Elitler Sınıfı - Cilt 1 - Kısım 7 - Part 8
Uyuyacak bir halde değildim, ben de kalkıp odamdan çıktım.
Lobideki yiyecek içecek otomatından meyve suyu alıp asansöre doğru yürüdüm.
“Hmm?”
Asansör 7.katta idi. Merakla, asansörün içini gösteren güvenlik kamerasına baktım. Horikita vardı, hala üniformasını giyiyordu.
“… Eh, kendimi saklamama gerek yok ama…”
Onunla yüz yüze gelmeyi pek istemediğimden otomatın arkasına saklandım. Asansör bulunduğum katta durdu.
Etrafını kolaçan ettikten sonra Horikita, binadan çıktı. Karanlıkta kaybolduktan sonra, arkasından gittim.
Eh yine, köşeyi döndükten sonra istemsizce kendimi saklayıverdim ya.
Horikita ilerlemeyi kesti. Bulunduğu yerde birinin daha silueti vardı.
“Suzune. Buraya kadar beni takip edeceğini düşünmemiştim.”
Bu saatte bir çocukla görüşmek için mi dışarı çıkmış?
“Mou, Eski işe yaramaz Horikita değilim artık. Sana yetişmek için buraya geldim.”
“Bana yetişmek ha.”
Abisi mi? Konuştuğu kişinin yüzünü göremedim ama galiba Horikita’nın abisiydi.
“D sınıfında olduğunu duydum; son 3 yılda hiçbir şey değişmemiş gibi. Hala arkamdan bana bakıyorsun ve kendi kusurlarını görebilmiş değilsin. Bu okula gelmeyi seçmekte yaptığın hatalardan birisi.”
“Bu—bu doğru değil. A sınıfına yükseleceğim ve—”
“Bu imkânsız. Asla A sınıfına yükselemezsin. Aksine sınıfınız böyle bir şey olmadan batacak. Bu okul sandığın kadar kolay değil.”
“Mutlaka A sınıfına yükseleceğim, mutlaka…”
“Sana imkânsız olduğunu söyledim. Çok mantıksızsın, kardeşim.”
Horikita’nın abisi öne doğru bir adım attı. Saklandığım yerden, onu daha net görebildim. O, öğrenci konseyi başkanıydı.
Yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu, hiç umursamadığı bir varlığa bakıyor gibiydi.
Kız kardeşinin bileğini tutup onu duvara doğru itti.
“Seni ne kadar çok görmezden gelmeye çalışsam da, sen yine de benim kız kardeşimsin. Eğer insanlar seni öğrenirse, olan bana olur. Okulu hemen terk et.”
“H-hayır… tsu. Ben, mutlaka A sınıfına geçeceğim…!”
“Aptalsın gerçekten. Geçmişte yaşadığın berbat şeyleri tekrar mı yaşamak istiyorsun?”
“Nii-san—Ben—”
“Sen de ne A sınıfına geçecek güç ne de yetenek var. Bunu kafana sok.”
Horikita’nın vücudu öne doğru çekiliyordu. Sanki harekete geçecek gibiydi. Durum çok ciddi gözüküyor.
Horikita’nın bana kızacağını bile bile, saklandığım köşeden çıkıp abisine doğru yaklaştım.
Farkında bile olmadan, onun sağ kolunu tutmuşum.
“—Ne? Sen de kimsin?”
Ani bir refleksle kendi koluna baktıktan sonra, bana sert bir bakış attı.
“A-ayanokouji-kun!?”
“Sen, onu yere fırlatmaya çalışıyordun, değil mi? Zeminin beton olduğunun da gayet farkındasın. Sırf kardeşsiniz diye ona istediğin her şeyi yapamazsın.”
“İnsanları gizlice dinlemek hoş değil.”
“Elini bırak.”
“Bunu sana benim söylemem lazım.”
Birbirimize dik dik bakarken sessizlik oldu.
“Dur, Ayanokouji-kun…”
Ses tonu çok gergin geliyordu. Onu daha önce böyle hiç görmemiştim.
İstemeden, onun kolunu bıraktım. Tam o anda, hızlıca sağ eliyle yüzümü hedef aldı.
Tehlikeyi sezip içgüdüsel olarak hemen geriye çekildim. Zayıf bir vücuttan gayet kötü bir saldırıydı. Dahası, ani bir tekme ile başımı hedef aldı.
“Ha!”
Bu tekmenin amacının, tek bir hamleyle bilincimi kaybetmemi sağlamak olduğunu anladım. Kafası karışmış bir şekildeydi, sağ kolunu bana doğru uzattı.
Eğer elini tutsaydım, büyük ihtimalle beni yere fırlatacaktı. Ben de, sol elimle koluna vurdum.
“Reflekslerin çok iyi. Tüm saldırılarımdan kaçınabileceğini düşünmemiştim. Dahası, ne yapmaya çalıştığımı da anladın. Nerede öğrendin bunları?”
Saldırılarını bırakıp bana soru sordu.
“Evet, piyano ve kaligrafi ile ilgilenmiştim. Ortaokulda, bir müzik yarışmasında şampiyonluğu bile var.”
“Sen de mi D sınıfındasın? Ne kadar eşsiz birisi, Suzune.”
Horikita’nın kolunu bırakıp bana döndü.
“Suzune, arkadaş mı edindin? Şaşırdım doğrusu.”
“O… o benim arkadaşım değil. Sadece bizim sınıfta.”
Sözlerini kabullenmeyerek, abisine bakıyordu.
“Her zamanki gibi, yalnızlık ile kendini soyutlamayı birbiriyle karıştırıyorsun. Ve sen, Ayanokouji. Sayende, ilginç gelişmeler yaşanacak gibi.”
Yanımdan geçip karanlığın içinde kayboldu. Kendine çok güvenen öğrenci konseyi başkanı..
Demek bu yüzden Horikita onu görünce garip davranmıştı.
“A sınıfına ulaşmak için gerekirse sürüneceğim. Ama başaracağım.”
Abisi gittikten sonra, sessizlik hakim oldu. Horikita duvarın dibine oturdu. Utanıyordu.
Acaba gereksiz bir şey mi yaptım… tam yurda gideyim diye sıvışmaya çalışırken Horikta bana seslendi.
“Her şeyi duydun mu…? Yoksa tesadüfen mi denk geldin?”
“Aslında, 50% şans eseriydi. Otomattan meyve suyu almak için aşağı indiğimde seni gördüm. Sırf meraktan seni takip ettim. Karışmak gibi bir niyetim yoktu ama.”
Horikita yine sessizliğe gömüldü.
“Abin epey güçlüymüş. Saldırmaktan hiç çekinmedi.”
“O… Karatede 5.dan ve aikidoda da 4.dan.”[1]
Ohooo, demek bu kadar güçlü biri. Geri çekilmeseydim mahvolmuştum yani.
“Ayanokouji-kun, sen de spor falan yapıyorsun dimi? Senin de yeteneklerin çok iyiydi.”
“Az önce söylemedim mi? Piyano çalıp çay seremonileri düzenlerdim.”
“Az önce kaligrafi demiştin.”
“…kaligrafi de yaptım.”
“Bilerek sınavlardan düşük not alıyorsun ve piyano ve kaligrafi ile uğraştığını söylüyorsun. Seni hala çözebilmiş değilim.”
“O puanlar tamamen şans eseriydi ve piyano da, çay seremonisi de, kaligrafi ile de uğraştım.”
Eğer burada piyano olsaydı, Fur Elise’i çalardım ya.
“Sana garip bir tarafımı gösterdim.”
“Aksine, senin hep normal bir kız olduğunu düşünmüştüm—belki de değilsin.”
Kaşlarını çattı.
“Hadi gidelim. Eğer birisi bizi görürse, kesin yanlış anlar.”
Aynen ya. Gecenin karanlığında bir kızla bir erkek görüşüyorsa, çok fena dedikodu çıkar.
Üstüne üstlük, aramızda bir ilişki olduğu bile belirsiz.
Yavaşça kalkan Horikita yurdun girişine doğru yürüdü.
“Hey… Çalışma grubunun son halinden gerçekten memnun musun?”
Başka şansım olmayacağını düşünerek, ona tereddüt etmeden seslendim.
“Neden soruyorsun ki şimdi bunu? Çalışma grubu kurmayı öneren bendim. Başından beri ilgilenmedin. Haksız mıyım?”
“İçimde kötü bir his var. Ya da şöyle mi söylesem, diğer öğrenciler bir şeylerin peşinde.”
“Umurumda değil. Alışkınım böyle şeylere. Dahası, düşük puan alan öğrencilerin çoğu Hirata-kun ile çalışıyor. Ders çalışmada çok iyi, insanlarla da iyi anlaşıyor ve benim aksime diğerlerine daha iyi öğretebilir. Bu seferlik, çizginin üstüne geçerler. Onlara yardım etmeye çalışmanın vakit kaybı olacağına karar verdim çoktan. Mezun olana kadar, sürekli geçsem yeter diye çabalayacaklar. Her seferinde, onlar paçasını kurtarsın diye çabalamak gerçekten çok saçma olacaktı.”
“Sudou ve grubu, Hirata ile mesafelerini koruyorlar. Onun çalışma grubuna katılacaklarını sanmam.”
“Bu onların karar vereceği şey; beni ilgilendirmez. Eğer Hirata-kun’a yaklaşmazlarsa, yakında okuldan atılırlar. Tabii, amacım A sınıfına çıkmak benim, kendi iyiliğim için bu. Başkaları beni ilgilendirmiyor, ne yaparlarsa yapsınlar. Hem eğer ara sınavlarda sınıftan öğrenci eksilirse, geriye sadece çalışkanlar kalır. Böylece A sınıfına yükselmek daha kolaylaşır. Bir taşla iki kuşu vurmak gibi bir şey bu.”
Yanlış düşünmüyor bence. Öncelikle, bu kritik durum sadece kötü not alan öğrenciler için.
Ama Horikita’yı bu kadar çok konuşkan bulmuşken, sohbeti bitirmek istemedim.
“Horikita, böyle düşünmek hatalı değil mi?”
“Hatalı mı? Hangi kısım hatalı söyle. Sınıf arkadaşlarını yarı yolda bırakanların iyi bir geleceği olmaz gibi bir şey söylemeye çalışmayacaksın değil mi?”
“Sakin ol. Ne söylediğimi anlamayacağını bilecek kadar seni tanıyorum.”
“O zaman neden? Başarısızlar kurtulmayı hak etmiyor.”
“Evet burada hak-hukuk durumu pek yok. Ama böylece kusurlardan kaçınmamıza yardım eder.”
“… Kusurlar mı?”
“Sence okul bunu düşünmemiş midir? Sınıfta konuşarak ve derse geç kalarak eksi puan alan öğrencilerden bahsediyoruz. Düşün ki, onlara sırf kimse yardım etmedi diye okuldan atıldılar. Böyle bir durumda ne kadar eksi puan alırız sence?”
“Bu—”
“Tabii, hiçbir bilgimiz olmadan, her şey muallak. Ama böyle bir durumun yaşanması yüksek bir ihtimal değil mi? Yüz puan? Bin puan? 10,000 veya 100,000 puan eksiye düşme ihtimalimiz bile olabilir. Eğer durum böyle olursa, A sınıfına yükselmede çok sıkıntı yaşarız.”
“Eksi puanlarımız, derse geç kalmak ve derste konuşmaktan dolayı sıfırın altına inemeyecek durumda şuan. Sıfır puandayken, ders çalışamayan öğrencileri çıkarmak en iyi seçenek eğil mi. Böylece hiç zarar görmeyiz?”
“Durumun böyle olacağının hiçbir garantisi yok ki. Belki hiç bilmediğimiz eksi puanlarımız vardır. Bu kadar tehlikeli bir riske değer mi sence? Eh… senin gibi zeki birisi için, böyle bir seçeneği düşünmemiş olmak imkansız. Eğer böyle düşünmüş olmasaydın, çalışma grubu da kurmaya kalkmazdın. Ta başta onları göndermek isterdin.”
Üzülmeye başladım. Belki de onu arkadaşım olarak görüyorumdur artık. Onun kararından pişman olmasını istemedim.
“Görülmeyen eksi puanlar olsa dahi, sınıf için başarısızlardan kurtulmak en iyi seçenek. Puanlarımızı arttırmaya başladığımızda, onlardan kurtulmadığımız için pişman oluruz. Böyle bir zamanda, bu riski almak gerek.”
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?”
“Evet. Amansızca onları kurtarmaya çalışan senin için endişeliyim aksine.”
Asansöre binmek üzere olan Horikita’nın bileğinden tuttum.
“Ne? Aksini iddia ettiğin bir görüşün mü var? Bu problem, sadece ikimizin halledebileceği türden bir şey değil. Doğru cevabı bilenler, okul yönetimi. Bizse sonsuza kadar tartışırız ancak bunları. İstediğim gibi yorumluyorum, sen de aynısını yaparsın. Sadece bu sonuç kalıyor elimizde, değil mi ama?”
“Çok konuşkansın sen ya. Bu kadar çok konuşan birisi olduğunu hiç sanmazdım.”
“Çünkü… çünkü çok ısrarcısın.”
Normal şartlarda, Horikita beni asla dinlemezdi.
Eğer onu böylece durdurmuş olsaydım, ağır bir darbe indirmesi garip olmazdı. Ama böyle yapmayınca, Horikita’nın da anı şekilde düşündüğü ortaya çıktı. Bu yüzden elimi silkelememiş olmalı. Tabii, hala fark etmemiş olma ihtimali de var.
“Tanıştığımız gün. Otobüste olanları hatırlıyor musun?”
“Yaşlı kadına oturağımızı vermeyi reddettiğimiz zamanı mı kast ediyorsun?”
“Evet. O zaman, oturağımı başkasına vermenin arkasında yatan anlamı düşündüm. Oturağı vermek veya vermemek. Sence hangisi doğru cevap?”
“Ben çoktan cevabımı verdim. Gerek olmadığını düşündüğüm için oturaktan kalkmadım. Ona oturağımı vermemin hiçbir yararı yoktu. Aksine benim için zaman ve enerji kaybı olacaktı.”
“Yararı mı yoktu? Tek düşündüğün şey, bir şeyin sana zarar ve faydaları.”
“Kötü bir şey mi yani? İnsanlar menfaat/çıkar peşinde koşan varlıklar. Eğer mal satıyorsan, para kazanırsın. Eğer birisine iyilik yaparsan, karşılığını alırsın. Eğer oturağından vazgeçersen de, topluma sağladığın katkından dolayı ‘’keyiflenmen’ gerekir. Böyle değil mi?”
“Evet, doğru. Ben de bunun doğal olduğunu düşünüyorum.”
“O zaman- ”
“Bu zihniyetle, hayata dair geniş bir bakış açısına sahip olmalısın. Şuan, sinir ve mutsuzluktan dolayı gözlerin kör olmuş durumda.”
“Çok önemli bir insan mısın sen? Benim kusurlarımı bulacak kabiliyetin var mı da?”
“Yeteneklerim boş ver. Sadece senin göremediğin şeyleri görebiliyorum. Bu da, bildiğimiz mükemmel Horikita Suzune’nin tek hatası.”
Somurttu. Sanki “Sen çok mükemmelsin.” Der gibiydi.
“Senin hatalarını söylememe izin ver. İnsanları kendine engel olarak görüyorsun ve kimsenin sana yaklaşmasına izin vermiyorsun. Kendini başkalarından üstün gördüğün için D sınıfına atıldığını düşünmüyor musun?”
“… Söylediğin şey, beni Sudou-kun ve grubuyla eşitmiş gibi gösteriyor.”
“Peki, onlardan üstün olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?”
“Test sonuçlarına bakarsan çok bariz değil mi. Sınıfa yük oldukları, çok net gözüküyor.”
“Eğer sınav notlarına göre değerlendirirsek, tabii onlar kat kat senden düşük seviyedeler. Çok çalışıp çabalasalar bile, seni geçemezler bu kesin. Ama bu sadece kağıt üstünde bir gerçeklik. Okul sadece zekaya önem vermiyor. Diyelim ki okul, bir seferlik kondisyon gerektiren bir sınav yaptı. O zaman sonuçlar böyle olmazdı. Haksız mıyım?”
“Bu—”
“Senin fiziksel yeteneklerin de iyi. Nasıl yüzdüğünü gördükten sonra, sınıfın en iyi kızlarından birisi olduğunu anladım. Ama ikimiz de biliyoruz ki Sudou’nun spora olan yeteneği seni geçer. Sende olmayan iletişim yeteneğine de Ike sahip. Eğer iletişim yetenekleri üzerine bir sınava tabi tutulsak, Ike çok başarılı olur. Aksine sınıfın başarısını sen düşürmüş olurdun. Peki, yeteneksiz birisi misin desem? Hayır. Sorun bu değil. Herkesin başarılı ve başarısız olduğu alanlar var. İnsan olmak böyle bir şey işte.”
Horikita sert bir cevap vermek istedi ama hiçbir şey söyleyemedi.
“… Söylediklerini ispatlayacak kanıtın yok. Tüm söylediklerin, tahminlerden oluşuyor.”
“Eğer kanıt yoksa ortada, elde olanlardan tahmin yürütmek zorunda kalırız. Chiyabashira-sensei’nin söylediklerini bi’ dikkatlice düşün. Rehberlik odasında, şöyle dedi; “En iyi sınıfa en zekilerin yerleştirildiğini kim söyledi?”. Yani, Sınıf sıralamasını etkileyen akademik başarı dışında farklı etkenlerde olduğu anlamına geliyor.”
Horikita tartışmayı kurnazca irdeleyip kaçış yolu ararken, onun savunmasını hemencecik çürüttüm. Eğer böyle kestirip atmasaydım, tartışma nereye giderdi kim bilir.
“Düşük not alan öğrencileri kendi başlarına bırakmaktan pişman olmayacağını söyledin. Ama bu doğru değil. Onlar okuldan atıldı diye, defalarca pişman olacağın günler olacak.”
Horikita’nın gözlerinin içine baktım. Sadece durumun ciddiyetini anlamakla kalmadı, anı zamanda kendi durumunu da idrak etti. Böyle bir havası vardı onda
“Bugün sen de çok konuşkansın. Senin sorunlardan kaçınma prensibine hiç uymuyor.”
“Evet, galiba.”
“Çok sinir bozucu ama söylediklerinde haklısın. İkna etme yeteneğin beni düşündürdü. Bunu düşüneceğim. Ama yine de bir şeyi anlayamıyorum. Eğer bunlar gerçek niyetinse, bu okulun senin için anlamı ne? Neden amansızca beni ikna etmeye çalışıyorsun?”
“… Anladım. Demek böyle düşünüyorsun.”
“Eğer insanda ikna kabiliyeti yoksa, teorilerine inanan olmaz.”
Sudou ve diğerlerinin okuldan atılmalarını izin vermenin neden kötü bir şey olduğunu ikna etmeye çalışmamın sebebini bilmek istiyor.
“Yalan dolan olmadan, gerçek sebebini öğrenmek istiyorum. Puanlar için mi? A sınıfına yükselmek için mi? Yoksa arkadaşlarına yardım etmek için mi?”
“Sadece bilmek istiyorum. Hak eden insan nedir? Eşitlik nedir?”
“Hak etme, eşitlik ha…”
“Bu okula, bu sorulara cevap almak aramak için geldim.”
Kafamda karmakarışık olan bu düşünceler, net bir şekilde çıkıverdi ağzımdan.
“Elin. Bırakır mısın?”
“Ah, pardon.”
Elimi bıraktıktan sonra, Horikita bana dönüp dik dik baktı.
“Senin bu tatlı konuşmana hayran kalamam, biliyorsun dimi?”
Böyle söyledikten sonra, Horikita elini bana doğru uzattı.
“ Sudou-kun ve diğerleriyle kendim iyiliğim için ilgileneceğim. Bugünden itibaren, geleceğe yatırım amaçlı, onlar okuldan atılmasın diye çalışacağım. Anlaştık mı?”
“Endişelenme. Farklı davranacağını düşünmüyorum zaten. Sen böyle biri değilsin.”
“Anlaştık o zaman.”
Horikita’nın elini sıktım.
Maalesef, çok geçmeden, şeytanla anlaşma yaptığımı öğrendim.
- Dan, savunma sanatlarında bir seviye. Detaylı bilgi için: (https://en.wikipedia.org/wiki/Dan_(rank)#Ranks_in_Japanese)
- Giflerin alındığı link: https://morganiser.tumblr.com/post/163185507449
- Not: Kısım 8- Başarısızlar Grubu, 2. Deneme, 1 Nisan’da yayınlanacaktır.