Elitler Sınıfı - Cilt 2 - Kısım 3 - Part 3
Rehberlik dersi bittikten sonra, Kushida sırasından kalktı ve yurda dönmek için sessizce hazırlanan Sakura’ya doğru yürüdü. Kushida garip bir şekilde gergin görünüyordu.
Ike, Yamauchi ve Sudou fark ettiler ve Kushida’ya baktılar.
“ Sakura-san.”
“ …N-Ne…?”
Gözlüklü ve kambur duran kız ilgisizce baktı.
Paniklediğine göre, birinin ona seslenmesini beklemiyormuş gibi duruyordu.
“ Zamanın var mı, Sakura-san? Sudou-kun’un olayı hakkında sana bir şey sormak istiyorum…”
“ Ü-Üzgünüm, benim… planlarım var, bu yüzden…”
Gözlerini kaçırdı; rahatsızlık duyduğu ortadaydı. Başka insanlarla konuşmak iyi olduğu bir nokta gibi görünmüyor. Ya da daha çok, o diğer insanlarla konuşmaktan hoşlanmıyormuş gibi hissettim.
“ Biraz zaman oluşturabilir misin? Önemli bir şey olduğu için gerçekten konuşmak istiyorum. Sudou-kun’un olayında, bir ihtimal oranın yakınlarında mıydın…”
“ Bi-Bilmiyorum. Bunu zaten Horikita-san’a söyledim, ama ben hiçbir şey bilmiyorum…”
Sözleri zayıftı ama şiddetle reddetti.
Kushida, onun ne kadar isteksiz olduğunu da görüyordu, muhtemelen fazla zorlamak istemiyordu.
İlk başta kafası karışmış olmasına rağmen, hemen gülümsemeye geri döndü.
Öyle olsa bile, o kadar kolay çekilmeye razı değildi.
Ne de olsa, bu kişi Sudou’nun davasına büyük etki edecekti.
“ Şimdi… gitsem olur mu…”
Ama bir şey garip hissettiriyor. İnsanlarla konuşmakta o kadar da kötü değil, ama daha çok, bir şeyi saklamaya çalışıyormuş gibi görünüyor. Davranışlarından bu kadarı açıkça belli oluyor.
Baskın elini saklıyordu ve onunla göz teması kurmuyordu. Gözlerine bakmaktan rahatsız olsa bile, Sakura Kushida’nın yüzüne bakmayı reddetti.
Eğer ben ya da Ike, Kushida yerine onunla konuşan olsaydık, daha mantıklı olurdu. Nihayetinde, Kushida onunla iletişim adreslerini değiş-tokuş edebildi. Kushida ile etkileşim kurmak tamamen farklı bir deneyim. Horikita’nın bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmesinde yanıldığını düşünmüyorum. Ben de aynı şekilde hissettim.
“ Bana birkaç dakikanı ayıramaz mısın?”
“ Ne-Neden? Hiçbir şey bilmiyorum…”
Kushida burada başarısız olsaydı konuşmalarının hiçbir değeri kalmayacaktı.
Bu garip diyalog uzayıp gittikçe doğal olarak üzerine daha fazla dikkat topladı.
Ama bu durum Kushida’nın tamamen yanlış hesaplamasından dolayı gibi görünüyor. İletişim adreslerini değiş-tokuş etmiş tanıdıklar olduklarından, bu konuşmanın daha pürüzsüz gitmesini bekliyordu.
Eğer reddedilmeyi beklemediyse, o zaman bu durum mantıklı olurdu.
Komşum dikkatlice durumu süzdü, ardından biraz kendini beğenmiş bir ifade ile bana baktı.
“Algılama güçlerinin olağanüstü olduğunu biliyorum” diyormuş gibi gözüküyordu…
“ … İnsanlarla konuşmakta kötüyüm… üzgünüm.”
Kushida’yı kendinden uzakta tutmaya çalışırken, gergin bir sesle konuştu.
Önceden Sakura hakkında konuşurken, Kushida onun utangaç olması dışında sıradan bir kız olduğunu söylemişti.
Şu anki davranışlarına baktığımızda, o kız açıkça normal değil ya. Kushida muhtemelen aynı şeyi düşündü. Çünkü tamamen kafası karışmış görünüyordu. İnsanların açılmasını sağlamakta iyi olmasına rağmen, bu defa bunu yapamadı.
Horikita, durumu da izlerken, bir sonuca vardı.
“ Çok kötü. Onu ikna edememiş gibi görünüyor.”
Aynen Horikita’nın söylediği gibi. Eğer Kushida başarılı olamadıysa, sınıftaki kimsenin Sakura ile bir konuşma başlatıp bunu sürdürmeyi başarabileceğini düşünmüyorum ya.
Kushida asosyal insanların kolaylıkla sosyal olabileceği atmosferi yaratmada başarılı.
Ancak, herkesin bir “kişisel mekânı” vardır.
Antropolog ve kültür araştırmacısı Edward Hall, bu “kişisel mekân” fikrini dört kısma ayırdı. Bu kısımlardan biri “samimi bölge” fikridir. Bu ‘yakın bölge’ -yaklaşık olarak sarılma mesafesi- eğer bir yabancı bu alana girmeye çalışırsa, güçlü bir şekilde reddedilecektir. Ancak, eğer bir sevgili ya da bir yakın arkadaş olsaydı, kişi rahatsızlık hissetmezdi. Eğer tanıdığı biri Kushida’nın “yakın bölgesine” girerse, o normalde buna aldırmazdı. Yani, Kushida “kişisel alan” fikrini kullanmıyor.
Ancak, Sakura onu açıkça reddetti.
Hayır… daha çok, kaçıyormuş gibi göründü.
İlk seferinde “planları olduğunu” söyledi, ama ikinci seferinde bunu söylemedi. Eğer gerçekten gitmesi gereken bir yer olsaydı, bunu yeniden söylerdi.
Sakura ayağa kalktı ve Kushida’dan birkaç adım uzaklaştı.
“ H-Hoşçakal.”
Konuşmayı sonlandıramadığını görünce, Sakura kaçmayı seçti.
Sırasının üstündeki dijital kamerasını kavradı ve uzaklaştı.
Ancak, telefonundan arkadaşına mesaj atarken, etrafına dikkat etmeyen Hondou’yla omuzları çarpıştı.
“ Ah!”
Dijital kamera elinden kaydı ve yerde çınladı. Hala telefonuna odaklanmış, Hondou “Benim hatam, benim hatam” diyerek pas geçti ve sınıftan dışarı çıktı.
Sakura kamerasını panik içinde yerden aldı.
“ Hayır… açılmayacak…”
Sakura şok içinde elini ağzının üstüne koydu. Bir şekilde, kamera çarpmadan dolayı bozulmuş görünüyordu. Güç tuşuna basmaya devam etti ve pilleri çıkarıp yeniden takmayı denedi, ancak açılmadı.
“ Ü-Üzgünüm. Çok ısrarcı davranıyordum…”
“ Hayır… Dikkatsizdim, bu yüzden benim hatamdı… hoşçakal.”
Ümitsizliğe kapılan Sakura’yı durduramayan Kushida, hayal kırıklığına uğramış gözüküyordu ve onun gidişini izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordu.
“ Neden onun gibi iç karartıcı biri tanık? Ne şanssızlık. Yardım etmek bile istemiyor.”
Sudou sandalyeye yaslandı ve pes etmiş bir iç çekişle bacak bacak üstüne attı.
“ Bir nedeni olduğundan eminim. Ayrıca, Sakura-san tanığın kendisi olduğunu söylemedi.”
“ Biliyorum. Eğer bir şey söyleyecek olsaydı bunu söylerdi. Kendisini durduğu için o bir yetişkin.”
“ Sudou-kun, aslında onun tanığımız olması daha iyi.”
“ Bu ne anlama geliyor?”
“ Senin tanığın olarak tanıklık yapmayacak. Bu olay senin hatan olarak değerlendirilecektir. Sonuç olarak, D sınıfı sonuçlardan tamamen kaçamayacak, ancak bunu şans olarak düşünebiliriz. Böyle bir olayda, bizi 100 veya 200 puan cezalandırabilmeleri olası değildir. Sadece 87 puan kaybedebildiğimiz için şanslıyız. Ayrıca, masum olduğunu söylediğinden, okul bunu görmezden gelip seni kovamaz. Yine de C sınıfından daha çok etkileneceğiz, gerçi.”
Horikita acımasızca tüm söylemek istediklerini tek seferde söyledi.
“ Dalga geçme. Ben masumum, masum. Şiddet meşru kendini savunmaydı.”
“ Kendini savunma senin düşündüğün kadar yardımcı değil.”
Oops, yanlışlıkla sesli konuştum ya.
“ Hey, Ayanokouji-kun.”
Arkama döndüğümde, Kushida’nın yüzü çok yakındı. Ona bu kadar yakından baktığımda bile çok tatlı. Kişisel alanımın işgalinden rahatsızlık duymak yerine, daha da yakınlaşmasını istedim.
“ Sen Sudou-kun’un tarafındasın, değil mi?”
“ Şey… evet, ama neden tekrar soruyorsun?”
“ Şu anda birazcık şüpheli görünüyor, çünkü herkesin Sudou-kun’a yardım etme isteği azalıyor.”
Sınıfa bakıp şöyle bir göz gezdirdim.
“ Öyle görünüyor. Muhtemelen ne yaparsak yapalım işe yaramayacağını düşünüyorlar.”
Eğer anahtar görgü tanığı inkâr ederse, herhangi bir gelişme olmaz.
“ Mükemmel bir çözüm oluşacak gibi görünmüyor. Hadi pes edelim, Sudou.”
Ike gönülsüzce mırıldandı.
“ Sizin sorununuz ne çocuklar? Bana yardım edeceğiniz söylememiş miydiniz?”
“ Bu kadar… ha?”
Onay almak için, kalan sınıf arkadaşlarına başvurdu.
“ Senin arkadaşların bile sana yardım etmek istemiyor. Bu çok kötü.”
Diğer sınıf arkadaşları Ike ve Horikita’nın söylediklerini inkâr edecek hiçbir şey söylemedi.
“ Neden kimse benim tarafımda değil? Dostum, hepiniz işe yaramaz şerefsizlersiniz.”
“ Ne kadar ilginç, Sudou-kun. Herkesin sana karşı cephe aldığını fark ettin mi?”
“ Ne demeye çalışıyorsun?”
Sınıf sıklıkla gergin olurdu, ama bugün daha beterdi.
Sudou Horikta’yla konuştuğundan dolayı, kendini tutmak için elinden gelenin en iyisini yapıyormuş gibi görünüyordu.
Ancak, bıçak beklenmedik yerden gelmişti.
“ Senin kovulmanın bizim için daha iyi olduğunu düşünmüyor musun? Senin varlığın güzel olanlardan değil. Daha ziyade, oldukça çirkin, Kırmızı saç-kun.”
Konuşan kişi her gün yanında taşıdığı el aynasıyla saçını düzeltiyordu.
Özellikle göze çarpan biriydi, Koenji Rousuke.
“… Ne dedin sen? Yeniden söylemeyi dene.”
“ Söylemeye devam etmek işe yaramaz. Bu anlamsız. Senin aptal oluğunu çoktan bildiğim için, bir kez daha söyleyip söylemem bir şey ifade etmez, değil mi?”
Koenji, Sudou’ya bakmadı bile ve kendi kendine konuşuyormuş gibi cevap verdi.
Sıra havada uçtu ve yere çakıldı. Öğrenciler hala umutluydu, ama bütün sınıf donmuştu. Sudou ayağa kalktı ve sessiz bir şekilde Koenji’ye doğru yürüdü.
“ Tamam, orada dur. İkinizde sakinleşin.”
Bu zor durumda hareket eden tek erkek Hirata’ydı. Kalbim sıkıştı ya.
“ Sudou-kun. Problemin bir kısmı sensin, ama Koenji-kun, sen de yanılıyorsun.”
“ Hah. Doğduğumdan beri hiç yanıldığımı düşünmüyorum. Sen yanılıyorsun.”
“ Hah, sorun değil. Hemen diz çöksen iyi olur yoksa seni dövüp yüzünü dağıtacağım.”
“ Kes şunu.”
Hirata Sudou’yu kolundan kavrayarak durdurmayı denedi, ama o hiçbir durma emaresi göstermedi.
Hedefi Koenji’ye vurarak tüm hayal kırıklığını dışa vurmak gibi görünüyor.
“ Lütfen şimdiden durun. Arkadaşlarımı birbiriyle kavga ederken izlemek istemiyorum…”
“ Aynen Kushida-san’ın söylediği gibi. Koenji-kun’u bilemem, ama ben senin tarafındayım, Sudou-kun.”
Sen çok iyi birisin, Hirata. İsmini “Kahraman” olarak değiştirmen gerektiğini düşünüyorum ya.
“ Bunu burada sonlandıracağım. Sudou-kun, daha yetişkin biri gibi davranmalısın. Eğer burada bir başka arbede daha çıkarırsan, okulun senin hakkındaki izlenimi yalnızca daha da kötüye gider. Değil mi?”
“…Tch.”
Sudou Koenji’ye dik dik bakıp sınıftan ayrıldı. Kapı sertçe çarpıldıktan sonra, yüksek bir ses koridorda yankılandı.
“ Koenji-kun. Seni yardım etmen için zorlamayacağım, ama onu suçlaman yanlıştı.”
“ Üzgünüm, ama hayatımda daha önce hiç yanılmadım. Ah saate bak- neredeyse randevu vaktim gelmiş. İzninle lütfen.”
Onların garip etkileşimlerini izlerken, sınıfta birlik duygusunun hiç olmadığını fark ettim.
“ Sudou-kun olgun biri değil, anlıyorum.”
“ Aynı zamanda sen de daha arkadaşça olamaz mıydın, Horikita-san…?”
“ Dinlemeyen kimseye merhamet etmeyeceğim. O bize büyük bir zarar verdi ve tek bir avantajı bile yok.
Dinleyen insanlara da merhamet ediyor gibi değilsin ya.
“ Evet?”
“ Uuu…”
Bakışlarını keskin bir bıçak gibi geri çekerken onları birden bana sapladı, ona küçük bir çürütme sundum.
“ Bir deyiş var: ‘Büyük yetenekler geç olgunlaşır’. Sudou’nun gelecekte bir NBA oyuncusu olma ihtimali olduğunu düşünüyorum. Topluma büyük bir katkıda bulunma şansı olabilir. Gençliğin gücü sonsuzdur.”
Bir reklamdan fırlamış gibi duran bir slogan kullandım.
“ Onun 10 sene içinde iyi olamayacağını söylemiyorum, ama A sınıfına ulaşmak için güce şu an ihtiyacım var. Eğer şu an yeteneği yoksa, bana bir yararı yok.”
“ Evet, bu doğru…”
Horikita istikrarlı bir görüşe sahipti, ancak sınıfın geri kalanı tereddütlüydü.
Durum pekiyi gözükmüyor.
“ Sen Sudou ile iyi anlaşıyorsun, değil mi? Sıklıkla birlikte yemek yiyor gibisiniz.”
“ İlişkimizin kötü olduğunu düşünmüyorum. Ama bir yük gibi hissettiriyor. Sınıfı en çok asan ve en çok kavga eden kişi o. Aradaki çizgiyi bir yerde çekmek gerek.”
Anlıyorum. Ike’nin kendi görüşleri var gibi görünüyor.
“ Sakura-san’ı ikna etmek için elimden gelenin en iyisini deneyeceğim. Ardından, işler kesinlikle daha iyiye dönecektir.”
“ Hmm, merak ediyorum. Bu koşullar altında, Sakura-san’ın tanıklığının çok bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Ayrıca, okulun birdenbire D sınıfında ortaya çıkan görgü tanığından şüpheleneceğini düşünüyorum.”
“ Şüpheli… okulun onun bir yalancı şahit olduğunu düşüneceğini mi kastediyorsun?”
“ Doğal olarak. Muhtemelen olaylarla birlikte şahitliği değerlendirmeye alacaklardır. Kesin delil olmayabilir.”
“ Bu… ne tür bir kanıt ses geçirmez olurdu?”
“ Eğer mucizelere inanıyorsan, en iyi kanıt okulun güvendiği bir başka sınıftan ya da bir başka dönemden bütün olaya başından beri tanıklık etmiş bir görgü tanığı olurdu. Burada kesinlikle böyle biri yok gerçi.”
Horikita güvenle söyledi. Ben de aynı şeyi düşündüm.
“ O zaman… Sudou-kun’un suçsuz olduğunu ispatlamayı ne kadar çok denersek deneyelim…”
“ Ancak, eğer kavga bir sınıfın içinde olsaydı, işler değişirdi.”
“ Ne demek istiyorsun?”
“ Eh, o kameralar sınıfları kaydediyor, değil mi? Bu yüzden eğer bir şey olsaydı, bu kayıtlar kanıt olarak kullanılabilirdi, ve C sınıfı öğrencilerinin yalanlarını tek vuruşta yok edebilirdi.”
Sınıfın köşelerindeki iki kamerayı işaret ettim.
Kameralar küçüktü ve duvarlarla karışmıştı, ama orada oldukları kesindi.
“ Okul bu kameraları derste eğer fısıldaşır ya da uyuklarsak diye kontrol etmek için kullanıyor. Yoksa o aylık sınıf değerlendirmelerini yapamazlardı.”
“…Cidden mi? Hiç haberim yoktu…!”
Ike şok içinde kameralara baktı.
“ Ayrıca bunu da daha yeni öğrendim… odaların içinde kameralar olduğunu.”
“ Tespit etmesi zor. Aynı zamanda ben de onlar puanlar hakkında konuşmaya başlayana kadar fark etmedim.”
“ Eh, sıradan insanlar genellikle kameraların nerede olduğuyla ilgilenmiyorlar. Muhtemelen bir markette kameraların nerede olduklarını bilmiyorlardır, sürekli oraya gidiyor olsalar bile.”
Eğer birisi biliyor olsaydı, o kişi aşırı paranoyak ya da bir şeyden dolayı suçlu olan biri olurdu. Ya da kazara görüp fark etmiş olabilirlerdi.
Pekâlâ, artık bir tanık aramak zorunda olmadığımız için eve gitsem mi?
Kushida ve diğerleri başka bir tanığa bakmaktan bahsedebilirler. Buna dâhil olmak can sıkıcı olurdu.
“ Ayanokouji-kun, yurda birlikte gitmek ister misin?”
Horikita’nın davetini duyduğumda, refleks olarak elimi alnına koydum. Alnı soğuk hissettiriyordu, ama teni hala sıcak ve yumuşaktı.
“…Ateşim yok, biliyorsun? Sadece sana bir şey sormak istedim.”
“ O-Oh. Şey, sanırım sorun yok.”
Horikita’nın beni davet etmesi garipti. Merak ediyorum, acaba yarın yağmur yağacak mı?
“ Düşündüğüm gibi, ikiniz daha da yakınlaşmadınız mı? Dün, sadece omzuna dokunmama rağmen beni öldürecek gibi görünüyordun…”
Ike Horikita’nın alnındaki elime bakarken hoşnutsuz görünüyordu.
Horikita’nın yüz ifadesi özellikle değişmedi.
“ Elini çeker misin?”
“ Ah, benim hatam, benim hatam.”
Horikita geri saldırmadığı için rahatlamıştım ve elimi geri çektim. Fark etmemiştim bile.
İkimiz koridorda yürüdük. Sanırım genel ana fikri biliyorum, ama ne hakkında konuşmak istediğini merak ediyorum.
“ Ah, doğru. Yurda gitmeden önce bir yere uğramak istiyorum; senin için uygun mu?”
“ Eh, çok fazla zaman almadığı sürece.”
“ Evet, yaklaşık on dakika sürecek.”