Solentra - Bölüm 11
Thalric, Vigeren’in taş surlarının önünde durmuştu.
Arkasında Almira ve Berron, sessizce bekliyordu.
Önünde ise… Arthur, Bel, Kaen, Marn, Luneth ve Riven duruyordu
Güneş henüz batmamıştı ama gölgeler uzundu. Arthur son bir kez geri döndü.
Arthur:
“Her zaman yanınızdayız.”
Thalric, birkaç saniye düşündü. Sonra başını eğdi.
Thalric:
“Siz geldiniz ve burası yeniden bir krallık oldu.”
(başını kaldırır)
“Bunun için minnettarım. İyi yolculuklar gerçek kahramanlar.” Birbirlerine sadece baş hareketiyle veda ettiler.
Solentra’ya yolculuk 3 gün sürecekti.
At arabası toprak yolu ağır ağır kat ediyordu.
Luneth, camdan dışarı bakıyor; Vereth kemerinde, fısıltılarla kıvranıyordu.
Vereth:
“Hissediyorum… Kan…
Bir şey var.
Yüzeyde değil…
Bana sanki… hapsedilmiş gibi geliyor.”
Luneth:
“Yol boyunca bir kere daha ‘kan’ dersen, seni çakıl taşına dönüştürürüm.”
Vereth: “Kan.”
Luneth burnundan soluyarak pencereye döndü.
Ertesi günün sabahı, ufukta bir köy silueti belirdi. Haritanın kenarındaki nokta: “Nellmoor.” Burası Solentra ile Vigeren’in sınırıydı.
Arthur at arabasından indiğinde, köylüler onları görünce saygıyla baş eğdi.
Ama yüzlerde huzur yoktu.
Bir yaşlı adam öne çıktı.
Köylü:
“Sınırda devriyeyi gördüğümüzde sevindik.
Ama… bizim derdimiz başka.”
(ses titrek)
“Hayvanlarımız… ölü bulunuyor.
Ama… hiçbirinin vücudunda kan kalmamış. Damarlarına kadar çekilmiş sanki.”
Arthur gözlerini kıstı. Köylü devam etti:
“Ve… genç bir adam, Torlen… Bir haftadır kayıp.” Vereth aniden fısıldadı:
Vereth:
“Bunun adı açlık. Ama ruhsal değil. Daha… akışkan.”
Kılıcın konuştuğunu gören köylüler irkildi.
Luneth:
“Ben sana herkesin yanında konuşma demedim mi!” Vereth:
“Gerçek patron benim… Benim dediğim gibi olur her şey.” Luneth yakınarak elini alnına koydu.
Riven diğer çocuklarla oyun oynamaya başlamıştı bile.
Myra:
“Riven dur hasta olacaksın”
Riven:
“Sıkıysa yakalaaa!”
Arthur, Riven ve Myra’ya bakıp güldü Bel gri gözleriyle Arthur’un gülüşüne baktı.
Yolculuk herkesi yormuştu.
Herkes dinlenmek için odasına çekiliyordu. Köy meydanına sessizlik hükmediyordu.
Bir gün köyde kalıp sabah aramalara katılacaklardı. Ertesi gün yola çıkacaklardı.
Günün akşamı Luneth uyandı.
Hava almak için dışarı çıkıyordu.
Koyu mavi saçları ay ile uyumluydu.
Üstüne taş gibi zırhını her zamanki gibi kuşanmıştı.
Kaen’i dışarıda gören Luneth yanına ilerledi. Kaen gözcülük yapıyordu. Beraber yürümeye başladılar Bir anda…
Vereth (Ciddi bir sesle): “Luneth.”
Luneth bir eliyle kılıcını kuşandı.
Kaen neler olduğuna anlam verememişti.
Vereth ciddi bir şekilde Luneth’e yol tarif ediyordu.
Luneth, Verethin dediği şeyleri sanki öncesinden tahmin ediyordu.
Vereth (ciddi bir fısıltıyla):
“Sol tarafa.
Çürümüş çam ağacını geç… Oradaki sessizlik… normal değil.”
Luneth bir anlık tereddüt etti.
Kaen’in gözlerine baktı.
Kaen başını salladı.
“Yalnız gitme” demeden anlaşıyorlardı.
O kadar hızlılardı ki, köyden adeta ışık hızında uzaklaştılar.
İkili sessizce ama hızlı bir şekilde köyün dışına çıktı.
Ay ışığı zayıftı, ama yıldızlar… daha da sönüktü sanki.
Adımlar ıslak toprağa gömülüyordu.
Yaklaştıkça… hava soğudu.
Bir sis, toprak üstünde incecik yayılmıştı.
Ve kokusu vardı.
Kan değil.
Kan eksikliği.
Vereth: “Yaklaşıyoruz.”
Birkaç dakika sonra kulübe ve yanında ağaç.
Bir anda… Ağacın orda gölge belirdi.
Ağacın dibinde cesetti bu.
Torlen’in cesedi.
Ama gözleri açık.
Kaen diz çöktü.
Cesede baktı, hiç kan yoktu. Beden kupkuruydu.
Vereth (fısıltıyla): “İşte… Torlen.”
Luneth’in gözleri kısıldı.
Kaen diğerlerine haber vermek istedi
Tam o anda…
<<Discord: @kerpetenes>>