Elitler Sınıfı - Cilt 1 - Kısım 7 - Part 6
Kütüphaneden çıktıktan sonra, Kushida’nın peşinden koştum. Grup çalışması konusunda hem teşekkür etmek hem de özür dilemek istiyordum. Bir de… güzel kızlarla iyi geçinmek isterim, hani anlarsınız ya.
Bir heyecanla telefonumu cebimden çıkarıp adres listesinde Kushida’nın adını aradım. Bu ikinci arayışım olacağından, onu aramak konusunda çok gergindim. Telefonun 2 ya da 3 kez çaldığını duydum.
Ama hiç açacak gibi durmuyordu. Telefonunun çaldığını fark etmedi mi acaba? Yoksa aramamı görmezden mi geliyor?
Onu bulmak için etrafta koşturdum. Görünürde de yoktu.
Okul binasının içinde arkadan aynı Kushida’ya benzeyen birini gördüm. Saat 6’ya geliyordu, okulda kulüp üyelerinden başkası yoktur. Eh, belki de kulüplerden birine üye olmuş bir arkadaşıyla görüşüyordur.
Eğer birisiyle görüşüyorsa, onu takip ederim. Sonra konuşurum onunla. İçeri girme zamanı.
Giriş kapısına adımımı attığımda, koridordan bir ses duydum. Ama Kushida’yı göremedim. Uzaklaştı mı acaba? Hayır, birisinin ayak sesleri geliyordu.
İkinci kata çıkan merdivenlerin olduğu yere geldiğimde onu takip ediyordum. Biraz ileride onun ayak sesleri geliyordu. 3. Kata çıkıyor. Son katta çatı katı yok mu ya? Öğlen arasında açık oluyor. Ama okuldan sonra kapatılıyor diye biliyorum. Merakla ben de merdivenleri çıktım. Biriyle buluşma ihtimaline karşılık çok temkinli davranıp varlığımı gizliyordum. Sonra merdivenleri çıkarken birden durdum.
Yukarıda birisinin gölgesi gözüküyordu.
Merdiven korkuluğuna yaslanıp kapının açık kalan kısmından içeriye göz attım. Girişe baktığımda, Kushida’nın siluetini gördüm. Başka kimse yoktu. Birisini mi bekliyordu acaba?
Eğer böyle ıssız bir yerde birisini bekliyorsa… belki de Kushida’nın sevgilisi vardır? Durum böyleyse, iki taraftan da sıkıştırılma ihtimalim var. Gidip gitmemekte kararsız kalırken, Kushida çantasını yere attı.
Ve sonra—
“Ah— çok sıkıcı.”
Sesi o kadar kısıktı ki Kushida olduğuna emin olamadım.
“Çok can sıkıcı, sinir bozucu. Keşke geberip gitse…”
Lanet ediyormuş gibi kendi kendine homurdanıyordu.
“Kendini güzel sanan kendini beğenmiş kızlardan nefret ediyorum, nefret. Neden pisliğin teki ki? Onun gibi bir kız asla bana nasıl ders çalışacağımı öğretemez.”
Kushida, Horikita’ya mı bozulmuş yoksa?
“Ah— berbat. Gerçekten berbat birisi, berbat. Horikita can sıkıcı, can sıkıcı, can sıkıcı!”
Sınıfın en popüler kızının yok oluşunu izliyor gibiydim. Kimsenin görmesini istemediği bir haldeydi. Beynim, orada olmanın tehlike arz ettiğini söylüyordu.
Ama aklıma bir soru takıldı. Gerçek hislerini saklasa dahi, neden Horikida’dan nefret ederken ona yardım etmeyi kabul etti ki? Horikita’nın kişiliği ve karakterini yeterince tanıdığını sanıyordum. Yardım etmeyi reddedebilir ve her şeyi Horikita’ya bırakabilirdi. Ya da kendini bu işten uzaklaştırmak için sayısız yola başvurabilirdi.
Niye kendisini çalışma grubuna dahil etmek istedi? Horikita ile arkadaş olmak mı istiyordu? Yoksa çalışma grubundan birisiyle mi yakınlaşmak istiyordu?
Hiçbir tahminim mantıklı değildi. Bu kadar stresle, farklı bir sebebi varsa bile, düşünemiyorum.
Hayır… Belki de baştan beri kendini belli etmişti.
By konuda hiç düşünmemiştim. Ama şimdiki haline bakınca, aklıma bir ihtimal geliyor. Yoksa Kushida ve Horikita—
Neyse, buradan gideyim en iyisi. Kushida kendisini bu halde kimsenin görmesini istemiyordur. Saklanmaya çalışarak derhal oradan uzaklaşmaya çalıştım.
Paat!
Akşam karanlığında okulda, In the school at dusk, the sound of kicking the door was louder than I thought. Çok gürültülüydü. Kushida da sesi duydu ve bir anda gerginleşip nefesini dahi tuttu. Sanki ona birisi seslenmiş gibi, arkasını dönüp bana baktı.
“… Sen burada… ne yapıyorsun?”
Kısa bir sessizlikten sonra, Kushida soğuk bir ses tonuyla sordu.
“Kayboldum. Özür dilerim, hemen gidiyorum.”
Kushida bana bakmaya devam etti. Yalanımı anlamıştı. Şimdiye kadar görmediğim bir bakışı vardı..
“Duydun mu…?”
“Hayır desem inanacak mısın?”
“Demek öyle…”
Kushida bir hışımla merdivenlerden inip yanıma geldi. Sol dirseğini boynuma dayayıp beni duvara ittirdi.
Ses tonu ve tavırları, tanıdığım Kushida’ya ait değildi.
Bu yeni Kushida’nın çok korkutucu bakışları vardı, Horikita’nın bakışları ile karşılaştırmadan edemediğim.
“Az önce duyduklarını… eğer birine anlatırsan, seni affetmem.”
Tehdit eder gibiydi.
“Ya birine anlatırsam?’
“O zaman bana burada tecavüz ettiğine dair dedikodu yayarım.”
“Boş bir söylenti yani.”
“Boş bir söylenti olmayacağı için, sorun çıkmaz.”
Sözlerinde çok güçlü bir ima vardı ya. Ardından, Kushida sol bileğimi tutup avcumu açıp göğsüne yapıştırdı. Yumuşak göğsünü tüm avcumda hissediyordum.
“… Ne yapıyorsun?”
Onun beklenmedik bu tavrına karşılık hemen elimi çekmeye çalıştım ama elimi geri tuttu.
“Parmak izin kıyafetlerimde olduğuna göre, kanıtım da var demektir. Ciddileşiyorum, farkında mısın?”
“… Anladım, anladım. Peki bırak elimi artık.”
“Bu üniformayı yıkamadan saklayacağım. Eğer birine bir şey söylersen, direkt polise vereceğim.”
Elimi göğsünde tutan Kushida’ya bir süre dik dik baktım.
“Unutma sözünü.”
Söylediklerini anladığımdan emin olduktan sonra, bir adım geri attı.
İlk defa bir kızın göğsüne dokunmama rağmen ne hissettiğimi hatırlayamadım.
“Hey, Kushida. Hangisi gerçek ‘sen’?”
“… Bu seni ilgilendirmez.”
“Demek öyle… Yine de, seni izlerken bir şey fark ettim. Eğer Horikita’dan nefret ediyorsan, onunla uğraşmana hiç gerek yok, haksız mıyım?”
Bunu sorma niyetinde değildim. Büyük ihtimalle cevap vermeyecekti. Ama neden onunla arkadaş olmak için bu kadar ileri gittiğini merak ediyordum.
“Herkes tarafından sevilmeye çalışmak kötü bir şey mi? Bunun ne kadar zor olduğuna dair bir fikrin var mı? Yok değil mi?”
“Çok fazla arkadaşım yok, bu yüzden hayır. Anladığımı söyleyemem.”
İlk günden beri, Kushida onunla iletişim kurmaya, telefon numarasını falan almaya çalıştı, pesimist ve negatif bir kızı bir yerlere davet etmeye çalıştı.
Herkes bu tarz şeylerin ne kadar çok zaman zor ve zaman alıcı olduğunu bilir.
“Horikita gibi… en azından onunla iyi anlaşıyormuş gibi gözükmek istedim.”
“Ama çok stresliydin, ha.”
“Evet. Bu da benim yaşama tarzım. Böylece kendimi daha değerli hissedebiliyorum.”
Tereddüt etmeden cevap verdi. Kushida’nın sadece kendisinin bildiği; kendince duyguları ve kuralları var. Bunu demek istiyordu. Kendi kurallarını uyarak, Horikita ile tekrar tekrar arkadaş olmaya çalıştı.
“Bunu sana bulunduğumuz bu koşullardan dolayı söylüyorum, bu arada senin gibi kasvetli ve sade görünen erkeklerden nefret ediyorum.”
Bende bıraktığı sevimli Kushida imajı yok olmuştu. Ama çok da şaşırmadım.
İnsanlar, genel ve kişisel olarak ayrı imaj çizmeye meyillidirler sonuçta.
Kushida’nın cevabı hem gerçek hem de yalanmış gibi geldi.
“Bu sadece bir önsezi ama Horikita ile önceden tanışıklığınız var mı? Bu okula gelmeden önce.”
Bu soruyu sorduğumda, Kushida’nın bir saniyeliğine omuzları gerildi.
“Ne… ne demek istediğini anlamadım. Horikita-san bir şey mi söyledi hakkımda?”
“Hayır, onunla ilk kez tanıştığını düşünüyordum. Komik ha.”
“… Komik mi?”
Kushida’nın benimle ilk kez konuştuğu zamanı hatırladım.
“Kendimi tanıtırken, hemen adımı ezberledin değil mi?”
Kushida soru sorarak cevap verdi, “Yani?”
“Horikita’nın adını nereden duydun peki? O sırada, adını kimseye söylememişti. Tek bilen kişi, Sudou idi. Ama Sudou ile tanışmış olmandan şüpheliyim.”
Yani, Horikita’nın adını öğrenmek için hiç şansı olmaması gerekiyordu.
“Dahası, bana sırf onunla arkadaş olmak için yakınlaştın ki, böylece onu gözetleyebilesin?”
“Kapa çeneni. Senin konuşmanı dinlemekten sinirlerim bozuluyor. Sadece tek bir şey söyleyeceğim. Burada öğrendiklerini kimseye söylemeyeceğine söz verir misin?”
“Söz veriyorum. Zaten birilerine söylesem bile, kimse bana inanmaz dimi?”
Kushida’ya sınıftaki herkes güveniyor. Aramızda dağlar kadar fark var yani..
“… Tamam. Sana inanıyorum.”
Yüz ifadesini değiştirmeden, gözlerini kapatıp derin bir oh çekti.
“Bana inanacak bir kişi olsun var mıdır ki?”
Yanlışlıkla çenemi açtım ya.
“Horikita-san biraz sıra dışı, dimi?”
“Eh, gerçekten ender birisi.”
“Kimseden etkilenmiyor. Kimseye de katışmıyor. Benim tam tersim.”
Kushida ve Horikita gerçekten de iki farklı kutup gibiler.
“Farkında mısın, bir tek kendini sana açıyor.”
“Pardon. Bir düşüneyim. Hayır, kesinlikle benimle rahatça konuştuğu falan yok.”
“… Belki de. Ama yine de en çok sana güveniyor. Tanıdığım insanlar içinde, kendine en çok güveni olup da insanlara karşı çok ihtiyatlı davranan bir o var. Aptal ve karaktersiz birine güvenecek birisi değil.”
“Onun insandan anladığını söylüyorsun, dimi?”
“İşte tam da bu yüzden sana güvendiğimi söyledim. Sonuçta başkalarına karşı çok ilgisizsin, sen de?”
Kushida’ya böyle bir tarafımı gösterip göstermediğimi hatırlamıyorum ama söylediklerine çok güveniyor gibi.
“Söylemenin tuhaf olduğunu düşünmüyorum. Yaşlı kadına oturağını verme konusunda hiç olumlu izlenim vermedin. Yanlış mı hatırlıyorum?”
Anladım, demek bundan bahsediyordu. Bizi otobüste fark etmiş ta. Ve o zaman oturağımızdan vazgeçme niyetimizin dahi olmadığını gözlemlemiş.
“Eğer bana inanıyorsan, saçma sapan söylentiler çıkarma.”
“Eğer daha önce bu kadar özgüvenin olsaydı, göğsüme dokunma şansın olmazdı.”
“Bu—kafam çok karışıktı, panikledim…”
Yüz ifadesi yumuşadı ve sabırsız birine dönüştü.
“Yani, seni tereddüt etmeden erkeklerin göğsüne dokunmasına izin veren bir kız olarak düşünebilir miyim?”
Tüm gücüyle bana tekme attı ya. Panikle, korkuluğa tutunmuşum.
“Tehlikeliydi! yaralanabilirdim!”
“Çünkü saçma sapan konuştun!”
Sinirden kızaran yüzüyle, Kushida bana ters ters baktı.
“Hey, bekle biraz.”
Başımı salladım.
Merdivenlere doğru geri dönerken, Kushida hızlıca çantasını alıp geldi. Sırıtıyordu.
“Beraber gidelim mi?”
“T-tabi.”
Tavrının 180 derece dönmesi kötü bir rüya gibiydi. Ve yine her zamanki Kushida idi. Hangisi gerçekti acaba, birbirinden ayırt edemiyordum.