Bir Romanın Sonsuz Döngüsü - Bölüm 2
Bölüm 2 – Kapağın Arkasındaki Sonsuz
Döngünün Uyanışı
Gunwoo, son sayfanın altındaki bulanık, silik harfleri süzdü. Kelimeler zihninde
yankılanıyordu, sanki tüm hikaye bu tek cümlede gizliydi.
“Bu hikayenin sonu ancak ■■■■■’nın ■■■■■■ tarafından yazılabilir.”
Bir anlam veremedi. Cümleyi tekrar okudu, ancak eksik kelimeler, bu boşluklar, anlam
çıkarmasını engelliyordu. Hikaye sanki kendini açığa vurmaktan kaçınıyor, gerçeği perde
arkasında tutuyordu.
“Bu saçmalık olmalı,” diye fısıldadı. Ama içindeki huzursuzluk dinmiyordu; bu yazının bir
tesadüf olmadığını, ona bir şey anlatmaya çalıştığını hissediyordu.
“Herhalde yazar bir şaka mahiyetinde yazmış,” diye düşündü, ancak bu düşünce içindeki
huzursuzluğu yatıştıramadı. Cümledeki ciddiyet, bunun öylesine eklenmiş bir ifade
olmadığını hissettiriyordu.
Ve asıl tuhaf olan… kitabın yazarını bilmiyordu.
Yazar adı ne kapağında ne de herhangi bir sayfasında vardı. Elindeki tek ipucu bu eksik,
gizemli cümleydi.
Kimdi yazar? Neden kimliğini saklamıştı? Kitabın sonu, gerçekten bu belirsiz ismin “■■■■■■”
olmadan yazılamayacak mıydı?
Tam kitabı bırakıp uzaklaşacakken sayfaların arasından kıvılcımlar fışkırdı.
Tsu-chut, chuchuchut!!!
Kısa, tiz sesler odada yankılandı. Kitabın üzerindeki enerji titreşiyor, mavi ve beyaz ışıklar
gözlerini kamaştırıyordu. Büyülenmiş gibi elini uzattı ve kapağa dokunduğu anda bedeninde
bir sarsıntı hissetti. Kitapla birlikte yavaşça havaya yükseldi.
Oanda, kitabın sayfaları yerlerinden hızla koparak etrafında dönmeye başladı. Sayfalar bir
fırtına misali çevresinde uçuşup zihnine akıyordu. Kelimeler, cümleler, paragraflar beynine
kazınıyor; her sayfa anılarına işleniyordu. Ancak her yeni bilgi zihnine doldukça, acı
dayanılmaz hale geliyordu.
“Aaaahhh!” diye inledi Gunwoo, ellerini başına götürdü. Sayfaların her biri beynine işlenirken
sanki kafasının içinde yankılanan bir bıçak darbesi hissediyordu.
“Yeter!” diye bağırdı ama sayfalar durmaksızın zihnine akmaya devam etti. Acı tüm bedenine
yayıldı; sayfalardaki her kelime, düşüncelerine çakılmış kızgın demir gibiydi.
“Hayııırr!” Çığlığı odada yankılandı, gözleri istemsizce kapandı. Son bir kıvılcım daha çaktı
ve o dayanılmaz acının altında, tüm bedeni bir anda durdu. Etraf sessizliğe gömülürken
zihninde yankılanan son cümleyle karanlığa sürüklendi:
“Bu hikayenin sonu ancak ■■■■■’nın ■■■■■■ tarafından yazılabilir.”
Ve tüm bu acının ardından nihayet bilincini kaybedip bayıldı.
***
Eun-jung atölyesinde dikkatlice resim yaparken, bir anda yukarıdan gelen sesleri duydu.
Damtenk rek… tak tak… tıkırt…
Bu sesler, tuhaf bir huzursuzluk hissettiriyordu. Boya fırçasını durdurup kafasını kaldırdı,
birkaç saniye kulak kabarttı. Garip sesler devam edince endişesi büyümeye başladı.
Fısıltıyla seslendi, “Gunwoo?”
Cevap gelmedi.
Daha yüksek sesle, “Gunwoo?” diye bağırdı ama yine bir yanıt alamadı. İçini kaplayan
huzursuzluk, adeta bir ağırlık gibi kalbinde yer etti. O an, seslerin ardındaki gizemin
farkındaydı ve tedirginlik içinde kendini toparlamaya çalıştı.
Fırçasını bıraktı, kapıya doğru adım attı ve atölyenin dışına çıktı. Merdivenin başında durup
yukarıya doğru tekrar seslendi, sesi tedirgindi. “Gunwoo… iyisin, değil mi?”
Evde ona ait tek bir ses bile yankılanmıyordu.
Kalbi hızla atarak merdivenden yukarı çıktı. Kapıya yaklaştı ve tedirgin bir şekilde kapıyı
çalmaya başladı.
Tık… tak… tak…
“Gunwoo, ordamısın?” diye sordu, sesi hafifçe titreyerek kapının ardında yanıt bekledi. Ama
içerden gelen tek bir ses yoktu. Sessizlik, içindeki kaygıyı daha da büyüttü. Tekrar seslendi,
“Gunwoo, lütfen cevap ver!”
Ama yine ses yoktu. Kapıyı çalarken parmaklarıyla kapının üzerine hafifçe vurdu ve içindeki
korku artarak, “Gunwoo!” diye haykırdı. Merakla karışık bir endişe içinde, kapıyı açmaya
karar verdi. İçinde ne olacağını merak ederken kapıyı itmeye başladı.
Kapı açıldığında, karşısındaki manzara onu adeta dondurdu. Odanın içi kaotik bir şekilde
dağılmıştı. Dolabın bir kısmı devrilmiş, eşyalar etrafa saçılmıştı. Yerde ise boş kağıtlar dağlar
gibi yığılmış, her şeyin ortasında Gunwoo yerde yatıyordu.
“Ahhh!!!!” diye çığlık attı, sesi titriyordu. İçindeki korku ve panik birleşerek, “Gunwoo!!!
GunwAaahhhh!!!…” diye feryat etti.
Kalbi hızla çarpıyor, gözleri genişleyerek korkuyla doluydu. Odanın karanlık köşeleri,
korkunun içinde daha da derinleşiyordu. Gunwoo’nun hareketsiz yatışı, Eun-jung’un içindeki
tüm umudu yok etmişti.
Zaman sanki durdu, etrafındaki dağınıklık daha da büyüdü. Odanın ağır havası, bir anlık
sessizliğin ardından gelen korku dolu sessizliğe dönüştü.
Eun-jung adım atmaya çalışırken dengesini kaybetti ve sendeledi. Gözleri dolmuş, içindeki
korku sel gibi taşmıştı. “Gunwoo, lütfen…!” diye haykırdı ama sesi odanın duvarlarında
kayboldu.
Boş kağıtlar ve devrilmiş eşyaların arasında, Gunwoo’nun durumu içindeki korkuyu katbekat
artırıyordu. O an her şeyin alt üst olduğunu, belirsiz bir tehlikenin onları beklediğini
hissediyordu. Yavaşça, sanki o anın ağırlığı altında ezilmiş gibi, Gunwoo’ya doğru yaklaştı.
Ama her adımda içindeki endişe daha da büyüyordu.
Eun-jung, korkuyla dolu bir sesle yere yığılmış Gunwoo’yu dürterek, “Gunwoo, kalk!” diye
fısıldadı. Eli, titreyen parmaklarıyla onun omzuna dokundu. Hemen ardından, gözleri yaşla
dolarak, çaresiz bir şekilde devam etti: “Lütfen, kalk… Gunwoo…”
Sesindeki hıçkırıklar, kelimelerini boğuyordu. Hemen yanına çömeldi, gözlerini ondan
ayıramıyordu. İçindeki korku, ona yaklaşmanın ve dokunmanın ne kadar tehlikeli olduğunu
hissettiriyordu ama başka bir çaresi yoktu.
“Lütfen, beni duy!” diye yalvardı. “Gunwoo, bu bir şaka değil, lütfen kalk!”
Yüzündeki korku ve endişe, kalbinde bir ağırlık oluşturuyordu. Hemen elini onun yüzüne
götürdü, soğuk tenini hissetti. İçindeki çığlık, dudaklarının arasından sızdı: “Gunwoo,
lütfen…!”
Ama yine bir yanıt alamadı. O an, gözleri dolmuştu; onun orada yatan halini görmek, içinde
kabus gibi bir korku yaratıyordu. Kendini kaybetmek üzereydi. “Gunwoo!” diye haykırdı, sesi
artık bir fısıldama olmaktan çıkmış, panik dolu bir çığlığa dönüşmüştü.
Her şey belirsizdi; sadece Gunwoo’nun hareketsizliği, her şeyin sona erdiğini
düşündürüyordu. Kalbi, bir şeylerin yanlış gittiğini haykırıyordu. “Gunwoo, lütfen… beni
bırakma!”
***
Gunwoo, gözlerini açtığında derin bir karanlıkla karşılaştı. “Neredeyim ben?” diye mırıldandı,
sesi havada kayboldu. Etrafındaki yoğun karanlık, onu yutacak gibi hissediliyordu. Bu
karanlık içinde, bir anda ışıldayan kelimeler belirmeye başladı. “Burası neden bu kadar
karanlık?” sorusu zihninde yankılandı.
Dikkatini çeken parlak yazılar, etrafında dönerek sanki ona bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş
gibi görünüyordu. Her biri, parlayan birer yıldız gibi, gözlerinin önünde belirmekte ve dans
etmekteydi. “Bu yazılarda ne var?” diye düşündü, kafasını çevirip kelimelere daha dikkatlice
bakmaya çalıştı. Yazılar, ona hem tanıdık hem de yabancı gelen bir dilde yankılanıyordu.
Bir an duraksadı; “Bunlar… ‘Tek Hikaye’nin yazıları mı?” sorusu zihninde belirdi. Karanlıkta
parlayan bu kelimeler, bir hikaye anlatıyordu ama ne hikayesi olduğunu çözmeye çalışmak,
içinde bir kaygı yarattı. Her biri, sanki onunla ve onun hikayesiyle değil, daha büyük bir
bütünle alakalıydı. Yazılar, başka bir dünyanın kapılarını aralayan bir anahtar gibiydi.
Karanlığın derinliklerinde kaybolmuşken, içindeki korku ve merak birbirine karıştı. “Bunlar ne
anlatıyor? Neden buradayım?” diye düşündü, sesinin yankıları karanlıkta kaybolurken,
kendini çaresiz hissetmeye başladı. Etrafında dönüp duran bu kelimeler, onun geçmişini,
geleceğini ve belki de varoluşunu sorguluyordu.
Yazıların arasından fısıldayan kelimeler, sanki kendi iç dünyasının bir yansıması gibiydi. Her
biri, onun hislerini açığa çıkarıyor, karanlıkta gizli kalmış sırları gün yüzüne çıkarıyordu.
“Bunlar benim anılarım mı? Geçmişimle bağlantılı mı?” diye düşündü. Ama metinlerin
karmaşası, onu bambaşka bir gerçekliğe çekiyordu.
Bir adım daha attı ve etrafındaki kelimelere daha da yaklaştı. İçsel bir çağrıyla sanki o
kelimelerden bir şeyler alacakmış gibi hissediyordu. Karanlık içinde parlayan bu yazılar, ona
çıkış yolu sunmayı vaat ediyor gibi görünüyordu. Merakla dolmuştu. “Belki de burada benim
için bir anlam vardır,” diye fısıldadı.
Karanlığın içinde kaybolmuşken, yazıların dansı onu hipnotize ediyor ve ona yeni bir
gerçekliğin kapılarını aralamak için cesaret veriyordu. “Anlamı bulmalıyım,” dedi içinden,
adımlarını daha kararlı bir şekilde atarak yazıların merkezi bir noktasına doğru ilerlemeye
başladı. Karanlıkta beliren her kelime, ona daha fazla bilgi ve anlayış sunma vaadiyle
parlıyordu.
Gunwoo, yazıların merkezine yaklaştıkça, parlayan kelimelerin arasında beliren figürü net bir
şekilde görmeye başladı. Mavi, dalgalı saçları kozmik bir havada hareket ediyor, adeta
uzayın derinliklerinden fısıldayan bir rüzgâr gibi dans ediyordu. Gösterişli cüppeleri,
karmaşık ve mistik desenlerle süslenmişti, her bir desen sanki başka bir hikaye anlatıyordu.
Varlığın ellerinden yayılan enerji, parmak uçlarından ışık hüzmeleri şeklinde akıyor,
etrafındaki karanlığı aydınlatıyordu. Derin bir bilgelik taşıyan bu varlık, sanki yüzyıllar
boyunca bilgeliği içinde barındırıyormuş gibiydi. Yüzü, ışık hüzmeleriyle gizli kalmıştı; ama
her bir hüzme, onun derinliğini ve gücünü yansıtıyordu.
Gunwoo, varlığın etrafında dönen yazıların bu figürden çıktığını fark ettiğinde, bir anda her
şeyin anlam kazandığını hissetti. Ancak varlık, gözleriyle onu görünce sırıtarak, dudaklarını
hareket ettirdi.
[@&##$£§@#&7 @#&71+&]
Devam edecek…