Türkçe Light Novel
  • Seri Listesi
  • Blog
  • Discord
Sign in Sign up
  • Seri Listesi
  • Blog
  • Discord
  • Isekai
  • Aksiyon
  • Fantastik
  • Seinen
  • Macera
  • Yaşamdan Kesitler
  • Harem
  • Romantik
  • Psikolojik
  • Okul Hayatı
  • Komedi
Sign in Sign up
SON EKLENEN BÖLÜMLER

Elitler Sınıfı

25 Mart 2023
   Cilt 17 - Bölüm 5 - 5K    Cilt 17 - Bölüm 4 - Konsey Odası

Emperor Of Solo Play

23 Mart 2023
Bölüm 132 - Arife (3) Bölüm 131 - Arife (2)

Our Second Master

19 Eylül 2022
Bölüm 7: Final Bölüm 6: #####

En Çok Senden Nefret Ediyorum!

21 Ağustos 2022
Bölüm -5- Final Bölüm -4- #####

Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli

30 Temmuz 2022
Bölüm 7: Final Bölüm 6: #####

Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli - Bölüm -2- Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi (2)

  1. Home
  2. Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli
  3. Bölüm -2- Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi (2)
Prev
Next

Ön sözlük,

 

 

Liu Xi -> Kill the hope -> Umudunu kaybetmek

Yorum: bölümü okuduktan sonra nüansı daha iyi alabilirsiniz…

 

 

Fu Chun -> Köle Chun

 

 

Lin Shui -> Uyuya kalmak

 

 

 

Üstnot: Önceki bölümde saray derken avluyu kast etme ihtimalini gözardı ettiğimi fark ettim. Genellikle eski çin mimarisinde saray birbirine entegre avlular kompleksidir. Yani bir anlamda her avlu sarayın bir odası gibidir. İçerisinde bir evde olabilecek her şey olan bir oda… Jangeum’un rüyaları yada çin tarihi dizileri izlemiş olanlar muhtemelen benden daha iyisini bilecektir.

 

 

 

 

Bölüm 2: Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi

 

 

Bu işe atandığım andan beri cariye Hua’ya bir şey olursa, imparatorun gerçekten benim hayatımı isteyip istemeyeceğini düşünüyorum. Ne de olsa çocukluğumuzdan yetişkinliğimize kadar birlikte oynayarak büyüdük ……

 

 

Şu anki imparator sekizinci Prens Liu Xi. Büyükbabamın tek başına onun hayatını kurtardığı söylenebilir. Sekizinci oğul, ne yukarı ne de aşağı, pek de avantajlı olmayan bir rütbe. Üstelik annesinden doğduğundan beri hastaydı, yani küçükken hasta bir çocuktu. Dolayısıyla bu hasta ve zayıf prens, merhum imparator tarafından pek kayırılmamıştı. Saraydaki herkes de onu küçümsüyordu.

 

 

 

Sekizinci Prens’in ve annesinin gözden düştüğünü gören imparator, harçlıklarını, yiyecek ve giyecek istihkaklarını keserek onlara zorbalık ediyormuş. Sekizinci Prens yüksek ateşle ciddi bir şekilde hastalandığında, saray hekimine muayene olmaya bile paraları yetmiyormuş. Büyükbabam eve dönerken sekizinci prensin hizmetçisi tarafından durdurulmuş. Büyükbabama diz çöküp yalvarmış, o da Liu Xi’yi tedavi etmeye gitmiş.

 

 

 

Liu Xi’ye ne tür bir hastalık teşhisi konduğunu bilmiyorum ama büyükbabamın yüz ifadesine bakarak bunun kesinlikle basit bir baş ağrısı olmadığını tahmin edebilirdiniz. Bu çocuk benden üç yaş büyüktü ama benden kısaydı. Çenesi sivri ve inceydi, avuç içi büyüklüğündeydi. Solgun yüzünde her zaman garip parlak kırmızı bir ışıltı vardı. Birkaç adım yürüdükten sonra nefesi kesilirdi. Herkes onun on yaşından fazla yaşayamayacağına inanıyordu. Beklenmedik bir şekilde, on yıl boyunca büyükbabam tarafından tedavi edildikten sonra, bu rahatsızlıklardan kurtulmayı başardı.

 

 

Farkında olmadan ve göz açıp kapayıncaya kadar benden daha uzun boylu oldu. Artık eskisi gibi ürkek görünmüyordu. Kibirli olmayı, insanlara tepeden bakmayı da öğrendi. Bana soğuk ve alaycı bir şekilde “Bana kafanı ver.” dedi, gerçekten …… nankörlüktü!

 

 

Kraliyet ailesinde gerçekten çok az iyi insan var!

 

 

İçimden küfrediyorum ama dışımdan saygılı davranıyorum. Liu Xi, biri ona haber getirmeden önce sadece birkaç kelime söylüyor. Gelen kişi Liu Xi’nin kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra yüzü kararıyor. Sonra haberi getirenle birlikte aceleyle buradan ayrılıyor. Liu Xi gittikten sonra saray hekimleri ancak o zaman tamamen rahatlayabiliyorlar.

 

 

Yerden kalktım ve yatağa bakmak için arkamı döndüm. Cariye Hua çoktan oturmuştu. Bir çift güzel göz, kızgınlık dolu bir yüzle boş kapı aralığına bakıyor. Bu kadar endişeli olma çünkü önünde seni kırgın hissettireceği birkaç on yıl daha var.

 

 

 

İç geçirip ayrılmak için dönüyorum. Birkaç adım yürüdükten sonra Liu Xi’nin güvenilir haremağası Fu Chun’un bana doğru yürüdüğünü görüyorum. Yüzünde bir gülümsemeyle saygılı bir şekilde şöyle diyor: “Majesteleri, cariye Hua’nın hamileliğinin önemli bir olay olduğunu, bu yüzden herhangi bir aksilik olamayacağını söyledi. Daha rahat bakılması için saray hekimi Song’un yakınlarda konaklamasını emretti.”

 

 

 

“Bu…… korkarım ki uygunsuz ve mantıksız. Devlet memurları…… sarayda kalamaz.” Ne yapacağımı şaşırıyorum. Endişeliyim. Çıldıracağım!

 

 

Fu Chun’sa gülerek şöyle dedi: “Saray hekimi Song’un bu konuda endişelenmesine gerek yok. Devlet memurlarının geceyi sarayda geçirmelerine izin verilmez çünkü sarayda iffetsizliğe ve söylentilere yol açacağından korkulur. Saray hekimi Song bir kadın olduğu için böyle bir endişeye mahal yok. Saray hekimi Song için çoktan Lin Shui avlusunu hazırlattık, bu yüzden hemen gidip yerleşebilirsiniz.”

 

 

Büyük bir panikle İtiraz ettim: “Lin Shui avlusu! Korkarım bu daha da uygunsuz!”

 

 

 

Lin Shui avlusu Liu Xi’nin avlusunun yanında. Resmi olmasa da, burası her zaman imparatoriçenin avlusu olarak görülmüştür. Benim gibi sıradan bir saray hekimi böyle bir yerde nasıl kalabilir!

 

 

 

Fu Chun belli belirsiz gülümsüyordu: “Majestelerinin bunu bu şekilde düzenlemesinin bir sebebi var. Saray hekimi Song, İmparator’un emirlerine itaat etse iyi olur.”

 

 

Bunu söyledikten sonra benimle daha fazla ilgilenmiyor. Arkasını dönüp giderken beni cansız bir halde geride bırakıyor.

 

 

Lin Shui avlusunda yemek yediğim akşama kadar cansız görünmeye devam ettim.

 

 

Liu Xi’nin gerçekten çok iyi bir sebebi vardı ……

 

 

Lin Shui avlusu çevresindeki birinci sınıf müştemilat’ta kalmama izin verdi. Basitçe söylemek gerekirse, burası hizmetçilerin bölgesi. Boşuna endişelendiğim ortaya çıkıyor ……

 

 

Başımı kaşıyorum ve yemeği yavaşça yiyiyorum.

 

 

Saraydaki yemekler hâlâ evdekinden çok daha iyi. Muhtemelen Saray hekimi olmamdan kaynaklanıyor. Aynı zamanda cariye Hua’nın özel olarak atanan saray hekimiyim, bu yüzden rütbem biraz daha yüksek. Bu yiyecekler, sıradan bir savaşçı olan Yan Xiaowu’nun hayal bile edemeyeceği şeyler.

 

 

Sarayda kalmak için imparatorluk fermanına sahibim ama Yan Xiaowu’nun kalmasına gerek yok. Bu yüzden sabah erkenden ilaç kutusunu bırakıp eve dönmek için sıvışıyor. Bu adam büyükbabam tarafından çocukken iyilik olsun diye evlat edinilmişti.

 

 

O sırada sokakta biriyle buharda pişmiş çörek yüzünden kavga etmiş ve neredeyse ölmesine neden olacakmış. Büyükbabam onu eve getirmek için bir etli çörek kullandı ve on yıldan fazla onun yanında kaldı. Yan Xiaowu onun etkisi sayesinde bazı tıbbi beceriler öğrendi. Birinin durumunu teşhis edebilmek için nabzını tutmasına gerek yok, sadece ten rengine bakıyor. Örneğin bana sık sık şöyle der: “Song Lingshu, öleceksin.”

 

 

Bu cümleyi her söylediğinde, büyükbabam tarafından ya tek ayak üzerinde durdurularak, ya yazı yazdırılarak ya da hatalarım üzerinde düşünmem için kilitlenerek cezalandırılırdım. Bu sayılıyorsa, Yan Xiaowu’nun tıbbi becerisi yarım kova su olarak kabul edilebilir. Söylendiğine göre, dövüş sanatları becerisi tıbbi becerisinden yarım kova su daha fazla. Dövüş sanatları dünyasında ‘Come One Bucket’ olarak biliniyor. Yan Xiaowu sabrını yitirip bunun aslında ‘Come One Stab’ olduğunu açıklayana kadar hep doğrusunun bu olduğunu düşünmüştüm. Kendisi mızrak kullanan biri olduğu için bu üç kelime ‘Harekete geçerse mutlaka birilerine saplayacak’ anlamına geliyor. Yani ‘Kılıç kınından çıkarsa kan akıtmalı’ sözüyle aynı mantık.

 

 

Ben de şöyle dedim: “Yan Xiaowu, çok eziksin. Lakabın bile zavallı.”

 

 

Yine de büyükbabam beni böyle kötü lakaplı biriyle nişanlamak istedi. Bunu düşününce içten içe biraz yaralandığımı da hissediyorum.

 

 

Yemeğimi henüz bitirmiştim ki, saray hizmetçisi Yan Xiaowu’nun saraya gönderilmesini istediği eşyaları bana teslim etti. Onları yerleştirdim. Yedek kıyafetlerin yanı sıra kaçmak için aletler de var. Üzerinde birkaç eğri çizgi olan bir kâğıt parçası da var. Uzun süre bakıyorum ama yine de bir şey anlamıyorum. Sonra arkasına bakıyorum ve yazıyı görüyorum – arka yüz saraydaki yeraltı geçitlerinin haritası. Eğer bir aksilikle karşılaşırsan, kaç. Seni almaya gelemeyeceğim.

 

 

Onu sessizce bir kenara kaldırdım. Bana güvenebileceğim, şikayet edebileceğim ve nefret edebileceğim böyle bir aptal verdiği için Tanrı’ya bir kez daha şükranlarımı sunmak istiyorum.

 

 

Eşyaları henüz toparlamıştım ki, başka bir saray hizmetçisi gelip Xihua avlusundan saray hekimi Song’u çağırdıklarını söyledi. Aceleyle omuzlarıma bir palto geçirip o kişiyi takip ediyorum.

 

 

Beklediğim gibi Liu Xi de Xihua avlusundaydı.

 

 

Yüzünde ince bir pudra tabakası olan cariye Hua, Liu Xi’nin sol tarafına yaslanıyor. İnsanlara bel bağlayan zayıf ve küçük bir kuşa benziyor (sevimli ve çaresiz görünümlü anlamına gelen bir deyim). Sanırım Liu Xi aslında bu tip kadınlardan hoşlanıyor.

 

 

Muhtemelen tıpkı onun gibi olduğu içindir. Liu Xi gençken, cariye Hua’dan çok daha zayıf, çaresiz görünümlü ve yakışıklıydı. Cariye Hua’nın ağabeyi başkomutandı. Nüfuzlu başkomutan ailesinin soyundan gelen biri olarak, sadece zayıfmış gibi davranıyor olmalı.

 

 

Liu Xi, cariye Hua’nın yatağın kenarına oturmasına yardım ediyor. Öğleden önceki kasvetli ve esrarengiz görüntüsünün aksine, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme var. Cariye Hua ile nazikçe konuşuyor: “Hamilesin ve sağlığın kötü, bu yüzden yataktan çıkma.” Arkasını döndüğünde bana soğuk ve kayıtsız bir şekilde şöyle diyor: “Saray hekimi Song, cariye Hua kendini iyi hissetmediğini söylüyor. Gel ve sorunun ne olduğunu görmek için bir göz at.”

 

 

Başımı sallayıp kabul ediyorum. Liu Xi gitmeden yatağın kenarına oturuyor ve cariye Hua’nın göğsüne yaslanmasına izin veriyor. Bir adım öne çıktığımda korkudan titriyorum. Parlak sarı giysilerin çok ölümcül olduğunu, parlaklığıyla gözlerimi neredeyse kör ettiğini itiraf etmeliyim. Cariye Hua’nın bileğine bakmak için başımı eğiyorum, ancak dizden etek ucuna kadar hala parlak sarı görüyorum.

 

 

Her zaman bu rengin ışıltılı bir dışkı gibi olduğunu hissetmişimdir. Neden bu kadar çok insanın bunu giymek için savaştığını bilmiyorum.

 

 

Liu Xi’yle samimi olduğum dönemde, usturuplu bir şekilde davranmadım ve onunla saçma sapan konuştum. Tahta çıktığı gün, rutin kontrollerini yapmaya giden büyükbabamı takip ettim. Onu tepeden tırnağa dışkı renginde gördüğümde gülümseyerek şöyle dedim: “Liu Xi, seni bu kıyafetlerle tanıyamıyorum!”

 

 

Büyükbabam kafama bir tokat attı ve beni azarladı: “Çok patavatsızsın!”

 

 

Liu Xi usulca iki kez öksürdü. Solgun yüzünde hafif bir pembe parıltı vardı. Bana karşı biraz mahcup görünüyordu. Bu tür bir ifadeyi son kez görüyordum.

 

 

Başlangıçta kıyafetlerin sadece kıyafet olduğunu düşünmüştüm. İnsanlar sırf farklı kıyafetler giyiyorlar diye değişmezler. Sonradan korkunç bir şekilde yanılmış olduğumu fark ettim. Sekizinci Prens Liu Xi çoktan öldü. Şu an karşımda duran kişi İmparator Liu Xi. O zamanlar ona ismiyle hitap edebilirdim ama şimdi bunu yapamam. Halk arasında imparatorun adının ağıza sakız olmaması için ‘Xi’ kelimesi (Çince’de umut anlamına gelir) artık kullanılamıyor. Sıradan insanların ‘umudu’ yok. Benim de umudum yok.

 

 

Liu Xi sesini yükseltip yüksek sesle bağırana kadar düşüncelerimin içinde kayboldum. Ancak o zaman irkilerek uyanıyorum. Şaşkınlığımı gizlemek için bileğime dokunuyorum. Sonra dönüp Cariye Hua’ya bakıp konuşuyorum. “Cariye Hua, kendinizi iyi hissetmediğinize dair herhangi bir belirti var mı?”

 

 

Cariye Hua usulca şöyle dedi: “Her zaman kırılgan ve midem bulanmış hissediyorum.”

 

 

Gülümsüyorum ve şöyle diyorum: “Bu kesinlikle tüm hamile kadınların geçmesi gereken bir aşamadır. Cariye Hua’nın endişelenmesine gerek yok. Mütevazı hizmetkârınız geri dönecek ve bazı ilaçlar hazırlayacak. Onları zamanında alırsanız, semptomlar hafifleyecektir.”

 

 

Daha sonra, hamilelik sırasında kullanılan bazı ilaçları alması için saray şifahanesine gönderecek birini bulacağım. Gerçek şu ki kendim ilaç hazırlamamın imkanı yok.

 

 

Aslında Liu Xi de bunu biliyordu. Neden hala beni Cariye Hua’yı tedavi etmek için getirttiğini bilmiyorum.

 

 

Cariye Hua yanlış bir şey olduğundan şüphelenmiyor ve başını hafifçe sallayarak onaylıyor. Liu Xi’nin omzuna yaslandı ve usulca şöyle dedi: “Majesteleri, lütfen bana eşlik etmek için gece burada kalın, olur mu?”

 

 

Liu Xi doğal olarak gülümsüyor, başını sallıyor ve şöyle diyor: “Tamam, önce sen dinlen. Ben kalan resmi işlerimi bitirmek için çalışma odasına gideceğim. Sonra gelip sana eşlik ederim.”

 

 

Şu anda haremde ona iğne batırmak isteyen pek çok Cariye olduğu kesin.

 

 

Cariye Hua çok uysal ve Liu Xi’ye sevgiyle bakıyor. Gözlerindeki gururu gizleyemiyor.

 

 

Dışarı çıkmak için birkaç adım atıyorum. İçerisi kendimi iyi hissettirmeyecek kadar sıcak ve havasız. Dışarı çıkar çıkmaz öndeki iki düğmeyi açıyorum ve nefesleniyorum.

 

 

“Song Lingshu.” Arkamdan çok tanıdık bir ses adımı söylüyor.

 

 

Yürümeyi bırakıyorum, sertçe arkamı dönüp bakıyorum – Liu Xi’nin ten rengi bana doğru yürürken hiç de iyi değil.

 

 

Yavaşça diz çöküyorum – gerçekten yorucu. Onu her gördüğümde diz çökmek zorunda kalıyorum. Birkaç kez daha karşılaşırsak dizim yara olacak.

 

 

“Mütevazı hizmetkarınız Majestelerinin önünde eğiliyor.”

 

 

“Formaliteyi bırakabilirsin.” Önümden geçip taş tabureye oturuyor. Yavaşça ayağa kalkıyorum ve aslında etrafta kimsenin olmadığını fark ediyorum.

 

 

“Ben de son zamanlarda kendimi iyi hissetmiyorum. Beni de bir muayene et.” Bunu söylerken elini uzatıyor.

 

 

Önümdeki bileğe boş boş bakıyorum. Sonra ona bakıp şöyle diyorum: “Ah?”

 

 

Derin ve kara gözlerini kırpıştırarak bana bakıyor ve şöyle diyor: “Gel buraya.”

 

 

Yarım adım ilerliyorum, sesimi alçaltıyorum ve sıkıntılı bir sesle: “Majesteleri, …… beni biliyorsunuz, eğer gerçekten kendinizi iyi hissetmiyorsanız, saray hekimi Shi veya Su’nun gelip size bakmasını sağlasanız iyi olur.”

 

 

İtiraz eder etmez şöyle diyor: “İmparatorun emrine itaatsizlik mi etmek istiyorsun?”

 

 

Benimle bu şekilde konuştuğunda kederleniyorum. Yeşil erik yemek gibi ama sadece koklayabiliyorum. Öne çıkmak için kendimi hazırlıyorum.

 

 

Oturmaya cesaret edemiyorum, sadece eğilip üç parmağımı nabzına koyuyorum. Tanrım, bana merhamet et …… Damarların zonklaması dışında hiçbir şey hissedemiyorum. Büyükbabam her zaman sinirlerimin çok kalın olduğunu söylerdi, çünkü nabız hareketindeki bariz farkı bile hissedemiyorum. Açıkçası, birbiri ardına gelen zonklamalardan ibaret, ne fark eder ki ……

 

 

“Majesteleri, kendinizi ne konuda iyi hissetmiyorsunuz?” Sonuna kadar rol yapmaktan başka çarem yok.

 

 

“Uykusuzluk, çok fazla kabus ve vücut titremesi.” Bunu söylerken gözlerimin içine bakıyor.

 

 

Kalbim biraz acıyor ve titreyen bir sesle soruyorum: “Hastalığınız tekrarlıyor mu?”

 

 

Eğer öyleyse, korkarım onu tedavi edebilecek kimse yok. Önceki hastalığının belirtileri de bu şekilde. Ya uyuyamıyor ya da büyük zorluklarla uyuyabiliyor ama kısa süre sonra kabuslarla uyanıyor ve her tarafı terliyordu. Sonra üşüyerek yatakta büzüşürdü. Böyle bir durumda, uyuyabilmek için yalnızca ilaçlara güvenebilirken gözlerinin altında her zaman soluk koyu halkalar olacaktı.

 

 

“Hastalığım tekrarlıyorsa ne olacak?” Bana ciddi ciddi soruyor.

 

 

Sesim boğazıma takılıyor, bu yüzden ona cevap veremiyorum. Ona gerçekten cevap veremiyorum çünkü bilmiyorum. Ona sadece aptalca bakabiliyorum.

 

 

Sonunda ağzında bir gülümsemeyle şöyle diyor: “Blöf yapıyorsun.”

 

 

Rahat bir nefes alıyorum, sonra daha da kederli hissediyorum. Omuzlarım kederle çöküyor ve belli belirsiz “Ah” diyorum. Elimi çekmek istiyorum, ama onun elimi tuttuğunu fark ediyorum.

 

 

Yine korkuyorum!

 

 

Liu Xi’nin elinin sıcaklığı, bir kış günü batan güneş gibi hafif, küçük bir miktar, küçük bir lüks ve her an elimden alınabilecekmiş gibi görünen bir sıcaklık.

 

 

“Sana söylemek istediğim bir şey var ama henüz zamanı değil ……” Bunu söylerken gözlerinde bir ışık parlıyor gibiydi, “Sana sadece yakında istediğini yapabileceğimi söyleyebilirim ….. Büyükbaban hayatımı kurtardı, bu yüzden sana bir dilek hakkı vereceğim. Ne istiyorsun? Kimi istiyorsun? Ne yapmak istiyorsun? Ne olursa olsun, sana her şeyi verebilirim ……” Sesini alçalttı, baştan çıkarıcı derin bir rüya gibi nazikti, “Dile benden ne dilersen ……”

 

 

Aptalca gözlerinin içine bakıyorum ve dudaklarımı kıpırdatarak şöyle diyorum: “Bir af madalyonu istiyorum…… ……”

 

 

“Ne?” Sözümü kesiyor ve bir süre boş boş bakıyor.

 

 

Dudaklarımı büzerek açıklayıcı bir sesle şöyle diyorum: “Saray hekimi olmak çok tehlikelidir. Beni de iyi tanırsınız. Bir gün yanlış bir şey yapacağımdan ve beni öldürteceğinizden korkuyorum …… bana af madalyonu …… ya da af madalyonları verebilir misiniz? Bence bir tanesi yeterli değil …… “

 

 

Liu Xi asık bir suratla şöyle diyor: “Asla olmaz!”

 

 

Suratımı astım. Gerçekten de yalandı çünkü az önce her şeyi isteyebileceğimi söyledi ……

 

 

Liu Xi iç çekerek şöyle dedi: “Tamam, seni kesinlikle ölüm cezasına çarptırmayacağıma söz veriyorum. Artık içini rahatlatabilir misin? O zaman …… hala başka bir dileğin var mı?”

 

 

Dikkatlice düşünmek için başımı eğiyorum. Kalbim küt küt atıyor. Ona bakıyorum ve mutlulukla “Evet!” diyorum.

 

 

“Ne?” Yumuşakça soruyor.

 

 

“Saraydan ayrılmak istiyorum!” Diyorum neşeyle, “Her neyse, tıbbi beceri eksikliğimi biliyorsun. Bir kasap olarak daha becerikliyim, bu yüzden saray şifahanesine bir faydam olmaz. Dolayısıyla burada kalmamın bir anlamı yok. Atanız İmparator Gao yüzünden ailemin nesilden nesile hekimlik yapmaktan başka seçeneği yok, …… gitmeme izin verebilir misiniz?”

 

 

Liu Xi derin bir nefes alıyor ve hafif titreyen bir sesle şöyle diyor: “Buradan ayrıldıktan sonra nereye gidebilirsin ki?”

 

 

Gülümseyerek şöyle diyorum: “Yan Xiaowu zaten dövüş sanatları dünyasında kendine bir isim yapmıştı, bu yüzden onunla gideceğim. Büyükbabama hayatının geri kalanında bana bakacağına söz verdi!” Sözlerimi bitirmeden önce elimde keskin bir acı hissediyorum ve acı dolu bir feryat koparıyorum. Ancak o zaman Liu Xi elimi sıkmayı bırakıyor.

 

 

“Bunu aklından bile geçirme!” Bu birkaç kelimeyi söylüyor ve arkasına bakmadan gidiyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Prev
Next

Comments for chapter "Bölüm -2- Saray Hekimlerinin Trajik Geçmişi (2)"

MANGA DISCUSSION

YOU MAY ALSO LIKE

20170314153331_961
Akçaağaç Yaprakları Ne Kadar Acıtır?
16 Temmuz 2022
20201130_230414_0000
Uzakdoğu Masalları
20 Kasım 2020
I-Hate-Everything-About-You
En Çok Senden Nefret Ediyorum!
21 Ağustos 2022
classroom of the elite
Elitler Sınıfı – Kısa Hikayeler
26 Temmuz 2022
Tags:
antik çin, çin noveli oku, çince hikaye, kadın ana karakter, kısa tamamlanmış eser, light novel oku türkçe, light novel türkçe, novel oku, Şarlatan hekim, Tarihi, türkçe novel, uzakdoğu masalları, web novel oku
  • Ana sayfa

TurkceLightNovels

Sign in

Lost your password?

← Back to Türkçe Light Novel

Sign Up

Register For This Site.

Log in | Lost your password?

← Back to Türkçe Light Novel

Lost your password?

Please enter your username or email address. You will receive a link to create a new password via email.

← Back to Türkçe Light Novel

Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.TamamGizlilik politikası