları yenmenin hızlı bir yolunu bulmalıyım.
Bir an bile tereddüt etmeden ileri atılıp kılıcımı saldırganın göğsüne doğru savurdum.
Saldırgan kılıcını çapraz şekilde tutarak saldırımı engelledi.
Bu sırada arkamdan yaklaşan diğer saldırganın hamlesini hissedip hızla dönerek kılıcımı göğsüne sapladım.
Göğsünden kesilen saldırgan birkaç adım geriye çekilerek eliyle yarasına dokundu.
Sonunda biri eksildi diye düşünürken, göğsündeki kesiğin yaralarından siyah dumanlar çıkarak iyileşmeye başladığını fark ettim.
“Bu nasıl mümkün oluyor?”
Herhangi bir ruh enerji kullanıcısı kutsal kanlardan olmadığı sürece, ufak bir kesiği bile iyileştiremez.
“Siz kimsiniz böyle?”
“…”
“Şu ana kadar enerjilerinizi gizleyebilmeniz de normal değildi.”
Biraz enerjimi kullansam bir sorun çıkmaz sanırım.
Gözlerimi kapattım ve damarlarımda dolaşan kanın az bir kısmını enerjiye dönüştürerek kılıcıma aktardım.
Kılıcımdan akan enerjiyle biraz önce kestiğim saldırganın hızla yakınına gelerek kılıcımı sağ karnına doğru savurdum.
Saldırganın karnına derin bir kesik attıktan sonra, kanlar etrafa saçıldı.
Karnındaki derin kesiğe rağmen, saldırgan inanılmaz bir hızla boğazıma doğru uzandı.
O anda, içgüdüsel olarak alttan sol elimi silah şekline alarak Balle’yi ateşledim.
Karnındaki derin kesikten akan kana rağmen, saldırgan inanılmaz bir hızla boğazıma doğru uzandı. O anda, içgüdüsel olarak alttan sol elimi silah şekline dönüştürdüm ve Balle’yi ateşledim.
Ateşlemenin etkisiyle saldırganın uzattığı el koparak parçalara ayrıldı, etrafa et ve kemik parçaları savruldu.
Şimdi hamle yapmak için tam zamanıydı.
Kılıcımı hızla sol tarafıma alıp boynuna doğru savurdum.
Hızıma yetişemeyen saldırgan geri çekilmeye çalışsa da, boynuna inen darbeyle kafası kopmuş oldu.
Kafasının kopmasıyla başından ayrılan bedeni yere yığıldı.
Kopup yere düşen kafadan beyaz bir duman çıkmaya başladı.
Duman, ince bir sis gibi etrafa yayılarak havada garip bir koku bırakıyordu.
Ne oluyor bilmiyorum sadece onları yenmeye odaklansam yeterli.
Üstüne çok düşünmeden arkamdaki saldırgana dönerek,
“Ben arkadaşınla çarpışırken bir şey yapmaman senin tarzın mı?” dedim.
Sessizliğini bozmadan kılıcını bana doğrultmaya devam etti.
“Doğru ya, cesetler konuşmaz,” diyerek üzerine doğru dört Balle ateş edip yanına hızla yaklaştım.
Gelen Balleleri kılıcıyla engellemeye çalışırken, hızla sağ tarafına boğazına doğru kılıcımı savurdum.
Bu saldırımı kılıcıyla engellemeye çalışsa bile, kılıcımdaki enerji sayesinde onun kılıcının kırılmasına sebep olacak.
Ki dediğim gibi de oldu; kılıcıyla savunma yaptığı anda, kılıcım onun kılıcını kırıp boynunu kesti.
Boynu bedeninden ayrıldığı vakit, önceki saldırganda olduğu gibi, ağzından duman çıkarak etrafa yayıldı.
“İğrenç.”
Tren derin bir sessizliğin içindeyken, arka tarafında büyük bir patlama sesi duydum.
“Ne oluyor böyle?”
Patlama, trenin sallanmasına sebep oldu.
“Arka taraflarda bir şeyler oluyor bakmam gerek.”
Trenin tavanına büyük bir yarık açtım ve çevik bir hareketle yukarı sıçrayarak gürültüyle sallanan vagonun üstüne çıktım.
Rüzgar saçlarımı savururken, etrafa yayılan enerji yüzüme çarpan soğuk bir hava gibi hissettirdi.
“Etrafta yayılan büyük bir enerji var.”
Trenin ışıkları, çevreyi hafifçe aydınlatarak etrafta kılıçlarını çekmemiş yüzlerce kapüşonlu kişinin varlığını görmeme imkan verdi.
Trenin patlamanın olduğu yerde, alevlerin arasından dört güvenlik görevlisinin fırladığını gördüm.
Yayılan dumanla onların yere düşüşünü izledim.
Yaralı ve bitkin olmalarına rağmen, güvenlik görevlileri büyük bir çabayla yerden kalkıp kılıçlarını doğrultarak saldırganlarla savaşmaya devam ettiler.
“Fazla uzakta değiller, yanlarına gelip ne olduğunu anlamalıyım.”
Enerjimi bastırarak fark edilmeden hızlıca yaklaştım ve olanları gözlemledim.
Savaştığım diğer saldırganlara kıyasla, güvenlik görevlileriyle savaşanlar çok daha güçlüydü.
Bu saldırganların saldırı ve savunmaları neredeyse mükemmeldi.
Her hareketleri ustalıkla planlanmış ve ölümcül derecede etkiliydi.
“İlginç.”
İşin ilginç yanı, yara alsalar bile savaştığım diğer saldırganlara göre çok daha hızlı iyileşmeleriydi.
Yaraları neredeyse anında kapanıyor ve güçlerini yeniden kazanıyorlardı.
“Kutsal ailelerden bu kadar fazla insan yok, böyle bir şey nasıl mümkün olur?”
Çarpışmanın beşinci dakikasında, iki güvenlik görevlisi çevreleri sarılarak öldürüldüler.
Güvenliklerden birinin bağırarak, “Lanet olsun! Ne yapsak fayda etmiyor. İstihbaratın bize anlattığı gibi yaptık ama işe yaramıyor!” dediğini duydum.
Güvenlikler, kılıçlarına enerji aktararak her seferinde saldırganların kalplerine darbeler indirse de bu hiç işe yaramadı.
“Kutsal kanlar iyileşme yeteneğine sahip olsalar da bu kadar hızlı iyileşmiyorlar.”
Bu sırada güvenlikler yorulmuş ve dizlerinin üstüne çökerek pes etmişti.
“Bu, daha çok travma vakalarındaki hızlı iyileşmeye benziyor.”
Travma geçiren birinin kalbi, olay anında hızlanır ve büyük bir enerji patlamasıyla beyni iflas eder.
Bu durum, insanlığını kaybedip ölümsüze yakın bir canavara dönüşmesine neden olur.
Bugüne kadar bunun hiçbir çözümü bulunamamıştı.
“Bu hiç mantıklı değil…”
Kendi kendime durumu analiz etmeye çalışırken, arkamdan flörtöz bir şekilde “Merhaba küçük hanım~” diyen bir kadının sesini duydum.
Arkamdan gelen sesle hemen arkamı döndüm.
“Sen kimsin?”
“Aman aman, sakin ol küçük hanım~”
Karşımdaki kadına karşı kılıcımı iki elimle sımsıkı kavrayarak savunma pozisyonu aldım.
Karşımda sakin bir gülümsemeyle duran, 1.75 boylarında olduğunu düşündüğüm, uzun siyah saçlı ve açık pembe gözlere sahip bir kadın vardı.
Pembe inci küpeleriyle dikkat çeken kadının, yandan yırtmaçlı elbisesinden bacaklarındaki gül desenli dövmeler görünüyordu.
“Sana kimsin dedim?”
Sakin gülümsemesiyle beni hiç kesmeden inceleyip “Burada seninle karşılaşmamız ne hoş bir tesadüf, küçük hanım. Bu da kaderin bir cilvesi mi acaba?” dedi.
“Neyden bahsediyorsun? Beni tanıyormuş gibi konuşma!”
“Tanıyoruz, hepimiz seni çok iyi tanıyoruz Mae~”
“Adımı nerden biliyorsun?”
Neler oluyor böyle? Bu kadın kim ve ismimi nereden biliyor? Kutsal ailelerle bir ilgisi mi var?
“Merak etme seni öldürmem~”
Sakin bir gülümsemeyle, normal kılıçlardan biraz daha kısa olan iki kılıcını kınından çekerek bana doğru yürümeye başladı.
İlk adımını atar atmaz etrafındaki hava titremeye başladı, ondan yayılan enerji o kadar yoğundu ki içimde korkunç bir güç hissettim.
Enerjisi öylesine yoğun ve eziciydi ki, nefes almakta zorlanıyordum.
Onunla savaşmam doğru olur mu bilmiyorum. Tek başımayım gücümün hepsini kullanamam.
“Küçük meyvemiz ne kadar olgunlaştı öğrenelim bakalım~”
Bir anda üzerime gelerek kılıçlarını savurdu. Geri adım atarak karşılık verdim. Çift kılıcıyla tekrar üzerime saldırmaya başladı. Her darbeyi engellemeyi başarsam da, az enerji kullandığım için geriye doğru itilip duruyorum.
“Gerçek gücünü kullan Mae tutma kendini burda kimse yok~”
Göz ucuyla güvenliklere baktığımda ayakta kalan güvenliklerin öldüklerini fark ettim.
“Korkma, geçen yıllarla beraber gücünü biraz kontrol etmeyi öğrendiğini biliyoruz. Her şeyini bana karşı ver küçük hanım~”
Gücümün birazını kullansam sorun olmaz.
Kılıcıma biraz daha enerji aktararak saldırılarına karşılık verdim.
Karşılık vermemle kadın geriye doğru sıçradı.
“Karşılık vermeye karar vermiş gibisin~”
“Senin gibi bir düşmana her şeyimi verecek değilim, heh!”
“Hmmm~ öyle mi?”
“Dikkatli olmalıyım kontrolü kaybetmem durumunda her şey biter.”
Kalbim hızlandı, ruhum kutsandı. Kanım enerjim oldu, zihnim düşen en küçük yaprağı bile hisseder oldu.
“Patlamadan çıkan ateşin kıvılcımlarını hissedebiliyorum…”
Vitesse’i kullanarak önümdeki kadının arkasında bir anda belirdim.
Kılıcımı boynuna doğru salladığım anda, hızla arkasına dönerek saldırımı kolaylıkla durdurdu.”
“Mae, sana her şeyini ver dedim.”
“Yeni başlıyoruz.” diyerek gülümsedim.
İkimiz de aynı anda hamle yaparak kılıçlarımızı büyük bir hızla çarpıştırdık.
Kılıçlarımızın çarpışmasıyla çıkan kıvılcımlar, gece karanlığında uzaktan birisinin görebileceği kadar netti.
Kılıçlarımızı o kadar hızlı çarpıştırıyorduk ki, çıplak gözle takip etmek imkansızdı.
Rakibim Vitesse’i kullanarak sol tarafıma saldırıya geçtiğinde, kılıcımla kendimi savunarak saldırısını durdurdum.
O anda kılıçlarımız birbirine kenetlenirken gözlerimiz buluştu.
“Ne kadar güzel büyüdün küçük hanım~ bu seviyedeyken bile bana karşı çıkabiliyorsun.”
“Ne saçmaladığını umursamıyorum. Seni burada durdurup beni nasıl tanıdığını söyleyeteceğim.”
Dudaklarında zarif bir kıvrım beliren kadın, alaycı bir tonla “Yapabilirsen yap.” diyerek zarif bir hareketle geri çekildi.
Sözlerinin ardından enerjisi katlanarak arttığını hissettim .
“Hazır ol küçük hanım, geliyorum!”
Tam bana tekrar saldırmak için bir adım atacakken, kadının arkasından aniden siyah kapüşonlu, gölgelerde saklı bir figür belirdi.
Yüzünü gizleyen siyah bir maske takıyordu ve gözlerinin keskin bakışları üzerime dikilmişti.
Bu da kim? Enerjisini hiç hissetmedim bile.
Maskeli kişi, sesini alçak ve pürüzlü bir tonda tutarak, “Bize söylenen tekniklerle kutsal mührü kırıp içindeki eşyayı alabildim efendim.” dedi.
Sesi, sanki bir mağaradan yankılanıyormuş gibi ürperticiydi.
“Hmm… tam zamanında geldin aslında, yoksa karşındaki hanım yaralanacaktı.”
Kılıcını kınına sokup arkasında duran kapşonlu adama dönüp elini uzattıp “Ver.” dedi.
Hiç ikiletmeden eline üçgen prizma şeklinde bir eşya verdi.
“İnsan bedeninde kullanması zor olacak.”
Eşyanın üstünde kapalı gözle birleşik gül motifi vardı.
Kadının az önce benimle savaşırken dikkatinin dağılmasına sinirlendim.
“Hey! Ben karşındayken dikkatini dağıtma!” dedim.
“Aman~ üzgünüm, kavgamız burada bitmek zorunda.”
“Ne?”
“Bunu almak için gelmiştim sadece.”
“Sadece bunu almak için mi herkesi öldürdün?”
“Enerjini hissedince seni görmek istedim. Benim için bile sürpriz oldu bu küçük hanım.”
“Sana son kez soruyorum kimsin sen?”
Kısa bir sessizliğin ardından alaycı bir gülümsemeyle, “Casillas’ı bulmak istiyorsun, değil mi?” dedi.
“Ne, onu nereden tanıyorsun? Kimsiniz siz?” diyerek bağırdım.
“Casillas’ı görmek istiyorsan 6 ay sonra Batı İmparatorluğu’nun başkenti Babil’e gelmen yeterli.”
“Sana kim olduğunu soruyorum. Siz kimsiniz? Onu nereden tanıyorsunuz? O nerede?” diyerek bağırdım.
“Zaman içinde her şeyi öğreneceksin küçük hanım~”
O anda elindeki prizmanın gözleri açıldı ve arkasından siyah bir kapı belirdi.
Kadın etraftaki saldırganlara seslenerek, “Çocuklar, gözlerinizi kapatmanızı öneririm. Diğer boyutta görmek istemeyeceğiniz şeyler olabilir.”
Bir anda, ben hariç etraftaki herkesin arkasında siyah bir kapı belirdi.
Kapılardan uzun, yapışkan eller çıkıp herkesin bedenine yapıştı.
Kadın bana bakarak, “Olgunlaşmış bir elma ol, Mae~” dedi ve ardından hızla kapının içine çekilmeye başladı.
“Hiç bir yere gitmiyorsunuz hepiniz!”
Vitesse’i kullanarak hızla ona yaklaşmaya çalıştım. Fakat kapıya o kadar hızlı çekildi ki, vardığımda etraftan kayboldu.
Etrafıma baktığımda, ölenler dışında herkes kaybolmuştu.
Birkaç saniyelik sessizlikten sonra yere çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım.
“Bu ne demek oluyor Casillas?”
-Devam edecek-