The Larvas's Evolution Journey - Bölüm 1 - İhanetin Soğukluğu ve Açlığın Doğuşu
Bölüm 1: İhanetin Soğukluğu ve Açlığın Doğuşu
Çeliğin etimi kestiğini hissetmedim bile.
İlk hissettiğim şey soğuktu. Sırtımdan girip göğüs kafesimin altından çıkan o buz gibi metalin, ciğerlerime dolan sıcak kanla yarattığı tezatlık. Nefes almaya çalıştım ama boğazımdan sadece boğuk bir hırıltı ve kırmızı köpükler döküldü.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerim, önümdeki devasa, obsidiyenden oyulmuş kapıya kilitlenmişti. O kapının ardında, bu zindanın, “Yaslı Krater”in son patronu yatıyordu. Ve o kapının önünde, benim dışımda üç kişi daha vardı.
Yıllardır sırtımı dayadığım üç kişi.
“Kusura bakma, Elian,” dedi Kael. Sesi o kadar sakindi ki, sanki akşam yemeğinde tuzu uzatmamı istiyordu. Elindeki kanlı hançeri, pahalı ipek bir mendille siliyordu. O hançeri ona ben almıştım. Geçen yılki doğum gününde, başkentin en iyi demircisine özel olarak dövdürmüştüm. “Biliyorsun, lonca kuralları katı. Ganimet beş kişiye bölününce… pek bir anlamı kalmıyor. Dört kişi bile fazla ama idare edeceğiz.”
Bakışlarımı zorla yukarı kaldırdım. Kael’in arkasında duran Lena’yı aradı gözlerim. Grubun şifacısı. Birkaç gece önce, kamp ateşinin başında bana gülümseyen, yaralarımı sararken elleri titreyen kadın. Şimdi yüzünde ne bir üzüntü ne de bir pişmanlık vardı. Sadece bıkkınlık. Asasını yere vurup beyaz bir ışık huzmesi yarattı ama bana değil, Kael’in zırhındaki küçük bir çiziğe odaklanmıştı.
“Çabuk olalım,” dedi Lena, bana bakmadan. “Boss’un uyanma döngüsü başlamak üzere. O leş, yaratığı oyalayacaktır.”
“Leş…” diye düşündüm. Zihnim bulanıyordu. Demek adım buydu artık.
Yanlarındaki devasa tank, Goran, omuz silkti ve dev kalkanını sırtına yerleştirdi. “Yazık oldu. İyi bir izciydi. Tuzakları koklayarak buluyordu resmen.”
“İzci bulunur Goran,” dedi Kael, kapının mekanizmasını çalıştıran taşı yerine yerleştirirken. “Ama efsanevi seviye bir çekirdek, ömür boyu bir kez ele geçer.”
Devasa taş kapı gürültüyle, yerleri titreterek kapanmaya başladı. Aramızdaki mesafe, kapanan taş bloklarla birlikte karanlığa gömülüyordu.
Son bir gayretle elimi uzattım. “Neden…” diye fısıldayabildim. Sesim kendime bile yabancıydı.
Kael son kez dönüp bana baktı. Gözlerinde nefret yoktu. Sadece saf, buz gibi bir hesapçılık vardı. “Bu sadece iş, Elian. Kişisel algılama.”
Kapı kapandı. Güm.
Ve ben, zifiri karanlıkta, sırtımda bir delik ve kırık bir kalple yalnız kaldım.
Ama yalnızlığım uzun sürmedi. Kapının ardındaki o devasa varlığın, Boss’un uyanışını hissettim. Yer sarsıldı. Arkamdan, mağaranın derinliklerinden gelen sıcak, kükürtlü bir nefes ensemi yaladı. Dönüp bakmadım bile. Bakacak gücüm yoktu.
Bilincim kapanırken duyduğum son ses, kemiklerin kırılma sesiydi. Benim kemiklerimin.
Sonra hiçlik.
Sonsuz, zamansız, mekansız bir karanlık. Burada acı yoktu. İhanet yoktu. Kael’in sahte gülüşü ya da Lena’nın umursamazlığı yoktu. Sadece… sürüklenmek vardı. Bir nehirde akıntıya kapılmış bir yaprak gibi sürükleniyordum.
Ne kadar sürdü? Bir saniye mi? Bir asır mı? Zaman kavramı anlamını yitirmişti.
Ta ki O ses gelene kadar.
O zamana kadar duyduğum hiçbir sese benzemiyordu. Kulağımla duymuyordum; ses doğrudan zihnimin içine, ruhumun çekirdeğine kazınıyordu. Mekanik, duygusuz ama tanrısal bir otoriteye sahipti.
[SİSTEM BAŞLATILIYOR…]
Bu neydi? Ölümden sonraki yaşam mı? Yoksa beynimin ölmeden önceki son halüsinasyonu mu?
[HATA TESPİT EDİLDİ.] [Konum: Yaslı Krater Zindanı – Alt Katmanlar.]** [Ruh İmzası: Elian (İnsan / İzci).]** [Durum: Beden tamamen yok edildi. Ruhsal bütünlük %4 kritik seviyede.]** [Protokol: Reenkarnasyon Döngüsü başlatılamıyor. Ruh, zindan sınırları içinde hapsoldu.]**
Kelimeler zihnimde mavi, yanıp sönen glifler olarak beliriyordu. “Hapsoldu” kelimesi yankılandı. Ölmeme bile izin yok muydu?
[ALTERNATİF ÇÖZÜM ARANIYOR…] [Uygun Beden Taranıyor…] […] [Bulundu: Biyokütle Havuzu #447.] [Tür: Zindan Atığı / Leşçil Larva.]** [Uyumluluk: %12 (Çok Düşük).]** [ZORLA ENTEGRASYON BAŞLATILIYOR.]
“Hayır,” diye bağırmak istedim. “Larva mı? Ne yapıyorsun? Dur!”
Ama durmadı. Ruhumun bir kancayla yakalanıp aşağıya, derinlere, karanlık ve iğrenç bir deliğe çekildiğini hissettim. Bu düşüş hissi, ölümden daha korkunçtu. Varlığım sıkıştırılıyor, küçültülüyor, ıslak ve dar bir kalıba zorla sokuluyordu.
Acı geri döndü. Ama bu sefer bıçak acısı değildi. Bu, varoluşsal bir kaşıntıydı. Bütün sinir uçlarımın yanlış yerlere bağlandığı, beynimin algıladığı ile bedenimin hissettiği şeyin uyuşmadığı o mide bulandırıcı vertigo hissi.
[ENTEGRASYON TAMAMLANDI.] [Hoş geldin, Kullanıcı.]
Gözlerimi açtım.
Ya da açmaya çalıştım. Çünkü göz kapaklarım yoktu. Görüntü bulanık, parçalı ve tuhaf bir şekilde geniş açılıydı. Renkler yoktu; sadece grinin tonları ve ısı dalgalarını andıran kırmızı parıltılar vardı.
Nefes almak istedim ama ciğerlerim yoktu. Bunun yerine, vücudumun yanlarında ritmik olarak açılıp kapanan deliklerden hava girdiğini hissettim.
Hareket etmeye çalıştım. “Kalk,” diye emrettim bacaklarıma. Ama bacaklarım da yoktu. Bunun yerine, tüm vücudum kasıldı ve ıslak, yapışkan zeminde sarsakça debelendim.
“Tanrım… Ben neyim?”
Zihnimdeki ses cevap verdi. Hemen önümde, bulanık görüş alanımda netleşen yarı saydam mavi bir pencere belirdi. Tıpkı eski dünyadaki oyun arayüzleri gibiydi ama çok daha ham, çok daha ilkel görünüyordu.
[DURUM EKRANI]
İsim: Yok Tür: Zindan Çöpçüsü Larvası (Dungeon Scavenger Larva) Seviye: 1 (0/10 XP) Yaş: 10 Dakika Durum: Aç / Savunmasız / Mide Bulantısı (Ruhsal Uyumsuzluk)
[TEMEL NİTELİKLER]
- Güç (STR):1
- Çeviklik (AGI):2
- Dayanıklılık (VIT):2
- Zeka (INT): 14 (İnsan Ruhu Bonusu +2)
- İrade (WIS): 8
[YETENEKLER]
- [Pasif] Aside Dayanıklı Deri (Seviye 1): Zayıf asitlere karşı %5 direnç sağlar.
- [Pasif] Titreşim Algısı (Seviye 1): Gözleriniz zayıftır ancak zemindeki titreşimleri hissedebilirsiniz.
- [Eşsiz] Biyolojik Sentez (Seviye 1): [SİSTEM HATASI SONUCU KAZANILDI] Tüketilen organik materyallerin genetik yapısını analiz eder. Uygun gen dizilimlerini kendi DNA’nıza entegre etme şansı sunar.
Bir larva. Lanet olası bir kurtçuktum.
Bulunduğum yere bakmaya çalıştım. Kafamı -ya da kafa dediğim o şişkin ön boğumu- zorlukla çevirdim. Burası devasa, nemli ve sıcak bir mağaraydı. Duvarlar, tavandan sarkan sümüksü ipliklerle kaplıydı. Ve yerde…
Yerde binlerce benim gibi şey vardı.
Beyaz, etli, boğumlu vücutlar. Birbirlerinin üzerinde kayan, kıvranan, sessiz bir et yığını. Bazıları yumurta keselerinden yeni çıkıyordu, bazıları ise hareketsiz yatıyordu. Burası bir yumurtlama havuzuydu. Zindanın en alt, en pis tabakası.
Bir anlık panik dalgası tüm bedenimi sardı. İnsan zihnim bu durumu reddediyordu. Ben Elian’dım. Saygı duyulan bir Gümüş Rütbe maceracıydım. Krallığın en iyi şaraplarını içmiş, ipek çarşaflarda uyumuştum. Şimdi ise… kendi dışkısında ve kardeşlerinin sümüğünde yüzen bir böcektim.
“Kusmak istiyorum,” diye düşündüm. Ama midem boştu. Ve o boşluk, zihnimdeki tiksintiyi bastıran başka bir duyguyla dolmaya başladı.
Açlık.
Öyle böyle bir açlık değildi bu. Bir insanın bir hafta yemek yemeyip hissettiği o halsizlik gibi değildi. Bu, hücrelerimin her birinin “YAKIT VER!” diye bağırdığı, ilkel, vahşi ve durdurulamaz bir dürtüydü. Eğer hemen bir şey yemezsem, kendi kendimi sindirecekmişim gibi hissettiriyordu.
Zihnim bulanıklaştı. İnsan tarafım, “Bekle, analiz et, plan yap,” diyordu. Ama larva tarafım, “Önündeki şeyi ye,” diye çığlık atıyordu.
Önümdeki şey… Hemen yanımda, hareketsiz yatan başka bir larvaydı. Belki ölü, belki de uyuyor. Soluk beyaz teni, loş mağara ışığında parlıyordu.
“Hayır,” dedim kendi kendime. “Bunu yapamam. Ben bir insanım. Yamyamlık yapamam.”
Ama sonra Kael’in yüzü geldi gözümün önüne. “Bu sadece iş, Elian.”
Eğer burada ölürsem, Kael kazanacaktı. Eğer ahlak kurallarına tutunup açlıktan kurursam, o piç kurusu benim paramla keyif çatacaktı. Lena kahkahalar atacak, Goran biranısını yudumlayacaktı. Ben ise bu bok çukurunda unutulup gidecektim.
İçimdeki öfke, açlıkla birleşti ve sıcak, yakıcı bir güce dönüştü.
Hayatta kalacaktım. Ne pahasına olursa olsun. Gerekirse bu mağaradaki her şeyi yiyecek, o zindanın en tepesine tırmanacak ve Kael’in boğazını kendi ellerimle -ya da pençelerimle- parçalayacaktım.
Vücudumu zorlayarak yanmıdaki hareketsiz larvaya doğru süründüm. Yaklaştıkça burnuma gelen koku iğrençti; çürük yumurta ve ıslak toprak karışımı. Ama aynı zamanda… lezzetliydi. Ağzımın, daha doğrusu çenemin altındaki bezlerin sıvı salgıladığını hissettim.
Hedefim kımıldadı. Ölmemişti. Sadece zayıftı. Başını bana çevirdi. Yüzü yoktu, sadece siyah, boncuk gibi basit gözleri ve dikey açılan küçük bir ağzı vardı.
Bana baktı. Kardeşine. Ben ona baktım. Yemeğime.
Tereddüt etmedim. İnsan zekamın (INT 14) sağladığı tek avantaj, nereye saldıracağımı bilmemdi. Bu solucanların zayıf noktası, baş ile gövde arasındaki o ince sinir boğumuydu.
Vücudumu yay gibi gerdim ve kendimi ileri fırlattım.
Gücüm (STR 0.1) acınasıydı. Normalde bir saldırı bile sayılmazdı bu. Ama diğer larva o kadar savunmasız, o kadar habersizdi ki, çarpmanın etkisiyle devrildi. Üzerine çıktım. Küçük, sertleşmemiş kitin dişlerimi boyun kısmına geçirdim.
Larva tiz bir ses çıkarıp çırpınmaya başladı. Kuyruğuyla bana vurmaya, beni üzerinden atmaya çalıştı. Vuruşları yumuşaktı ama benim de dayanıklılığım (VIT 0.2) yerlerdeydi. Her darbesi canımı yakıyordu.
“Öl!” diye düşündüm, çenemi daha sıkı kapatarak. “Sadece öl!”
Ağzıma dolan o acı, kekremsi sıvının tadını aldığımda, midemdeki o korkunç yanma hissi bir anlığına dindi. Bu tatmin duygusu, tiksintiyi bastırdı.
Rakibimin çırpınışları yavaşladı. Ve sonunda durdu.
Sıcak bir akışın bedenime yayıldığını hissettim. Bu sadece biyolojik bir tokluk değildi; ruhsal bir güçlenmeydi.
[DİNG!]
[Savaş Sona Erdi] Öldürülen Düşman: Zayıf Zindan Larvası (Seviye 1) Kazanılan Tecrübe (XP): 3 [İLERLEME: 3/10]
Sadece 3 XP mi? Bu tempoyla seviye atlamak için en az üç tane daha öldürmem gerekiyordu. Ve ben daha ilkinden sonra nefes nefese kalmıştım.
Ama henüz bitmemişti. Sistem bir bildirim daha yolladı.
[Biyolojik Sentez] Aktif. Tüketilen Biyokütle Analiz Ediliyor… Genetik Materyal: Düşük Kalite. Özellik Çıkarımı: Başarısız. Sonuç: Sadece besin değeri alındı. Biyokütle Havuzu: +1
Hayal kırıklığıyla iç geçirdim. Demek her yediğimden yeni bir güç kazanmayacaktım. Şans faktörü vardı. Ya da yediğim şeyin “özel” bir yanı olması gerekiyordu. Bu larva benimle aynıydı; zayıf ve özelliksiz.
Ama en azından açlığım biraz olsun dinmişti. Zihnim berraklaşmıştı.
Etrafıma tekrar baktım. Binlerce larva. Hepsi birbirinin aynısı gibi görünüyordu. Ama şimdi, Zeka puanımın getirdiği o keskin bakışla daha dikkatli incelediğimde, farkları görmeye başladım.
Şurada, köşedeki bir tanesinin derisi biraz daha koyuydu. Belki daha dayanıklıydı? İlerideki, diğerlerinden biraz daha büyüktü ve çeneleri daha gelişmişti. Ve hemen tepemde, mağara tavanında gezinen… ah, o bambaşka bir şeydi.
Korkuyla sindim.
Tavanda, larvaları gözetleyen, köpek büyüklüğünde bir böcek yürüyordu. Siyah, parlak zırhı meşale ışığını yansıtıyordu – bir dakika, burada meşale yoktu. O zırhın kendisi loş bir biyolüminesans ile parlıyordu. “Bakıcı” dediğimiz türden bir işçi böcekti bu.
Arada sırada aşağı iniyor, ölü bir larvayı ya da çatlamamış bir yumurtayı kapıp götürüyordu. Bazen de canlı ama zayıf görünen birini parçalayıp diğerlerine yem olarak bırakıyordu.
O şeyle savaşmam imkansızdı. Şu anki gücümle ona dokunmam bile intihar olurdu.
Strateji değiştirmeliydim.
Sadece önüme gelene saldırmak aptallıktı. Zayıf bir bedendeydim ama güçlü bir zihnim vardı. Avcı içgüdülerimi kullanmalıydım. Ben bir İZCİYDİM. Tuzak kurmak, pusuya yatmak, analiz etmek benim işimdi.
Gözüme, mağaranın duvar dibindeki küçük, çatlak kayaları kestirdim. Oraya sığınabilirdim. Dar bir giriş. Sadece tek bir larvanın girebileceği kadar dar bir tünel. Eğer oraya girersem, sırtımı sağlama alırdım. Ve içeri girmeye çalışan herkesle teke tek dövüşebilirdim.
Evet, plan buydu. Bir kale bul. Güçlen. Ve sonra avlan.
Sürünmeye başladım. Her santim işkence gibiydi. Bacaklarımın olmaması ne büyük eksiklikti. Ama süründükçe, karın kaslarımın -ya da o işi gören liflerin- nasıl çalıştığını öğreniyordum.
Tam çatlağa ulaşmak üzereyken, Sistem aniden kırmızı bir uyarı verdi.
[UYARI!] [Tehlike Algılandı: Titreşim Sensörleri Aktif.]
Yerden gelen ince bir “pıt-pıt-pıt” titreşimi hissettim. Arkamda. Hızlı yaklaşıyordu. Döndüm.
Benden biraz daha büyük, çeneleri şimdiden sertleşip siyahlaşmış bir larva, üzerime doğru geliyordu. Gözlerinde o tanıdık, vahşi açlık vardı. Beni av olarak görmüştü.
Kaçamazdım. O benden hızlıydı. Savaşmalıydım.
Ama bu sefer, ilk avımdaki gibi şanslı olmayacaktım. Bu rakip saldırgandı. Çenelerini açıp kapayarak üzerime atıldı.
“Gel bakalım çirkin şey,” diye düşündüm, vücudumdaki tüm adrenalini pompalayarak. “Seni yiyip o seviyeyi alacağım.”
Bu, zindandaki ilk gerçek savaşımdı. Ve sonuncusu olmayacaktı.