The Larvas's Evolution Journey - Bölüm 3: Kabuk, Gölge ve Yeni Benlik
Bölüm 3: Kabuk, Gölge ve Yeni Benlik
Karanlık, artık korkutucu bir boşluk değildi. Karanlık, sıcak bir battaniye gibi üzerimi örtüyordu.
Bilincim yerine geldiğinde ilk hissettiğim şey, üzerimi kaplayan o dar ve sert koza duvarlarıydı. Ama bu sefer panik yoktu. O klostrofobik boğulma hissi yoktu. Aksine, bu darlık bana güven veriyordu. Sanki dünyadan izole edilmiş, kendi özel mabedimdeymişim gibi.
“Zamanı geldi,” diye fısıldadı içgüdülerim.
Hareket etmeye çalıştım. Eski, hantal larva vücudumun aksine, bu yeni bedenim komutlarıma anında, keskin bir itaatle cevap verdi. Ön uzuvlarımı hafifçe gerdim.
CIZZT.
Kozanın lifli duvarı, sanki ıslak bir kağıtmış gibi yırtıldı. İçeriye mağaranın soğuk, nemli havası doldu.
Yırtıktan dışarı süzüldüm. Sürünmedim; süzüldüm. Hareketlerimde o eski sürtünme ve ağırlık yoktu. Sanki yerçekimi benim için daha az geçerliydi.
Güvenli çatlağımın loş karanlığında, yeni bedenimi inceledim.
Artık beyaz ve yumuşak değildim. Vücudum, obsidiyen taşı kadar siyah, mat ve pürüzsüz segmentlerden oluşan bir zırhla kaplıydı. Işığı yansıtmıyor, adeta emiyordu. Altı adet sivri, iğne gibi ince bacağım vardı. En önde ise, eskiden sadece küçük çeneler olan uzuvlarım, şimdi dirseklerinden kırılarak katlanmış, bıçak keskinliğinde iki “peygamber devesi” kancasına dönüşmüştü.
Kendime baktığımda bir böcek görmüyordum. Bir sanat eseri görüyordum. Ölümcül bir tasarım harikası.
[DİNG!]
[EVRİM TAMAMLANDI] Tür: Gölge Avcısı (Juvenile / Genç Form) Rütbe: F+ (Tehlikeli) Seviye: 5 (Maksimum) -> 1 (Sınır: 15)
[NİTELİKLER GÜNCELLENDİ]
- Güç (STR):1 (Yüksek artış)
- Çeviklik (AGI):5 (Muazzam artış)
- Dayanıklılık (VIT):8
- Zeka (INT): 15
- İrade (WIS): 9
[YENİ YETENEKLER]
- [Aktif] Gölge Adımı (Seviye 1): 3 saniye boyunca gölgelerle bütünleşerek görünürlüğünüzü %80 azaltır. Hareket ederken ses çıkarmazsınız. (Mana Bedeli: 5)
- [Pasif] Duvar Yürüyüşü: Yerçekimine meydan okuyarak her yüzeye tutunabilirsiniz.
- [Pasif] Avcı İçgüdüsü: Avınızın korkusunu ve zayıf noktalarını sezgisel olarak algılamanızı sağlar.
Gözlerim (artık çok parçalı değil, daha kompakt ve keskin gören dört ana gözüm vardı) yerdeki kozamın kalıntılarına takıldı. İçinden çıktığım o gri, yapışkan kabuk.
Normal bir insan buna bakıp öğürürdü. “Bu benim eski derim, ne iğrenç,” derdi. Ama ben sadece potansiyel görüyordum. Harcanmış enerji. Geri kazanılması gereken biyokütle.
Tereddüt etmeden kendi kozamı yemeye başladım. Tadı kuru et gibiydi, biraz tozlu ama besleyici. Midemdeki o tanıdık sıcaklık yayıldıkça, zihnimdeki son insani tiksinme kırıntıları da silinip gitti.
Ben bir canavardım. Ve bu… harika hissettiriyordu.
Kozayı bitirdikten sonra gözüm, mağara girişini tıkamak için kullandığım o Temizlikçi Böcek’in cesedine kaydı. Dört saat önce öldürmüştüm. Etleri hafifçe bozulmaya başlamıştı. Kokuyordu.
Ama o koku bana “çürük” demiyordu. “Olgunlaşmış” diyordu.
Ona yaklaştım. Sert kabuğunu, yeni pençelerimle bir konserve kutusu açar gibi kolayca kanırttım. İçindeki yumuşak dokuları sıyırdım. Yerken, aklıma başkentin lüks restoranlarında yediğim az pişmiş biftekler geldi. O zamanlar etin kanlı olmasından zevk alırdım. Meğerse o zaman bile içimde bu canavar varmış. Sadece medeniyet sosuyla gizlenmiş.
[DİNG!]
[Biyokütle Kazanıldı: +8] [Not: Seviye atlamak için XP gereklidir, Biyokütle sadece fiziksel onarım ve mutasyon içindir.]
Karnım doyduğunda, güvenli yuvam bana dar gelmeye başladı. Artık bu çatlakta saklanamazdım. Bu çatlak, larvalar içindi. Ben artık bir avcıydım. Bölgemi genişletmeliydim.
Dışarı, ana mağaraya çıktım.
Mağara değişmişti. Ya da benim algılarım değiştiği için bana öyle geliyordu. Eskiden kaotik bir gürültü ve tehlike yumağı olan bu yer, şimdi okunması gereken bir kitaba dönüşmüştü.
Zemindeki titreşimler bana sol tarafta ağır, zırhlı böceklerin (Temizlikçiler) olduğunu söylüyordu. Sağ taraftaki hava akımı, daha hafif ve hızlı yaratıkların varlığını fısıldıyordu. Tavanda ise… Tavanda özgürlük vardı.
Ön bacaklarımı duvara dayadım. Kancalarım taşa gömülmedi, tutundu. Tıpkı bir örümcek gibi dikey duvarda yukarı doğru koşmaya başladım. Başım dönmedi. Aksine, dünya ters döndüğünde her şey daha mantıklı görünmeye başladı.
Tavana ulaştığımda durdum ve aşağıya baktım. Yüzlerce larva aşağıda debeleniyordu. Onlara baktığımda kardeşlik hissetmiyordum. Acıma da hissetmiyordum. Onlar sadece XP paketleriydi. Ama şu an için çok küçük paketlerdi. Seviye 1 bir Gölge Avcısı için larva avlamak, zaman kaybıydı. Daha büyük avlara ihtiyacım vardı.
İlerlemeye başladım. Mağaranın derinliklerine, larvaların gitmeye cesaret edemediği “Orta Bölge”ye doğru süzüldüm.
Burada ekosistem farklıydı. Duvarlarda fosforlu mantarlar büyüyordu ve bu mantarlar, etraflarına loş, mavi bir ışık yayıyordu. İnsan halimle bu manzaraya “büyüleyici” derdim. Tecrübeli maceracı halimle ise “tehlikeli” derdim.
Çünkü zindanda ışık, asla hayra alamet değildir. Işık ya tuzaktır ya da güçlü bir canavarın uyarısıdır.
Bir kayanın gölgesine sindim ve [Gölge Adımı] yeteneğimi test ettim. Manamın (MP) azaldığını hissettim ama vücudum bir anda bulanıklaştı. Kendi bacaklarıma baktığımda onları zor seçiyordum. Sanki varlıkla yokluk arasında titreşiyordum. Bu mükemmeldi. Bir hayalet gibiydim.
İleride, iki büyük kaya formasyonunun arasında garip bir hareketlilik gördüm.
Parlak, kristalize bir kabuğa sahip, yaklaşık bir tekerlek büyüklüğünde bir böcek, yavaşça mantarları kemiriyordu. [Analiz]: Kristal Boynuzlu Bokböceği (Crystal Horn Beetle) – Seviye 3.
Zihnimdeki “Maceracı Elian” hemen devreye girdi. “Bu böceklerin kabukları büyü direnci sağlar. Boynuzları ise simyada kullanılır. Ama çok ürkektirler. En ufak seste toprağa gömülürler.”
Canavar Elian ise sırıttı. “Demek ki tek atış hakkım var.”
Tavandan, böceğin tam üzerine gelecek şekilde pozisyon aldım. Yerçekimini kullanarak üzerine düşecek ve o kristal kabuğun birleşme noktasına, boynunun arkasına kancalarımı saplayacaktım.
Kaslarımı gerdim. Hedefe kilitlendim. Atlamak üzereydim.
Tam o anda, başka bir şey oldu.
Böceğin kemirdiği mantarın hemen yanındaki sıradan görünen gri bir kaya, aniden “açıldı”.
Bu bir kaya değildi. Bu bir Kaya Taklidi (Rock Mimic) de değildi. Bu, zindanların sinsi florasının bir parçasıydı; bir Taş Kapan Bitkisi.
Kayanın ortasından fırlayan dikenli, etli bir dil, bir kırbaç gibi şakladı ve Kristal Böceği sardı. Böcek ciyakladı, kristal kabuğu parladı ama bitkinin dili asit salgılıyordu. Böceği kendine, o sahte kayanın içindeki dişli ağza doğru çekmeye başladı.
Duraksadım.
Eski ben olsa, “İki canavar savaşıyor, uzak durayım,” derdi. Ya da “Fırsat bu fırsat, kaçayım,” derdi. Ama şu anki ben… Öfkeliydim. O böcek benim avımdı. O XP benim hakkımdı. Bir bitkinin yemeğimi çalmasına izin veremezdim.
Ayrıca, o bitki… Hareket edemezdi. Sabitti.
Zihnimde saniyeler içinde bir taktik oluştu. Böcek hala direniyordu. Bitki onu tamamen yutmamıştı. Eğer şimdi saldırırsam, ikisini de alabilirdim.
Ama nasıl? Bitkinin dili tehlikeliydi. Eğer beni de yakalarsa, o asit zırhımı eritebilirdi.
Çevreme baktım. Tavanda, hemen üzerimde sarkan bir sarkıt (dikit) vardı. Ucu sivri, ağır bir taş parçası. Zamanla kökü incelmişti.
İnsan zekam gülümsedi. Canavar bedenim harekete geçti.
Sarkıtın dibine tırmandım. Ön kancalarımı, sarkıtı tavana bağlayan o ince, çatlak kısma geçirdim. Gücümü (STR 2.1) sonuna kadar kullandım.
“Düş,” diye hırladım.
Taş çatırdadı. Ve koptu.
Aşağıda, Böceği yutmak üzere olan Taş Kapan Bitkisi, yukarıdan gelen tehlikeyi sezebilecek gözlere sahip değildi. Sadece dokunma duyusuyla avlanıyordu.
Ağır, sivri uçlu sarkıt, bir mızrak gibi düştü.
GÜM!
Tam isabet. Sarkıt, sahte kayanın tam ortasına, o etli ağzın içine saplandı. Bitki, korkunç, boğuk bir çığlık attı – ki bitkilerin çığlık atabildiğini o an öğrendim. Gövdesi parçalandı, yaprakları ve kökleri spazm geçirdi. Dili gevşedi.
Yarı yarıya erimiş olan Kristal Böcek serbest kaldı ama kaçacak hali yoktu. Şoktaydı ve yaralıydı.
Şimdi sıra bendeydi.
Tavandan bir gölge gibi süzüldüm. [Gölge Adımı]‘nı aktif ettim. Ses yok. Görüntü yok. Sadece ölüm.
Yere indiğimde, Kristal Böcek hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Arkasına geçtim. Kancalarımı, erimiş kabuğunun altındaki yumuşak dokuya sapladım.
Kırt.
Böceğin hayatı söndü.
[DİNG!]
[Düşman Öldürüldü: Kristal Boynuzlu Bokböceği (Seviye 3)] [Kazanılan XP: 25]
Dönüp can çekişen bitkiye baktım. Üzerine düşen kaya onu sabitlemişti ama hala canlıydı. Köklerini topraktan çıkarmaya çalışıyordu.
Yanına yaklaştım. Bitkilerin “hayati noktası” genellikle kök düğümüdür. Kayaların arasından sızan yeşil özsuyunu takip ettim. Kancamı bitkinin merkezine, o zonklayan yumruya sapladım.
[DİNG!]
[Düşman Öldürüldü: Taş Kapan (Seviye 4)] [Kazanılan XP: 40]
[TOPLAM XP: 65 / 50]
[SEVİYE ATLADINIZ!] Gölge Avcısı Seviye 1 -> Seviye 2
İki av. Tek taş. Ve sıfır hasar.
Böceğin içini yerken, etrafımdaki diğer sesleri dinliyordum. Bu gürültü kesinlikle başkalarını çekecekti. Hızlı olmalıydım.
Ama tam o sırada, midemdeki tokluk hissinin yanında, zihnimde başka bir his belirdi.
Memnuniyet. İntikam duygusu değil. Hırs değil. Sadece… avlanmanın verdiği o saf, ilkel haz.
Eskiden zindanları bir “iş yeri”, canavarları da “engel” olarak görürdüm. Ne kadar yanılmışım. Zindan bir iş yeri değilmiş. Zindan canlı, nefes alan bir organizmaymış. Ve canavarlar engel değil, bu organizmanın kan hücreleriymiş.
Ben de artık o hücrelerden biriydim. Ama sıradan bir hücre değil. Ben bir virüstüm. Hepsini tüketip, hepsinin üzerine çıkacak olan o baskın türdüm.
Böceğin kristal boynuzunu kopardım. Bunu yiyemezdim ama “Kese”m (Envanterim) yoktu. Ancak bacaklarımın yapısı bir şeyi taşımaya müsaitti. Boynuzu ön bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Belki ileride işime yarardı. Bir alet olarak. Ya da bir tuzak parçası olarak.
Tam oradan ayrılmak üzereyken, yerde bir şey parladı. Bitkinin köklerinin arasından, az önce parçaladığım gövdesinin içinden düşen bir şey.
Küçük, yuvarlak, jelatinimsi bir küre. Yarı saydam mavi bir zarın içinde, titreşen küçük bir çekirdek vardı.
[Analiz]
Nesne: Zindan Balçığı (Slime) Yumurtası / Sporu. Durum: Canlı. Nadirliği: Yaygın (Common).
Normalde bunu ezer geçerdim. Ya da yerdim. Slime’lar zindanın en baş belası, en gereksiz yaratıklarıydı. Ne doğru düzgün XP verirlerdi ne de ganimet.
Ama duraksadım. Bu küçük jel, Taş Kapan bitkisinin içinde hayatta kalmayı başarmıştı. Bitki onu sindirememişti. Belki de asit direnci vardı?
Zihnimde sinsi bir fikir belirdi. Yalnızdım. Ve uyurken savunmasızdım. Eğer bu şeyi “evcilleştiremezdim” -sistemin öyle bir özelliği yoktu henüz- ama onu yanımda taşıyıp, büyümesine izin verirsem… Belki bir “canlı kalkan” ya da bir “alarm sistemi” olarak kullanabilirdim?
Slime’lar aptaldı. Onları besleyen şeyi takip ederlerdi.
Kristal Böcek’ten artan küçük bir et parçasını jelatin kürenin üzerine bıraktım. Küre titredi. Eti içine çekti ve hafifçe büyüdü. Sonra, sanki görünmez bir iple bağlanmış gibi bana doğru, daha doğrusu bacağımdaki diğer et parçalarına doğru hafifçe yuvarlandı.
Sırıttım. İlkel bir ilişki. Çıkar ilişkisi. Tıpkı Kael ve benim aramdaki o eski “dostluk” gibi. Ama en azından bu jöle parçası bana ihanet edecek zekaya sahip değildi.
“Gel bakalım jöle,” dedim tıslayan sesimle. “Seni yemeyeceğim. Şimdilik.”
Karanlığa, zindanın daha derinlerine doğru yürümeye başladım. Arkamda, yerde yuvarlanarak beni takip eden mavi bir parıltı vardı.
Gölge Avcısı ve onun küçük, asidik gölgesi. Bu ikili, zindanın ekosistemini altüst etmeye geliyordu.