Türkçe Light Novel
  • Seri Listesi
  • Blog
  • Discord
Sign in Sign up
  • Seri Listesi
  • Blog
  • Discord
  • Isekai
  • Aksiyon
  • Fantastik
  • Seinen
  • Macera
  • Yaşamdan Kesitler
  • Harem
  • Romantik
  • Psikolojik
  • Okul Hayatı
  • Komedi
Sign in Sign up
SON EKLENEN BÖLÜMLER

Elitler Sınıfı

25 Mart 2023
   Cilt 17 - Bölüm 5 - 5K    Cilt 17 - Bölüm 4 - Konsey Odası

Emperor Of Solo Play

23 Mart 2023
Bölüm 132 - Arife (3) Bölüm 131 - Arife (2)

Our Second Master

19 Eylül 2022
Bölüm 7: Final Bölüm 6: #####

En Çok Senden Nefret Ediyorum!

21 Ağustos 2022
Bölüm -5- Final Bölüm -4- #####

Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli

30 Temmuz 2022
Bölüm 7: Final Bölüm 6: #####

Karımı Keşfedilmeden Öldürebilme İhtimalim - Bölüm -2- Yuri'nin Bakış Açısı - Onu Kendime Aşık Edecek Bir Oyun

  1. Home
  2. Karımı Keşfedilmeden Öldürebilme İhtimalim
  3. Bölüm -2- Yuri'nin Bakış Açısı - Onu Kendime Aşık Edecek Bir Oyun
Prev
Manga Info

 

 

 

 

 

“Çocuk yap”

 

Bu babamın en sevdiği sözdü.

 

Kadınların sadece çocuk doğurma aracı olarak görüldüğü bir evde doğdum, yirmili yaşlarımdaydım. Hayatın yol ayrımında duruyordum.

 

 

 

Parmak uçlarımda farklı erkeklere ait elliye yakın fotoğraf vardı. Babamın hazırladığı koca adaylarıydılar.

 

 

 

 

Babamın şirketini istedikleri için inisiyatif alıp gönüllü olanlar ve bağlarımızı güçlendirmemiz önerilen diğer şirketlerden adaylardı. Hepsinin çeşitli sebepleri vardı ama ben biriyle evlenip çocuk yapacaktım.

 

 

Bu evdeki yaşama sebebim buydu.

 

Birini sevebileceğimi sanmıyorum.

 

Herkesin aşk gibi şekilsiz bir şeye nasıl inandığını merak ediyorum. Benim için sadece bir mucizeydi.

 

 

Herhangi bir standart insanın yapabileceği şeyleri yapamama sebebim, asla gerektiği kadar sevilmeyen bir insan olmamdı.

 

 

 

Doğduğumdan beri aklımda dolaşan sayısız cevapsız soruyu bir kenara bıraktım ve elimdeki fotoğraflara baktım.

 

 

 

Onu seçmem gerçekten bir tesadüftü.

 

 

 

Onu seçmemin en büyük nedeni, fotoğrafının yığının en altında olmasıydı. Elliye yakın fotoğrafın sıralaması, şirkete ne kadar kâr getirebileceklerine göre belirlenmişti. Pratikte yığının en altında olduğundan, babamın şirketi için çokta yararlı sayılmazdı. Babamdan intikam almak için onun fotoğrafını seçtim.

 

 

 

Fotoğraftaki kişi, her yerde bulabileceğiniz sıradan bir adamdı. Tek gerçek özelliği, gözlüklerinin verdiği çalışkan havaydı. Potansiyel eşine verilecek bir fotoğraf olsa bile, hiç gülmüyordu. Dahası, sanki durumdan hoşnutsuz ve sinirliymiş gibi görünüyordu.

 

Bu gösterişsiz tavrı, normalin aksine olumlu bir izlenim bıraktı.

 

Fotoğrafın arkasındaki profile baktığımda o kişiyle anlaşacağımdan daha da emindim.

 

 

Geçmişi, ikinci sınıf bir üniversiteden mezun olduktan sonra, her yerde bulabileceğiniz orta seviye bir şirkete girdiğini ve bu yıl toplamda beşinci yılı olacağını gösteriyordu.

 

 

Ve bu adam için adaylık nedeni dedesinin şirketini kurtarmak, diye yazıyordu. Aklım bir tuhaf oldu.

 

“Ne kadar aptalca.”

 

Bu kelimeleri fark etmeden ağzımdan kaçırdım.

 

 

 

Bir başkasını kurtarmak için sevmediği bir kadınla evlenme yolunda gidiyor. İnanılmaz derecede yufka yürekli ve iyilikte Nirvana’ ya ermiş olmalı.

 

‘Seni sevebileceğimi düşünemiyorum, ama benimle iyiysen sorun değil.’

 

İlk buluşmamızda ağzından çıkan o sözlerden sonra babamın yüzünün aldığı şekli unutamıyorum. Bana, o adamdan vazgeçmem için bağırırken boynu dik bir şekilde kaşlarını çatmıştı.

 

O kadar eğlenceliydi ki kendimi neredeyse tutamadım. Bu bile onu seçtiğim için beni mutlu etmeye yetti.

 

Ve evlendik.

 

Evleneli günler olmamıştı ki, bana şunları söyledi.

 

“Seni öldürebilir ve sana miras kalan tüm parayı kendime alabilirim. Yine de benimle iyi misin?”

 

İlginç şeyler söyleyebilecek bir adam olduğunu düşündüm. Eğer gerçekten böyle bir şey planlıyorsa, susup sadece yapardı ama nedense benden izin istiyordu.

 

 

Söylediği anda beni öldürmeyeceğinden emindim ama nedense gözleri tehlikeli bakıyordu ve kendimi tutamayıp güldüm.

 

 

 

Bir numara olduğunu düşündüm.

 

“Bu iyi. Sadece bunu yapamadan önce seni kendime aşık etmeliyim, değil mi?”

 

Bana gerçekten aşık olmasının ilginç olacağını düşündüm.

 

 

 

Onu seveceğimden de şüpheli olsam bile, istediğim kadar aşık gibi davranabilirdim. Öte yandan, benden ne kadar bariz bir şekilde nefret ediyormuş gibi görünse de, muhtemelen yalan söylemekte kötüydü.

 

 

 

Dahası mutlu bir çift rolü yapabilmek için önce onu kendime aşık etmeliydim.

 

‘Onu kendime aşık edecek bir oyun.’

 

Böyle düşününce sadece çocuk sahibi olmam için ayarlanan bu monoton evlilik bana eğlenceli gelmeye başladı. Ne garip.

 

“Kendimi seyahate çıkmışım gibi gösterip seni öldüreyim mi? Görünüşe göre neredeyse %40 ihtimalle başaracağım.”

 

Evlenmeden önce planladığım bir yurtdışı gezisinden önceki gün bunu söyledi.

 

 

Yüzde kırkın ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama görünüşe göre beni tekrardan öldürmeyi düşünüyormuş. Ve bir kez daha bana itiraf etti. Ne garip bir adam.

 

 

 

Uygun olan şekilde cevapladım ve gün bitti. Ertesi gün erkenden büyük bir çanta alıp ikinci kattaki yatak odamdan oturma odasına indim. Ve orada bulduğum kişi beni şaşırttı.

 

“Günaydın.”

 

“… Günaydın.”

 

Birkaç hafta önce kocam olan kişi oradaydı, görünüşü tertipliydi. O kadar şaşırdım ki kelimelerim tutukluk yaptı. Tehlikeli bir bakışla kaşlarını çattı ve “Geç kalmayacak mısın?” diye sordu.

 

 

Onun ısrarıyla geri dönüp kapıya yöneldim.

 

 

“… Sonra görüşürüz?”

 

 

“Hm.”

 

Son cümlemin soru haline gelmesinin nedeni, beni uğurlamak için mi yoksa normalde mi erken kalktığını anlayamadığım içindi.

 

 

Sadece başını salladı ve veda sözlerime karşılık vermedi ama kapıyı kapatmadan önce duyduğum sözler yüzümü gevşetti.

 

“Kendine dikkat et.”

 

Hepsi bu kadardı. Ama benim için önemli bir şeydi.

 

Kendimi bildim bileli bir annem yoktu. Benimki gibi bir aileye gelin gelmesi bir yana, beni doğurduktan hemen sonra ölmüştü, bu yüzden bana kalan tek aile babamdı. O iş adamı, yani babam nadiren eve dönerdi ve birlikte kahvaltı ya da akşam yemeği yediğimiz zamanlar parmaklarla sayılabilecek kadar azdı.

 

 

Ama öyle bile olsa, liseye geçtiğim zamana kadar, bununla iyiydim. İyi anlaştığım evin kahyasıyla birlikte yaşamak fena değildi ve, büyükannem yaşlarında olan, o da bana çok düşkündü.

 

 

Bu babamın iş sözleşmesine yatırdığı para üzerine kurulmuş bir ilişkiydi ama o yaşta buna pek dikkat etmiyordum ve bana tahsis edilen babasız ‘aile’ye güveniyordum.

 

 

İlk lise yılımın baharıydı. Kahya vefat etti.

 

 

Babam evin etrafı için başka bir kahya tutacağını söyledi ama ben reddettim. Çünkü benim için o bir aileydi ve asla yeri doldurulamayacak bir pozisyondu.

 

 

 

Ama yine de babam gitti ve bir tane tuttu. Onları umursamadım, ama bunu yaparken, babam o pozisyonu “aile” olarak algılamamı zorla “Kahya” olarak değiştirdi ve içimdeki “aile”yi kaybettim.

 

Ve yalnız hayatım başladı.

 

Bir ucundan bir ucuna giderken acı çekecek kadar büyük bir evdi. Yiyecekleri kendi başıma aldım, yemeğimi tek başıma hazırladım ve okula gittim.

 

 

Beni uğurlayacak ya da geri döneceğim kimse yoktu ve ara sıra geri dönen babam benimle düzgün bir konuşma bile yapmazdı.

 

 

Bu gidişle bir gün ölseydim, artık orada olmadığımı kimse fark eder miydi?

 

 

Hatta bu soru uzun süre aklımda uçuştu durdu.

 

 

Bana kendimi öldürme motivasyonu verecek kadar olmasada…

 

Böylece yavaş yavaş ‘yalnız’ olmaya alıştım.

 

‘Kendine dikkat et.’

 

Bir süredir duyduğum ilk iyi dilek sözleriydi.

 

 

 

Üstelik, onları söyleyen birkaç hafta önce evlendiğim ve daha geçen gün beni öldürmekle tehdit eden ilgisiz kocamdı.

 

 

 

Kalbimin derinliklerine kadar kıpır kıpır hissettim ve hoş bir hisle doldum.

 

 

Taksiyi ararken kendimi tutamayıp güldüm ve beni gördüğündeki asık suratını hatırladım, kafam onu nasıl kendime aşık edeceğime dair düşüncelerle doluydu.

 

Birkaç günlük bir yolculuktu ve dürüst olmak gerekirse en çok eğlendiğim şey ona vereceğim hatırayı seçmekti.

 

 

 

Ve dönüşüme gelince, ilk sözleri şöyle oldu.

 

“Anlaşılan seni yarım yıl sonra sevme olasılığım 0.001%.”

 

“Anladım.”

 

Yani yarım yıldan fazla sürecek. Tek izlenimim buydu. Zaten yarım yılın o adamı alt etmeye yetmeyeceğini biliyordum, bu yüzden buna özellikle şaşırmadım ve o bu gerçeği dile getirirken sadece kabul ettim.

 

 

Görünüşe göre tavrımdan hoşnut değildi ve biraz sinirlendi, “Benden nefret etmediğine emindim.” filan diye mırıldandı.

 

Anlaşılan beni yıldırmak istiyordu.

 

Eminim benim üzgün yüzümdeki nefreti görmek istiyordu ve “satın alındığı” düşüncesiyle ekşiyen midesinin bununla biraz yatışacağını düşünmüş olmalıydı.

 

 

Ama en başından beri, onun istediği gibi hareket etmeye hiç niyetim yoktu ve o; istediği gibi hareket eden bir kadına aşık olacak türden bir adam değildi.

 

“… Bundan sonra beni nasıl öldürmeyi planladığını sorabilir miyim?”

 

Bunu meydan okurcasına söylediğimde, cılız bir sesle cevap verdi. Büyük ihtimalle bu noktaya geleceğini hiç düşünmemişti.

 

 

“Öldürülmek mi istiyorsun?”

 

“Mümkünse sevilmek istiyorum.”

 

Bunlar şüphesiz benim gerçek hislerimdi.

 

 

Gözlerimin önünde akıllı gözlüğünün düğmesini çevirdi ve bir gelecek tahmini yaptı. Görebildiğim karakterlere göre, ‘Karımı keşfedilmeden öldürebilme ihtimalim’ yazıyordu.

 

 

Anlıyorum, demek istediği buydu, kabul ettim.

 

 

Demek yolculuktan önce söylediği ‘yüzde kırk’ buradan gelmişti.

 

Şiddetli bir çatışmanın sonunda ona birkaç saat seçmekle uğraştığım hatırayı verdim. Ona baktığımda o gözlüklere değer verdiğini anlayabiliyordum, bu yüzden sonunda, güvenli oynamayı ve ona bir gözlük kutusu almayı seçtim.

 

Siyah, deri kaplamalı bir kutu. Altına, isminin baş harflerini kendim oymuştum. Dünyada türünün tek örneği, buna böyle derseniz, belki de durum buydu, ama sadece görünüşüyle, her yerde bulabileceğiniz bir gözlük kutusuydu.

 

Ve aldığı gibi çöpe attı.

 

Bu şok ediciydi. Beklediğimden daha şok ediciydi. Hiç kalbe almadığım birinin yaptığı bir hareketti, o yüzden aldırmama gerek yoktu ama dudağımı biraz ısırdım ve konuşmadım. Aceleyle odasına döndü, ama takip eden bir saat boyunca o noktada donup kaldım.

 

 

 

Yeni evli hayatımız böyle başlamıştı ama ben fark etmeden aradan yarım yıl daha geçmişti.

 

 

 

‘Onu kendime aşık etme oyunuma’ devam ettim ve görünüşe göre o hala her gün bu tahmin zımbırtısını kaçırmadan kontrol ediyordu.

 

“Bugün oldukça kıyak. 17%.”

 

Her sabah olduğu gibi yine sonucu ilan ederek başladı, başlangıçta niyetinden şüphe ettim, ama dürüst olmak gerekirse, buna zaten alışmıştım.

 

 

Kısacası, bu bir konuşma başlatıcıydı. Ve bu yüzden onu her zaman bir bahane yada zarf olarak kullanırdım.

 

“Düne göre yüzde iki yükselmiş. Aferin. Bugün bana da iyi bir şey oldu. Bak, ne kadar mükemmel tatlı yumurtalar. Onları yemeyi seviyorsun, değil mi?”

 

“…Yanılmıyorsun ama bazen senden korktuğumu hissediyorum.”

 

“Eyvah eyvah, o niyeymiş?”

“Nedenini bende merak ediyorum.”

 

Aniden gülümseyerek yerine oturdu ve kahvaltıyı hazırladıktan sonra birlikte yedik. Her zamanki akış buydu.

 

 

Her sabah, her öğün, özenle onun sevdiği şeyleri yapardım. Onu midesinden yakalamayı düşünmüyordum, ama sevdiğin yemekleri yapan bir kadınla, yapmayan bir kadın arasında, yapanın ezici bir şekilde daha sevimli, olduğunu düşündüm.

 

 

 

 

 

 

Sevdiği ve sevmediği şeyleri görmek kolaydı. Yalan söyleyemezdi, bir şeyi sevdiğinde ağzının kenarları yukarı kalkardı, dudakları tepkisizse alnının kırışıp kırışmadığına bakardım.

 

“İyi mi? Güzeldi, değil mi?”

 

“Peki…”

 

Görünüşe göre bugünün kahvaltısı onun zevkine göreydi.

 

 

 

Ve böylece bir yıl geçti.

 

O dönemde babam beni, torunumu ne zaman yapıyorsunuz diye sık sık rahatsız etmeye başladı. Bunu sorsa bile ayrı odalarda yatıyorduk ve öyle bana hallendiği falanda yoktu, yani tek başına olması da imkansızdı. Hayli gülünç bir vaziyetteydik. Dahası bir çocuğum olsaydı, ikincisi nerede kaldı diye soracaktı. Sipariş usulü olacak işler değildi.

 

 

Bunu babama söylediğimde tekrar tartıştık. Bir kadının mutluluğunun dünyaya bir çocuk getirmekte yattığını hararetle anlattı, ancak şu anda, yaşı göz önüne alındığında, sadece bir halef istediğini anlamam zor değildi.

 

“Beni bir daha arama.”

 

 

Telefonu bu sözlerle yüzüne kapattım. Ancak sonraki gün eve baskın verdi. Pazar günüydü ve o adam yani sevgili kocam hâlâ evdeyken gelmişti, bu yüzden inanılmaz şekilde panikledim.

 

 

Babam ona tüm bunların anlamı ne diye sordu. Çünkü ayrı odalarda yatma fikrinin ona ait olduğu gerçeğini telefonda ağzımdan kaçırmıştım.

 

 

 

“Ona sarılıp uyumak gibi bir niyetim yok. Onu sevmiyorum ve onun da bana sarılarak uyumak istediğinden şüpheliyim. Kadınların var olma amacı çocuk yapmak için bir araç olmak değildir. Onu benimle evlendirmenin sebebi buysa, şansına küs kayınpederciğim. Beğenmiyorsan boşanırız sende onu gerçekten sevdiği biriyle evlendirirsin.”

 

Bu sözler hem beni hem de babamı suskun bıraktı. Bu kadarda açık sözlü de olma be adam!

 

Babam evden kaçarcasına ayrıldı, ben de biraz kahve yaptım.

 

“Teşekkürler.”

 

“Rica ederim.”

 

“Bunu beni düşündüğün için yaptın, değil mi?”

 

“Ben… sadece boşanmak istiyordum.”

 

Bunu somurtkan bir şekilde söylerken kahvesinden bir yudum aldı.

Gerçekten nazik bir insandı. Kendisi bunu fark etmemiş gibi görünüyordu, ama bunlar gerçekten benim zihnimde onun üzerine yapışmış kelimelerdi.

 

 

Daha fazla teşekkür etmek için ağzımı açtım. Ancak çıkan sözler son derece çarpıktı.

 

“Oh, bununla gerçekten iyi misin? Boşanırsak beni öldüremezsin ve büyük miktarda para kaybedersin.”

 

“… Doğru. Öyle olsa yazık olurdu.”

 

 

“Bir sonraki planını duyabilir miyim?”

 

 

“Söylersem önlem almaz mısın?”

 

“Karın olarak senden gelen her şeyi kabul etme kararlılığına sahibim. Beni küçümsememeni istiyorum.”

“Bu bir bıçak olsa bile mi?”

 

 

Kahve fincanını bana uzattı ve hafifçe sırıttı. Fincanı elinden aldım ve tek hamlede bitirdim.

 

“Zehirle dolu bir fincan olsa bile.”

 

Bunu gülümseyerek söylediğimde kahkahayı patlattı. Bu garip yaşam tarzı içinde, ondan ilk kez gerçek bir gülümseme görmemiş miydim? Ve hâlâ hafifçe sırıtıyordu.

 

“O zaman bir kahve daha alabilir miyim? Tercihen zehirsiz olsun.”

 

“Seni zehirlemeyi bir kere bile düşünmedim, hayatım.”

 

Bunu söyleyip isteğini kabul ettiğimde, her zamanki ifadesiz durumuna geri döndü. Bu biraz yalnız hissettirdi, bu yüzden bir ara onu kesinlikle tekrar güldürmeye karar verdim.

 

 

 

Sadece sonradan anladım, ama o noktada ona aşık olmuştum.

 

 

Onu bırakmam gerekirse, gerçekten çok acınası olurdu. O andan itibaren hayatımda bir mücevher gibiydi.

 

Aşkı hâlâ anlamıyordum. Ama yine de ona değer verdim.

 

 

 

O olayın ardından bir buçuk yıl daha geçti ve evleneli 3 yıl oldu.

 

Hâlâ ‘onu kendime aşık etme oyunu’ nu oynuyordum. Onun kozmetik ve giyim zevklerine çoktan hakim olmuştum.

Buraya kadar geldikten sonra zaten aşık bir kadından başka bir şey değildim ama küçük gururum bunu kabul etmeme izin vermedi.

 

 

 

Parça parça ilerliyordu ama yine de bir değişiklik vardı. Her şeyden önce, ev işlerine yardım etmek için etraftaydı. Başlangıçta, her şey benim üzerime yıkıldı. Bir noktaya kadar susmuştum ama geçenlerde evdeyken tartışma uğruna hala bir işim olduğundan şikayet ettim, bu haksızlık değil miydi? Ev işlerinin paylaşılmasını çok kolay kabul etti ve şimdi her gün kirli çamaşırlar ve çöp onun sorumluluğundaydı.

 

“Madem bu kadar zorlanıyordun, daha önce söylemeliydin. Aşırı çalışmaktan ölmeni istemiyorum. Seni keşfedilmeden kendim öldürmek istiyorum.”

 

Son zamanlarda böyle şeyler söylerken tekrar gülümsemesi başka bir olaydı.

 

Bir aile oluyorduk. Yavaş yavaş ama emin bir şekilde.

Bunun için gerçekten dayanılmaz bir şekilde mutluydum ve kalbim hayatımda ilk kez bu kadar kıpır kıpır atıyordu.

 

Ve onun doğum günü pastası.

 

Sabahtan akşam yemeğine kadar çok önceden hazırladığım plana göre hareket ederek, makyajımı yaparken ve üstümü giyinirken elimden gelenin en iyisini yaptım.

 

Onunla bir randevuya çıkmayı düşündüm. Ne kadar utanç verici olsa da, hayatımdaki ilk randevuydu. Tam anlamıyla kutusundan yeni çıkmış bir kızdım ve tanıdığım kimse yoktu.

 

 

 

Ne zamandır bu günü bekliyordum.

 

Tüm itirazlarına karşı çıktım ve onu sevgili akvaryumuna götürdüm.

Akvaryumu çok sevdiğini yakın zamanda öğrenmiştim. Tesadüfen birlikte televizyon seyrederken bir akvaryum reklamı çıktı. Reklamı izlerken ki, penguenlere bakan küçük bir çocuğun, parıldayan gözlerinden anlayabiliyordum. Akvaryumu sevdiğinden emindim.

 

Sonuç muhteşemdi. Görünüşe göre bunu sevdi ve ben de bundan zevk aldım. Mutluydum.

 

Gevşek davranıp iki elimle taşıyabileceğimden daha fazla şey satın aldığımda, hepsini sessizce benden alıp eve taşıması aslında en çok keyif aldığım kısımdı, ama bu bir sırdı.

 

“Doğduğun için teşekkür ederim.”

 

“Rica ederim.”

 

Kızarmış yüzü çok güzeldi.

 

 

 

Ondan sonra ayda bir kez birlikte dışarı çıkmaya başladık. Yakındaki parktan başlayarak, şehrin dışına doğru küçük geziler yaptık.

 

 

Öğle yemeğini sessizce yerken yüzü ekşirdi ama ben her kızarmış tavuk ya da yumurta yaptığımda tebessüm etmeden edemezdi.

 

Bir seferinde, öğle yemeğini o yiyeceklerle doldurmaya çalıştım, sadece bana biraz şaşırmış bir yüzle bakıp şunu söyledi:

 

“Kalpleri okuyabilir misin?”

 

Çok garip, çok ilginçti… hala pek gülmüyordu ama yine de oldukça keyifli bir evlilik hayatı haline geldiğini düşündüm.

 

 

 

Aradan bir yıl daha geçti ve zihnimde bazı beklentiler ortaya çıkmaya başladı.

 

Düğünümüzün üzerinden yaklaşık dört yıl geçmişti.

 

Bu noktada, ondan hoşlandığımı itiraf etme zamanımın geldiğini biliyordum. Bunu kabul ettim ve beklentilerimde çok büyük şeyler değildi. Beni sevmesini istedim. Normal bir çift ve aile olmamızı istedim.

 

 

Dürüst olmak gerekirse, kendimi çok adamıştım, bu yüzden en azından beni biraz kabul etmesi gerektiğini düşündüm. Ama her zamanki poker suratıyla, ne düşündüğünü anlayamadığım zamanlar oldu.

 

 

Duygularını bilmek istedim, bu yüzden belli bir yolu denemeye karar verdim.

 

 

Her sabah kullandığı araçları.

 

Dolabın arkasına sakladığım eski model dizüstü bilgisayarı açtım ve gelecek tahmine girdim.

 

Bir süre sonra gelen boş kutuya ne yazacağım konusunda bir an tereddüt ettim. Ve gergin bir yüzle yazdım.

 

‘Bir kocanın karısını sevme olasılığı.’

 

Çıkan karı koca kutucuklarına isimlerimizi, doğum tarihlerimizi, kimlik numaralarımızı ve daha birçok şeyi yazdım. En sonundaysa enter tuşuna bastım.

 

‘0.000%’

 

Cevap buydu.

 

 

Bir gümbürtüyle düşen bu cevap sonunda fark etmemi sağladı.

 

Her zerresi boşa kürek çekmekten ibaretti.

 

Beni sevmesi için; daha iyi yapmak için tüm çabamı harcadığım yemek ve makyaj, her gün bir gülümsemeyle suladığım çiçekler, Onu biraz daha anlamak için değiş tokuş ettiğim kelimeler… Hepsini tekrar düşününce her zaman yalnızdım. Kendi kendime gelin güvey olup eğlendim ve hepsini kendi başıma yaptım. Onun açısından, eminim her şey bir külfetten ibaretti.

 

 

En başından beri ona göre nefret edilecek bir insandım ve bu beş yıl içinde eminim ki bu bir kez bile değişmedi.

 

(Düşününce, ondan hiç ‘Mata ne’ veya ‘Tada ima’ sözlerini duymadım.)

 

 

 

Bu yönden düşündüğümde gözyaşlarım klavyeye dökülmeye başladı.

 

Ondan sonra bile ‘onu kendime aşık etme oyunuma’ devam ettim. Mesele şu ki, sadece benden hoşlanmasını istiyordum, ama böyle düşününce de utanmadan edemiyordum.

 

Açıkçası, onu rahatsız edip etmemesi önemli değildi. Çünkü tüm bunları sadece canım öyle istediği için yapıyordum.

 

Bir gün, bana misliyle geri döneceğine inanarak, her gün gülümsedim ve onunla tekrar tekrar konuştum.

 

 

 

Ve o gün ansızın geldi.

 

Sabah işe gittiği saatlerdi, her zamanki gibi onu uğurluyordum.

 

“Yakında görüşürüz(Mata ne).”

 

Bir an yanlış duyduğumu sandım. Ama orada ondan başka kimse yoktu ve gözlerini utangaç bir şekilde başka yöne çevirmesinden, doğru duyduğumu anlayabiliyordum.

 

Güvenli bir şekilde geri dön. Cevap verdiğim bu sözler nedense boğazıma takıldı.

 

“Yakında görüşürüz.”

 

Bir kez daha, ama bu sefer biraz daha net bir sesle söyledi ve ateş alırcasına evden çıktı.

 

Yüzüm ıslaktı. Yüzümü ıslatan şey kendi gözlerimden aşağıya akıyordu; On küsur saniye sonra fark ettiğim bir şeydi.

 

Oturma odasına döndüm ve bulaşıkları topladım. Adımlarım hafifti, her an bir sıçrayışta göğe yükselebilecekmiş gibiydim. Ve masanın üstünde unuttuğu şeyi fark ettim.

 

 

Deri gözlük kutusu.

 

Daha önce gözlük kılıfı kullandığını görmemiştim ama bu evde gözlük takan tek kişi oydu, bu yüzden ona ait olduğu da su götürmez bir gerçekti.

 

Elime aldığımda daha önce gördüğüm bir şey olduğunu düşündüm. Bu kadar uzun süre birlikte yaşadıktan sonra, belki de bir yerlerde görmüştüm ama kalbim öyle olmadığını haykırıyordu.

 

Ters çevirip altına baktığımda donup kaldım.

 

 

İsminin baş harfleri kazınmıştı ve o harfleri tanıdım.

 

O hatıraydı. Evliliğimiz henüz yeniyken, tek başıma çıktığım yolculuktan getirdiğim, hani şu ben ona verdikten birkaç saniye sonra çöpe attığı hediyeydi.

 

 

Yıpranmış görünen kutuyu tuttum ve daha iyi baktım.

 

 

Ona sarıldım ve tekrar ağladım.

 

Dürüst olmak gerekirse, olması gerektiği gibi değildi. Onu kendime aşık etmem gerekiyordu ama farkına varmadan kendim ona aşık olmuştum hemde körkütük. Bu kadar kolay aşık olmuşken, bunca kişi arasında neden o adam olduğunu merak ettim. Ondan daha iyi görünüş ve kişiliğe sahip bir çok erkek vardı, daha da öte starlar vardı ve eminim ki ben bile hayatımda böyle bir adamla tanışabilirdim.

 

 

Döngüye giren bu neden sonuç ilişkisiyle, cevaba öncekinden daha yakın değildim, ama kesin olan bir şey vardı.

 

Hayatımda tanıştığım tüm erkekler arasında bana ‘aile’yi öğreten tek kişi oydu.

 

Bütün gün hoş geçti. Akşam yemeği için alışveriş yapmaya gitmek için inisiyatif aldım, zaten aklımda onun favorilerinden başka hiçbir şey dolaşmıyordu.

 

Yemek hazırlığı yaparken aniden takvime döndüm ve istemeden kahkahayı patlattım.

 

Bugün benim doğum günümdü.

 

Sabah olanlar tanrının doğum günü hediyesi falan olmalı. Eğer durum buysa, biraz da kendi doğum günümü kutlasam iyi olmaz mı?

 

 

Yıllardır kimse kutlamamıştı, bu yüzden unutmak üzereydim ama iyi bir gündü. Demek istediğim, ne harika bir gündü.

 

Yalnızdım. Yalnız. Gerçekten yalnız.

 

Mutlu olsaydım ‘mutluyum’ derdim.

 

Memnun olsam ‘Memnunum’ derdim.

 

Üzgün olsaydım, ‘üzgünüm’ derdim.

 

 

Her zaman bu önemsiz şeyler üzerine konuşabileceğim bir ‘aile’ istemişimdir.

 

Doğru, bir pasta alacağım.

 

Sadece iki kişinin yiyebileceği kadar büyük, yuvarlak bir tane, üstünde bir mum da olmalı.

 

Hep bir gün yapmak istedim. Arkadaşlarımın doğum günü partisine davet edildiğim zamanları ellerimle sayabilirdim, bu yüzden rüyalarımda gördüğüm sahneleri burada ve şimdi yeniden canlandırabilirdim.

 

 

Eminim bana ‘tebrikler’ veya benzeri bir şey demezdi. Bu iyiydi. Birlikte bir pastanın etrafında oturmamız yeterliydi.

 

“Doğru hatırlıyorsam, tüm mumları bir kerede üflemem gerekiyor.”

 

Heyecanla böyle bir şeyi ağzımdan kaçırdım.

 

Hafif adımlarla çantamı aldım ve salondan çıktım. Kafamın içi bu akşamın hayalleriyle doluydu, belki de bu yüzden dikkatsizdim.

 

 

 

 

 

Bir kaza geçirdim.

 

 

 

 

 

Kendime geldiğimde bomboş karanlıkta tek başıma duruyordum.

 

 

Ah, yine yalnızım. Birden anladım ve göğsüm sıkıştı. Sonunda, belki de tanrı bana duygularıma kapılmamamı söylüyordu. Hayat o kadar yumuşak değildi ki, böyle dönüşler olsun.

 

Yani, olasılık yüzde sıfır nokta sıfır sıfır sıfırdı, değil mi? Beni sevme olasılığı sıfırdı. Bir yıl geçmiş olsa bile, bu olasılığın dramatik bir geri dönüş yapacağından şüpheliyim.

 

Beni sevmesi sonsuza kadar imkansız bir şeydi. Yani o asla benim ailem olmayacaktı. Tanrının bana bunu söylediği hissine de kapıldım.

 

Böylece zihnim bir kez daha çöktü.

 

Bilincimin ortaya çıktığı bir sonraki yer siyahtan çok gri bir boşluktu.

 

 

Zaman algıma pek hakim değildim. Ya çok zaman geçmiş, ya da sadece birkaç saat geçmişti. Bana göre, her şekilde yalnız olduğum gerçeği değişmeyecekti ve zamanı daha az umursuyordum, belki de bu yüzden öyle algıladım.

 

Sanki bir yerden bir ışık üzerime düşüyormuş gibi hissettim. Gözlerim kapalıyken, retinamı delen ışığın etkisi yavaş yavaş çevremi griden beyaza çevirdi.

 

‘Yuri, bugünün olasılığı yine %0. Bugün güzel bir gün geçireceksin.’

 

Bir ses duydum. Onun sesi.

 

Biraz boğuktu ama kesinlikle onun sesiydi.

 

Ama bu garipti. Daha önce bana adımla seslendi mi?

 

Buraya kadar düşününce o sesin işitsel bir halüsinasyon olduğunu anladım. Duymak istediğim sözleri söyleyen onun sesi beynim tarafından keyfi olarak simüle ediliyordu.

 

‘Bugün hava çok güzel. Uyandığında, birlikte yürüyüşe çıkalım.’

 

“Ah, buradan göremiyorum ama kulağa hoş geliyor. Ben de seninle yürümek isterim.”

 

Farkına varmadan cevap vermiştim. Ne kadar aptalca, onun halüsinasyonuyla bir iç konuşma yapmak tam bir aptallıktı. Öyle düşünsem bile yine de eğlenceliydi ve söylediği sözlere sevinçle cevap verdim.

 

Bir dahaki sefere ve ondan sonraki sefer, zihnimde her ortaya çıktığında, onun halüsinasyonuyla konuşurdum.

 

‘Bugün, pişirdiğim tatlı yumurtalardan getirdim. Hiç lezzetli değiller ve onları pişirirken yaktım. Sende bir gün benimle birlikte pişirdiklerimden yemek ister misin?’

 

“Tabii ki. Senin elinden zehir olsa yerim. Sana daha önce söylemedim mi?”

 

‘Gerçek şu ki, bugün doktorunu yumrukladım. Ona vurduğum için pişman değilim ama bunun için özür dilemek istiyorum. Ancak pek cesaretim yok. Uyandığında, benimle birlikte gelir misin? Bunun güvenimi artıracağını düşünüyorum.’

 

 

“Koskoca adamsın, kendi başına gidebilirsin. Yolun yarısında görüşürüz.”

 

‘Bugünün çiçekleri gerbera. Sana yakışacak gibi görünüyorlar. Görünüşe göre bugünlerde bahçıvanlık ta yeni moda. Sence bir ara birlikte denemeli miyiz?’

 

“Kulağa hoş geliyor. Aslında kozmosları seviyorum. Ama bahçıvanlık için pek uygun değiller, değil mi? Hercai menekşesi de severim, onlarla başlayalım mı?”

 

 

 

Halüsinasyonu sık sık “birlikte” kelimesini kullandı ve bunun kendi beklentilerimin tezahürü olduğunu düşündüğümde aşırı derecede utandım. Ama bunlar gerçekten halüsinasyonlar mıydı?

 

 

Konuştuğum şey bir yanılsamaydı ama kelimelerin kendisi olabilir mi… Bunu düşündüğümde kalbim sıkıştı.

 

Bunlar gerçekten onun sözleri olsaydı, çok mutlu olurdum. İnanılmaz derecede mutlu.

 

 

 

Kaç kez olduğundan emin değilim. Bilincimin tekrar yerine geldiğini hissettim.

 

 

Bugün, sürekli boğuk gelen sesi normalden çok daha net geliyordu.

 

‘Doğum günün kutlu olsun. Geçen sefer alamadığım çiçekleri getirdim. Bu sefer gelmeye yüzüm var. Şaşırtıcı, değil mi? Uyandığında hediye almaya gidebiliriz. Yedi yıl oldu, ne istediğinin bir önemi yok. Ve ne isteyeceğin konusunda en ufak bir fikrim yok. Bir dahaki sefere bana ayrıntılı olarak anlatman gerekecek.’

 

Ve her zaman yaptığım gibi cevap vermeye çalıştım. Ama garipti. Bugün nedense sesim çıkmıyordu.

 

‘Hey, bugünün olasılığı da %0’dı. Neden hala yataktasın?’

 

Bu sözler boğazına takıldı. Ağlıyor muydu? Düşündüğümde, olduğum gibi kalamazdım.

 

‘Hangi rengi seversin? Hobilerin neler?’

 

Neden ağlıyorsun? Canın mı yanıyor? Üzgün müsün?

 

‘Ben yokken neler yaptın? Hangi çiçekleri seversin?’

 

Kozmosları severim. Sana daha önce söyledim, değil mi? Sorun nedir? beni duymadın mı

 

‘Bir dahaki sefere bana çocukluk resimlerini göster. Hangi liseye gittin?’

 

Sana istediğin kadarını göstereceğim ve her şeyi anlatacağım. Yani ağlamana gerek yok, seni ağlarken görmek istemiyorum.

 

Sesimi ne kadar çıkarmaya çalışsam da çıkmıyordu. Çıkan tek şey puslu, tuhaf bir sesti ve onu teselli edecek hiçbir kelime dudaklarımdan öteye gidemiyordu.

 

Ağlıyorsa, onu neşelendirmek benim görevimdi.

 

Yani, ben onun “ailesiydim”.

 

 

 

Acı verici bir ışık retinamı yaktı. Acımış kuru boğazım sadece garip bir ses çıkardı. Belli belirsiz seçebildiğim o gölge kesinlikle o’ydu. Yanılmama imkan yok.

 

“Günaydın. Bugün de kesinlikle uyuyorsun.”

 

“Günaydın, Masahiro.”

 

Yine sesim çıkmıyordu ve yine ağladı.

 

 

 

“İyi bir doğum günü hediyesi düşündün mü? Yeni bir bilgisayar mı istiyorsun? Eskisi zaten bozuktu, değil mi? Yoksa bir çanta yada kolye daha mı iyi olur? Kadınların değerli metalleri sevdiğine dair bir genelleme var ama bu genelleme sana uyuyor mu emin değilim.”

 

 

 

Başka bir gün, tekerlekli sandalyemin yanında duran, Masahiro bana aniden bunu sordu.

 

“Gerçekten bir şey isteyebilir miyim?”

 

“Evet, çünkü seni epeyce beklettim. Ama lütfen yapabildiklerimle sınırlı kalsın. Petrol baronu olduğumu sanmıyorum.”

 

“Ah, senden zorla bu kadar pahalı bir şey istemek gibi bir niyetim yok.”

 

Cevap verirken, başımı okşamak için uzattığı eli oldukça rahatlatıcıydı.

 

“O zaman söyle. Hızlı bir şekilde. Herhangi bir şey.”

 

“Masahiro, lütfen kulağını bana yaklaştır.”

 

Tekerlekli sandalyede oturduğum için kafasını dudak hizama kadar eğdi.

 

Tüm gücümle fısıldadım.

 

 

“Seninle gerçek bir aile olmak istiyorum!”

 

 

 

 

 

 

 

ÇN: Masahiro’nun kendi bile yaptığı bazı şeyleri net anlatamıo kadın 😀 kalem kalem ezberlemiş

 

Prev
Manga Info

Comments for chapter "Bölüm -2- Yuri'nin Bakış Açısı - Onu Kendime Aşık Edecek Bir Oyun"

MANGA DISCUSSION

YOU MAY ALSO LIKE

classroom of the elite
Elitler Sınıfı – Kısa Hikayeler
26 Temmuz 2022
20170314153331_961
Akçaağaç Yaprakları Ne Kadar Acıtır?
16 Temmuz 2022
promotion poster- our second master
Our Second Master
19 Eylül 2022
png_20220717_190427_0000
Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli
30 Temmuz 2022
Tags:
light novel oku, light novel oku türkçe, light novel türkçe, novel oku, türkçe novel oku, uzakdoğu masalları, web novel oku
  • Ana sayfa

TurkceLightNovels

Sign in

Lost your password?

← Back to Türkçe Light Novel

Sign Up

Register For This Site.

Log in | Lost your password?

← Back to Türkçe Light Novel

Lost your password?

Please enter your username or email address. You will receive a link to create a new password via email.

← Back to Türkçe Light Novel

Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.TamamGizlilik politikası