Solentra - Bölüm 8
Bir hafta geçmişti.
Solentra’ya bahar tam anlamıyla gelmişti.
Sarayın etrafındaki lavanta tarlaları rüzgârla birlikte mor dalgalar gibi kıpırdıyordu.
Kuşlar sessiz değil, artık cıvıltılıydı.
Ve gökyüzü… bir haftadır ilk kez bu kadar berraktı.
Taş avlunun kuzey kapısında, ağır adımlarla ilerleyen bir konvoy belirdi.
Üzerinde asma yaprakları işlenmiş yeşil ve altın karışımı sancaklar dalgalanıyordu.
Myra, avluda ilk onları gördü.
Hemen arkasından Arthur geldi.
Yanında Bel ve Kaen vardı.
Bel’in duruşu daha dikti artık. Yarası iyileşmişti ama izleri hâlâ göğsünde taşıyordu.
Saray muhafızları kapıyı tam açarken birinci at arabası durdu.
Kapıdan ilk inen kişi, uzun boylu, geniş omuzlu bir adamdı.
Yeşil-gri zırhı ışıkla hafif parlıyordu, ama asıl dikkat çeken… gözleriydi.
Sakin, ağır ama tehditkâr.
Thalric, Vigeren’in(Yeşil krallık) kralı.
Arkasından inen ilk koruma, uzun sarı saçları arkadan örülü, zarif bir figürdü.
Elinde neredeyse kendisi kadar uzun bir yay vardı. Adı, Almira — Vigeren’in en iyi okçusu.
İkinci koruma ise daha farklıydı.
Yüzünün alt kısmını örten koyu yeşil bir maske takıyordu.
Ellerinde ise sarmaşık desenli iki kısa kama vardı.
İsmi Berron — sessiz ama öldürücü.
Onun hakkında söylentiler vardı: “Bir ağacın gölgesinde kaybolup başka bir gölgede çıkar.”
Thalric sarayın taşlarına bastı ve gözlerini Arthur’a dikti. İlk adımı Arthur attı.
Arthur: “Hoş geldiniz, Thalric. Solentra sizinle onurlandı.”
Thalric: “Onur… ancak karşılıklı olur.”
Bakışları birkaç saniye Bel’in üzerinde durdu.
Bel, kımıldamadan baktı.
Thalric başını eğdi.
Bu, onun için saygıydı.
Almira çevresine göz gezdirdi.
Riven’i gördüğünde hafif gülümsedi.
Riven hemen Myra’nın arkasına geçti.
Berron hiçbir şey demedi. Gözleri sadece gölgeleri izliyordu.
Arthur eliyle içeri yön verdi. Arthur:
“Buyurun, salona geçelim.”
Yuvarlak masa…
Yine sessizliğiyle hüküm sürüyordu.
Güneş, cam tavanı aşıp yalnızca masanın merkezini aydınlatıyordu. Sanki gök bile yalnızca bu konuşmayı dinlemek istiyordu.
Thalric sandalyesine oturdu.
Almira ve Berron arkasında durdu.
Arthur, karşısındaki tahtta yerini aldı.
Kaen ve Bel’de, Arthur’un arkasında durdu.
Thalric gözlerini Arthur’a dikti.
Thalric: “Bir haftadır bu anlaşmayı bekliyoruz.
Ama bana gelen bilgiler… göz ardı edilecek türden değil. X denen varlık… sizin halkınızı değil, hepimizi tehdit ediyor. Ve bu tehdit… gölge değil artık, bir adım ötede.”
Arthur: “Bu yüzden sizi çağırdık.
Konseyde artık yalnızca konuşmak değil… hareket zamanı.”
Bel içinden bir nefes verdi. Ama bu sırada—
Salonun büyük pencerelerinden biri çatırdadı.
Almira hemen yayı gerdi. Berron’un gözleri ışıldadı. Herkes ayağa kalktı.
Bir ışık değil, gökyüzünde bir karanlık adeta yer yüzüne doğru iniyordu. Uzakta, batıda bir şey vardı. Havada duran bir geçit.
Bir muhafız nefes nefese içeri girdi. Muhafız: “Vigeren… saldırı altında!”
Thalric yerinden kalktı.
Ellerini masaya bastı.
Gözleri… ilk kez öfkeyle doldu.
Muhafız devam etti:
“Sadece yaratıklar değil…
Karanlık Orman’daki tüm varlıklar…
Bir geçit büyüsüyle Vigeren’in merkezine taşınmış!” Tüm oda dondu.
Arthur’un mavi gözleri bir okyanus gibi büyüdü. Kaen ellerini sıktı.
Thalric: “Geç kaldım…”
Sarayın taş duvarları gölgeleri daha koyu göstermeye başlamıştı. Solentra’da hava hâlâ sakindi… Ama Vigeren alev altındaydı.
Muhafızın sözleri odada yankılanmaya devam ederken,
Thalric’in arkasındaki askerlerden biri — omzunda yaprak işlenmiş zırh taşıyan genç bir asker — öne adım attı.
Asker: “Majesteleri, hemen yola çıkalım! Vigeren… halkımız—”
Thalric, yalnızca sağ elini kaldırdı.
Asker bir anda durdu.
Sanki bir emrin ağırlığı değil, bir dağın gölgesi üzerine çökmüştü. Thalric (sessiz ama tok bir sesle): “Hayır.” Asker geri çekildi, başını eğdi.
Thalric gözlerini Arthur’a dikti, sesi daha da derinleşti:
“Bu yaratıklar… Karanlık Orman’dan geliyor. Karanlık Orman’a karşı koymak… Bazen cesaret değil, delilik olur.”
O an Bel’in gözleri hafifçe irkildi. Kaen de kaşlarını çatmıştı.
Thalric yürüyerek pencereye yaklaştı.
Kuzeye baktı — gökyüzü orada bile kararmış gibiydi.
Thalric: “Sizden yardım isteyemem.
Daha yeni savaştan çıktınız…
Yaralarınız taze. Bu savaş, bizim sorumluluğumuz.”
Arthur: “Thalric…”
Thalric başını hafifçe eğdi.
Thalric: “Bu, Solentra’ya değil… Vaizen’e ait bir tehdittir. Eğer biri bu karanlığı bastırabilecekse… O, gözlerini hiç açmayan adamdır.”
Almira başını öne eğdi.
Berron gözlerini kapattı.
Thalric geri döndü.
Thalric: “Vigeren… geç kaldı.
Ama daha fazlası için geç kalamayız.”
Arkasını döndü, pelerini arkasında savruldu. Almira ve Berron onu takip etti.
Kapıdan çıkarken yalnızca bir cümle bıraktı arkasında: Thalric: “Vaizen’e gidiyoruz.” Kapılar kapandı.
Arthur pencerenin önünde kaldı.
Bel yanına yaklaştı, ama hiçbir şey demedi. Sadece onunla durdu.
Myra Riven’in başını okşuyordu.
Riven kafasını kaldırdı, merakla baktı:
Riven: “Şimdi ne olacak?”
Myra cevap vermedi. Çünkü hiçbir şey net değildi. Sadece karanlık büyüyordu…
Vigeren harabeydi.
Ve Thalric’in içi, kendi ülkesinden daha karanlıktı.
Vaizen’in sarayına vardığında… Gökyüzü hâlâ mora çalıyordu.
Ama içeri adım atar atmaz, zaman yavaşlamış gibi hissetti.
Vaizen her zamanki gibi tahtındaydı.
Sol eli çenesinde, sağ eli tahtın kolçağında.
Elyndor birkaç adım arkasında duruyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı.
Saray sessizdi.
Vaizen: “Vigeren… diz çökmüş. Ve sen… buradasın. Ne için?”
Thalric bir an durdu.
Sanki gururu, boynuna bağlanmış bir zincir gibiydi.
Ama sonra…
Thalric dizlerinin üzerine çöktü.
Pelerininin ucu taş zemine yayıldı.
Thalric: “Hiçbir şeyim kalmadı.” “Sadece halkım kaldı…”
Vaizen başını hafif yana eğdi.
Yüzünde bir tebessüm belirdi.
Ama o gülümseme sıcak değildi. Vaizen:
“Karşılığında ne vereceksin?”
Thalric gözlerini kaldırdı. Ama cevap veremedi.
Vaizen ayağa kalkmadı.
Yalnızca dudakları hareket etti. Vaizen: “İki kahramanını istiyorum.” Thalric’in gözleri büyüdü.
Thalric: “Bu… bu bir saçmalık!”
“Almira ve Berron… onlar benim kalan son direklerim!”
Vaizen hafifçe güldü.
Gülüşü boş bir mağara gibiydi — yankı yapan ama sıcak olmayan.
Vaizen: “Direkleri olmayan bir ev… daha az yıkılır.
Karar senin.”
Thalric başını öne eğdi.
Thalric (iç ses):
“Yok… başka seçeneğim yok.”
Ellerini kaldırdı.
İki küçük mühür — biri yeşil, biri beyaz.
Kahramanlık yemini mühürleriydi.
Vaizen parmaklarını oynattı, mühürler havada süzülerek eline ulaştı.
Vaizen: “Kabul edilmiştir.”
Sonra Elyndor’a döndü.
Gözleri hâlâ kapalı olan adama yalnızca bir bakış attı.
Vaizen: “Yola çıkıyoruz.”
Elyndor başını eğdi.
Ve hiç ses çıkmadan arkaya doğru yürümeye başladı.
Vaizen, ayak sesleri bile çıkmadan onu takip etti.
Tam o sırada Solentra’da…
<<Discord: @kerpetenes>>