Our Second Master - Bölüm 7: Final
Bölüm 7: Final
Ama ona diyorum ki, “İkinci Usta, ben kalamam.”
İkinci Usta eliyle gözlerini kapatıyor. Sözlerimi duyduktan sonra bile ağzını açmak bir yana elini dahi gözlerinden indirmiyor.
Tekrar konuşuyorum, “İkinci Usta, yapılması gereken ne varsa kahyaya söylemelisiniz. Aksi takdirde korkarım ki sizinle gerektiği gibi ilgilenemeyecektir.”
İkinci Usta kımıldamıyor. Ben de kendi isteğimle hareket ederek kahyayı çağırıyorum. Kahya bir köşede dururken elleri zayıf bir şekilde yanında duruyor. Ona, “Kahya, sana söyleyeceklerimi hatırlamalısın” diyorum.
Kahya başını sallıyor, “Hanımefendi ne söylemek istiyor?”
Şöyle diyorum, “İkinci Usta’nın bacağı tamamen iyileşmek üzere ama soğuk ve yağmurlu günlerde bacağı ağrıyacak. Bacağına bastırmak için önceden sıcak bir havlu hazırlamalısın. Yaşadığımız eski sokakta ‘Bahara Dönüş Salonu’ adında bir şifahane var, küçük bir dükkan olmasına rağmen oradaki şifacılar çok yetenekli. Bunca yıldır İkinci Usta’nın bacağıyla ilgileniyorlar, eğer herhangi bir sorun olursa oraya gitmelisin.”
“Bacak için kullanılan bambu borunun her üç ayda bir değiştirilmesi gerekiyor. Şehirdeki marangozlar tam ölçüleri bilir. Bacağı kaplamak için yumuşak ipek kullanamazsın çünkü tutmaz, kaba kumaş kullanmalısın. İkinci Ustanın kıyafetleri için sol cübbe kolunun ek bir katmana ihtiyacı var, pantolonun ölçülerini zaten Yaşlı Bayan’a bıraktım.”
“……”
“İkinci Usta yemek konusunda seçici değildir ama güçlü tatları sever. Sağlık nedenleriyle baharatlı yiyecekler yememesi gerekiyor. Mutfağa yemek pişirirken acı biber koymayı en aza indirmelerini söylemelisin.”
“Geceleri daha bilinçli olmalısın – İkinci Usta uyuyamadığında bahçede alkol almayı sever. Ama çok fazla içmesine izin veremezsin. Onu rahatsız etmeden gizlice evin arkasına saklanıp izle, fazla üzülmesine izin verme…… kahya?” Sadece birkaç kelime söyledikten sonra Kahyanın yüzünde gözyaşı çizgileri olduğunu ve diz çöktüğünü görüyorum.
“Bayan –“ Kahyaya ne olduğunu bilmiyorum. Daha önce Yaşlı Usta Yang etraftayken, onun ağlamayı bu kadar çok sevdiğini hiç fark etmemiştim. Başımı çevirip İkinci Usta’nın kahyayı rahatlatmak için birkaç kelime söylemesini sağlamayı düşünüyorum ama İkinci Usta hala aynı pozisyonda ve hareketsiz.
Birden kendimi birkaç yıl öncesine, İkinci Usta’nın yaralanmasının ardından eve yeni döndüğü zamana dönmüş gibi hissediyorum, o yaşayamama ve yine de ölememe görüntüsüne. İkinci Usta’yı sarsarak “İkinci Usta, sana ne oldu?” diye soruyorum.
İkinci Usta kıpırdamıyor. avuçları hala gözlerini kapatıyor, sadece sıkıca kenetlenmiş bir çift dudak görünüyor. Kahya yan taraftan ekliyor: “Hanımefendi gittiğinden beri, yani 3 gündür yemek yemiyor.” Gözlerim büyürken İkinci Usta’ya “İkinci Usta, neden yemek yemiyorsunuz?” diye soruyorum.
Kahya başını bana doğru eğdikten sonra ayağa kalkarken, “Hanımefendi, ben yaşlıyım ve bütün bunları hatırlayamıyorum. Siz kendiniz hatırlamalısınız” diyor. Konuşmasını bitirdikten sonra uzaklaşıyor.
Şok oluyorum. Böyle davranarak bir Kahya olabilir misin?
“Xiao Hou…” İkinci Usta ağzını açıyor, dikkatimi aceleyle ona çeviriyorum. “İkinci Usta, ne yemek istersiniz? Mutfağa hazırlamalarını söyleyeceğim.”
İkinci Usta bir süre düşünür gibi olduktan sonra “Erişte” Diyor.
“Yapabilirim! Lütfen bekleyin.” Bir kase erişte almak için mutfağa uçuyorum. Mutfağa giderken bana bakan herkesin bakışları son derece ciddi. Bu sıcaklık patlamaları beni de etkilerken İçimden hangi yöntemi kullanırsam kullanayım İkinci Usta’ya erişteyi yedirmem gerektiğini düşünüyorum. Daha önce İkinci Usta yemek istemediğinde nasıl zor kullandığımı düşündüm.
Ah, ama şimdi bu yöntemi kullanamam çünkü İkinci Usta’nın mevcut gücüyle beni kolayca bastırabilir. Yine de, bu sefer İkinci Usta son derece işbirlikçi, ona erişte kasesini uzattığımda çabucak yiyor. Yiyecek gücü olduğunu görünce kalbim rahatlıyor. İkinci Usta birkaç lokma yedikten sonra durup kaseye bakarak alçak sesle soruyor, “Daha önce nasıl erişte yediğimizi hatırlıyor musun?”
Hatırladığımı söylüyorum. Geç döndüğünde, sık sık mutfakta oturup birlikte erişte yerdik. Bunlar hala erişte olmasına rağmen, artık kaseler yeşim porselenden yapılmış.
İkinci Usta, “Sen yokken bu erişte kâsesini düşünüp duruyorum,” diyor.
“Eğer İkinci Usta erişte yemek istiyorsa, Kahyaya emir verebilirsiniz” diyorum. Neden kendini aç tutuyor ki?
İkinci Usta bir an acı acı gülerek şöyle cevap veriyor: “Bazen gerçekten aptal mısın yoksa aptal numarası mı yapıyorsun bilemiyorum.”
Ben konuşmuyorum. İkinci Usta yatağın başucuna eğilerek hafifçe şöyle diyor: “Geçen yıl Jiangsu’ya yaptığım bir gezide büyük bir yağmur fırtınasıyla karşılaştım. Tüccar grubu dağlarda mahsur kaldı ve ayrılamadı.” İkinci Usta’nın neden birdenbire bana bundan bahsettiğini bilmiyorum ama sessizce dinliyorum.
İkinci Usta bacağını tokatlayıp bana bakarak şöyle devam ediyor: “O zamanlar bambu boru yoktu ve çıplak bacakla yürümek zorundaydım. Geceleri mağaralarda saklandığımızda hava o kadar soğuktu ki canımızı alabilirdi. Grup olarak bu şekilde öleceğimizden endişeliydik, bu yüzden moralimizi yükseltmek için birbirimizle konuştuk. O sırada yanımdaki kişi “Zaten bu haldesin, neden yola çıktın?” diye sordu. Ona para kazanmak için çıktığımı söyledim. O kişi güldü ve ‘Doğru’ dedi. Para için olmasaydı, kim uzaklara gitmenin zorluklarına katlanmak isterdi ki?” dedi. Ben de ona para kazanmak için geldiğimi ama bunun para için olmadığını söyledim. Bana ne demek istediğimi sordu…”
İkinci Usta olayı hatırlarken hafifçe bacağını okşuyor ve sesi çok sakin. “Ona, bacağımı kaybettikten sonra hayatımı gözden geçirdiğimi ve artık bir anlamı olmadığını hissettiğimi; artık yaşamamaya niyetlendiğimi söyledim. Ama bir gün aniden fark ettim ki bu dünyada benim gibi engelli bir adam için hayatını riske atabilecek tek bir kişi var. Ama o kişi ölümüne aptal, bu yüzden tekrar düşündüm, eğer ben bu şekilde ölürsem ona ne olacaktı?”
“İşe yaramaz bir adam tarafından bir hazine gibi muamele görmek yine de işe yaramazdı. Bu yüzden kendime dedim ki, yükselmeliyim, insanların üstünde duran bir adam olmalıyım. Artık sadece yarım bir adam olduğumu düşünsem bile, konumumu yükseltmek zorundaydım.”
“Her türlü zorluğa katlanmaya hazırdım, yıldızların ve ayın altında dışarıda kaldım, vahşi doğada yemek yedim, soğuk rüzgarı içtim ve kumları yuttum, ama sadece onun Hangzhou’daki hayattan zevk aldığını düşündüğüm sürece kalbim rahattı ve yolculuğuma devam edebilirdim.”
Ne zaman olduğunu bilmiyorum ama İkinci Usta’nın gözleri kızarmıştı, o kadar kızarmıştı ki ona bir daha bakmaya cesaret edemiyorum. “Xiao Hou……” Elimi çekerek belini büküp eğilirken yüzümün yanından soruyor, “Bu hayatta en çok neye pişmanım biliyor musun?”
Başımı zorla sallıyorum, bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. İkinci Usta titreyen bir sesle, “Seni hatırlamadığıma” diyor.
İkinci Usta elimi çekip göğsüne koyuyor. Sıcak gözyaşları bileğime akarken kalbimin dayanılmaz bir şekilde sıkıştığını hissediyorum, ölmek istiyorum. “Usta seni hatırlamadığı için çok üzgün.”
Elimi tutup göğsüne tekrar tekrar vurdu. “İki yıl boyunca benim avlumda kaldın ama ben seni hatırlayamıyorum. Avlumda kaç tane sahte tepe ve gölet olduğunu bile hatırlayabiliyorum ama seni hatırlayamıyorum. Hayatımda beni terk etmeyen tek kişiydin ama ben seni hatırlayamıyorum. Söyle bana, bana yalan mı söylüyorsun, gerçekten avlumda mıydın?”
Birden o kadar öfkeleniyorum ki neredeyse ölmek istiyorum. Gözyaşlarına boğulurken, “Sana yalan söylemedim. Oradaydım! Oradaydım –!” İkinci Usta bir anda bana sarılarak kısık bir sesle, “Bana yalan söylemedin, yalan söylemediğini biliyorum. Şimdi, intikamın geldi. Daha önce sen yanımdayken seni görmüyordum. Şimdi seni görmek istediğim için gitmek istiyorsun. Xiao Hou, Usta’nın yaşamaya devam etmesini istiyor musun?”
Feryat etmeye devam ediyorum. İkinci Usta çok güzel kokuyor – temiz ve biraz da sıcak. Yarım gün boyunca ağladıktan sonra İkinci Usta’nın kucağında uyuya kalıyorum. Uyandığımda İkinci Usta’nın da uykuya dalmış olduğunu fark ediyorum. Vücudu yanlara doğru eğilmiş, kolları beni sarmış.
Biraz kıpırdayınca İkinci Usta’nın elleri sıkılaşıp gözleri açılıyor. Sadece biraz tecrübesiz bir maymunum, ilk kez bir erkeğin kucağında uyanıyorum. Alçakgönüllülüğümü korumaya çalışmak için mücadele etsem bile. İkinci Usta’nın kolları metal kelepçeler gibi onlardan kurtulamıyorum. İkinci Usta’ya bırakmasını söylüyorum.
İkinci Usta bana bakarken yüzü ifadesiz ve “Seni bırakırsam ve sen gidersen, İkinci Usta sürünerek peşinden mi gelecek?” diye soruyor.
Hareket etmeyi bırakıyorum. Ne de olsa İkinci Usta’nın kucaklaması çok rahat ve sıcak.
Bir süre yattıktan sonra kısık bir sesle, “Cariye olmak istemiyorum,” diyorum.
İkinci Usta başımın üstünden yumuşak bir kahkaha atıyor, “Neden?”
“Bir cariye hizmetçi işi bitince tekmelenecek……” diyorum. Geçen sefer gördüğüm şey buydu.
İkinci Usta sözlerimin derin anlamını anlamamış gibi, bir süre düşünerek “Sana vuracağımı mı söylüyorsun?” diye soruyor.
Sözlerini bitirdikten sonra hızla ekliyor: “Daha önce hiçbir cariyeye vurmadım.”
Başımı sallıyorum, “Evet, İkinci Usta sadece bana vurdunuz.”
İkinci Usta’nın kolları sertleşiyor, “Ne?”
Başımı kaldırıp ona bakarken öfkesini benden nasıl çıkardığını anlatıyorum. İkinci Usta’nın yüzü tamamen kararıyor ve dişlerini sıkarak “İmkânsız! Sana vurmam imkansız!” diyor.
İkinci Usta’nın bana inanmadığını hissederek tekrar tüm olayları dikkatlice tekrarlıyorum. Nasıl tekmelediğini, nasıl ittiğini, hatta tokatladığını. İkinci Usta’nın yüzü dinledikçe daha da kararıyor, otururken tüm vücudu titriyor, bakışlarının aslında korku izleri taşıdığını görüyorum. “Yani… benden gerçekten nefret ediyorsun, öyle mi? Sana daha önce vurduğum için benden nefret ediyorsun……” İkinci Usta’yı ilk kez bu kadar telaşlı görüyorum, arkasını dönüp koltuk değneğini almak istediğini düşünüyorum, ama aslında tek seferde öne düşüyor.
Aceleyle “İkinci Usta” diye bağırsamda nafile o çoktan yere düşmüştü. Hızla yatağa koşarak bacağının düştüğü için çoktan incindiğini görüyorum. Dışarı çıkıp ilaç bulmak istesemde İkinci Usta elimi çekiyor, “Gitme Xiao Hou, gitme.”
İkinci Usta yere çömeliyor, elimi ölümcül bir şekilde tutarken nasıl göründüğünü umursamıyor. “Bana vurabilirsin, bana vur, bana vur.”
Sonunda ne yaptığını fark ediyorum. Eğilip İkinci Usta’nın omuzlarını destekleyerek onu yatağa geri taşıyorum. Ona, “İkinci Usta, önceki meseleler çoktan geçti, onları unutmalısın” diyorum.
İkinci Usta başını eğiyor, yüzünde derin bir acı ifadesi var. Aptal Hou beynimde aniden bir ilham parlaması oluyor, bunun iyi bir fırsat olduğunu hissederek hızla ekliyorum, “İkinci Usta, yatak odası meseleleri için kullanılan bir hizmetçi olmak istemiyorum.”
İkinci Usta’nın başı hâlâ eğik ve alçak sesle, “O zaman yatak odası işleri için kullanılan bir hanıma ne dersin?” diye cevap veriyor.
Şaşırıyorum, yatak odası işleri için kullanılan hanım da ne? Dikkatlice sordum, “İkinci Usta, yatak odası işleri için kullanılan bu hanımdan… kaç tane var?”
İkinci Usta zorla başını kaldırarak bana acımasızca bakıyor, “Yang Malikanesi’nin daha önce kaç tane hanımı vardı?!”
Düşünürken “Sadece bir hanım, sadece bir hanım” diye cevap veriyorum. Kafamı daha da karıştırdığını düşünürken birden İkinci Usta’nın ne demek istediğini anlıyorum.
İkinci Usta maymun bakışlarımın parladığını görüyor ve sonunda anladığımı anlıyor. Kayıtsız bir nefes verirken başını başka yöne çeviriyor. Ona bakarak “İkinci Usta, yüzünüz çok kırmızı” diyorum.
İkinci Usta arkasını dönerek bana soğukça gülümsüyor . Mutluluğumdan sıkıntılar doğacağını hızla anlıyorum.
Gerçekten de öyle. Bir sonraki anda, İkinci Usta beni hafifçe aşağı iterek ölü bir maymun gibi yatağa yapıştırıyor. İkinci Usta üzerime gelerek hafifçe vücuduma yaslanıyor. Ona endişeyle, “İkinci Usta, senin… senin vücudundan gelen koku ne?” diye soruyorum. Neden bu kadar güzel kokuyor?
İkinci Usta bana bakarak hafifçe “Bir erkeğin kokusu” diyor. Daha fazla konuşmaya cesaret edemiyorum.
O gün, önceki cariye hizmetçilerin bahsettiği “cennete yükselecek kadar iyi” hissetmeyi bizzat yaşıyorum. Gerçekten de cennete yükselmiştim. Ama acınmayı hak eden şey, artık masum bir maymun olmamam. İkinci Usta’nın yanımda huzur içinde uyumasını izlerken bana onu ilk kez ne zaman gördüğümü sorup duruyor ama ben unuttuğumu söylüyorum.
Aslında, yalan. O günü nasıl unutabilirim? Beyaz bir cübbe giymiş, salonun ortasında oturuyordu. Uzun zarif elleri bir fincan çay tutuyordu ve bana “Başını kaldır” dedi. Başımı kaldırdım ve önce kaşlarını çattı, sonra “Tamamen maymuna benziyorsun” derken kahkahalara boğuldu.
O sırada çevredeki tüm hizmetçiler güldü ama ben fark etmedim. Hep onu izliyordum, sanki kalbimin tanrısını görüyormuş gibi, ta yukarıdan onu izliyordum. Önceleri, İkinci Usta gibi bir kişi için, tüm yoksul hayatımı harcadıktan sonra bile, onun parmak ucuna bile dokunamayacağımı düşünmüştüm. Ancak daha sonra İkinci Usta yaralandı ve ben de ona bakmaya devam edebildim. Yorucu olsa da, en azından tanrısal kaidesinden biraz aşağı düşmüştü ve artık ona dokunabiliyordum.
Ama İkinci Usta’nın bu kadar güçlü olduğunu kim bilebilirdi? Kendi cehenneminden çıktığından beri, eski yerine geri döneceğini düşünüyordum. Gerçekten döndüğünü kim bilebilirdi ki — ama elimi de kendisiyle birlikte çekerek.
Daha sonra İkinci Usta sık sık benden geçmişin hikâyelerini anlatmamı istedi. Eğer anlatmazsam mutsuz olurdu. Ama ben bitirdikten sonra kendi köşesine gider ve mutsuz olurdu. İlk başta kalbim buna dayanamadı ama daha sonra bunun çok eğlenceli olduğunu hissettim.
Tabi ona sadece kendini kaybettiği olayları anlatmaya cesaret edebildim. Öfkelenmediği, sessizce yüzümün önünden geçip gittiği zamanlarıysa, ona bunları anlatmaya asla cesaret edemedim.
Çünkü bunları söyledikten sonra bazı şeylerin artık saklanamayacağından korkuyordum.
ÇN: Sondaki nüans en başında sadece görüntü olsun diye ikinci ustaya bakmasıydı.