Vampire Hükümdarı - Bölüm 30 - Baskın (1)
Geç gelen bölüm için kusura bakmayın. Yazma isteği gelmiyordu da…
Sonraki günün sabahında Noah, sistemden gelen bir sesle uyandı.
[?????? Kabının analizleri tamamlandı! Detaylı bilgi için “Durum”unuzu istemeniz yeterlidir.]
Noah delici soğuk sesi duyduğu an afallamış bir ifadeyle kalkmaya çalıştı.
“Ne kabı? Ahm…~!” diye sessizce inlerken kafası ortadan ikiye yarılıyormuş gibi hissetti. İstemsizce sağ kolunu başını tutabilmek için götürmeye çalıştı. Fakat kolunda garip bir ağırlık olduğunu fark etti.
Ne olduğunu anlayamamış bir ifadeyle kafasını çevirirken çırılçıplak bir şekilde yanında yatan Julia’yı fark etti.
Yüzü kıpkırmızı olurken başının ağrısını bir anlığına unutuverdi.
‘Gece ben…’
Neler olduğunu düşünürken zihninde birden yaptıkları belirdi. Anıları net değildi. Parçalı ve biraz… bulanıktı. Fakat buna rağmen ne yaptıkları oldukça belirgindi. Önce pancar gibi kızardı. Hemen ardından gözlerinde tatminkar bir ışıltı geçti. Fakat herhangi bir sorunla baş başa kaldığını hiçbir şekilde hissetmedi. Ne de olsa kendisi ölümlü bir vampirken o gelişimci olduğu halde ona en ufak bir şekilde karşı koymamıştı. Yani bir sorun olmamalıydı. Olsa bile şu an daha önemli bir sorun vardı.
‘Peki ama o kapta neyin nesi? Sistemin bir şey söylediğini neden hatırlayamıyorum? Sistemin bir şeyler dediğine eminim. Fakat neden en ufak bir kelimesini bile hatırlamıyorum?’
[Kullanıcı’nın alkol bağışıklığı olmadığından alkol aldıktan sonraki hafızası tam olarak net değil. Kullanıcı olay geçmişinin özetini almak ister mi?]
Noah ağır ağır onaylarken kafasında hala bazı şeyleri birleştirmeye çalışıyordu. Özet olarak yine sistemin sesini duymayı beklerken ilginç bir şekilde yazı olarak gözüktü.
[Kullanıcı’nın vücudunda yeni tanımlanmış bir tür kap keşfedildi. Keşfedilen Kap ?????? Kabı adına sahip. Bu kabın ne olduğu ve ne işe yaradığı tam olarak çözülemese de sistem emdiğiniz kanların dantianınız olmadığı halde dolaylı olarak sizin güçlendirdiğini tespit etti. Özetle kullanıcı bu kabı doldurarak kendi gelişim yolunu bulabilir. Fakat kabın sınırları neyse kullanıcının gelişimi de o raddeye kadar olacaktır.]
[Mevcut Dolum Oranı: %0,10]
Doluluk oranı acınası derece de düşüktü. Öyle ki Noah bir an bunun gerçekten çözüm olup olamayacağı konusunda tereddüde kapıldı
.
Fakat bu tereddüde rağmen önüne gelen şansı reddedecek değildi. Elinde fırsatı varken sonuna kadar gidecekti!
“Sistem durumumu göster.”
[Durumunuz mevcut durumunuza göre güncellendi!]
Durumu ismi, ırkı, soyu, karizma ve özel yeteneğine kadar aynıydı. Sadece gelişim yeri değişmişti. Sakat ibaresi kalkmış, onun yerine yeni bir çift satır gelmişti.
[?????? Kabının Dolum Oranı: %0,10]
[Tanım: Tespit edilmesi güç olan, tam işlevi bilinmemekle birlikte kullanıcıya bir tür gelişim imkanı sunan bir tür kap.]
Oldukça kısa ve özdü. Sistemin bile ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bir tür eşyaya sahipti.
Sıkıntılı bir ifadeyle, iç geçirirken kafasını yanındaki kadına çevirdi.
“Güçlenmek için her yol mübah. İleride kimsenin dokunamayacağı kadar güçlü olmak istiyorsam… Onu kullanmak zorundayım hah?”
Mırıldanmasına devam ederken son satırları zihninde devam ettirdi.
‘Kader gerçekten çok garip. Hiç tanımadığım birisiyle birlikte oldum, köle yaptığım halde onu umursamayıp işime döndüm. Fakat buna rağmen… Onca olaya rağmen benimle.’
Noah bir kez daha iç geçirdikten sonra yattı ve gelecekte neler olacağını düşünmeye başladı.
…
Bu olayın üstünden sessizce yarım ay geçip gitti. Bu yarım ayda gözle görülür bir olay olmadı. Cennet köyü her zamanki gibi sakindi.
Noah ise eskisinden daha güleryüzlüydü. Sonunda kendini kapattığı kutudan çıkmış gibiydi. Yine çoğu şeye ilgisizdi. Fakat insanlarla daha fazla etkileşime giriyordu. Bu değişimi ilk olarak en yakınları olan Lunette ve Julia fark etmişti tabii ki de.
Julia demişken bu on beş gün sürecinde üç günde bir en ufak bir çekinme olmadan kanından emdi. Noah’ın emdiği kan yavaş yavaş kabın dolum oranını yükseltse de bu yükseltme bir süre sonra durdu. Fakat yine de kanını emmeye devam etti. Nedeni ise oldukça basitti.
Alışkanlık olmuştu.
Bu alışkanlık aslında her vampirde olan bir şeydi. Noah gerekmedikçe emmemeye özen gösterdiğinden dolayı bu tür bir alışkanlık oluşturmamıştı. Kanı emerken verdiği o doyurucu hisse alışmasıyla artık tam anlamıyla vampir sayılabilirdi. Julia ise Noah’ın dişlerinden akan bağımlılık yapıcı o zevke bağımlı olmuştu. Diğer bir deyişle ikisi de birbirinin bağımlılıklarını tatmin ediyordu ve ikisinin de bundan bir şikayeti yoktu.
Elbette bu meraklı köylülerin dikkatini çekti. Bazı köylüler merakına yenik düşüp Noah’a ve Julia’ya sorular sorsalar da hep geçiştirilince aralarında bir tür ilişki olduğunu düşünüp saygı gösterdiler.
Köyde kısaca bu on beş günde olaylar böyleydi.
Bugün ise köyde dikkatli bir gözün kolaylıkla fark edebileceği şekilde bir şenlik havası hakimdi. Küçük bir çocuktan tutun, yaşlı bir adama kadar. Herkesin duyguları birbirleriyle uyumluydu.
Heyecanlı ve mutlu.
Bu ahenkli ortamın oluşmasının nedeni ise oldukça basitti. Köy lideri bugün geliyordu.
Halk köy liderini canı gönülden severdi. Köy lideri belki de köydeki en yardımsever en candan kişiydi. O olmasa burası belki de asla böyle neşeli bir yer olamayabilirdi. Kimisi için bir arkadaş, kimisi için bir kardeş, kimisi için de bir sırdaştı. Bu sebeple her köye geri geleceği vakit köy halkında bir heyecan oluşurdu.
Tabii bu heyecan ve mutluluğun sebebini bilmeyenler -Noah ve Julia- Lunette açıklayana kadar şaşkınca bakınıyorlardı. Lunette’in açıklamasını dinledikten sonra aynı zamanda onun annesinin köyün lideri olduğunu hatırladı. Bu yüzden Noah biraz konuşmalarından sonra annesini ziyaret etmeye karar verdi.
Noah, Lunette’in evinde kalıyordu. Ve tabii ki köy liderinin kızı olarak evi köy liderinin evine oldukça yakındı. Julia’ya gelip gelmeyeceğini sorduğunda ise ilgilenmediğini söyledi ve sessizce gelişim yapmaya devam etti. Onu böyle görünce sadece omzunu silkmekle yetindi.
Noah, Lunette ve Alicia birlikte evden çıkıp, kısa bir yürüyüşle köy liderinin evine geldiler. Yol boyunca aradan vakit geçmesine rağmen Alicia, ona bakarken oldukça tuhaf davranışlar sergiliyordu. Nedenini tahmin edebilse de şimdilik görmezden geldi. Eğer konuşmak isterse konuşmayı tercih ediyordu. Ayrıca şu an kafasında eve bakarken düşünceler uçuşuyordu.
Bu evden biraz bahsetmek gerekirse evler gibi sade olmasına rağmen, açıkça bir liderin sahip olması gereken ağırlığı temsil edercesine diğer evlerden büyük bir binaydı. Evden çok küçük bir kale gibiydi. En azından dış görünüşünün verdiği hissiyat öyleydi. Köyün temelinin sağlam olduğu izlenimini bırakıyordu.
Noah, büyükçe gözüken bu binaya bakarken aklında başka düşünceler vardı. ‘Lunette’in annesi nasıl biri merak ediyorum. Köydeki herkes onu en yakını gibi görüyor. Kime sorsam saatlerce övecek gibi duruyorlar.’
Onu ürkütücek derece bir minnettarlık, hoşgörü ve hayranlık söz konusuydu köy liderine karşı. Bu nedenle merakına hakim olamadı.
Neyse ki Lunette ile kapıda oturan yaşlının konuşması kısa sürdü ve içeri girdiler. İçeri girdikleri gibi şımarık bir çocuk edasıyla Lunette avazı çıktığınca bağırdı.
“Anne! Anne! Ben geldim! Yanımda da bahsettiğim yabancıyı getirdim!”
Elbette ki annesiyle daha önce görüşen Lunette onu buldukları gün de dahil olmak üzere her şeyi anlatmıştı.
Bağırışı öyle güçlüydü ki Noah ister istemez kulaklarını tutmak zorunda kaldı. Bu bağrışa hitafen ise usulca şikayetçi bir ses binadan yankılandı.
“Çok gürültülüsün Lunette…”
Gürültünün onu rahatsız ettiği oldukça belliydi. Şikayetçi sesi duyan duyan Lunette ise şımarık bir çocuk gibi dil çıkartarak azarlar gibi yaramazca,
“Gizemli havalarını bırakta aşağı gel anne.” dedi.
Sesin sahibi ise bu azarlar tınıyı işitip işitmediği bilinmez şekilde sessizdi. En azından bu sessizlik kısa bir süreliğine öyleydi. Hemen sonra Lunette’in sesi işitildi.
“Ah! Tamam, tamam… Özür dilerim anne…! K-kulağımı bırakır mısın…!?”
Kulağını sertçe tutan kişi ise kızgın bir ifadeye sahip güzel bir kadındı. Sade kollu yeşil bir elbise giymişti. Bu sade elbiseye rağmen doğaüstü bir güzelliği vardı. Lunette’in ondan aldığı belli olan kısa turkuaz rengi saçları vardı. Gözleri ise kömür siyahıydı. Fakat bu siyah gözlerin içinde zümrüt gibi parlayan yeşil noktalar vardı. Bu yeşil noktalar formasyon oluşturur gibi enteresan bir düzene sahipti ve bu gözlere bakan bir insan ister istemez çekiliyordu.
Noah, aniden başına giren ağrı sayesinde gözlerin etkisinden kurtulabildi. Kafasını iki yana sallarken gözlerinin sulandığını fark ederej şaşırdı. Fakat aynı zamanda istemsizce korktu. Bu da kadına daha dikkatli bakmasına engel oluyordu. Baksa daha da dikkat çekici olan yüzünün sol yanından hilal şeklinde çıkan uzun ten rengi boynuzu görebilirdi.
Kadın azarlamakla meşgul olduğundan Noah, fark etmedi.
“Kaç defa annene karşı saygılı ol dedim sana. Biraz daha saygılı olmayı öğrenmen lazım velet!”
Kulağını daha güçlü çekerken Lunette’in gözleri doldu. Yavru köpek bakışlarıyla annesine bakarken bırakması için uysalca dediklerini onayladı.
“Haklısın, haklısın anne. Özüy dileyim. Lütfen… Bırakır mısın..? Acıyor.”
Acınacak derecede kendini sevimli göstermeye çalışan -ve Noah’a göre gerçekten de başarılı olan- ona bir süre bakan anne en sonunda iç geçirip, “Seninle ne yapacağım ben…” diyerek kulağını bıraktı.
Kızaran sağ kulağını tutarken Lunette’in acıya rağmen gözlerinin içinin güldüğünü fark etti Noah. Anlaşılan azarlanmasına ve kulağının çekilmesine rağmen içten içe oldukça mutluydu.
‘Annesini özlemiştir. Ondan normal sanırım. Acaba annem ne yapıyor..?’
Birden annesinin ne yaptığını, nasıl olduğunu düşünmeye başlarken ister istemez düşüncelere daldı. Aslında hep düşünüyordu. Fakat elinde hiç bir şey yokken nasıl ona yardımcı olabilirdi? Düşünmesinin bile bir anlamı yoktu. Fakat şimdi, küçücükte olsa bir umudu varken geleceği ister istemez düşünmeye ve annesine nasıl ulaşabileceğini düşünmeye başlarken düşüncelerde kayboldu.
En azından Lunette’in annesi tarafından düşünceleri bölünene kadar.
“Eee, kimsin genç adam? Beni köy halkından zaten biliyorsundur. Özellikle tanıtmama gerek yok. Zaten gelmeseydin ben sana gelmeyi düşünüyordum. İyi oldu gelmen.”
Devam etmeden önce bir şey kokluyormuş gibi havayı derince içine çekip bıraktı.
“Sen…kokundan anladığım kadarıyla Kabus ve Vampirin tuhaf bir melezisin. Bir kabusun bir vampirle birlikte olması nadirdir. İlginç. Her neyse benim seni buraya çağırma nedenim bu değil. Buraya geldiğinde kızımın söylediği kıyafetler, insan dışı her ırkı kötü olarak gören yobaz bir tarikatın müridinde olabilecek kıyafetler. Kimin nesisin? Açıklamak ister misin?”
Ani soru karşısında düşüncelerinden çıkıp şaşkına dönen Noah ne diyeceğini bilemedi. O boşluk anında ise Lunette’in annesinden gelen tehditkar havadan dolayı titredi istemsizce. Sonrasında kısa bir duraksamanın ardından yaşadıklarını özet olarak açıkladı. Tabii katliam kısmını atladı direkt. O orada olan olaylara hiç bir şekilde karışmamış hatta orada olanları bile tam olarak hatırlamıyordu. Sadece bilgi olarak biliyordu.
Anlatılanların kısa bir özetini dinledikten sonra köy lideri sessizce bir şey düşünüyormuş gibi durdu.
‘Ne düşünüyorsun hayatım? Sence güvenilir mi?’
Köy liderinin düşüncesine, içinden bir erkek sesi yanıt geldi.
‘Emin değilim Lillia. Çocukta kötü bir niyet hissetmiyorum. Sanki kimseyi öldürmemiş gibi bir masumluk var. Ayrıca dantianı da sakat. Bir zararı dokunması pek mümkün değil gibi. Zaten bir zararı dokunacak olsa biz gelmeden önce köye zarar verirdi. Yine de ne olur ne olmaz şimdilik bir sorun yokmuş gibi davran ama tetikte ol.’
Başını sallamadan önce bir süre daha düşünüyormuş gibi durdu Lillia.
“Pekala o zaman. Sorun yok. Kusura bakmayın biraz sorguya çekiyormuşum gibi oldu. Fakat köyün güvenliği benim için her şeyden daha önemli.”
Noah anlıyormuş gibi başını salladı. Fakat içten içe söyleniyordu. ‘Biraz mı? Bi sistemi söylemediğim kaldı korkudan…’
Noah’ın söylenmelerini neyse ki kimse duymuyordu. Daha doğrusu duyan olsa bile duyanların pekte umurunda değilmiş gibi sessizdi.
Noah buraya merakını dindirmek için gelmişken gülünç derece sorgulanan kişinin o olması karşısında hala biraz mutsuz olmasına rağmen yüzünde belli etmedi. Bunun yerine nazikçe konuştu.
“Size bir şey sormak için gelmiştim ben.”
Lillia şaşkınca kaşlarını kaldırdı.
“Ne soracaksın?”
Tam soracakken Noah’ın lafı Lunette tarafından kesildi.
“Hey! Neden ayakta konuşuyoruz. Otursak ya?”
“Haklısın. Buyurun geçin.”
Lillia zarifçe yol gösterdi ve merdivenle yukarı kata çıktılar. Katta dümdüz ilerleyip bir odaya girdiler. Sade bir üçlü, iki tekli koltuğun olduğu bir odaydı.
Noah üçlü koltuğun bir tarafına otururken Lunette de diğer tarafına oturdu. Alicia ve Lillia ise tekli koltuklara oturdular.
Bir süre oda sessizleştikten sonra Noah sorusunu sormak için boğazını temizledi.
“Köy lideri, sizinde kocanızın bir kabus ırkına sahip olduğunu duydum. Bunu sormam biraz yanlış ama-”
Tam cümlesine devam edecekken ani kapı sesi ve çığlıklardan sesi kesildi.
“Ne oluyor!?” Lillia anında ayaklandı. endişeli bir ifade takınıp son hızda aşağı indi. Lunette, Alicia ve Noah ise daha da şaşkındı. Hemen kalkıp Lillia’nın peşinden gittiler.
O sırada Lillia kapıyı açtı. Dışarıdaki kişi, oldukça keskin dişlere sahip kaslı yeşil bir orktu. Gözlerinde endişeli bakışlar vardı.
“Köy liderim. Saldırıya uğruyoruz!!”