The Larvas's Evolution Journey - Bölüm 6: Çürüyen Kuklalar ve Kibirin Bedeli
Bölüm 6: Çürüyen Kuklalar ve Kibirin Bedeli
Örümceğin cesedinin başında, sporların puslu havasında saatlerce bekledim.
Mavi’nin iyileşme süreci yavaştı ama büyüleyiciydi. Örümceğin o besleyici iç organlarını tükettikçe, jölemsi bedenindeki solukluk gidiyor, yerini içten dışa yayılan toksik bir neon parlaklığına bırakıyordu. Vücudundaki kesikler kapanıyor, hacmi eski “karpuz büyüklüğü”ne geri dönüyordu.
O beslenirken ben de boş durmadım. Sistem arayüzümde yanıp sönen o tatlı “+” işaretine odaklandım.
[SEVİYE ATLAMA İŞLEMLERİ]
Mevcut Seviye: Gölge Avcısı (Seviye 3) Kazanılan Stat Puanı: Yok (Canavar formlarında statlar türe özgü otomatik artar). Kazanılan Beceri Puanı: 1
Sistem, önüme üç seçenek sundu. Bu sefer yeni bir yetenek değil, mevcut yeteneklerimin gelişimi söz konusuydu.
- [Gölge Adımı II]: Görünmezlik süresini 3 saniyeden 5 saniyeye çıkarır. Mana bedeli düşer.
- [Avcı İçgüdüsü II]: Tehlike algılama menzilini genişletir ve düşmanların seviyesini görme şansını artırır.
- [Keskin Kancalar II]: Fiziksel saldırı gücünü artırır ve kanama etkisi ekler.
Elim gayri ihtiyari “Saldırı Gücü”ne gitti. Daha güçlü vurmak her zaman iyiydi. Ama sonra, az önce yaşadığım o çaresizliği, o felç anını hatırladım. Eğer örümceğin beni fark etmesini daha önce engelleyebilseydim, o spor saldırısını hiç yemezdim.
Zindan, kas gücünden ziyade bilgi ve gizlilik savaşıydı.
[Seçim: Avcı İçgüdüsü II]
Zihnimde sanki bir perde daha kalktı. Mağaranın akustiği, hava akımları, mantarların kokusu… Her şey daha net, daha keskin hale geldi. Artık sadece “tehlike var” demiyordu içgüdülerim; “Tehlike, 40 metre kuzeydoğuda, yavaş hareket ediyor ve çürük kokuyor,” diyordu.
Mavi nihayet “yemeğini” bitirdiğinde, memnun bir şekilde titredi. Bana doğru yuvarlanırken, vücudunun içinde örümceğin sindirilmemiş sert kitin parçalarının yüzdüğünü görebiliyordum.
“Hazır mısın?” diye sordum. Cevap olarak bacağıma sürtündü. Asit kontrolünü öğrenmişti; artık isterse yakıyor, istemezse sadece ıslatıyordu. Bu küçük detay bile onun zekasının -ilkel de olsa- geliştiğini gösteriyordu.
Mantar Ormanı’nın daha derinlerine, **”Çürüme Bölgesi”**ne doğru ilerlemeye başladık.
Yolculuğumuzun üçüncü saatinde, ortam değişmeye başladı. O canlı, neon renkli mantarlar azaldı. Yerini gri, kahverengi ve hasta sarısı renklere sahip, şekilsiz mantar kütleleri aldı.
Hava artık nemli değil, ağırdı. Her nefeste ciğerlerime toz doluyormuş gibi hissediyordum. Zeminde kemikler çoğalmıştı. Ama bunlar temizlenmiş, yenmiş kemikler değildi. Üzerleri küf tutmuş, mantarlar tarafından sömürülmüş iskeletlerdi.
Ve bir şey daha vardı. Metal.
Yerde paslanmış bir kılıç. Yarı yarıya toprağa gömülmüş bir miğfer. Parçalanmış bir deri zırh. Burası, maceracıların öldüğü yerdi.
Bir miğferin yanına yaklaştım. Üzerindeki amblemi tanıyordum: “Demir Gül Loncası”. Orta seviye, dayanıklı savaşçılarıyla bilinen bir lonca. Eğer onlar bile burada öldüyse, bu ormanda örümcekten daha beter bir şey vardı.
Kendime güvenim tamdı. Seviye 3 bir Gölge Avcısıydım. Hızlıydım, görünmezdim ve yanımda zehirli bir slime vardı.
“Ne çıkarsa çıksın, hallederiz,” diye düşündüm. İşte bu düşünce, benim ilk büyük hatamdı.
[Avcı İçgüdüsü] uyardı: Çok sayıda hedef. Yavaş hareket ediyorlar. Tehdit seviyesi: Belirsiz.
“Yavaşlarsa sorun yok,” dedim. “Kite’larız (vur-kaç yaparız).”
Önümüzdeki sisin içinden silüetler belirmeye başladı. İnsansı silüetler.
İki ayak üzerinde yürüyorlardı ama yürüyüşleri aksaktı. Kollarını cansız birer sarkaç gibi sallıyorlardı. Yaklaştıklarında, midemdeki (varsa) safranın ağzıma geldiğini hissettim.
Bunlar insan cesetleriydi. Maceracılar. Ama ölü değillerdi. Ya da en azından, tamamen ölü değillerdi.
Vücutlarının her yerinden mantarlar fışkırmıştı. Birinin yüzünün yarısı, devasa, sarı bir mantar şapkasıyla kaplıydı. Diğerinin göğüs kafesi patlamış, içinden sarkan sarmaşıklar kollarını hareket ettiren iplere dönüşmüştü.
[Analiz]
Tür: Miselyum Kuklası (Mycelium Puppet) – Eski İnsan Seviye: 4 Durum: Kovan Zihni Kontrolünde / Ağrısız / Yorulmaz
“Zombiler,” diye tısladım. “Klasik.”
Yaklaşık beş tanesi üzerimize geliyordu. Ellerinde hala paslı silahlarını tutuyorlardı ama onları bir savaşçı gibi değil, bir sopa gibi kullanıyorlardı. Hantallardı.
“Mavi, geri dur,” dedim. “Bunlar benim.”
Bu bir hata değildi, bu bir deneydi. XP kasmak için kolay hedefler gibi görünüyorlardı.
Gölgeye karıştım. En öndeki kuklanın arkasına süzüldüm. Kukla, tepki bile vermedi. Kulakları mantarla doluydu, duymuyordu.
“Güle güle,” dedim ve kancalarımı (Mantis Scythes) kuklanın boynuna savurdum.
TOPK.
Beklediğim o “kemik kesme” sesi gelmedi. Bunun yerine, ıslak bir oduna balta vurmuşum gibi tok bir ses çıktı.
Kancalarım, kuklanın boynundaki yoğun mantar tabakasına saplandı ve… kaldı. Boyun kopmadı. Mantar dokusu o kadar yoğun, o kadar lifli ve süngerimsiydi ki, darbeyi emmişti.
Kukla yavaşça başını (daha doğrusu boynunu) çevirdi. Yüzündeki mantarın altından tek bir göz bana baktı. O gözde yaşam yoktu. Sadece açlık vardı.
Kukla, elindeki paslı hançeri bana doğru savurmadı. Beni tuttu.
Mantarlı, yapışkan eliyle kancamı yakaladı. Gücü (STR) inanılmazdı. İnsan kaslarının sınırlarını zorlayan, kasları yırtma pahasına uygulanan bir güç.
“Bırak!” diye bağırdım, kancamı çekmeye çalışarak. Ama bırakmadı.
Ve o anda, diğer dört kukla aniden hızlandı. O “hantal” yürüyüşleri, avını tuzağa düşürmüş birer kurt gibi koordineli bir koşuya dönüştü. Kovan zihni. Biri tehlikedeyken hepsi tepki veriyordu.
Beni çembere aldılar.
Biri kılıcını savurdu. Eğildim ama kılıç omzumdaki zırhı sıyırdı. Diğeri, göğsünden fışkıran sarmaşıkları bir kırbaç gibi üzerime attı. Sarmaşıklar bacaklarıma dolandı.
[SİSTEM UYARISI]
[Parazit Spor Enfeksiyonu!] Temas yoluyla spor bulaştı. Hızınız %20 azaldı. Dayanıklılığınız saniyede 1 düşüyor.
Panikledim. Gerçek, saf panik. Kancamı kurtaramıyordum. Bacaklarım bağlanmıştı. Ve etrafımdaki beş ceset beni parçalamak, daha kötüsü beni de kendileri gibi yapmak için üzerime çullanıyordu.
Kibirimin bedeli buydu. Onları küçümsemiştim. Onların “yavaşlığı” bir tuzaktı.
“Mavi!” diye bağırdım. Bu bir yardım çığlığıydı.
Mavi, çalıların arasından fırladı. Ama kuklalara saldırmadı. Çünkü kuklaların eti zaten çürüktü; asit onlara acı vermezdi. Mavi, zekice bir şey yaptı.
Kancamı tutan kuklanın bileğine değil, yüzüne atladı. Kuklanın yüzündeki o devasa mantar şapkasını hedef aldı. O şapka, bu kuklayı yöneten “beyin” merkezi olmalıydı.
COSSS!
Asit, mantarı eritmeye başladı. Kukla, sessiz bir çığlık atarak (ses telleri yoktu) kancamı bıraktı ve yüzünü tırmalamaya başladı.
Serbest kaldım. Ama bacaklarım hala sarmaşıklarla doluydu. Kaçamazdım. Çok kalabalıklardı.
Geriye doğru, bir ağacın gövdesine sırtımı verdim. Kancalarımı savunma pozisyonuna getirdim.
“Düşün Elian, düşün!”
Savaşarak kazanamazdım. Zırhları (süngerimsi etleri) fiziksel hasarı emiyordu. Kanatmadıkları için ölmüyorlardı. Onları durdurmanın tek yolu, onları tamamen yok etmekti. Yakmak veya patlatmak.
Ateşim yoktu. Büyüm yoktu. Ama etrafıma baktığımda… Zindanın bana sunduğu malzemeleri gördüm.
Kuklaların bastığı zeminde, küçük, kırmızı, şişkin mantarlar vardı. [Analiz]: Puf Mantarı (Volatile Puffer Shroom). Dokunulduğunda patlayarak yakıcı spor bulutu yayar.
Tek başına bir tanesi işe yaramazdı. Ama bu kuklalar şu an bir küme halindeydi. Hepsi üzerime, ağacın dibine toplanmıştı.
Eğer bir zincirleme reaksiyon başlatabilirsem…
Ama onları nasıl patlatacaktım? Uzaktan vuracak bir şeyim yoktu. Mavi yanımdaydı, yerde titriyordu.
Bir plan. Çok riskli, muhtemelen Mavi’yi de beni de öldürecek bir plan.
“Mavi!” dedim. “Bana gel!” Mavi, komutumu beklemeden bacağıma tırmandı.
Kuklalar üzerime atılmak üzereydi. Paslı kılıçlar havaya kalktı.
“Tutun!”
Arkamdaki ağaca, [Duvar Yürüyüşü] yeteneğimle tırmanmaya başladım. Ama sarmaşıklar beni aşağı çekiyordu. Enfeksiyon yüzünden yavaştım. Tırmanamıyordum. Sadece 1-2 metre yükselebilmiştim. Kuklalar ayaklarımdan yakalamaya çalışıyordu.
İşte o an, kumarımı oynadım.
Bacaklarımın arasındaki o kırmızı Puf Mantarı kümesini hedef aldım. Ve Mavi’yi bacağımdan söküp, aşağıya, o mantarların tam ortasına fırlattım.
“ASİT SALGILA!” diye bağırdım zihnimden. Mavi ile aramda telepatik bir bağ yoktu ama o anki korkum ve niyetim ona geçmiş gibiydi.
Mavi, mantarların üzerine düştüğü an, tüm vücudundaki asidi serbest bıraktı.
Asit, Puf Mantarlarının hassas zarlarını anında eritti.
Önce küçük bir pıss sesi duyuldu. Sonra bir BUM!
İlk mantar patladı. Yaydığı yakıcı gaz ve şok dalgası, yanındaki diğer mantarları tetikledi. BUM! BUM! BUM!
Zincirleme reaksiyon, kuklaların tam ortasında, ağacın dibinde gerçekleşti.
Patlamanın şiddetiyle ağaç sarsıldı. Ben, şok dalgasıyla yukarı, dallara doğru savruldum. Sırtım sertçe bir dala çarptı. Aşağıda ise cehennem vardı.
Ateş yoktu ama asidik, yakıcı, sarı bir kimyasal bulut her yeri kaplamıştı. Patlamanın fiziksel gücü, kuklaların o süngerimsi vücutlarını paramparça etmişti. Kollar, bacaklar, mantarlı kafalar havada uçuşuyordu.
Öksürerek dala tutundum.
[SİSTEM BİLDİRİMİ]
[Çoklu Öldürme!] [Biyokimyasal Patlama Başarısı]
- Miselyum Kuklası (x5) yok edildi.
- Kazanılan Toplam XP: 180
[SEVİYE ATLADINIZ!] Gölge Avcısı Seviye 3 -> Seviye 4
Aşağıdaki toz bulutu dağıldığında, manzarayı görebildim. Kuklalar birer et yığınına dönüşmüştü. Hareket eden yoktu.
Ama gözlerim onları aramıyordu. “Mavi?”
O patlamanın tam merkezindeydi. Bir slime ne kadar dayanıklı olursa olsun, o şok dalgasından sağ çıkması imkansızdı.
Ağaçtan aşağı, sendeleyerek indim. Patlama kraterinin ortasına baktım.
Orada, yanmış toprak ve parçalanmış mantar artıklarının arasında… küçük, mavi bir su birikintisi vardı. Bütünlüğü bozulmuştu. Dağılmıştı.
“Hayır…”
Dizlerimin (arka bacaklarımın) üzerine çöktüm. Onu feda etmiştim. Hayatta kalmak için tek dostumu bir bomba gibi kullanmıştım. Kael’den ne farkım kalmıştı?
O sırada, o mavi su birikintisi… kımıldadı. Dağılmış parçalar, sanki manyetik bir çekim varmış gibi merkeze doğru akmaya başladı. Yavaş yavaş. Acı verici bir yavaşlıkla.
Mavi ölmemişti. Ama “sıvılaşmıştı”. Formunu kaybetmişti.
[Analiz: Mavi]
Durum: Stabil Değil. Bütünlük: %15 Özellik: [Jelatinimsi Vücut] sayesinde fiziksel patlama hasarını %90 absorbe etti.
Yaşıyordu. O lanet olası jöle yaşıyordu!
Rahatlamayla karışık bir gülme krizine girdim. Böceksi sesim ormanda yankılandı. Onu avucuma (kancalarımın arasına) almaya çalıştım ama parmaklarımın arasından akıp gidiyordu. Bir kap lazımdı.
Gözüme, patlamada parçalanan kuklalardan birinin miğferi takıldı. Paslı ama sağlam bir demir miğfer.
Miğferi aldım. İçindeki çürümüş kafa kalıntılarını temizledim. Ve yerdeki Mavi’yi, bir çorbayı doldurur gibi miğferin içine topladım.
“Artık yeni evin bu,” dedim. “En azından toparlanana kadar.”
Miğferi, bir kova gibi taşıyarak oradan uzaklaşmaya başladım.
Ama gitmeden önce, patlamanın açığa çıkardığı bir şeyi fark ettim. Kuklaların koruduğu o ağacın köklerinin altında, toprağa gömülü bir sırt çantası vardı. Patlama toprağı kaldırmış ve çantayı ortaya çıkarmıştı.
Çantayı açtım. İçindekiler zamanla çürümüştü; kıyafetler toz olmuştu, yiyecekler yok olmuştu. Ama dibinde, yağa sarılı olduğu için sağlam kalmış bir kitap vardı.
Deri kaplı, üzerinde gümüş işlemeler olan bir defter.
[Eşya Tespit Edildi]
[Bilinmeyen Maceracının Günlüğü (Cilt 1)] Açıklama: Zindanın 10. katına kadar haritaları ve canavar zayıflıklarını içeren notlar.
Bu bir hazineydi. XP’den veya Biyokütleden daha değerli bir şey. Bilgi.
Günlüğü miğferin yanına sıkıştırdım. Sakatlanan bacağıma rağmen, içimde yeni bir umut filizlendi. Bu ormandan çıkışın anahtarı artık elimdeydi.
Ama önce, hem benim hem de miğferdeki sıvı dostumun iyileşmesi gerekiyordu. Ve bunun için çok, çok fazla biyokütleye ihtiyacımız olacaktı.
Kukla parçalarına baktım. “Tadı iğrenç olacak,” dedim. “Ama ziyan etmek yok.”
O gece, çürümüş mantar ve insan eti yedik. Ve bu ziyafet, bizi bir sonraki kabusa hazırladı.