Elitler Sınıfı - Cilt 16 - Bölüm 16 - Gelişme (2)
Cilt 16 – Bölüm 16 – Gelişme (2)
“Şimdi sonuçları açıklıyorum.”
[Onuncu oylama sonucu:]
1 kabul,
38 ret
Yine aynı sonuç tekrarlanıyordu. Tartışma süreleri bir işe yaramıyor, sonuç değişmiyordu.
Kabul oyu ne artıyor ne azalıyordu. Hatta, oylama sonuçları sürekli aynı çıktığı için, oylama sonuçlarında bir yanlışlık mı var acaba diye insanın içine kurt düşüyordu.
“Oy birliği sağlanmadığı için, tartışma süreniz başladı.”
Ağzından standart cümleler dökülen Chabashira-sensei bile yorgun gözüküyordu artık.
Bize yaşadığı deneyimden de bahsettiği için, öğretmen olarak tek yapabileceği artık yaşananları izlemekti.
“Ya n’oluyor? Kim sürekli kabul oyu verip duruyor?”
Keisei’nin böyle bir soru sormasına şaşmamalı. Tartışma süreçleri çok sancılı geçtiği gibi, sonuç da alınamıyor; insanı yoruyordu. Horikita ile Yōsuke boşa dil döküp duruyorlardı…
“Lütfen… ret oyu veren el kaldırsın.”
Bu tarz çağrılar yersizdi. Yōsuke yine de tekrarlıyordu. Bir yol bulmaya çalışıyor, elinden geleni yapıyordu.
Yōsuke ve ben dahil 38 kişi, ret oyu verdiğimiz için tereddüt etmeden el kaldırdık.
Elini kaldırmayan tek kişi, Kōenji idi.
“Elimi kaldırmıyorum. Ama endişeniz olmasın, oyum ret.”
Kōenji, kendisine endişeyle bakan Yōsuke’ye cevap verdi.
“Sana güvenebilir miyiz, Kōenji? Aslında, senin oyu verdiğini düşünüyorum ben..”
“Bu konuşmayı defalarca yaptık yahu. Bıkmadın mı sormaktan? ”
“Sudō, Kōenji’ye saldırmayı bırak. Sınıfta yalan söylemeye devam eden insanların olması üzücü. Aramızda birisi ret oyu verdiğini iddia ettiği halde, kabul oyu vermeye devam ediyor.”
“El kaldıranların yalan söylediğini düşünmek istemiyorum ancak emin olmak adına herkesin gözlerinin içine bakıp soracağım. Aranızdan her kim kabul oyu veriyorsa, dürüstçe söylesin. Hayır, hatta direkt bir sonraki oylamada ret oyu vermenizi istiyorum.”
Yaklaşık 10 dakikalık süreçte, Horikita zaman ve emek harcayarak herkesi incelemeye koyuldu. Herkes kadar onlar da yorgun düşmüştü.
Haruka, Airi, Keisei ve Akito….
Ike, Sudō, Mii-chan, Matsushita, ve diğerleri…İster Kushida olsun, ister Onodera, ister Okitani, ya da Mori, herkes Horikita’nın gözlerinin içine bakarak cevap verdi.
“Ret oyu veriyorum.” dediler.
Son olarak Horikita, sınıfın sonuna, kapının dibindeki sıraya yanaştı.
Gözlerinden gerginlik ve sabırsızlık okunsa da, ateş fışkırıyordu.
“Ya sen, Ayanokōji-kun?”
“Ben de ret oyu veriyorum.”
“Peki…”
Tekrar bireysel olarak bir sorgulama sürecinden daha geçtik.. herkes aynı oyu verdiğini söylemeye devam ediyordu.
Tek yapmamız gereken, onların insafına bırakıp bir kez daha oylamaya girmekti.
“On dakika dolmak üzere. Yerine geç, Horikita. Oylama başlıyor.”
Her şeyi denedin. Sıra oylamaya geldi. Sonuç ise;
[On birinci oylama sonucu:]
1 kabul,
38 ret
Sonuç yine aynıydı. Söylenecek bir şey yoktu. Aynı, yine aynı.
“Aman Allahım! Kafayı yiyeceğim ya! Bu nedir yahu, bu nedir!!”
Sertçe kafasını kaşıyıp dirseklerini sıraya vurdu, Sudō.
“Hey, ne yapacağız peki? Zamanımız azalıyor?”
Şimdiye kadar, herkes bir süre sonra o bir kişinin pes edip oyunu değiştireceğine inanmıştı. Horikita’gil, zamandan kaybedemeyeceklerini gayet iyi biliyorlardı.
Kabul oyu veren kişi de zamandan dolayı endişelenebilir, belki oyunu değiştirebilirdi.
Horikita, bu oylamayı başarıyla geçip önümüzdeki spor ve kültür festivallerine daha çok odaklanmak istiyordu… ama oy veren kişi ısrarcıydı.
10 dakika bekleyelim derken, bir buçuk saat geçmişti.
Şuan karşımızda en kötü senaryo vardı: zamandan kaybetmek.
Bir sonraki oylamaya 9 dakika var.
Bu 9 dakika sonrasında, 3 saatlik dilimi doldurmuş olacağız. Geriye 2 saat kalacak. Son 3 saattir, Horikita bu son soru için savaş veriyordu.
Horikita’nın stratejisi naif sayılmazdı. Ben de tüm gücümü kullanıp oy birliği sağlamaya çalışsam yapamazdım.
Peki… neden? Altında yatan sebep ne?
Tüm ikna etme çabaları, anlaşma teklifleri veya kişinin fikrini değiştirmeyi amaçlayan tüm eylemler anlamsızdı.
Protesto eden kişi, oy birliği olmasını istemiyordu çünkü.
Ayrıca, kabul oyu veren kişi, herkesin çekindiği süre aşımından yana endişeli bile değildi.
Normalde, böyle bir teste bu tarz şeyler yaşanmazdı. Sınavın öncelikleri her zaman önceden belli olur ve sınıfça, öğrencilerce kabul edilirdi.
Ret ≥ Kabul > Zaman aşımı.
Özel sınavların mantığında yatan en temel şey bu idi… ama aramızdan bir öğrencinin önceliği kesinlikle bu sıralama değil.
Kabul > zaman aşımı > ret.
Eğer kafasında bu garip sıralama varsa, bu sınavı tamamlamamız mümkün değildi.
Bu sebeple okul diğer sınıfların müdahalesini engellemek adına sert gözetim altında tutuyordu bizi. Sakayanagi ya da Ryūen gibi birileriyle anlaşıp sınıfı zor duruma sokan kişi ya da kişilere- süre aşımı gibi- puan ya da kendi sınıflarına geçme sözü verebilirlerdi.
Öğrenciler sınavın özünü anlamadıkları sürece, bu tarz sınavlar karmaşık ve kaos dolu geçer. Ayrıca, inat ettikçe zaman da kaybedersiniz.
Peki ne yapmalı? Kalan 2 saatte yapabileceğim tek bir şey var…
Kabul seçeneğinde oy birliği.
En iyi çözüm bu. Bu işi bitirmenin başka yolu yok. Horikita’nın aklından da bu geçiyor olabilir.
Ancak detaylı düşünmek gerekiyor. Birisini okuldan attırmak kolay değil.
Ret oyunda birlik sağlamaktan daha zor, birini seçip atmaktan. Ayrıca, ilk aşama tamamlandıktan sonra, dönüşü de yok.
Oylama zamanı geldiğinde, kafamdaki plana uymakta hala tereddüt ediyorum.
Zor bir duruma düştük.
İdeal seçeneğimiz imkansız olduğu gibi, zamandan da kaybediyoruz.
Kalan zamanımızı oylamada birlik sağladıktan sonra, birini seçmeye ayırmamız gerekiyor. Ancak, ret oyunda bir kez daha şansımı denemek istiyorum. Zaman kaybedecek olsak dahi…
Daha önce hiç hissetmediğim garip bir sinirlenme duygusu içimi kapladı.
Böyle bir durumda sen nasıl karar verirdin diye kafamda Horikita Manabu’ya sordum.
Cevap yok, tabii. Ve planımda düzenleme yapmaya karar verdim. Stratejimi değiştirmeden bir şans daha vereceğim.
“Sonuçları açıklıyo…”
Chabashira-sensei bir anlığına duraksayıp kaldı.
“Oylama sonuçları ekrana yansıtıldı.”
[On ikinci oylama sonucu:]
2 kabul,
37 ret
“Hayır ya, hayır! Neden? Bir kişi daha kabul oyu vermiş, neden!”
Bu önergeyi reddeden 38 kişiden biri, bu kadar geçen sürenin ardından oyunu değiştirmişti. Bu 38 kişinin birliğinin çatırdamasına yetecek kadar önemli bir değişiklikti.
“Kabus görüyor gibiyim aynı…”
Oyu ben verdim.
Basit bir oy değildi, Kōenji hariç 37 kişinin kararlılığını temsil eden bir oylamada değişiklik olmuştu.
Horikita, tekrar derin düşünme moduna geçmiş. Kabul oyunu sıfırlayamıyorsak ne yapmamız gerekir..?
Horikita, zaman aşımını engellemek adına verilen bir oy olduğunu anlamıştır. Zaman kaybı dışında, bize kalan en kötü seçeneğe oy vermekti.
Zaman daralıyordu. Birisi atılmadan da sınıfım 300 puan kaybedecek. Diğer üç sınıfın sınavı zamanında tamamladığını düşünürsek, aramızdaki fark 350 olacaktı. Tabii, bu son soruyu birisi kabul edip 100 puan da kazandıysa, 450.
Bu kadar büyük bir farkı bir yıldan fazla bir süre kalsa dahi, kapatamayabiliriz.
Birini okuldan attırmayacağız diye, A sınıfından vazgeçmiş olacaktık ki, bu da çok gülünç olurdu.
Oylama gün yüzüne çıktığı için, insanlar artık ret oyu vermeye devam etmenin doğru bir karar olup olmadığını sorgulayacaktır.
Fikrini değiştiremediğimiz oy için çabalamaktansa, kabul oyu toplamak için birlik sağlamak daha kolay olacaktır.
Bu aşamayı geçtik diyelim, asıl mesele ikincisinde: kim okuldan atılacak?
“Hey, hey. Şimdi kabul oyu vermek zorundayız, değil mi?”
“Ne saçmalıyorsun? Kabul oyu verince, birisi okuldan atılmayacak mı?”
“Ama süreyi aşarsak asıl hepimizin işi bitmiş olacak?”
Kabul oyuna olan yöneliş…
Kendilerinin atılmayacağından emin olan kişiler, bu fikrin ilk destekçileri olacaktır.
Ret oyu vermeye istekli olanlar da, kendini riskli görenler olacaktır..
Ancak kabul oyu verdiklerini söylemekten çekineceklerdir… malum, bunu kabul ediyorsan, hedef alınmayı da göze alıyorsun demektir.
Ancak oylamada birlik sağlanmadan bir sonraki aşamaya geçemeyiz.
[On üçüncü oylama sonucu:]
5 kabul,
34 ret
Üç oy daha kabul oyuna döndü.. herkesin aklında bu soru olsa da, cevap gelmedi.
[On dördüncü oylama sonucu:]
11 kabul,
28 ret
Kabul oyları gittikçe artıyordu.
Sonunda, oylamada iki basamaklı sayıları gördük. Nerdeyse sınıfın üçte biri.
Bir sonraki oylamada kabul oyları daha çok artacaktır. Çünkü 1.5 saatimiz kaldı.
“Beklemenizi istiyorum. Şuan kabul oyu vermeyi mantıklı görüyor olabilirsiniz ama yanılıyorsunuz!”
Krizin kapıda olduğunu sezen Yōsuke, arkadaşlarından beklemelerini istedi.
“Verilen süreyi aşmamalıyız farkındayım. Ancak kabul oyunda birlik sağlanması çözüm değil, arkadaşlar.”
“Evet.. Bir sonraki aşamada, 39 kişinin de onayını almak zorundayız. Bunu sağlamak sandığınızdan daha zor. Bir buçuk saatimiz var, halledebiliriz?”
Bu meseleyi kapatabilmek adına, kimin okuldan atılacağına karar vermemiz gerekiyordu.
“Geç değil. Ret oyu vermeliyiz.”
“Doğru. Duygusal karar vermeyelim.”
Bir grup öğrenci sürekli duygusal hareket ediyordu ki, şuan doğru olup olmadığına bakılmaksızın mantıklı kararlar verecek durumda değildik.
“Her şeyden önce, kabul oyu vermemelisiniz ki, verenlerden kimse kendisini öne çıkartıp fikrini belirtmedi?”
Kabul oyları oylama tekrarlandıkça artsa bile, büyük bir etkisi olmayacaktı. Normalde, bir sonraki oylamada oy birliği sağlardım ama bekleyelim bakalım.
“Düşüncemi söyleyebilir miyim?”
“Eh?”
Horikita konuşmamı beklemiyor olacak ki, söz isteyince afalladı.
“Horikita, on dördüncü oylamada kabul oyu verdim.”
Yalan söylüyordum. 12. oylamadan beri kabul oyu veriyorum.
Ancak kimse aksini iddia edemezdi.
“Neden Ayanokōji-kun is…”
“Başka bir seçeneğimiz yok. Böyle devam ettikçe, zaman kaybediyoruz. Şuan kabul oyu vermekten başka çaremiz olmadığının, herkes farkına varmıştır.”
Kabul oylarını arttırmak için, birinin bu rolü üstlenmesi gerekiyordu.
Yan sıradan oturan Satō, gerilerek bana bakıyordu.
Hayır, sadece Satō da değildi. Herkes bu durumdan yana endişeliydi.
“Bu, sorunun kaynağını çözmeyecek. Aksine birini seçmek gibi bir sorunla karşı karşıya kalacağız.”
“Evet. Ama bu durumdan kurtulabiliriz. Kimin kabul oyu verip durduğunu bulsak bile, oyunu değiştirebileceğimizi sanmıyorum. Yani, ret oyunda birlik sağlamayı ummak hayal gibi duruyor. Ancak, kabul oyunda oy birliği sağlanabilir. O kişiyi, 38 kişi yargılayabilir. Böylece, o bir kişiyi yargılayıp onu potaya koyabiliriz.”
Horikita ile aklımızda olan tek bir kişi vardı. O olduğundan yüzde yüz emin olamasak da, kimi kast ettiğimi biliyordu.
“Bu-”
“Yargılamak derken? Kabul oyu veren kişiyi yargılama hakkına sahip miyiz?”
Yōsuke sözlerimden bir noktayı çekip aldı.
“Ben yaparım. Oy birliği sağlayamazsak A sınıfına çıkamayacağız. Bunun bilincinde olduğu halde, kabul oyu vermeye ısrarla devam eden birine suçsuz diyemezsin.”
“Ama… zaman daraldıkça, eminim bir hal çaresi bulunacaktır..…”
“Oy birliğini sağlamak için çok fazla fırsatımız kalmadı ki? O küçük umut için, tüm sınıf arkadaşlarımızı tehlikeye mi sokacaksın? Zaman azaldıkça, çözüm bulmamız zorlaşacak. Oy birliğini de sağlayamayacağız.”
Söylenmeye gerek bile yoktu, herkes farkındaydı. Tek sorun, ilk adımı kendileri atmak istememeleri idi.
“Kabul oyu vermekte tereddüt eden öğrenciler olduğu doğru. Bu yüzden kimin kabul oyu verdiğini öğrenip onun okuldan atılması gerekiyor. Kısaca özetlersem, diğer öğrencilerin güvenliğini sağlayıp sorun çıkartan kişiyi attıracağız.”
Herkesten daha çok bana dikkat kesilen Satō, elini kaldırdı.
“Bunu duymak güzel ancak kimin oy verdiğini bilmediğimiz sürece bir anlamı yok… süre dolmaya yakın, aramızdan rastgele birini seçmek zorunda kalacağız.. bu beni korkutuyor.”
“Suçluyu köşeye sıkıştırmazsak, yine zaman kaybediyor olacağız. Şuan yapmamız gereken aynı yerde saymak değil, ilerleyip sınavı tamamlamaya odaklanmak.”
Emin olamayan öğrencileri cesaretlendirmek adına, karar vermeleri için birkaç bilgi de söyledim.
“Horikita’nın az önce söylediği gibi, kimin kabul oyu verdiğine dair benim de bir fikrim var.”
“Peki neden şimdi söylemiyorsun? Horikita isim vermeyi reddetmişti. Aklında bir isim olmadığı anlamına gelmiyor mu bu? Blöf yapıyor olmayasın? Ya da bu sözlerinden dolayı korkar, ret oyu verir diye mi düşündün?”
Miyamoto’nun açıklamaları doğru değil ama mantıklı idi.
“Kim olduğuna dair bir fikrin varsa, söyle onu ikna edelim.”
“Söyleyemediğim için, bu konuşmayı yapıyorum. Kişinin adını verirsem, asla oyunu geri çekmez. Sonuna kadar devam eder.”
Bu son uyarım ve son el uzatışımdı.
Bu kadar çok konuştuğum için, karar sırası ondaydı. İfşa edilmekten hoşlanmıyorsa, bir sonraki oylamada oyunu değiştirecektir.
“Hazırlıklı ol, Horikita. Rakibin seni ezmek için çabalıyor. Ya avcı olacaksın ya da av.”
Sessizliğini koruyan Horikita’dan kafamı başka birine çevirdim.
“Yōsuke, kimsenin okuldan atılmamasını istiyorsun, anlıyorum. Onlar okuldan atılmasın istiyorsan, sen de elinden geleni yapmalısın. Anlıyorsun değil mi ne demek istediğimi?”
Sınavdan bir gün önce, Yōsuke’yi bu konuda uyarmıştım. Ayaklarının üzerinde durmakta zorlandığını, olduğum yerden görebiliyordum.
“Ama ben-”
“Bu oylama kaderimizi belirleyecek.”
“Ben…”
Zor bir karar olsa da, Yōsuke eskiye nazaran değişmişti. Geçen yılki sınıf oylaması sınavı ve ıssız ada sınavından sonra, gelişim göstermişti.
“Evet, haklısın…kendi düşüncelerimle sınıfı boğamam…”
Kafasını eğerek yapması gerekeni söyledi;
“Bir sonraki oylamada, kabul oyu vereceğim. Ayanokōji’nin dediği gibi, başından beri kabul oyu veren kişiyi okuldan attıracağız.”
Sınıfın kalbi, Yōsuke’nin kararı, durumu daha da değiştirmişti.
“Sıra sende, Horikita. Zaman kaybetmemek için adım atması gereken sensin.”
…oylama zamanı geldi çattı.
“Lütfen.. bir kez daha ret oyu verelim. Bu oylamada oy birliği sağlayamazsak, ilerisi için harekete geçeceğim..”
Bir sonraki oylama olmasın diye elimizden geleni yaptık.
Ancak, ideallerimiz ile gerçek arasında büyük bir fark vardı.
[On beşinci oylama sonucu:]
1 kabul,
38 ret
“Kahretsin! Kötü bir fikir olduğunu biliyordum!”
Ret oyuna doğru geçiş başlamış oldu. Son hamleyle, oy birliği başarısız oldu.
Ancak şimdi herkes anladı ki, kabul oyu veren kişi zaman kaybettirmeye de hazırlıklıydı.
“Horikita, Yōsuke. Tamam mı?”
Ikisinden de onay aldım, göreve başlıyorum. Gereksiz öğrencinin atılması için hazırlıklar tamamdı.
Sınıfın temel taşları olan öğrenciler, Horikita ile Yōsuke, niyetlerini belli ettikleri için, oy birliği sağlanacaktır. Ancak, okuldan atılma riski duyan öğrenciler tereddüt edeceklerdir.
Sınıfı ateşe atanların, kendilerinin de yanacağının bilincinde olması gerekiyordu.
“Eğer bu oylamada ret oyu çıkarsa, sınıftakilere 10 dakikalık zaman kaybının ne kadar önemli olduğunu anlatmanız gerekiyor.”
Zaman hala var ancak bazı öğrencilerin şikayet etmesi olasıydı.
Yaklaşık bir saatin kalmasıyla, kaçış yolu kapanmıştı. Karar veremeyen öğrencilere karar verdirtmek zorundaydık.
“Madem işler bu raddeye geldi…. o zaman, okuldan kimin atılacağını belirlememiz gerekiyor.”
“Ciddi misin?”
“Ben de sınıftan kimseyi kaybetmek istemiyorum. Ama şuan birini okuldan attırmazsak, alacağımız zarar çok büyük olacak. Buna engel olmak zorundayım.”
Puan tablosuna bakınca, kaybedilecek 300 puanın ne anlam ifade ettiği belli oluyordu.
Tartışma süreleri onar dakika….
Farklı oy verenler olabilir.
[On altıncı oylama sonucu:]
39 kabul,
0 ret
Oy birliği sağlandı. Sonuçların açıklanmasıyla, herkes gerildi.
“Kabul seçeneğinde oy birliği ile…”
Chabashira-sensei kendi kendine mırıldanarak bir şeylere hazırlanıyor gibiydi.
Şuan bu karardan sonra, yapılabilecek 2 şey vardı: birini seçip okuldan attırmak ya da zaman kaybetmek. Ikinci seçenek tabii ki, bu sınıfın mezuniyet hayallerine veda ettirecek seçenekti.
Kısacası, yaklaşık bir saat sonra aramızdan birisi gidecekti.
Kimin okuldan atılması gerektiğini biliyordum.
“Aranızdan birini aday olarak bir kez gösterebilirsiniz. Tabletinizden isimlerine basarak oy verebiliyorsunuz. Ancak sınıfın yarısı kadar oy toplanmazsa, size daha önce de söylendiği gibi, rastgele aday çıkartılacak.”
Doğal olarak, öğrenciler bi Horikita’ya bi bana bakıyordu. İsim vermemiz için.
Baskı hissediliyordu.
Önemli ve değerli bir tartışma süreciydi, şimdiye kadar deneyimlemediğimiz türden zor. On dakika kadar bir isim belirlememiz için süre verilmişti.
“Oy birliği sağlandığı için…. bu sürede beklemek yerine kendisini ifşa etmesini istiyorum. Duruma ve şartlara göre, zaman aşımını sağlayıp o kişiye yardımcı olabiliriz.”
Böyle bir seçeneği asla kabul edemem. Ama Horikita sessiz kalmaya devam ediyor, şikayetlere kulak asmıyordu.
Bense doğru zamanı yakalamaya çalışıyordum, birbirimizi gözlemlerken insanların bizi eleştirip baskıyı derinden hissettiğimiz bir süreçteyiz.
Birini seçmemiz zor değildi.. ancak ekranda adını görünce, insan kendisini garip hissediyordu. Özellikle de ilk oylamada, yaşanan baskıyı hissetmemek mümkün değildi.
“Sensei, kendimi aday göstermek istiyorum?”
“Tabii.”
“Lütfen oylamayı gerçekleştirelim. ”
Bu sözünün ardından, Yōsuke zaman dolmadan öne çıktı.
[Öğrenci seçimi:]
Hirata Yōsuke’nin okuldan atılmasını onaylıyor musunuz.
[Seçenekler:]
Kabul
Ret
Bu oylama, diğerlerine göre daha ağır bir ortamda gerçekleşiyordu. Yōsuke için oy fazla çıkarsa, onun okulda kalmasını istemedikleri anlamına gelecekti.
[On yedinci oylama sonucu:]
6 kabul,
32 ret
Sessizlikte, öğrencilerin derin derin nefes alıp verdikleri duyuluyordu.
“Ne yapacağız şimdi? Aramızdan birini kesin göndereceğiz değil mi..?”
“Zaman doluyor. Sürekli kabul oyu veren kim, söyleyin artık.”
Keisei artık cevabı duymak istiyordu.
“Tabii, size aklımdaki kişinin adını vereceğim. Ancak bu kadar basit bir karar değil.”
“Basit değil mi? Başka çaremiz kalmadı artık. Birini okuldan attırma aşamasını çoktan geçtik. Sorumlu kişiyi acilen bulup bu işi bitirmeliyiz.”
Kabul oyu verdikleri için pişman olan öğrenciler vardı. 10 dakika daha boşa gittiği için, kendilerini mental olarak daha yorgun hissettiklerine de eminim. Kabul oyu verdiğim için ben de emin olmak istedim.
“Bir sonraki oylamada… böyle giderse rastgele birisi seçilecek..?”
Sudō’nun huzursuz olması doğaldı. Yōsuke için bile 6 kabul oyu vardı.
“Endişelenme, Ken. Ben senin için ret oyu atarım… ama sen de beni koruyacaksın, tamam mı?”
“Tabii, Kanji. Birbirimizi korursak, kendimizi kurtarmış oluruz… değil mi…?”
“Aah~”
Öğrenciler doğru düzgün düşünemez olmuştu. Birisinden hafif bir ağlama sesi yükseldi. Ağzını tutup gözlerini kapattı. Ancak kime ait olduğu apaçıktı.
“Kikyō-chan… iyisin, değil mi?”
Mii-chan hemen Kushida’nın yanına koşup sağ eliyle sırtını sıvazladı.
“Hmm, özür dilerim… işler bu raddeye nasıl geldi anlamadım.. içimdeki pişmanlık hissini durduramıyorum.…”
“Ben de, ben de… aramızdan birisi ayrılırsa… biz…”
Çoğu öğrenci bu hisse kapılmıştır. Gerçekçi olmayan bir seçim yaptıklarını düşünüyorlardır.
“Kabul oyu verdiğim için çok pişmanım, sonuna kadar ret oyu vermeliydim……”
“Biz de öyle olsun istedik… ama başka çaremiz yoktu.. zamandan kaybedersek, 300 sınıf puanımız gidecek..”
Kabul oyunu verme sebebimizi vurguladı, Keisei.
“Yine de kabul oyu verdiğim için hep pişman olacağım… bu hissi söküp atmam mümkün değil…..!”
Kabul seçeneğinde oy birliği sağlanmasında payı olduğu için, pişman olduğunu itiraf etti. Aynı duygular, farklı şekillerde diğer öğrencilerden de yayılmaya başladı.
“Kendine bu kadar yüklenme, Kushida-chan. Herkes aynı durumda… haksız mıyım?”
Sudō ile Ike da onu teselli etmeye başladılar.
“Kendime çok kızgınım… çok.…”
Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzülmeye başladı, elleriyle nazikçe silip kafasını havaya kaldırdı. Vücudu titriyordu.
“Ret seçeneğinde oy birliği sağlayabileceğimizi düşünüyordum.. sonuna kadar direnip o kişiyi ikna edebilirdik. Belki o kişi bizim halimizi anlar ve vazgeçerdi……”
“Belki de ama-”
“Horikita ile Ayanokōji’nin neden bunu yaptıklarını anlıyorum.. zamandan kaybetmemek için yaptık değil mi? Evet, evet.. ama ceza alsak bile, aramızdan kimsenin gitmesine gerek kalmazdı… ?”
Kushida içinde biriktirdiği tüm duygularını dışarı savuruyordu.
“Off.. kabul oyu veren kişinin yükünü biz taşıyoruz şimdi..”
“Kimse okuldan atılmayı hak etmiyor.. hayır.. hele ki akademik başarısı ya da sportif yetersizliği yüzünden kimse atılmamalı… sırf bunlara bakarak birini okuldan atamazsın ki...”
Tüm bu saçmalığın başını çeken kişi olarak Kushida, kabul oyu vermek zorunda kalanların yanında yer almaya çalışıyordu.
“Peki, nasıl seçim yapacağız ki?”
“Rastgele bir seçim…. mi yapsak?”
“Olur mu öyle şey… rastgele birini okuldan attırmak, kimseyi mutlu etmez..”
Tekrar göz yaşlarını nazikçe parmak uçlarıyla sildikten sonra, devam etti:
“Ben… eleştirilmeye razıyım artık.”
Sağ elini kalbine koyarak, Kushida arkadaşlarına seslendi.
“Bence… bu özel sınava liderlik eden Ayanokōji ile, insanları kabul oyu vermeye zorlayan Horikita-san…bu yaptıklarının sorumluluğunu almalı...”
Böyle olacağını biliyordum. Kushida’dan ilk hamle geldi.
Bu sözler, kabul oyunu ısrarla veren kişinin ağzından dökülen içtenlikle söylediği sözlerdi.
“Onların ismini verdiğim için bile kendimi çok kötü hissediyorum, hatta yine pişman olacağımı hissediyorum.. ama zaman kaybetmeyelim.. birisi bu yükü taşımalı… bu yüzden, kötü insan olarak görülsem de… söylemeden edemedim.…”
Kimse okuldan atılsın istemiyorduk. Ama birisini seçmek zorundayız.
Kabul oyu verenler kadar, kabul oyu verdirenler de sorumluluk almıştı.
Kushida ise sınıfın sözcüsü kesiliverdi. Bu kişilerin adını verebilmek için yeterli sebebe ve kararlılığa ihtiyacı vardı. Doğru kelimeleri seçerek kurduğu için, sınıfta bir farkındalık oluşturuyordu. Kimseye asıl suçlu kendisi olduğunu hissettirmeden, onları yönlendiriyordu.
Kushida tahmin ettiğimden daha zeki çıktı. Kushida’nın normal şartlarda sonuna kadar sessiz kalıp okuldan atılmaktan kurtulması gerekirdi.
Ona güvenen pek çok arkadaşı olduğu için, herhangi bir oylamada ret oyu veren çok olurdu. Fakat, Horikita ile ben, onun gizli kabul oyu veren kişi olduğunun bilincindeydik.
Ona karşı herhangi bir hamlede, karşımıza beklenmedik sonuçlar çıkabilirdi. Bir kişiyi köşeye sıkıştırayım derken, ağır bir savunma hattı önümüze gelebilirdi.
Horikita ile benim adımı önceden vererek, aramızdan birinin gidecek olmasından dolayı gerilerek ve üzülerek söylediğini iddia edecekti.
“Ne saçmalıyorsun sen!”
Ne Horikita ne de bendim, Kushida’nın bu fikrine ilk tepki gösteren. Kei idi.
“Kiyotaka niye okuldan atılacakmış? Zaman daralıyor diye, saçma sapan bir fikir atıyorsun ortaya. Onun sorumluluğu olduğunu nerden çıkartıyorsun?”
“Evet. Haklısın. Ne demek istediğini anlıyorum, Karuizawa. Ben de açıkçası isim vermekten yana mutlu değilim… ama isim vermezsek ilerleyemeyiz….”
“Kiyotaka’nın atılması için asla ama asla kabul oyu vermeyeceğim. Onun okuldan atılmayacağını anlıyorsun değil mi?”
“Bir saniye, Karuizawa. Bencil bir tavır sergiliyorsun.”
“Huh? Hondō-kun az önce sana ve Onizuka-kun’a ret oyu vereceğine dair söz vermedi mi? Nesi bencilce.”
“Erm, ama ben kabul oyu verelim diye baskı yapmadım…”
“Asıl siz bencilsiniz. Düşüncemi belirtmezsem, okuldan atılmaktan nasıl kurtulacağım? A sınıfına sırf zaman kaybediyoruz diye mi yükselemeyeceğiz yani? Ee ne olmuş yani? Kiyotaka, benim her şeyim. İster B’de olalım ister D’de. Umrumda değil.”
Kei öfkesini kustu. Ama durması gerekiyor artık.
“Yeter, Kei. Kushida’nın söylediği doğru.”
“Ama…ama!”
Kei sözünü tamamlamadan Kushida’ya öfkeyle baktı.
“Duygularının sana hakim olmasına izin verir, kavga etmeye devam edersen, Kushida’nın söylediği gibi asıl sorumlu olan kişi araya kaynayacak ve Horikita ile ben sorumlu tutulacağız. Bu kadarının farkındasındır sen de.”
“Evet…”
Sakinliğimi korumasaydım, ben de kaptırabilirdim kendimi. Güçlü bir talimat verirsem, kendisini durduracaktır.
Sonuç olarak, arkadaşlarınızın aklından geçenleri söylemeye zorlanması kötü değildi.
“Suzune’nin okuldan atılmasına destek vermeyeceğim. Kabul seçeneğinde oy birliği hoş bir fikir olmasa da, Suzune’nin suçu değil ki. Aramızdan birisi bizimle saatlerdir dalga geçiyor, asıl sorumlu kişi o. Suzune olmadan A sınıfına çıkabileceğimize inanıyor musunuz gerçekten? Asla çıkamayız.”
“Kesinlikle… bu yüzden, Horikita’ya koruma puanı verdik. Olur da bu sınavda baltayı taşa vurursak, o önergedeki kararımız da anlamını yitirecek, boşa kişisel puanlarımızdan vazgeçmiş olacağız. Aynısı, 350 sınıf puanı kaybettiğimizde de başımıza gelmeyecek mi?”
Keisei gözlüğünü tutarak cevapladı.
“Onları anca Suzune ile yenebiliriz!”
“Bu okulda tutunmak çok zor. ıssız adada Kōenji’nin kazandığı 300 puan bizim için bir mucizeydi. Şuanki sahip olduğumuz sınıf puanını elde edene kadar ne kadar çok çabaladık ve zaman harcadık bunu düşünün.
Horikita bize ileride yardımcı olabileceği gibi, onu yanımızda tutmak için 350 puan kaybetmeye de değmez.”
350 puanlık kaybı Horikita ile kapatabilir miyiz.. yoksa onsuz da savaşabilir miyiz?
Bu iki seçeneğin değerini ölçmek pek kolay olmasa da, Keisei’nin söylediği doğru idi.
“Kiyopon ya da Horikita’nın okuldan atılmasını desteklemiyorum. Önce onları dinlemeliyiz. Kişisel bir karar vermiyorum, Sudō-kun dediğin gibi, asıl suçlu sürekli kabul oyu veren o gizemli kişi, değil mi?”
Haruka’nın da desteğiyle, Kushida kafasını kaldırıp baktı. Boşluğuna gelmişti.
Açıklaması arkadaşı olduğum için değil, şuan bir karar vermek için çok erken olduğuna vurgu yapıyordu.
“Evet, haklısın.. ben biraz kendimi kaybedip saçmaladım… Ayanokōji yanlış kişiyi tahmin ediyorsa şayet… sınıfta büyük bir kargaşa çıkabilir….”
Yanlış isim verme diyordu.. topu yine bana attı.
“Konuşmanızı bölmek zorundayım. Bu süre içerisinde bir isim belirleyemezseniz, rastgele bir seçim yapılacak.”
“Doğru.. zaman kaybediyoruz yine. Ben aday oluyorum. Lütfen oylama başlasın.”
“Oi, hey Suzune! Ne yaptığını sanıyorsun?”
“Oylama yapmak zorundaysak, en azından arkadaşlarımdan kaç kişinin okuldan ayrılmamı istediğini öğrenmek istiyorum.”
Oy birliği sağlanırsa, aday olan kişi okuldan atılacaktı. Öte yandan, aksi durumda adaylıktan çıkıyordu. Net bir oylama olmazsa, tekrar başlayacaktı oylama.
“Horikita Suzune için oylamayı başlatıyorum, 60 saniyeniz var.”
Horikit için oylama başladı. Kaç öğrenci onun okuldan atılması için oy verecek acaba? Yaklaşık 30 saniye sonra, Chabashira- sensei sonuçları ekrana yansıttı.
[Öğrenci seçimi:]
Horikita Suzune’nin okuldan atılmasını onaylıyor musunuz.
[Seçenekler:]
Kabul
[On sekizinci oylama sonucu:]
16 kabul,
23 ret
Ilginç bir sonuç olduğunu düşünen tek ben miyim acaba? Horikita’nın atılmasına net bir tavırla karşı gelecek kişiler; Sudō ve tek destekçisini kaybetmek istemeyen Kōenji’dir.
Geriye kalanlar, Horikita’nın gitmesini istemeyenlerdir. 16 kişi ise, Horikita’nın varlığını önemli bulmuyor diyebiliriz.
Ya da… kendileri okuldan atılmadığı sürece gidecek kişi umurlarında değildir?
“Siz ne kadar aptalsınız yahu! Kabul oyu verenler el kaldırsın da sizi bir pataklayayım!”
Sudō birkaç oy geleceğini düşünmüş olacak ki sinirlenerek ayağa kalktı.
“Sus, Sudō-kun.”
“Hayır!”
“Kargaşa çıkartarak zaman kaybettiriyorsun. Konuşarak bu işi çözmemiz lazım.”
“Horikita-san haklı. Sudō-kun. Oy birliği bu sınavın tek şartı. 38 kişi kabul oyu verse de, 1 kişinin ret oyu vermesi her şeyi değiştiriyor. Ret oyu vermeye devamettiğin sürece, Horikita-san okuldan atılmayacak yani.”
Yōsuke, öfkesini kusmasına gerek olmadığını söyleyerek onu ikna etti. Tam da dediği gibi, bir kişinin bile sizi desteklemesi yetiyordu bu sınavda.
Sadece bir oy ile, tüm oylara karşı gelebiliyordunuz. Okuldan atılmaktan da kurtarıyordu sizi.
Ancak.. o bir oyu da kaybettiğiniz zaman, okuldan atılmanız garanti idi.
“Çok zamanımız kalmadı. Kimin kabul oyu verdiğini düşünüyorsanız söyleyin artık.”
“Farkındayım. Ama cevap vermeden önce bir öneride bulunmak istiyorum..”
“Öneri mi?”
“Ah. Birazdan ismini söyleyeceğim. Ama sebeplerini de söyleyeceğim. Ayrıca, yanlış birini söylersem, sadece itibarı zedelenmeyecek..”
“Eh…doğru.”
“Eğer sebepleriyle beraber doğru bir çıkarımda bulunamazsam, okuldan atılacak kişi ben olacağım.”
“Hey, Kiyotaka!”
Sorumluluk alacağımı söyleyince, sınıfta uğultular yükseldi.
“Oh, emin misin? Ayanokōji-kun… bizden kimse gitsin istemem.. sen de dahil, Ayanokōji-kun…”
“İlgin için teşekkür ederim, Kushida. Sorun yok.”
Kushida: “Okuldan ayrılmayı göze aldığını söylüyorsun ama Karuizawa-san sana kabul oyu atmayacaktır..yani…”
“Sorumluluk alacağım dediysem, ret oylarını da üstleneceğim anlamına geliyor. O raddete gelirsek, Kei’nin kabul oyu vermesini sağlarım. Oldu mu?”
“Anladım. Hiç başarılı olacağını sanmıyorum ama.”
“Kushida, ne demeye çalıştığını anlıyorum. Kabul oyuna zorlayan ben olmasam da, bu seçime yönlendiren benim. Az da olsa suçlu sayılırım. Ancak başından beri bir kişi kabul oyu atmakta ısrarcı oluyorken, tüm suç asıl o kişinin.”
“Bu sınıfta anonim oylamadan faydalanıp birimizi okuldan attırmak isteyen bir arkadaşımız var, bunun farkındasınız değil mi?”
Kei, beni korumak için kolları sıvadı.
“Evet, maalesef öyle…! o kişinin sorumluluğu alması gerekiyor…”
“Evet. Ben de onu diyorum. O oyu veren inatçı kişi suçlu.”
Airi ile Haruka ve hatta Akito bile destek çıktılar.
“Hazırsın söylemeye… öyle mi?”
Son bir uyarı vardı Kushida’nın endişeli gözlerinde.
“Birinin adını veriyorsan, sorumluluğu alacaksın. Şuan bu kadar rahat konuşmamın sebebi, o kişinin parmağı olduğundan %100 emin olmamdan dolayı.”
“Oo, peki.. sana güveniyorum, Ayanokōji-kun.”
Kushida gözlerini bana kilitlemiş bakıyordu, ‘inanıyorum’ sözüne vurgu yapıyordu.
Açıklamam geciktikçe, sınıftakilerin gerginliği artıyordu. Ancak kabul oyu veren kişi hariç diğerleri daha sakindiler. Çünkü saatlerdir bekledikleri ismi birazdan açıklayacağım.
O kişiyi al aşağı etmek için haklı oldukları gibi, bu iş son bulacağı için de az da olsa huzurluydular.
“O kişinin adı…”
Şuan okuldan attıracağım kişi ve attırmaya karar verdiğim kişi.
“Kushida. Sensin.”
Derin bir sessizlik.
Öyle bir sessizlik çöktü ki sınıfa; çıt çıkmıyor, nefes sesi dahi duyulmuyordu.
Horikita’nın neden geri planda kaldığını anlayabiliyordum bu sessizlikten. Bu garip sessizlik ve sonrasında gelecek kargaşa yüzündendi.
Ancak Kushida geri adım atmadı. Ve bu sınavda ikimizden birini okuldan attırmak için inat etti. Yaptığı hatanın farkına varması şuan için an meselesi diyebilirim.
Kushida’nın düzelecek bir durumda olmadığı fikriyle hareket ederken, Horikita ise sonuna kadar direniyordu.
Sınıfın kurbanını… bu olayın sorumlusunun adını nasıl vermeyeyim?
Kushida, şuan farkında değil ama kendisini feda etmek zorunda kalacak. Şuan Horikita ne düşünüyor bilmiyorum ama bana sakince bakıyordu.
Kushida karşı gelmeye devam edecekse, savaşmak zorunda kalacağız.
Onu al aşağı edecek kişi de ben olmak zorundayım.
“Ne…?”
Garip bir ses çıkardı, anlaşılmayan.
Sadece Kushida’nın değil, herkesin tepkisi farksız değildi.
“Ben mi?”
Kendisini işaret ederek anlayamadığını gösteren bir tavırla bakındı.
Hala adının söylendiğine inanamıyordu? Belki de çoktan söyleyeceğimi tahmin etmiştir. Ancak ben de hazırlıklıyım.
Büyük ihtimalle, onu burada satacağımı düşünmemiştir. Özellikle de beni köşeye sıkıştırdığını düşünürken…
“Evet, sensin. Başından beri kabul oyu vermekte inat edip duran sendin.”
Bana karşı çıkmaya hazır olduğuna emin olduğum sınıf arkadaşlarım bile tek kelime edemiyordu.
“Yoksa… sizin adınızı verip sorumluluğu almalısınız dediğim için mi benim adımı veriyorsun, Ayanokōji-kun?”
Kushida’nın göz yaşlarının şelale gibi aktığını gören Hondō, yanında aldı soluğu.
“Yok artık, Ayanokōji, Kushida-chan olamaz..! İntikam almak için söylüyorsun adını.”
“Hiç alakası yok. Beşinci sorunun ilk oylamasından beri, yani benim adımı vermesinden çok öncedir onun olduğunu düşünüyordum.”
“Suçluyorsun bir de, eh? Eh, şuanki durumda bana saldırman normal.”
Şuan okuldan atılmamak adına uydurduğum bir bahane olarak görülüyordur herkesin gözünde.
“Kabul oyu verdiğine dair bir kanıtımız yok, evet. Malum anonim oylama gerçekleştirildi. Ancak neden onun kabul oyu verdiğini size anlatacağım.. itirazı olan yoktur herhalde?”
“Hiç hoş değil bu tavrın… ama adınızı verirken böyle bir şeyin başıma geleceğini düşünmüş, kendimi hazırlamıştım.. adım lekelense, iftira da atılsa, sınıfım için gerekirse kendimi feda etmeye hazırım….”
Yalan söylemeye devam ediyordu. Savunma moduna geçtiği için, arkadaşlarının desteğini arkasına almakla meşguldü.
“Öncelikle, Kushida’nın neden kabul oyu vermekte ısrarcı olduğunu söyleyeceğim. Çünkü sınıfta okuldan attırmak istediği kişiler var Şuan bana inanmadığınızı biliyorum. Ancak beni iyi dinleyin. Okuldan attırmak istediği kişiler; az önce de adını verdiği, Horikita ile benim..”
Çoğu öğrenci söylediklerimi anlamlandırmaya çalışıyordu. Kushida ise sözlerini özenle seçiyor, hata yapmamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu.
“Adınızı verdim ya, ondan oluyor işte.. demi biliyordum böyle olacağını..…”
“Hayır. Okula ilk geldiğin günden beri, Horikita’yı ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak gördüğün için, onunla benim adımı verdin.”
Kushida hoşuna gitmese de anlayacaktır. Onun hakkında bildiğim her şeyi burada döküleceğimi.
Bu masum ve zavallı kız ayaklarını bırakmadığı sürece, beni durdurmasına imkan yoktu.
“Kushida. Horikita ile aranızda, diğer arkadaşlarından farklı, ortak bir bağ var, değil mi?”
“Ne? Ortak bir bağ derken…?”
Bilmezden geliyor bir de. Performansına engel olmak isterdim ama şuanlık hayır.
Çünkü bu savunmacı tavrı, birazdan daha çok sorun yaşamasına sebep olacak.
“Um… Oh! Aynı ortaokuldan gelmemizi mi kast ediyorsun?”
Kimse böyle bir hikayeyi duymamıştır. Sınıftakiler bunu onun ağzından duydukları için şaşırıp kaldılar. Kushida’nın eteklerindeki taşları kendi dökmesi için iyi bir hamle oldu. Ben söylemedim, o kendisi söyledi.
“Evet. Sınıftan bir kişi bile bilmiyordu bunu, haksız mıyım?”
Bu tartışmada adı geçen Horikita, öğretmen masasına doğru gözlerini dikmiş bakıyordu. Onun yüzünü tam göremiyordum ama sınıftakilerin bakışlarını ayna varmış gibi görebiliyordum.
“Eh, bir saniye? Kimseye söylemediğim doğru ama anlatmak için fırsat olmadı ki. Ortaokul büyüktü ve aynı sınıfta okumadık. Horikita-san ile aynı okula gittiğimi bile geç öğrenmiştim.…”
Kushida, bu sözleriyle onu okuldan attırmak gibi bir niyeti olmadığını belli etmeye çalıştı.
Tam bu sırada, Kushida’nın yandaşcıları lafa girdi.
“Yeter ama, Ayanokōji. Kimin oyu verdiğini söyleyeceğim dedin. Sustum seni dinliyorum ama saçmalıyorsun.”
İnkar eden kişi Ike idi. Ardından başkaları da ona destek çıktı.
“Evet. Ayanokōji-kun’un söyledikleri pek hoş değil ve haksızlık ediyor.”
“İnsanları kendi düşünceni uygulaması için zorluyorsun, sonra ismini verdiler diye Kushida-san’dan intikam mı almak istiyorsun?”
“Sırf aynı okuldan geldiler diye neden onu okuldan atmak istesin ki? Ayrıca, sen de mi onlarla aynı okula gittin?”
Sorulması beklenen tipik sorular havada uçuştu. Kushida’nın en büyük avantajlarından birisi buydu: destekçileri.
“Kushida, sen gerçekten böyle birisi misin? Ayanokōji, sende bir süredir garip konuşup duruyorsun.”
“Evet.. ürkütücü değil mi.. Ayanokoji hep sessiz sakin birisiydi……”
Sadece onu korumakla kalmıyor, bu farklı tavrıma da cephe alıyorlar, bana güvenmiyorlardı.
“Onu suçlamayın arkadaşlar. Ayanokōji-kun da bu konuyu konuşmak istemiyordur. Böyle bir duruma düşüp de karşı tarafı suçlamak nasıldır bilirim…”
Doğru kelimeleri seçerek arkadaşlarını büyülüyor, beni de tuzağa düşürüyordu.
“Çok naziksin, Kikyō. Onun ağzına geleni söylemesine izin vermemen lazım.”
Kushida’nın şakşakçıları abartmaya başlayınca, konuşma hakkı bana doğdu.
Benim de elim boş değildi.
“Şuan önemli bir açıklama yapan kişi, Ayanokōji-kun. Araya girmeyelim, arkadaşlar.”
Araya girmeye çalışan öğrencileri susturan Yōsuke oldu.
“Yo yo, Hirata. Ayanokōji’nin yalanlarını dinlemeye gerek var mı gerçekten.”
“Söyleyecekleri bittikten sonra, doğru mu yalan mı söylüyor karar veririz. Yalansa şayet, ilk karşı çıkan ben olacağım.”
“Dinlemeye değer mi diyorsun?”
“Evet. Sadece Kushida-san’ı içeren bir durum değil bu, Ayanokōji-kun ortaya kendi geleceğini de koyuyor.. haksız mıyım?”
Yōsuke’ye süre sıkıntısı yaşarsak oyları kontrol edebileceğimi söylemiştim. Tabii, önceden nasıl bir soru ile karşı karşıya kalacağımızı bilmiyorduk. Ve Kushida ile aramda geçenlerden bilgisi de yoktu.
Nötr birisi olarak, objektif yaklaşıyor, ön yargılı olmuyordu.
“Geldikleri okul ile alakalı bir durum var. Nereden geldikleri ya da aynı okulda okuyup okumadıkları beni ilgilendirmiyor. Ama Kushida’nın, ortaokuldayken büyük bir sırrı varmış.”
“Yeter, Ayanokōji-kun… daha fazla yalan söyleme…”
Gözlerinden akan yaşları tutamadı, ağlamaya başladı.
“Hey Kiyopon, ben senin arkandayım…ama Kikyō-chan’ı da destekliyorum… demek istediğim, hikayen anlatmaya değer mi? Ağlıyor, baksana.”
Ayanokōji grubu diğer öğrencilerle de iletişim kurmuştu önceden. Kushida ile anlaşıp görüşenler vardı.
İki tarafla da aranız iyiyse, sorun çıkmaması için çabalarsınız.
“Haruka. Kabul oyu veren kişiyi öğrenmek istemiyor muydun? Önce beni bir dinle.”
“Ama Kikyō-chan’dan bahsediyoruz…”
“Hayır, Kushida sandığın gibi birisi değil. Maalesef, konuşmaya devam etmek zorundayım. Kushida’nın sırrı, gizlediği gerçek yüzünde saklı..”
“Kikyō-chan’ın.. gerçek yüzü mü..?”
“Evet. Kushida herkese iyi birisi gibi gözüküyor. Nazik, dikkatli, çalışkan, sportif. Hatta görüntüde mükemmel bir karakteri var. Ama ya gerçek tam tersiyse? Herkesten daha çok kıskanç, bi numara olarak parlamadığı sürece tatmin olmayan biriyse? Sırf bu gerçek yüzü ortaya çıktı diye, ortaokulda tüm sınıfının dağılmasına sebep olduysa?”
“Açıkçası, bu hikayeye inanamıyorum. Doğru olsa bile, ortaokulda yaşanan şeyleri sen nasıl biliyorsun? Horikita-san söylememiştir diye düşünüyorum.”
“Okula başladıktan kısa bir süre sonra, Kushida’nın gerçek yüzünü görme fırsatım oldu. Göründüğü gibi nazik birisi değildi. Tüm kötü duygularını dışa vuruyordu. ”
Bu sözlerimden sonra, Kushida bana bakmıyordu bile.
Yalan söyleyen bir çocukmuşum gibi davranıyor, masum ayaklarına yatıyordu.
Böyle numara yapmaya devam ederse, sorun yaşamayacağından o kadar emindi ki…
Tabii, birinin arkanızdan kötü sözler söylemesi, doğru ya da yanlış olsun, sürekli arkanızdan bir gölge gibi sizi takip edecekti.
Ancak bu tavrıyla, Horikita’yı okuldan attırmaya ne kadar istekli olduğu da gözüküyordu.
“Kushida iyi birisi olarak anılmak, tanınmak istiyor, gerçek yüzü ortaya çıkmasın istiyordu. Aynı zamanda, ikimizin de onun sırrını bilmemizden yana hoşnut değildi. Sebebiyse açık: her zaman en tepede olma isteği.”
“Son…bir dakika, oylama başlayacak birazdan..”
Hatırlama amaçlı, Chabashira-sensei bize saati söyledi.
“Ee, bu oylama nasıl olacak?”
Şuan için… Ayanokōji.”
Son duruma göre, sırada ben vardım.
“Durun…”
Ne Kei, ne Haruka idi bu sözleri söyleyen, Kushida idi.
“Yeter artık… kaldıramıyorum, bu sözlere dayanamıyorum ben……”
“K-Kushida-san?”
“Yeter… Horikita-san ya da Ayanokōji-kun atılsın istemiyorum. Sırf adını verdim diye, Ayanokōji-kun hakkımda yalan söyleyip duruyor. Bu kadar ağır iftiraları hak etmiyorum! Ben… okuldan atılırım… o zaman, her şey yerli yerinde olur… değil mi?”
Okuldan atılmak için aday olan bir öğrenci…
Sınavın kurallarına göre, kişi kendi aday olmak istiyorsa, aday olabiliyordu. Az önce Horikita ve Yōsuke’nin yaptığı gibi.
“Emin misin, Kushida? Geri dönüşü yok.”
“Evet, eminim… herkes okuldan atılmamı istiyordur herhalde? Olur..”
Kushida’nın adı seçilince, tabletteki bilgiler değişti. Sınıf, bu beklenmedik adaylığa şaşırmıştı.
[Öğrenci seçimi:]
Kushida Kikyō’nun okuldan atılmasını onaylıyor musunuz.
[Seçenekler:]
Kabul
[On dokuzuncu oylama sonucu:]
5 kabul,
33 ret
Kushida için düzenlenen oylamada çoğunluk ret oyu vermişti.
“Huh… neden?”
“Sırf bunun için seni okuldan atacak değiller ya, gördün mü?”
33 kişi… aralarında kafasını sallayarak bu sözü destekleyenler oldu.
“Ayanokōji. Kendin okulda kalabilesin diye, Kushida-chan’a böyle çirkin iftiralarda bulunup saldırman hiç hoş değil.”
Benim oyum dışında sadece dört kişi Kushida’nın atılmasını kabul etmişti.
Sadece diye altını çiziyorum. Hatta 5 kişi olduğumuza da şaşırdım.
“Sırada Ayanokōji-kun var değil mi?”
Şuan akışına bırakırsam, beni okuldan attırırlar. Hatta, oy birliği bile sağlanabilirdi.
Onlara 10 dakika sonra karar verdirtmeliyim.
“Ayanokōji-kun, Kushida-san’ın gerçek yüzü falan diyorsun ama sana inanamıyoruz ki.”
“Evet. Ayrıca, Kushida-san’ın Horikita-san’ı okuldan attırmak için bir çabası oldu mu da? Onu gerçekten okuldan attırmak isteseydi, şimdiye kadar bir şeyler yapardı..?”
Doğru fırsatı kovalarsanız, siz söylemeden konuyu istediğiniz yere getirirler…
“Bir sınıf arkadaşını okuldan attırmak çok zor. Ancak, Kushida’nın hedefi olduğumu unuttunuz mu? Geçen yılki özel sınavda.”
Direkt bilgi vererek, hatırlamalarına yardımcı oldum.
“Ah, sınıf oylaması sınavı… Yamauchi-kun ile Kushida-san…”
Evet, sınıftan birinin ayrılmasıyla sonuçlanan o sınav.
Yamauchi okuldan atıldı.Yamauchi’yi kullanıp beni okuldan atmaya çalışan da Kushida idi. Herkesin hafızasında taze olduğuna eminim.
“Tesadüf mü diyorsunuz? İkinci kez benzer sınavla karşı karşıya kalıyoruz, Kushida yine başrol olarak, benim adımı veriyor. ”
Tanıdıkları Kushida’nın bu tarz girişimlerde bulunmayacağını herkes biliyordu.
“Biraz tesadüf mü diye düşündürüyor. Ama Ayanokōji, Kikyō-chan seni özellikle okuldan attırmak istiyorsa, neden böyle zamanlarda denk getirsin ki?”
Bu kadar basit değildi işte.
“Kushida, onunla aynı saftayız sanıyordu. Seni sınıfa ifşa edeceğimi düşünmedin, değil mi?”
“Aynı sayfa derken?”
“Oh. Yalan mı söylüyorum? Kushida.”
“Ne diyeceğimi bilemiyorum, Ayanokōji-kun…?Ne dememi bekliyorsun?”
Kushida ne inkar edebiliyordu ne de soru sorabiliyordu.
Kabul edemediği sürece, avantaj bendeydi.
“Kanıt göster, Ayanokōji. Kushida-chan’ı suçlamaya devam edeceksen, kanıt lazım.”
Yardıma koşan Hondō idi. Kushida’ya karşı inanılmaz güçlü duyguları var galiba.
“Doğru. Kanıtsız devam etmeye gerek yok. Kushida’nın bana neden güvendiğini şimdi size söyleyeceğim.”
Paniklemeden, herhangi bir detayı atlamadan, yavaş yavaş su ısıtır gibi hareket ediyorum…
“Uzun bir süre önce, Kushida beni okuldan attırmakla tehdit etti. Bense ona, her ay harçlığımın yarısını vererek beni kara listesinden silmesini istedim. Böyle bir anlaşma yaptık aramızda..”
Kimse böyle bir hikaye duymayı beklemediği için, Kushida’nın şakşakçılarından şaşırma sesleri duyuldu.
“Söylesene, Kushida?”
“Ne…?”
Bu konunun açılacağını ya tahmin edemedi ya da unuttu. Bir anda ne diyeceğini bilemediği gibi, tepki de veremedi.
Dürüstçe kişisel puan aldığını bile kabul edemiyordu. Öte yandan, inkar etmesi de zordu.
Kabul etmediğini söylerse, telefonlarımızı elimize aldığımızda gerçek ortaya çıkacaktı. Hesap geçmişinde, yapılan tüm ödemeler gözüküyordu çünkü.
“Ee? Bir puan bile almadığını söyleyebilir misin?”
“Şey…”
Vakit kazanmasına izin vermeyeceğim. Bakışlarımı Chabashira-sensei’ye çevirerek , Kushida’nın gerilmesini sağladım.
“E-evet.. her ay Ayanokōji-kun’dan ödeme aldım…”
Söylediklerimin çoğunu inkar eden Kushida, bu sefer kabullenmek zorunda kaldı.
Chabashira-sensei’den onay alabileceğim için, işler onun için daha çok sarpa sarardı.
Chabashira, öğrenciler arasında yapılan ödemelerden haberdardı. Tabii, bize söyleyip söylemeyeceği muamma ancak Kushida bu riski göze alamazdı.
“Ancak… sebebi tamamen farklı! Ayanokōji-kun puanlarını biriktirmemi söyledi… bir puanını bile… kullanmadım tabii ki!”
Her ay arkadaşınızdan aldığınız kişisel puanın 2 farklı açıklaması olabilirdi:ya her ay size saklamanız için veriyordur ya da size bir bedel ödüyordur…
Kushida ilk seçenek olduğunu ileri sürdü.
“Saklaman için vermedim ki. Beni okuldan attırmayacağına dair söz verdiğin için sana ödeme yapıyordum.”
“Yalan söylüyorsun.”
Anlaşmamızı hala hatırladığına eminim. Hatta o günkü konuşmalarımızı kayıt bile etti. Tabii ki, böyle önemli bir kaydı telefonunun derinliklerine saklamış, gerektiğinde kullanmak için gizliyordur.
Ancak, şuan o kayıt başına bela olacak.
“Yalan diyorsun, huh? Ama Kushida, benimle anlaşmayı yaparken, garanti olsun diye telefonuna ses kaydı aldığını nasıl unutursun? Telefonunda o kaydı bulduğumuzda nasıl cevap vereceksin.”
“K-kayıt mı? Neyden bahsettiğini bilmiyorum…”
Gerilip öfkelenmesine rağmen, inkar etti. Kaydı büyük ihtimalle telefonunda tutmuyor. Riskli olduğu için başka bir yerde saklıyordu muhtemelen. Bu işimi daha çok kolaylaştırdı şimdi.
“Başka bir yerde saklamanın da manası yok. Bu şubat ayında seninle anlaştık. Ben de konuşmamızı kaydediyordum. Zor bir duruma düştüğümde kullanabileyim diye. ”
Gözlerini fal taşı gibi açıp bana baktı. Bu kadarını beklemiyordu herhalde.
“Defalarca kaydı dinledim. Kelimesi kelimesine hatırlıyorum. “Kazandığım puanların yarısını sana vereceğim” diye başlamıştım söze.”
“Yalan söylüyorsun. Böyle bir şey duymadım ben.”
“Hiç fena fikir değil ama kişisel puan ihtiyacım yok. Çok puandan zarar gelmez biliyorum ama zaten çok puanım var dedin, Kushida.”
“Ne…”
“İstersen, Chabashira-sensei’den telefonumu getirmesini isterim, hemen şimdi.”
“Olur. Ama yapamazsın şuan özel sınavın ortasındayız, farkında değil misin?”
“Telefonu kendin kullanırsan, kurallara aykırı oluyor. Ancak Chabashira-sensei telefonumu açıp kaydı başlatabilir. Böylece kurallara aykırı olmaz.”
Böyle bir inisiyatifin özel sınavlarda koşulsuz şartsız öğrencilere verileceğini sanmıyorum ama Kushida daha çok gerilip Chabashira-sensei’ye bakakaldı.
“Chabashira-sensei’den telefonlarımızı getirmesini istememden hoşnut değilsin, değil mi? Şimdiye kadar yaptığın tüm kötülükler ortaya çıkacak diye endişeleniyorsun. Duracağımı falan sanıyorsan yanılıyorsun.”
Kushida’nın sesi gittikçe kesiliyordu, kim bilir neler düşünüyor.
Bana sırtını dönüp hareket etmeyi kesti. Gözleri öne odaklanmıştı. Dikkatli birisi olduğu için o gün yaşananları hatırlıyordur. Hatta ses kaydının doğru kayıt edip etmediğini kontrol etmiş, defalarca ses kaydını dinlemiştir. Hatta söylediğim sözlerin hafızasındakilerle eşleştiğine bile eminim.
“Bolca harcayacak kadar puanın olsa da acil durumlar için birikmiş puanının olması senin hayatını kurtarır. ”
Kushida’nın mağduru oynamasına engel olan sözlerdi bunlar.
Artık masum ayaklarına yatacak konumda değildi.
“Oh, kes sesini artık…”
Kimin söylediklerini bilmedikleri bir ses duydular, birisi yutkunuverdi.
Benim susmam için, gerçek yüzünün ortaya çıkması gerekiyordu. Gerçek yüzü ortaya çıkınca her şey bitecekti.
“Chabashira-sensei’nin otobüste dediklerini unutmamışsındır diye -”
“Sus, sus, sus!”
Haykırışları kulaklarımı çınlatsa da, umursamdan ses kaydından cümleleri söylemeye devam ettim.
“Bu teklifin…senin için pek avantajlı değil ama, Ayanokōji-kun. Bu olaydan okuldan atılmak zorunda kalacak falan olsan, kendini riske atmanı anlarım?” Kushida ile aramda anlaşmadan önce geçen cümleler bunlardı. Az önce size kelimesi kelimesine söylediğim cümleleri, kaydı dinleyince siz de duyacaksınız. O zaman her şey açıklığa kavuşacak.”
Şuan kaydın bende olup olmaması önemli değildi. Cümlelerin kayıttakiyle aynı olması önemliydi.
“Yeter dedim!!!”
Kushida beni susturmak için bağırdı.
9.sınıfta başlamıştı her şey. Ichinose Honami’nin köşeye sıkıştığı zamanda. Kushida’nın sınıfın kirli çamaşırlarını bildiğinden haberdar olduğum için, ondan kişisel puanlarım karşılığında yardım istemiştim. Horikita ile beni okuldan attırma durumuna getirdiğine göre, bu anlaşmanın bir anlamı kalmayacaktı.
Üstün taraf olduğunu zannederek en büyük hatayı yaptı. Kayıt alarak kendi kuyusunu kazmış oldu.
“Konuşmamızın hangi kısmını gizlememi istiyorsun, söyle herkes anlasın.”
Öğrenciler, Kushida’i gerilerek izliyordu.
“Özür…” Kushida mırıldanarak özür diledi.
“Ne için?”
“Evet, Ayanokōji-kun ile puan karşılığında savaşmayacağıma dair söz verdim. Doğru…”
Bana değil, sınıfa yalan söylediği için özür diliyordu.
“Artık bu konuyu düşünmek istemiyorum! Horikita-san ve Ayanokōji-kun ile arkadaş olmak istiyorum. Birinin okuldan atılması için kabul oyu hiç vermedim ben..!”
Kushida, adını az da olsa temize çıkartmak için yükseltti sesini.
Sınıf arkadaşlarının ona bakışı artık değişmişti.
Herkesi kendi safıma çekememiş olabilirim ancak günlük rutini eskisi gibi olmayacak. Bunun farkındaydı hatta.
“Peki Ayanokōji-kun, ya sen sürekli kabul oyu veren kişiysen?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Ayanokōji-kun, beni okuldan attırmak istiyordun. Kabul oyunda birlik sağlamak için harekete geçtin… hep sesisz ve sakin birisiyken, birden birini attırmak söz konusu olunca, aktif rol oynuyorsun. Garip değil mi.”
Kushida tüm pis duygularını farklı bir şekilde bana geri yöneltti.
Boşa çabalıyor. Aklının ucundan ne geçtiğini biliyorum.
“Hey, Karuizawa-san.”
Saçını savurarak dikkatini Kei’ye çevirdi.
“Ne?”
“Ayanokōji ile çıkıyorsun ama okula ilk başladığımız zamanlarda, Ayanokōji’nin benimle çıkmak için ne kadar çok çaresizce çabaladığını biliyor musun?”
“Eh? Ne saçmalıyorsun sen?”
Kei normalde çoğu kişiden daha sakin ve objektiftir. Ama bir zaafı var…
Konu aşk olunca, duygularını kontrol edemiyor.
Okuldan atılmak için aday olabileceğimi söyleyince, agresif bir şekilde beni savunmaya geçmişti. Kushida, bu tavrından dolayı onu zayıf noktasından vurmak istemiştir.
“İstemediğim halde, göğüslerime dokundun, unuttun mu?”
“Ha… gögüs mü! O da ne demek lan?”
“Bilmediğine emindim zaten. Okul başlar başlamaz, böyle çirkince bir tavırla bana yaklaştı.”
Kızların ve hatta Kushida’yı seven erkeklerin arasında, tiksinme duygusu baş gösterdi.
“Onu nazikçe uyardım, dur dedim ama…. o kadar korktum ki…..”
“Kafasına ne esiyorsa söylüyor galiba. Onun göğsüne falan dokunmadım.”
“Eh, Kiyotaka aksini söylüyor!”
“Doğru.. dersin böyle tabii. Ama dokundun, Ayanokōji-kun.”
“Kushida, çirkinleşiyorsun artık?”
“Kayıt kadar olmasa da, benimde elimde kanıt var. Ayanokōji-kun’un parmak izinin olduğu üniformamı saklıyordum hep… okula verdiğimde ne olacak sanıyorsun…?”
Kayıt olduğunu iddia edip üzerine yürümem gibi, aynısını bana yapacaktı. Söylediği sonra ortaya çıkarsa, benim başım yanacaktı.
“Ne demek istiyor şimdi?”
Kei’nin duyduklarından dolayı, açıklama istemesi doğaldı.
“Öyle bir şey yok. Anlattığı hikayenin doğru olup olmadığına geçmeden önce, şöyle bir gerçek var ki, bir buçuk yıl önce ona dokunduğumu iddia ediyor. Kıyafetlerde iz ne kadar uzun süre kalabilir ki? Ayrıca, birkaç parça kıyafetten parmak izini kolayca alabileceğine inanıyor musun? Iyi saklanmadıysa, parmak izi almak imkansız.”
Kıyafetlerin üst kısmı örgü işlemelerden dolayı düz bir kumaşa sahip değildi ve parmak izlerini görmeyi zorlaştırıyordu. Nem, rutubet, güneş ışını gibi faktörlerden dolayı, parmak izi alınabilmesini %100 imkansız görüyorum.
“…”
Elindeki kayıt da dahil, hiçbir kartını bana karşı kullanamıyordu. Zaten elindeki kartların çokluğu da önemli değil, hiçbir şekilde bana karşı gelmesine izin vermeyeceğim.
“Böyle bir şey yaşansaydı, beni ilk gün şikayet eder, çoktan ceza alırdım, ayrıca.”
“Neden… neden… neden… neden..! “
Kushida öfkeyle yanıma kadar gelip yakamdan tuttu.
Sinirle bana bakan Kushida’ya, dostane bir tavırla konuşmamı sürdürdüm.
“Bir keresinde de, Ryūen ile iş birliği yapıp Horikita ile beni okuldan attırmaya çalışmıştın, bundan bahsetmemişim, pardon.”
Art arda, Kushida’nın sırları herkese dökülüyor, herkes yaşananlara şahit oluyordu. Böyle bir durumda, yarısı yanlış bilgi versem dahi pek bir anlam ifade etmeyecekti.
“Neden… neden… neden… neden..! “
Yakamdan tuttuğu elini daha çok sıktı.
“Neden bana ihanet ediyorsun? Bana karşı gelmeyeceğini söylemiştin, unuttun mu?”
“Seninle uğraşmayı ben de istemedim, Kushida. İki yüzlü olman ya da karıştırdığın işler umrumda değildi. Seni, ne ben ne de Horikita potaya koymadan önce, ret oyunda birlik sağlansın istedim. Ama şuan birisi okuldan atılmak zorunda. Sınıf arkadaşlarımı korumak görevim.”
Son bir buçuk yıldır, Kushida arkadaşlarıyla sağlam bağlar kuruyordu. Şimdi ise, her şey tam tersine dönmekle kalmadı, mahvolmuştu.
Kushida sessizleşip sakinleşmeye başladı.
“Ah… ah… hayır.”
Kushid birden kendi halinden utandı, yaptığı yanlışın farkına varmış gibiydi.
Tavrını değiştirerek yüzüne bir gülümseme takınıp sağ elini göğsüne koydu ve:
“Fufu… ne aptalım değil mi? Sana güvenmekle hata yapmışım...”
Öfkeyle sözde hakkını arayan tavrı kayboldu, kayıtsız bir tavır takındı.
“Ayanokōji-kun, senin zorlu bir rakip olacağını düşünmüştüm ama burada beni satacağın aklıma gelmezdi… olmadı bu, olmadı.”
“Ne? Yalan söylüyor o değil mi, Kikyō-chan… Ayanokōji-kun’un söyledikleri… yalan… değil mi?”
“Yalan mı? Maalesef, hepsi doğru.”
“Ne… ama neden…?”
“ Bazen hayatın pahasına bir şeyleri koruman gerekir, bu kadarını da anlamıyor musun? Off, tabii ki anlamıyorsun. Nasıl anlayacaksın ki. Her şey bitti artık. ”
Omuz silkip umursamadı ağzından çıkanları.
“Evet. Horikita-san ve Ayanokōji-kun’a tahammül edemiyorum. Sakladığım sırrımı bilmeleri beni çıldırtıyor. Onları uzun süredir okuldan attırmanın yollarını arıyordum.”
“Son soruya çok şaşırdım ama sen de zorlamaman gerektiğini bile bile üsteledin. Başına gelecekleri az çok biliyordun.”
Bizden nefret etse dahi, bu konuyu sonraya bırakabilirdi. Kushida inatla kabul oyu vererek şansını sonuna kadar zorladı. Bu haline deli desek yeridir. Kushida’nın bu tavrını normal halinden farklı hissettim sınav boyunca. Bir keresinde gözlerinde huzursuzluk gördüm ancak anlıktı, sonra kendisini toparladı.
Sınavdan önce, Horikita’nın liderlik etmesini istemişti, galiba böyle bir soru çıkmasını bekliyordu.
“Geçmişimi bilenlerin olması gerçeği beni sinirlendiriyor. Horikita ’yı okuldan attırmanın zor olacağını biliyordum ama nefsime yenildim.”
Onu destekleyenlerin ağzını bıçak açmıyordu. Horikita’yı attırmak istemesi, arkadaşlarının suçu değildi tabii ki.
Sürekli kabul oyu vererek, sınıftan birini attırmaya sürüklemesinden dolayı suçluydu. Ayrıca, hala Kushida’nın okuldan atılması için oy birliği sağlayabileceğimiz meçhul. Onun okuldan atılmasını sağlamak için, sınıfa biraz daha zarar vermesi gerekiyor.
“ Ne beni, ne de Horikita’yı okuldan attıramayacaksın. Bu çabalarına yazık oldu.”
“Bir sonraki oylamada beni okuldan attıracaksınız öyle mi? Kurbanınız ben olunca, sınıf puanı elde edeceksiniz? Ne güzel. Artık B sınıfına yükselmeniz an meselesi.”
Daha birkaç saat öncesine kadar sıkı fıkı takıldığı arkadaş grubuna bu sözleri sarf ediyor olması, insanların inanmakta güçlük çekmesine sebep oluyordu.
“Artık senin için çıkış yolu kalmadı.”
“Fufu, haklısın ama…”
Yüzünü kulağıma dayayarak soğuk bir ses tonuyla;
“Biraz direnmeliyim değil mi ama?”
Fısıldamasını sınıfın yarısı duymuştur. Kushida bunun için hazırlıklı gelmiş desem yanlış olmazdı herhalde.
“Yapamazsın. Sana destek çıkacak arkadaşın kalmadı artık.”
“Evet, yok. Ama madem okuldan atılacağım, sizi de peşimden sürükleyeceğim.…”
Ortaokulda sınıfının dağılmasına sebep olan gerçek yüzü, burda da ortaya çıkmaya başladı.
“Ne diyorsun sen?”
“Sınıfın sadece bende olan sırları diyorum, neyini anlamıyorsunuz? Tartışma süresi bitene kadar eteklerimdeki tüm taşları dökeceğim.”
“Bunu yapınca eline hiçbir şey geçmeyecek… farkındasın değil mi?”
“Tabii, benim bir kazancım olmayacak ama senin, Ayanokōji-kun kaybın olacak. Neyse, vakit kaybetmeyelim.”
Evet, dinleyelim bakalım ağzındaki baklaları. Böylece, şuan inanmakta güçlük çekenler bile ne kadar kötü birisi olduğunu idrak edecek; oy birliğinin sağlanması hızlanacaktır.
“Karuizawa-san dışında– evet, Shinohara Satsuki bana bir şeyler danışmıştı… neydi onlar?”
Shinohara Satsuki, ilk hedeflerinden birisi oldu.
“Ne? Neeee!”
“Shinohara-san, açıkçası… ne güzelsin ne de alımlı… hatta çirkinsin ya? Aa! Belki de bu yüzden Ike-kun ve Komiya-kun gibi çirkin çocuklar peşine düşüyordur senin? Karuizawa, Matsushita, Mori ve hatta birkaç kişi daha bunu duyunca ne kadar çok güldüler hiç haberin var mı? Mori de az değil, utanmadan böyle şeyler söylüyor arkadaşı için. ”
Sırayla, hedefi on ikiden vuruyor; İsimlerini andıkça, huzursuzluk artıyordu.
“Saçmalama, dur! Ben öyle bir şey demedim ki! Yalan söyleme!”
Mori hemencecik inkar etse de, Kushida konuyu kapatmak istemedi.
“Ha, nasıl yani? E, en çok sen güldün? Hem de tencere kapak deyip kahkaha attın ya? Ah, ben de gülüp dalga geçtim tabii, “Ayıp!” deyip bıyık altından gülüverdim….. sen de bir şeyler söylesene, Nene-chan…?”
“Yok, hayır… ben…”
“Shinohara, Ike-kun sana gemide çıkma teklifi etti galiba… ama çok kolay kabul etmişsin.. daha düne kadar Komiya-kun ile arasında gidip geliyordun… aa, yoksa Ike-kun ile bir süre görüştükten sonra Komiya- kun’un kollarına mı atacaksın kendini?”
“Oi… hey, Satsuki!”
Kushida, bir yeri yaktıktan sonra, diğerine geçmeden geri durmadı.
“Ah, aşk maşk demişken… Wang-san da az değil..”
“Ne? Lütfen sus!”
“Susayım mı? Wang-san, Hirata-kun olan aşkından bahsetmeyeyim mi, bunu mu kast ediyorsun?”
“Huh!”
Mii-chan, bu sözlerinin ardından bir anda platonik aşk yaşadığı kişiye bakmak zorunda kaldı.
Refleksle dönüp baktığı o anda, Yōsuke ile göz göze gelince, ağlamaya başladı.
“Ah, ağlama ama. Daha yeni başladık. Zaten sır değil ki? Herkes biliyor, bilmeyen mi var allah aşkına? Biraz ciddileşeyim en iyisi. O zaman, seni seçtim, Hasebe-san.”
“Kikyō-chan…”
“Offf.. samimiymişiz gibi bana böyle seslenme. Arkadaş bile edinemiyorsun, bir de insanlara takma ad takıp duruyorsun. Bu taktığın adlar insanları sinirlendiriyor, farkında bile değilsin yahu.”
O sırada, Shinohara, Mori ve Ike’gil, aralarında kim ne söyledi ve ne söylemedi tartışmasına girdiler. Kushida ise dikkatini, Haruka’ya çevirdi.
Birazdan tartışma bitecek. Kushida’nın okuldan atılması için toplanacak oy an meselesi diyebilirim. Eğer bu tartışma daha fazla uzun sürerse, Kushida sınıfta taş üstünde taş bırakmaz.
⚝⚝⚝⚝⚝
bu hafta, bu bölüm çok uzun olduğu için, 2.bölüm yok.