Bilge Okuyucu - Bölüm 50 – Kahin Gecesi (2)
Bölüm 50 – Kahin Gecesi (2)
“Bizim gibi bir kahin mi?”
“Evet, başta hiç anlamamıştım ne olduğunu. Siz kahin olduğunuzu söyleyince anladım.”
“…Öyle mi?”
“Sizden daha fazla bilgisi var gibiydi. Kim Namwoon’u öldürüp gizli senaryoya girdi. Onun yüzünden tüm planlarım da mahvoldu.”
“Öyle biri mi varmış…?”
Tabii var. Hem de karşınızda sizi kekliyor.
“Hatta beni taklit ediyormuş, öyle dediler. Onunla en son karşılaştığımda, ölümle burun buruna gelmişti. Ama Chungmuro tarafındaymış şuan.”
[Takımyıldızı‘Gizli Entrikacı’ size hayran kaldı.]
“…Chungmuro? Yoksa…?”
Jung Minseob şaşırıp telefonunu açtı, Lee Sungkook gibi bir şeyler yazmaya başladı. Galiba diğer kahinciklere haber veriyor.
Jung Minseob aynı anda bana birkaç soru sorup teyit etti.
“Demek bunlar olduuu! Ah… bu yüzden 3.sefer değişmiş!!! şimdi anladım. Sen gerçek Yoo Jonghyuk’sun.”
Jung Minseob konuştuklarımızdan derinden etkilenmiş gibiydi.
“Bu yüzden de… Kim Namwoon yerine az önceki kızı yanına aldın demek! Tek hamlede beni yere sermesine şaşırmadım şimdi. Taşlar yerine oturuyor.…”
Yanlış anlamaları en kilit nokta desem yeridir. Jung Minseob, biraz düşündükten sonra:
“Yoo Jonghyuk’un hikayesini duyunca, Namwoon’u kimin öldürdüğünü anladım galiba.”
“…Tanıdığın birisi mi?”
“Evet. Daha önce dedim mi bilmiyorum ama… tüm kahinler aynı fikirde değil. Yani birbirlerini desteklemeyenler var.”
48 kişi içinden, yanlış ya da eksik hatırlayanların falan olacağını düşünmüştüm zaten.
“Onlar kendilerine ‘12 Akıncı’ diyorlar. Bu grup gerçek kehaneti bildiklerini ve dünyayı değiştirebileceklerini savunuyorlar.”
12 kişi…
- sayfaya kadar okuyanların tam sayısı 12 idi.
“Sizden farkları ne peki?”
“Bizden daha….fazla kehanet kitabını okumuşlar.”
Doğru tahmin etmişim.
“Şuan 11 akıncı var. Galiba karşılaştığınız kişi, bilinmeyen son akıncı.”
Ne güzel hikaye uydurmuşlar be. Tam uymuş her şey. Ama bir dakika…. yanlış mı anlıyorum? Yoksa….?
Bahsettikleri 12 kişiden sonuncusu benim? 50.bölüme kadar okuyan 12.kişi benim!!
“Akıncıları sevmiyorsunuz herhalde?”
“Açıkçası…bizim hedefimizden çok farklı bir hedefleri var. Dünyayı değiştirmek feth etmek, istiyorlar.”
…neden vicdanen rahatsız olduysam bunu duyunca?
“Yoo Jonghyuk’a yardım edip yıkımı engellemektense, kendi bencil hedeflerini gerçekleştirmek istiyorlar. 10 İblis gibiler.”
“10 İblis…”
“Yoo Jonghyuk Bey, lütfen bize yardım et. Onları durduralım.”
Demek bana yaklaşma amaçları buydu. Kahinler arasında bir anlaşmazlık va.. bir süre düşündükten sonra:
“Peki. Size yardım edeceğim.”
“G-gerçekten mi?”
“Bir şartla, evet.”
Lee Sungkook ile Jung Minseob’un yüz ifadeleri sertleşti, cevabımı bekliyorlardı.
“Öncelikle, Changsin istasyonunu bana verin.”
“Huh? Changsin istasyonunu…”
“Dongmyo’nun üstündeki istasyon. Çoktan almadınız mı?”
“Ah, ama Chungmuro’nun hedef istasyonu…”
Jung Minseob bir şeyler biliyor gibiydi. Ama bu anlaşmanın kilit noktası.
Bayrak yarışında hedef istasyonum Changsin idi. Kral yolundan yürüsem bile, bu senaryoyu bitirmek için bu istasyonu almak zorundayım.
Dahası, 4.senaryoyu tamamlayamazsam, grubumla beraber nalları dikeceğiz.
Lee Sungkook’un tavrı tuhaflaştı.
“Pardon, Yoo Jonghyuk Bey ama… bu iş biraz zor.”
“Nedenmiş?”
“Changsin istasyonunu sahibi bizim gruptan değil..”
“Değil mi?”
Dongmyo istasyonunun tam önündeydi. Şaşırtıcı bir durum.
Lee Sungkook iç çekerek, “Zoraki kral kaptı orayı.”
Zoraki kral… bir an kanım dondu.
“…Kral olabildi mi?”
Seul’ün 7 kralından birisi, Zoraki kraldı. Yoo Jonghyuk’a kafa tutacak nadir insanlardan biriydi.
Kral olması için biraz zaman geçmesi gerekmiyor muydu? Dobong istasyonundan başlayıp buralara kadar gelmiş mi?
Düşündükçe içinden çıkamıyordum.
Lee Sungkook bakışlarımı fark edip sordu.
“Aslında… bazı kahinler biraz abartıp ona yardımcı oldular. O da güçlendi. Birkaç kahinle istasyonun sahibi oldu… o soralar kahinler 53 kişiydi.”
Aniden güvenilirlikleri azaldı
Bu konuyu düşünürken, hikayenin başını tam bilmediğimi hatırladım. Bu insanların başarılı olacağını neden düşündüm ki?
“E-endişelenmeyelim. Tiran kralını yenmek için güçlü bir silah hazırlıyoruz. 12 havariyi yenecek bir silah.”
Jung Minseob kabullendi.
“Yoo Jonghyuk Bey, belki bilmiyorsunuzdur. Kehanetleri çözebilmek için çok uğraştık.…”
Çok iyi bildiğim bir konuydu. Bu adamların yalnız olmayacağını da biliyordum. Bunlar, hikayenin içine etmeden durdurmam gerekiyor.
“Ah, iyi oldu ama. Zaten er ya da geç silahı göreceksin.”
“Silahı mı göreceğim?”
“Yarın, 12 havari gelir diye düşünerek, kahinler gecesi düzenlenecek. Eğer…”
Jung Minseob bakışlarını bana kitledi.
“Yoo Jonghyuk Bey, bizimle gelir misin?”
* * *
Sohbetten sonra, Jung Heewon ve Lee Hyunsung ile, Lee Sungkook’un ayarladığı odada bir araya geldim. Chungmuro istasyonunun bayrağına baktım.
Öğleden bu yana, bayrağımın rengi ‘lacivert’e dönüştü. Dongdaemun ve Cheonggu istasyonları sayesinde.
[Lacivert bayrağın özelliklerini kullanabileceksiniz.]
[Artık grup üyelerinizle ‘grup sohbeti’ yapabileceksiniz.]
Artık sohbetimizin dinlenmesine endişelenmeyeceğiz. Grup sohbeti aynı bölgede başka bir üye olmadıkça, dinlenmenize izin vermiyordu.
Kısaca olanları anlattım. Jung Heewon az çok anladı ama Lee Hyunsung şaşkındı.
–Aman tanrım! Geleceği mi biliyorlar?….bu yüzden mi Yoo Jonghyuk gibi davrandın?
–Evet.
–Off… o zaman biraz daha burada kalıp bilgi toplayalım.
–Olmaz.
–Ha?
–Bugün onların icabına bakacağım.
Jung Heewon’a bakarak;
–Özür dilerim, Jung Heewon.
–Önemli değil… birazcık kırıldım o kadar…
–Şaka yapıyorum ya. Dokja, şuan gangster rolündesin değil mi? Özür dileyeceksen, o çocuğun icabına ben bakarım.
Jung Heewon gülümseyip devam etti.
–Bu gece hararetli geçecek mi?
–H-hararetli mi…?
Lee Hyunsung, Jung Heewon’un şakasına şok oldu. Ben de kafamı sağa sola salladım.
–Önce halletmem gereken bir işim var.
–Ne gibi?
–Onlar hareket halindeyken, zor olacak.
Elime bir pelerin alıp konuşmayı kestim. Pelerini üzerime takınca görüntüm kayboldu. Lee Hyunsung şaşırarak sordu.
–Eh? Dokja…?
–Size sinyal göndereceğim. O zaman harekete geçersiniz.
Bir altın üyenin ayrıcalıklı eşyasıydı, 3000 puana alınan bu eşya,
‘Recluse’un Pelerini’
Sadece 5 sefer kullanılabilen bir eşyaydı ancak ‘mutlak gizlilik” adında 20 dakika süren bir yeteneği aktive ediyordu.
Karanlığa karıştım. Seviye 6 veya üstü Mutlak Hisleri olan rakiplere karşı işe yaramazdı ama buradaki kimsenin öyle bir yeteneği yoktu.
Uykulu gardiyanları geçip Han Donghoon’un çadırına ilerledim. Çadırın etrafında Ses Dalgası Engelleyiciler vardı, yani çadıra girdikten sonra başkasının dinlemesi gibi bir endişem yoktu.
Dikkatlice çadırı açıp klavyenin karşısında tek başına oturan bir çocuk gördüm. Karanlık çemberler gündüze kıyasla çok daha kalınlardı.
Yapayalnız oturan bir çocuk. Kahinler onu bitap düşmüş bir makineye çevirmişlerdi. Gerçekle kurguyu karıştıran detayları serpiştirerek geleceği manipüle eden bir propaganda makinesi. Henüz kayda değer bir etkisi yoktu ancak zamanla bu çocuğun değeri artacaktı.
Arkasından sessizce yaklaştım ve ağzını ellerimle kapattım. Han Donghoon nefessiz kalarak şaşkınlıkla çırpındı, ama seviye 10 gücü olan bana karşı dayanması imkansızdı.
Elimi cebime soktum ve Recluse’un Pelerin’iyle getirdiğim Mental Uyandırıcı ilacımı çıkardım. Pahalıydı: 3000 puana mal olmuştu.
Pişman olmadığımı söylesem yalan söylüyor olurdum, ama eğer 3000 puan ile Hermit Kralı’nı alt edebileceksem, karlı bir alışveriş demektir.
İlacı verdikten belli bir süre sonra, Han Donghoon’un gözleri değişti. Hipnoz etkisi kayboldukça çocuğun mantığı da geri dönmeye, yerine gelmeye başladı.
“U-Uhh, sen…”
Hipnoz her şeyi unuttuğu anlamına gelmiyordu. Bu çocuğun kafasında, her türlü travma baş gösteriyordur şimdi. Hipnozun etkisi tamamen geçince, sponsoru belli bir ölçüde araya girecektir.
[‘Han Donghoon’ karakterinin arkasındaki sponsor kendisini açığa çıkardı.]
[‘Perde’nin Arkasındaki Gölge’ takımyıldızı sana teşekkür ediyor.]
[500 puan size destek verildi.]
Han Donghoon, elindeki bayrağı sıkarak geriye doğru birkaç adım attı. Bayrağı yakından izleyerek dikkatlice uzaklaştım.
“Endişelenme. Bayrağını kapmak için burada değilim.”
“Uh-Uwah, ah…”
“Zeki olduğun için çoktan anlamış olmalısın. Eğer sana zarar vermek isteseydim, Hipnoz etkisinden seni kurtarmazdım.”
“O-o zaman–”
“Arkadaş olmak istiyorum.”
Han Donghoon’un gözleri titredi. Birkaç saniye için bekledim. Anca kafasındaki türbülans geçtikten sonra sakinleşebildi.
Han Donghoon kolayca konuşacağa benzemiyordu. Bana, bu çocuğun bir sorunu olduğunu hatırlattı.
“Açık açık konuşmak istiyorum? Eğer sorun etmezsen, bunu konuşarak çözmeyi isterim.”
Han Donghoon elindeki telefona baktı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı.
[‘Han Donghoon’ karakteri senin telefonunda ‘Geniş-Alan İnternet Seviye 5’ aktive etti.]
[‘Han Donghoon’un bilinci rahatsız edilmediği süreci ‘Seoul Kubbesinde’ herhangi bir alanda Internet kullanabilirsiniz.]
Bir süre sonra, telefonun mesaj uygulamasında Han Donghoon’un ismi belirdi.
–Sen kimsin?
–Seni arıyordum.
–Lee Sungkook da öyle demişti.
–Olabilir.
–Ben…
Çocuğun titreyen parlakları daha fazla cümle üretemiyordu. Fark ettim ki bu çocuğu ikna etmek fiziksel olarak imkansızdı.
10 günden fazladır, çocuğun yaraları kolay kolay iyileştirilemeyecek bir duruma gelmişlerdi.
–Seni anlıyorum. Yaşadıkların korkutucu ve kafa karıştırıcı olmalı.
[‘Han Donghoon’ karakteri yüksek oranda huzursuz.]
–Saçmalama.
–Ben diğerleri gibi değilim; farklıyım.
–Sana inanmıyorum.
-Kahinlerden nefret etmiyor musun?
Han Donghoon’un gözleri titredi. Hipnozun etkisinden ötürü çocuğun gözlerinde pişmanlık akıyordu.
-Eğer bana izin verirsen, onlardan kurtulabilirim.
-…Neden? Sen de bir kahinsin.
-O hakinlerin var olmamaları gerekiyor. ‘Finale müdahale ediyorlar.
Han Donghoon anlamayan gözlerle bana baktı ve ardından klavyesindeki tuşlara bastı.
-Benden… Ne istiyorsun? Zaten amacın; yeteneklerimi kullanmak.
Yukarı baktım ve yavaşça ağzımı araladım.
–Hayır, aslında istediğim tam tersi.
Yüksek sesle konuşurken Han Donghoon’un gözlerine bakıyordum.
“Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin.”
* * *
“O salakların zamanı bitti. Yarın her şey son bulacak.”
“Ah… bunlar bittiğinde, bir şişe sojuyu kafama dikeceğim.”
“Evet. O pisliğin gözlerini gördün mü? Bilgeli Gözleryiyle, beni bir kere süzdü ve az daha kalp krizi geçirecektim.’’
“Haha, sadece ilk bölümü okumuş birisi nasıl Bilgeli Gözleri biliyor?”
Neşe dolu sesler.. O kadar heyecan vericiydi ki biraz daha dinleyip durmak istedim.
“Hey, diğer kahinler hala şüpheliler… onları nasıl ikna edeceğiz? Chungmuro’ya gitmem için beynimin etini yiyip duruyorlar…”
“Telefonunu ver, onlarla konuşayım. Her durumda… huh?”
Jung Minseob’un yüzü klavyeyle oynadıkça sertleşti.
“Neden Internet çalışmıyor?”
“O velet yine mi uyuyor? Gidip kontrol et.”
Jung Minseob kalkıp tam da çadırdan çıkmak üzere elini uzatmıştı ki vücudu bir şeye çarptı.
“B-bu da ne…?”
Chiiiiiing!
“Aaaagh!”
Jung Minseob çığlıklar içinde yere düştü. Recluse’nin Pelerini’ni çıkardım ve İnanç Bıçağı’nı tuttum.
“Y-Yoo Jonghyuk? Nasıl yani?”
Jung Heewon çadırın dışından kafasını içeri sokunca şaşkın haldeki Lee Sungkook tökezleyiverdi.
“Birkaçını ben hallettim. Ama hala sayıları çok fazla… Çok uzun süre dayanamam.”
Jung Heewon’un kaybolmasıyla dışarıdan gelen savaş seslerinin duyulması bir oldu. Şimdi gardiyanlar kesin başımıza üşüşeceklerdir.
“B-bize saldırırsan, olacaklardan bilmiyor musun? Yoo Jonghyuk, hepimizle baş edemezsin!”
“Hepiniz mi? Herkesle savaşmama gerek yok. Sadece seni halletmem yeter.”
Bu sözler üzerine, Lee Sungkook’un dudaklarını titretti.
“Kusura bakma, Yoo Jonghyuk ama senin bunu yapmana izin vereme-”
Kudududuk!
Yere düşen Jung Minseob’un yanına fırlayarak eter kılıcımla giydiği zırhı kesmek için savurdum. Çığlıklar attı.
“Aack!”
Derisi yarıldı ve kıyafetinden bir parça yere düştü. Düşen kumaşı elime aldım.
[‘Dongmyo Grubunun bayrağını kazandınız.]
[Lacivert bayrağınız, lacivert bayrağın birikmiş kazanımları içine çekti.]
[Lacivert bayrağınız, kahverengi bayrağa dönüştü.]
[Güçlü bir bayrak sizi koruyor.]
“Dongmyo’nun gerçek temsilcisi sensin.”
“N-Nasıl…?”
“Ne kadar aptal olursanız olun, bayrağınızı bu kadar gururla göstermezdiniz.”
Han Donghoon’a temsilci görevini vermeleri baştan garipti zaten. Geleceği biliyorlardı ama novelden hiçbir karaktere temsilci görevini vermemişlerdi.
Ancak, Lee Sungkook temsilci değildi. Tek bir cevap kalmıştı.
[Dongmyo Grubunun kalan üyeleri, seçiminizi bekliyor.]
Artık gardiyanların hiçbir anlamı kalmadı. Umutsuz Jung Minseob kekeledi, “Y-Yoo Jonghyuk! Diğer kahinler bunu öğrenecek…”
“Internet çalışmazken nasıl haber vereceksiniz?”
Tüm planlarının paramparça olduğunu fark eden Lee Sungkook ağlamaya başladı.
“Neden… bunu bize neden yapıyorsun?”
“Sizce neden….? Bu sorunun bir anlamı yok aslında. ‘gerçek Yoo Jonghyuk’ olsaydım bile, sizin gibi kişilerle bir ittifak kurmazdım.”
“N-ne…yoksa…?”
Soluk renkli ikiliye sırıtarak baktım ve güldüm.
“Romanı sonuna kadar okumanız gerekirdi, gençler.”
Çeviren: SerhatŞ
Düzenleyen: fatoshisme