Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli - Bölüm -1- Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi
Ön sözlük,
Yan Xiaowu -> No Joke -> Şaka Değil
Yorum: Atma ziyaa?
Hua Fei -> Expend -> Tüketene kadar harcamak (para, zaman ve ya enerji)
Yorum: Herhangi bir kadın profili?
Song Lingshu -> Get the Book -> Kitabı yalayıp yutmak yada kitabı yalancı çıkarmak
Yorum: Tamamını okuyunca hangisi anlarız…
Xihua Sarayı -> Mutlu Çiçek Sarayı
Üstnot: Cariyelerin kendilerine ait avlularına saray deniyor olmalı.
Bölüm 1: Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi
Yan Xiaowu bana ne zaman; dövüş sanatları dünyasının ne kadar tehlikeli ve acımasız olduğundan, sözde kılıç ustalarının ne kadar vahşi ve zalim olduğundan, onun gibi ufaklıkların hayatlarını kanla dolu kılıçların ucunda yaşadığından, yakınsa; onunla alay ederdim. Doğrusu, biz saray hekimleri zaten kelle koltukta yaşayan insanlarız.
Resmi olmayan istatistiklere göre en sık duyduğumuz 3 cümle şunlar:
1. Eğer onu iyileştiremezsen, (ben saray mensubu) kellenin uçtuğunu görmek istiyorum!
2. Ölürse, tüm sülalenin de onunla birlikte gömülmesini istiyorum!
3. Bu kadar küçük bir hastalığı bile tedavi edemiyorsan, seni hayatta tutmanın ne faydası var!
Her neyse, fazla bir ücret almadan insanları iyileştirmekle yükümlüyüz. İhmalimiz tespit edilirse, en hafif ceza olarak sadece bireysel bir ölüm cezasına çarptırılacağız. Ağır cezaysa ailemizin de bizimle birlikte ölmesi. Özetle, bir saray hekiminin işi düşük gelirli ama yüksek risk taşıyor.
Bununla birlikte, zaman zaman ek gelir elde etmek için ek işler yapabiliriz, örneğin Doğu Sarayı cariyesinin, Batı Sarayı cariyesinin çocuğunu aldırmasına yardımcı olabiliriz. Ya da Batı Sarayı cariyesinin imparator için afrodizyak ilaç almasına yardım etmek gibi işler var. Ancak bu gibi kirli işlere bulaşmak şifa etiğine aykırıdır.
Dedeme sordum, bu tür kötü şeyler yapmak göklere saygısızlık olmaz mı, ya da biz ebeveyn kalpli hekimlerin icra ettiği şifa sanatına küfür etmek değil mi?
Dedem dedi ki: “Şifa sanatının canı cehenneme! Hayatta kalmak en önemli şeydir!”
Bu sözleri duyduktan sonra kendimi korkmuş ve endişeli hissettim. İleri geri düşündüm, hayatta kalmak için saray hekimi önlüğümü çıkarmalı ve imparatorluk sarayından çok ama çok uzaklara gitmeliydim. Ama merhum İmparator Gao’yu ölümün kapısından geri döndürmek için hayatını tehlikeye atan sözde bir ‘tıp azizinin’ atam olmasını benden kim istedi? Merhum İmparator Gao çok memnun oldu ve üzerinde ‘Hekimliği nesilden nesile aktarmak’ yazan bir tahta tablet verdi. O andan itibaren Song ailemin kaderi yüzlerce yıl boyunca mühürlenmiş oldu.
Tıbbi uzmanlık kolayca miras bırakılamaz. Merhum İmparator Gao da bu noktanın farkına varmış olsaydı, bugün bu kadar trajik bir durumda olmazdım.
Yan Xiaowu nefes nefese dışarıdan içeri koşuyordu. Ona bakıp belli belirsiz bir şeyler söyledim: “Xiaowu, böbreğinde bir sorun mu var?” Geçmişte onlarca kilometre koşsa bile hiç nefes nefese kalmamıştı.
Yan Xiaowu adımlarını yavaşlattı, iki eliyle belini destekleyerek, nefes almaya çalışıyordu ve şöyle dedi: “Saray şifahanesi sana bir mesaj gönderdi, tüm saray hekimlerinin Xihua Sarayı’na gitmeleri için acil bir emir var!”
Yaklaşan felaketin önsezisi gibi, göz kapaklarım seğiriyordu.
İmparatorun şu anki gözde cariyesi Xihua Sarayı’nda yaşıyor. Acil çağrı varsa ya büyük bir mesele ya da birisi hasta olmalı. Korkarım ki o durumda bu küçük bir hastalık değil. Aslında, bu büyük bir mesele de olsa, biri hasta da olsa, tedavi edebileceğim bir şey olmayacak…
Büyükbabam hayattayken sık sık saray şifahanesindeki o insanların hepsinin şarlatan hekimler olduğunu söylerdi.
Onlarla birlikte olduğum için er ya da geç beni de bu işe bulaştıracaklar. Ayrıca beklentileri karşılayamamaları beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Tıbbi uzmanlıkları biraz daha iyi olsaydı, büyükbabamı rahatsız etmelerine gerek kalmazdı. O zaman büyükbabam Majesteleri tarafından bu kadar sevilmezdi. Eğer Majesteleri tarafından bu kadar sevilmeseydi, dedemin ölümünden sonra onun işlerini devam ettirmek için büyük bir baskı hissetmeyecektim .
Bu adaletsizlik karşısında duyduğum öfkeyi fark eden büyükbabam beni teselli etmek için omzumu sıvazladı ve şöyle dedi: “Boş ver. Onlar şarlatan hekimler olsalar bile yine de hekimler. Sana gelince………….” Dehşete kapılmış gözlerimde acı dolu bir ifade belirdi: “Sadece bir kasapsın……”
Büyükbabam saray şifahanesinin geleceğiyle ilgili şu kehanette bulunmuştu: Er ya da geç hepsi benim ellerimde ölecek.
Sanırım o an geldi. Avuçlarım üşüyor, alnım terliyor ve titreyen ellerim Yan Xiaowu’nun kıyafetlerini çekiştiriyordu: “Bari şu …… Xihua Sarayı’nda neler olduğunu öğrenebildin mi?”
Yan Xiaowu kısık bir sesle cevap verdi: “Korkarım iyi bir şey değil. Sarayın içi ve dışı diğer saraylar tarafından ne olduğunu öğrenmek için gönderilen insanlarla dolu!”
Şu anki imparator yaklaşık yirmi yaşında ve tahta çıkalı sadece iki yıl oldu. Dolayısıyla henüz kraliçesini seçmedi ve varisi de yok. Haremde imparatorun sevgisi için yarışan birçok cariye var. Sadece Xihua Sarayı’ndan imparatorluk cariyesi Hua biraz daha gözde. Böyle bir durumu gören haremdeki herkes beklentiyle gerilir. Cariye Hua’nın başına kötü bir şey gelmiş olmasını umuyor ve ejderha bebeğe hamile olmasından korkuyorlar.
Başına kötü bir şey gelseydi, onu kesinlikle kurtaramazdım. Eğer ejderha bebeğe hamileyse, durumunu kontrol etmek için neden bu kadar çok imparatorluk doktoruna ihtiyaç duysun ki? Korktuğum şey hamile olduğunu bilmemesi ve yanlışlıkla düşük yapmış olması ……
Başım gerçekten ağrıyor ……
İmparatorluk sarayındaki tek kadın doktor olarak, “jinekolog” olmak benim görevim. Hangi imparatorluk cariyesinin adet döngüsü düzensizse ya da kendini iyi hissetmiyorsa beni çağırır. Ben de berbat tıbbi becerilerime ve tatlı dilime güvenerek onları psikolojik olarak iyileştirmeye çalışırım. Şimdiye kadar foyam ortaya çıkmadı.
Bilmiyorum…….. Belki şarkı söylemek düşük sorununu çözebilir.
Bu kadar kısa sürede her türlü olası çözümü düşündüm ama sonunda yine de saraya gitmeye karar veriyorum: Öl, öl, öl!
Yan Xiaowu önceden bir tahtırevan hazırlamıştı, ben de üzerine oturdum. O da yol boyunca koşarak beni takip ediyor. Sarayın kapısına vardıktan sonra tahtırevandan iniyorum. Bir ilaç kutusu taşıyor ve beni saraya kadar takip ediyor.
Saray kapısının dışında park edilmiş çok sayıda tahtırevan var. Kabaca sayıyorum ve saray şifahanesindeki bu yorgun ihtiyar kemiklerin gerçekten de bir intihar takımı olduğunu düşünüyorum, çünkü hepsi bu kadar kısa sürede geldiler, gerçekten saygıdeğer ve takdire şayanlar.
Xihua Sarayı’nın önüne varmadan önce her yerde etrafa bakınan ve fısıldaşan insanlar görüyorum. Xihua Sarayı’nın önüne vardığımda ortalık oldukça sessiz. Muhafızlar beni tanıdı ve hemen içeri girmeme izin verdiler. Adımlarımı yavaşlatıyorum ve neredeyse parmak uçlarımda içeri giriyorum.
Xihua Sarayı hafif dumanlı ve puslu bir havayla dolu. Yedi adım yürüdükten sonra birçok insanın yere diz çöktüğünü görüyorum ve kalbim daha da hızlı atmaya başlıyor. Gözlerim paravanın arkasındaki parlak sarı bir figüre takılıyor. Bir süre düşündükten sonra selamımı vermemeye karar veriyorum ve sessizce yan tarafa diz çöküyorum.
O anda, muayenesini henüz bitiren bir saray hekimi parlak sarı figürün önünde diz çökerek titreyen bir sesle şöyle dedi: “Tebrikler Majesteleri, cariye Hua hamile.”
Derin ve alçak bir ses belli belirsiz bir şeyler söyledi: “Gerçekten mi? Tekrar kontrol et.” Sesinin mutlu mu yoksa kızgın mı olduğunu anlayamadım.
Bu alışılmadık bir şey. Cariye hamile, öyleyse imparatorun sesi nasıl ‘belirsiz’ çıkabilir? Eğer mutlu değilse, o zaman mutsuz olmalı. Eğer mutsuzsa, o zaman bu kaçınılmaz olarak ….
Göz kapaklarım yine seğiriyordu! Ama bu sefer ki ritimsiz! Bu açıkça on da on bir tuzak! Tüm bunların mantıksızlığını ben bile anlayabiliyorum, o deneyimli saray hekimlerinden bahsetmiyorum bile. Birkaç saray hekimi de hamilelik teşhisi koydu. Majestelerini kandırmaya cesaret edemeyeceklerine göre, muhtemelen bu hamilelik gerçek.
Hayal gücüm çalışırken, ansızın bir ses duydum: “Song Lingshu nerede?”
Bir anda sayısız bakış bana doğru yöneldi. Titriyerek dedim ki: “Zavallı hizmetkarınız burada…….”
“Sen de git ve muayene et.”
“Tamam.” Bir adım öne çıktım ve göz ucuyla imparatora baktım. Bu bakış gerçekten şanssız bir bakıştı, çünkü beni suçüstü yakalamıştı. Çok korktuğum için hemen başımı eğiyorum ama zihnim hala onun asık suratıyla dolu.
Hua Fei’nin uzattığı bileğine bastırarak rol yapıyorum. Bileği kar gibi parlak, parmakları yeşil soğan gibi incecik ve nabzına gelince…. birçok hekim hamile olduğunu söylemişti, o halde kesinlikle hamile olmalı.
Elimi çekip ayağa kalktım, arkamı dönüp diz çökerek eğildim ve şöyle dedim: “Majesteleri, cariye Hua gerçekten de hamile.”
“Hamile……” Bir an düşündü ve sonra, “Song Lingshu, başını kaldır ve az önce söylediklerini tekrarla,” dedi.
Kalbim bir kez güm güm atıyor, biraz merak ve biraz da panik içinde. İmparatorun fermanına uyuyorum, başımı kaldırıyorum ama ona doğrudan bakmaya cesaret edemiyorum. Sadece odadaki ışığa bakıyorum ve boş bir yüzle cevap veriyorum:
“Majesteleri, cariye Hua Fei gerçekten hamile.”
Gözlerimin ucuyla dudaklarının bir an için yukarıya kıvrıldığını görür gibi oldum.
“Gerçekten …… Çok iyi ……”
Son iki kelime, oradaki tüm Saray Hekimlerine rahat bir nefes aldırıyor, ancak sonraki cümle bunu tersine çevirdi.
“Öyleyse, şimdi kaç aylık hamile?”
Bu kez ortalık gürültü ve heyecanla çalkalanıyor. Kimisi 2 aylık diyor, kimisi 3 aylık diyor, kimisi de 4 aylık diyor…..
Gerçekten bir grup şarlatan hekim ha…….İmparator beni tekrar çağırıp sorana kadar sessiz kalıyorum: “Song Lingshu, ne düşünüyorsun?”
Başımı eğip cevap veriyorum: “Alçakgönüllü hizmetkarınız yaklaşık 3 aylık olması gerektiğini düşünüyor.”
Heehee…… Bu durumda 2 aylıkta olsa 4 aylıkta olsa yaklaşık 3 aylık. 3 aylıksa da noktası virgülüne doğru. Her şekilde haklıyım.
“Ah.” İmparator başını salladı. Tam rahat bir nefes alacakken şöyle dedi: “O halde gelecekte saray hekimi Song, cariye Hua’nın günlük işleriyle ilgilenme sorumluluğunu tek başına üstlenecek. Bu benim ilk çocuğum. Eğer herhangi bir aksilik olursa, saray hekimi Song’un kellesi düşer!”
Gördünüz mü, yine olacak demiştim! Bu cümleyi kaç kez duyarsam duyayım, keder ve öfke hissetmekten başka bir şey yapamıyorum.
Cevap vermekten başka çarem yoktu: “Alçakgönüllü hizmetkarınız….. Majestelerinin emrine itaat eder…..”