Elitler Sınıfı - Cilt 15.5 - Bölüm 8 - Rastlantı
Cilt 15.5 – Bölüm 8 – Rastlantı
Böyle lüks bir gemide tatil yaptığınızda derdiniz öğlen yemeğinde ne yiyeceğinizi ve ne zaman yiyeceğinizi seçmek oluyor.
Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği okul tarafından açık büfe olarak verilmekte ve ücretsiz.
Bu hakkı kullanıp kullanmamak size kalmış ancak sadece ücretsiz değil, aynı zamanda lezzetli. Öğrenciler de akın akın gidiyor haliyle. O kadar popüler ki, kargaşayı önlemek için restorana giriş sabah 7 – 9 arasında üç aralığa bölünüyor.
Servis yaklaşık 60 dakika falan. Ayrıca cep telefonunuzdan tercih ettiğiniz aralık için rezervasyon yapabiliyorsunuz.
Genelde sabah 8’de kahvaltı yaparım, ancak rezervasyon yapmak için gecikmişim ve 6 Ağustos sabahı 8-9 seansı çoktan dolmuş.bu yüzden sabah 7 gibi erkenden yemek zorunda kaldım.
Bu kadar erken yiyince tabii, öğlen olmadan midem kazındı. Belki de ıssız ada sınavı sırasında kalori alımım çok az olduğu içindir, vücudum enerji için can atıyordu.
Terastaki kafe dolup taşsa da, epey pahalı bir yer. İçecek dahil bir öğlen yemeği menüsüne 2000 puan bayılmak zorunda kalıyordunuz.
Arkadaş gruplarıyla belki daha uyguna gelir… ama bugün yalnızım.
Böyle bir durumda olunca, puan biriktirmeye özen gösteriyorsunuz ister istemez.
Bu yüzden basit ve küçük bir marketin olmasına seviniyordum.. okuldaki market gibi, sandviç veya pirinç topları satın alabileceğiniz bir yer var gemide.
Yaklaşık 250 puana, bir pirinç topu ile bardak çay aldım. Elimde plastik çay bardağını tutarak, öğlen yemeğimi yiyeceğim bir yer aramaya koyuldum.
Dinlenme tesisleri işimi görür ancak her yer dolu gibi. Dahası, birisiyle beraber oturup masa paylaşmaya da sıcak bakamıyorum.
Etrafta gezinen birkaç yabancıyı görmezden gelebileceğimi düşünüyorum. Ancak bu tarz yerler açık alanlarda olur…
Uzunca bir süre arandıktan sonra kendimi okyanusa karşı 6. kattaki güvertede pruvaya (geminin baş kısmına verilen ad) en yakın yerde buldum.
Tabii ki burada bulunmak için bir ücret ödemem gerekmediğinden marketten aldığım atıştırmalıkları yemek için gayet güzel bir yer.
Okyanusun muhteşem manzarasını seyrederken hızlıca bir şeyler atıştırırım diye düşünmüştüm ama… kötü bir zaman seçmişim.
Geniş bir güverte olmasına rağmen şu anda tıklım tıklım. Güzel bir yer kapmak zor olacak. Oturmak için boş bir yere bakınırken, sırtı bana dönük halde Nanase’nin bir bankta tek başına oturduğunu gördüm.
Elinde bir sandviç var, muhtemelen o da marketten almış, yanında da küçük bir kutu süt bulunuyordu.
İroniktir ki bu sefer beni bulan o değil, onu bulan bendim.
Nanase’nin dışında sınıf arkadaşlarım Ijuuin ve Okitani’yi, A Sınıfından Sakayanagi’yi ve Ryuuen’in sınıfından Nakaizumi ile Suzuki’yi de gördüm.
Belli ki bir sürü 10. sınıf öğrencisi de Nanase gibi öğlen yemeğini okyanus manzaralı bir yerde yemeyi planlamış.
Eh, insanlar benzer şekilde düşünme eğilimindedirler.
Olduğum yerden bir adım bile kıpırdamadan okyanusu seyrettim. Böyle bir manzaraya karşı yemek yemek inanılmaz keyifli olacak.
Ayrıca… 10. sınıfların buradaki öğrenci sayısının fazla olduğu gibi, 11. sınıfların sayısı da bir o kadar fazla idi.
Henüz sayıları pek artmamış olsa da beni fark eden 11. sınıfların hepsi dikkatlerini bana yönelttiler. Eğer hemen buradan uzaklaşırsam bakışlarından ve ilgilerinden rahatsız olduğum düşünülecek ve kaçıyormuşum gibi görünecek. Böyle bir hareket ancak ve ancak stratejilerinin başarılı olduğunu düşündürerek onları daha fazla teşvik edecektir.
Aklıma geldi de, Nanase dün bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama başaramamıştı. Tam konuşurken sözü, Kobashi’nin gelmesi ile bölünmüştü. Ona bir sesleneyim.
Hem eğer onunla konuşursam burada bulunmak için iyi bir bahanem olur.
“Nanase.”
Adını söylediğimde şaşırmış biçimde bana döndü.
“Ah, senpai.”
Anlaşılan daha yeni sandviçinden bir ısırık almış. Ağzındakileri konuşurken dökülmesin saçılmasın diye özen gösterirken bana baktı.
Aceleyle yemeğini yutmaya çalışınca, birazcık suçlu hissettim.
Onu sadece 11. sınıflara karşı bir araç olarak kullanıyordum, ama görünüşe göre gereksiz yere paniğe kapıldı.
“Ah, pardon. İstersen sonra konuşalım?”
Ortaya böyle bir laf attım ama Nanase’nin rahatsız olsa dahi ‘olur’ diyecek birisi değildi.
“Yok, senpai. Bekle, hafif şaşırdım o kadar.”
Sandviçten aldığı ısırığı geri koyamayacağı için hızlıca çiğneyip bitirmeye baktı.
“Gulp… Um, özür dilerim… Öğle yemeğine odaklanmıştım.”
Sanki bir sırrı itiraf ediyormuş gibi yemek yediğini açıkladı ama zaten tek bakışta anlaşılıyordu yemek yediği.
Hatta dahası, onu arkası dönük gördüğümde bile anlamıştım.
“Peki, konu ne senpai?”
Nanase hâlâ telaşlı olunca, bu da beni biraz garip hissettirdi.
Bakışları huzursuzdu ve sanki benimle konuşmasına konsantre olamıyormuş gibiydi.
“Dün benimle konuşmak istiyordun, hani? Sadece ne hakkında olduğunu merak ettim. Biz konuşurken Kobashi bizi bölünce, sen hemen uzaklaştın.”
“Ah…”
Yavaşça düşünmeye başladı.
Ardından, Nanase başını iki yana salladı.
“Senpai, sorunu ben çoktan çözdüm. Gerek kalmadı.”
“Öyle mi? Peki, madem.”
Nanase’in bir sorunu varsa, bana pekçok yardımcı olduğu için tavsiyede bulunacaktım, ama zaten çözmüşse, sorun yok demektir. Zaten önemsiz bir konu gibi hissettiriyor.
“Sana böyle aniden seslenip rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ben gemiye geri döneyim. Burada düşündüğümden daha fazla insan var, rahat edemiyorum.”
“Öyle mi? Sonra görüşürüz senpai.”
Konuşmamızı bitirir bitirmez ayrıldım.
Güverteye son bir kez bakmak için döndüğümde Nanase okyanusa bakıyor, öğle yemeğini yemeye devam ediyordu.
✵✵✵✵✵✵✵✵
Yemek yiyecek bir yer bulmak adına daha az insanın olduğu beşinci katın arka tarafına doğru ilerledim.
Burası dün gece Himeno ile konuştuğum yerdi, o yüzden buranın tenha bir yer olduğunu dün fark etmiştim.
Buraya gelme amacımı unutup geminin giderken arkasında yarattığı dalgalara bakakaldım.
Tam o sırada beklenmedik misafir geldi.
“Öğle yemeğini böyle bir yerde yalnız başına mı yiyeceksin?”
“Sakayanagi? Ne hoş bir tesadüf?”
Az önce Nanase’nin bulunduğu kattaydı.
“Tesadüf… demek isterdim, fakat seni takip ediyordum, Ayanokouji-kun.”
Beni mi takip etmiş? İyi de onun sağlık durumu benim hızıma yetişebilecek
kadar iyi durumda değildi.
Ayrıca, birinin beni takip ettiğine dair hiçbir iz yoktu.
“ Küçük bir tahminde bulundum diyelim. Güverteye öğle yemeğini yemek için çıktın fakat ne kadar kalabalık olduğunu görünce vazgeçtin, değil mi? Elindeki atıştırmalıklar ve güzel bir okyanus manzarası bakındığını görünce bir sonraki adresinin neresi olduğunu tahmin etmek çok da zor olmadı.”
Yani davranış motiflerimi tamamen anladığını ve bu nedenle de beni burada bulabildiğini söylüyor.
“Demek sen bile güzel bir manzarada yemeğe hayır diyemiyorsun, Ayanokouji-kun.”
“Pruvadaki manzara kadar güzel olmasa da böyle bir okyanus manzarasını her gün göremiyoruz.”
Gelecek yıl bu zamanlar bir ıssız ada sınavı daha olacağının garantisi yoktu.
- Sınıflara, okul gezisi de dahil olmak üzere planlanan başka etkinlikler var, ancak ayrıntılarını henüz bilmiyorum.
Bu, okyanusu görebilmek adına son şansım olabilir.
“Eminim ki okyanus gibi daha önce göremediğin bir sürü şeyi görme fırsatın olacak. Bu yüzden bu okula gelerek doğru bir karar verdiğini düşünüyorum, Ayanokouji-kun.”
“Evet, ben de aynı fikirdeyim. Ama bu okula girmeden önce bir kez okyanusu görmüştüm.”
Sakayangi beklemediği cevap karşısında şaşırdı. Eh, aslında şaşırması doğal. Aslında ortaokul 3. sınıf öğrencisi olmam gereken 14 yaşına kadar tesisten bir kez bile ayrılmadım.
Beyaz Oda’nın nasıl bir yer olduğunu az çok bilen herkes bunu tahmin edebilirdi.
O manzarayı bir kereliğine görme fırsatım oldu. Tesisten nakledildiğim sırada bir süreliğine dışarı çıkmak için şansım vardı. Deniz suyuna hiç doğrudan dokunamadım ama okyanus manzaralı bir patikada yürüdüm.
Okyanusu ilk defa gördüğüm zaman okyanusa dair hiçbir fikrim olmamıştı. Tamamen duygusuz bir şekilde dış dünyayı analiz ediyordum.
“ ‘Çarklar Arasında’yı duydun mu hiç?” (ÇN: Herman Hesse tarafından yazılmış orijinali “Beneath the Wheel olan eseri.)
“Hermann Hesse’nin romanı değil mi?”
Yazdığı tüm romanlar arasında en popüleri bu idi.
“Hikayenin kahramanı Hans, inanılmaz yeteneklerle kutsanmış bir dahi. Seçkin bir okula gidiyor ve yüksek öğrenimde parlak bir geleceği olması bekleniyor. Ancak, yalnızca akademik bir geçmişi olduğundan, bir süre sonra şüphe etmeye başlıyor ve daha sonra da beklentileri karşılamaya çalışırken yetersiz kalıp reddediliyor.”
Kahraman Hans Giebenrath’ın sonu trajikti, kendisi bir nehre düşüp ölüyordu.
“Yani? Niye anlattın şimdi bunu?”
“Karakterin bir dahi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü gerçek bir dahi asla başarısız olmaz. Ölümü seçmek aptallığın zirvesi zaten.”
Sakayanagi, Hans’ın ölümünü bir kazadan ziyade intihar olarak yorumlamış demek ki.
“Bir keresinde ‘İnsanlar birbirlerine dokunarak sıcaklığı öğrenirler. Başka bir insanın sıcaklığını hissetmek, çok farklı bir duygu. Lütfen bu sıcaklığı unutma.’ demiştim, hatırlıyor musun?”
“Evet buna benzer bir şeyler söylemiştin.”
- sınıfın 3. dönemindeki Özel sınavın hemen sonrasında söylemişti bu sözleri.
“ ‘Çarklar Arasında’yı yazan Hesse, romanın kahramanı Hans ile aynı sorunları deneyimlemiş, aynı kederi o da yaşamış. Ancak Hans’ın aksine o, ailesinin varlığı nedeniyle kendisini intihar etmekten alıkoyabildiğini söyledi.”
Yazar Hesse ve başkahraman Hans’ın geçmişleri çok benzerdi demek.
Yazdığı hikaye, kendi geçmişi ve mücadelelerinin bir yansıması, izdüşümü olabilir.
Sakayanagi’nin denize baktığı esnada bir anlığına kuvvetli bir rüzgar esti.
“Ah…”
Şapkası göz açıp kapayıncaya kadar uçuşuyordu ki elimi uzatıp yakaladım.
“Oof… İyi kurtardın.”
Reflekslerim azıcık bile gecikmiş olsaydı şapka okyanusun derinliklerini boylamış olacaktı.
“Çok teşekkürler.”
“Güvertede şapka takmak biraz tehlikeli.”
“Fufu, haklısın. Ancak bu tarz benimle özdeşleşti.”
Sakayanagi şapkasını ellerinin arasına aldı ve sanki onun için anlamlı bir şeymiş gibi onu göğsüne bastırdı.
“Az önce aniden nostaljik bir şey anımsadım.”
“Nostaljik bir şey?”
“Boş ver, önemli değil zaten. Benim de bu devasa mavi ile bazı anılarım var…”
Deniz, dışarıdan herkes için aynıymış gibi gözükse de herkesin farklı anıları vardı.
“Bu arada neden beni takip ettiğinden bahsetmedin.”
“Özel bir sebebim olmasaydı rahatsız mı olurdun?”
Cevabını merak ediyordum ama hiç beklemediğim bir yanıt oldu bu.
“Yani, bir sebebi yok mu?”
“Sadece seninle konuşmak istedim, Ayanokouji-kun. Az önce konuşalım isterdim ama benimle konuşurken görülmeyi pek istemiyorsun, haksız mıyım?”
Düşüncesi için minnettardım.
Ancak, ben pek de iyi bir konuşmacı değilim, bu yüzden Sakayanagi’ye özel olarak söyleyecek bir şeyim yoktu.
“Herhangi bir konuda boş muhabbet edebiliriz, değil mi?”
“Tabii. Dinlerken yemeğimi de yiyebilir miyim?”
“Ye, ye. Aldırma bana. Sadece anlattıklarımı dinlesen yeter.”
Pirinç topunu poşetten çıkarıp paketini elimle açtım.
“Dün gece… Ichinose beni görmeye geldi.”
“Ichinose mi geldi?”
“Evet.”
Anlatacağı olayı anımsayan Sakayanagi, arkasını dönüp anlatmaya başladı.
Çeviren: Lance
Düzenleyen : fatoshisme