Elitler Sınıfı - Cilt 2 - Kısım 5 - Gerçek ve Yalanlar (2)
Cilt 2 – Kısım 5 – Gerçek ve Yalanlar (2)
Günün son zili de çaldığı gibi Horikita’yla ayağa kalktık.
“Bunun için hazırlandın mı, Sudou-kun?”
“Sayılır… Hallederim ya. Doğuştan hazırım ben böyle şeylere.”
Sudou olacak olana kendini zihinsel olarak hazırlarmışçasına gözlerini kapadı ve kollarını kavuşturdu. Ama sonrasında tekrar gözlerini yavaşça açtı.
“Beni tam bir aptal olarak görüyor olabilirsin, dalga geçiyor olabilirsin ama ben, benim işte. Eğer bir şey söyleyeceksen direkt söyle.”
“Bencilce bir şey yapayım deme. Aslına bakarsan şimdilik dinlemekle yetinmen akıllıca olur. Öyle değil mi?”
“Ah, her zaman çok küstahça ve kendini beğenmişçe davranıyorsun.”
Onları her böyle didişirken görüşümde kedilerle köpeklerin kavga edişini anımsıyorum ya. Ama en azından Sudou, Horikita’dan nefret etmiyor. Eğer etseydi, ne kadar avantajlı olursa olsun katı bir şekilde Horikita’nın yardım teklifini reddederdi.
“Elinizden geleni yapın, Horikita-san. Sudou-kun.”
Horikita hiç oralı olmasa da, Sudou azmini göstermek için yumruğunu sıktı. Yoklamak amacıyla hala oturan ve oklava yutmuş gibi duran Sakura’ya döndüm. Ayağa kalktı, dudaklarını hafifçe hareket ettirdi.
“İyiyim… teşekkürler.”
Sakura beklediğimden de gergindi. Eğer toplantı başladığında da psikolojisi bu halde olursa ifadesini doğru düzgün veremeyebilir.
“Gidelim hadi. Geç kalırsak kötü bir imajımız olur.”
Toplantı 4’te başlayacaktı. Saat çoktan 15.50’yi gösteriyordu. Yavaştan alamazdık. Dördümüz de öğretmenler odasına gittiğimizde, bir öğretmen içeri girmemiz için el salladı.
“Heyyooo! Selam D sınıfı öğrencileri.”
B sınıfının öğretmeni Hoshinomiya-sensei, bizi durumun ciddiyetinden yoksun bir şekilde karşıladı.
“İnanılmaz bir şey olmuş gibi? Hmm.”
Sanki başkalarının işine burnunu sokmaktan zevk alıyormuşçasına gözleri ışıldadı. (Yani, almıyor da sayılmazdı.)
“Gene n’apıyorsun?” Chabashira-sensei homurdandı.
“Ah, olamaz. Şimdiden yakalandım demek?”
Chabashira-sensei öğretmenler odasından çıkarken Hoshinomiya-sensei’ye ters ters baktı.
“Ne zaman ortadan kaybolsan şüphelenmeye başlıyorum.”
Hoshinomiya-sensei, “Ahah, yakaladın beni!” dercesine sevimlice göz kırptı.
“Katılamaz mıyım yani?”
“Katılamazsın tabii. Üçüncü şahısların katılamayacağını biliyorsun.”
“Çok kötü ya. Neyse, sıkıntı değil. Alınan karar bir saate duyulur zaten.”
Chabashira-sensei zor kullanarak Hoshinomiya-sensei’yi öğretmenler odasına geri itti.
Bize “Gidiyor muyuz?” diye sordu.
“Öğretmenler odasında olmayacak, öyle değil mi?”
“Tabii ki hayır. Okulun oldukça karmaşık kuralları olsa da, bu tür durumlarda söz konusu sınıfın öğretmeni, ilgili taraflar ve öğrenci konseyi arasında bir anlaşmaya varılıyor.”
Horikita “öğrenci konseyi” lafını duyduğu an donakaldı. Chabashira-sensei arkasını döndü ve Horikita’ya keskin bir bakış attı.
“Eğer vazgeçeceksen, şimdi tam zamanı Horikita.”
Horikita’nın verdiği tepkinin nedenini bilmeyen Sudou’nun kafası karışmıştı. Kafasında dev bir soru işareti uçuşuyor gibiydi. Sınıf öğretmenimiz her zamanki gibi, önemli bir detayı en son dakikaya saklamıştı.
“Gideceğim, iyiyim ben.”
Horikita bana şöyle bir bakış attı. Muhtemelen “Benim için endişelenme” gibimsi bir şey demek istemişti. Birinci kattaki öğretmenler odasından ayrılıp dördüncü kata gelene kadar 3 kat çıktık. “Öğrenci Konseyi Odası” yazılı bir levha, kapının hemen yanına monte edilmişti. Chabashira-sensei kapıyı tıklattı, ve içeri girdik.
Horikita çekingenliğini korusa da hızlıca ardımızdan geldi. İçeride, uzun masalar dikdörtgen oluşturacak şekilde dizayn edilmişti. C sınıfından üç öğrenci çoktan gelip yerleşmişti. Yanı başlarında da 30’larında, gözlüklü bir erkek öğretmen oturuyordu.
“Üzgünüz, geciktik.” dedi bizim sensei.
“Özre gerek yok, başlangıç saati daha geçmedi.”
“Tanıyor musunuz hocayı?”
Ne Sudou, ne Horikita ne de ben hocayı tanıyorduk.
“Kendisi Sakagami-sensei, C sınıfının rehber öğretmeni olur. Eh, artık tanıyorsunuz.”
Odanın arka taraflarında yalnız başına oturan bir erkek öğrenci herkesin dikkatini çekti.
“O da öğrenci konseyi başkanı.”
Horikita’nın abisi, kız kardeşine bir kez olsun bakmadan masasındaki dosyaları incelemeye konsantre oldu.
Horikita abisine kısa bir süreliğine şöyle bir bakakalsa da, onunla ilgilenmediğini fark edince bakışlarını indirdi ve C sınıfı öğrencilerinin karşısına oturdu.
“Pekala o halde. Şimdi öğrenci konseyi üyeleri, ilgili kişiler ve rehber öğretmenleriyle birlikte geçen Salı gerçekleşen şu şiddet olayını ele almak istiyorum. Konsey Sekreteri Tachibana, başlayabilirsin.”
Kısa saçlı bir kadın olan Sekreter Tachibana, hafifçe reverans yaptı.
“Anlaşmazlığın ehemmiyetine bağlı olarak öğrenci konseyi başkanının duruma el attığı olur. Bu vakada da seyrek görülen bazı durumlar söz konusu. Bunun dışında müzakerenin büyük kısmını Tachibana üstlenecek, her zamanki gibi.”
“Oldukça meşgul olduğumdan, atlayacağım bazı konular var. Yine de prensip gereği, bu konseye başkanlık etmekle yükümlü olduğumdan o meseleleri de konuşmayı tercih edeceğim.”
“Ne yani, tüm bunlar şans eseri miydi?”
Chabashira-sensei bunu derken gülümsese de Horikita’nın abisi hiç oralı olmadı. Horikita ise, –kız kardeşi olan Horikita yani– tam aksine tir tir titriyordu.
Abi-kardeş oldukları düşünüldüğünde, durum pek lehimize değildi. Doğrusu, Horikita burada her zaman gösterdiği dişini göstermedikçe, durumumuzun oldukça dezavantajlı olduğunu düşünmeden edemedim. Beklentilerimiz tamamiyle paramparça olmuştu.
Eğer öğrenci konseyi başkanı herhangi bir karara yeltenirse, beğenmesek dahi yapabileceğimiz bir şey kalmazdı.
Kendisi A sınıfına alındı ve öğrenci konseyine sekreter olarak göreve başladı. İlk yılının Aralık ayında, seçimlerde ezici bir destek toplayarak öğrenci konseyi başkanı oldu. Bazı senpailer doğal olarak hoşnutsuzluklarını dile getirse de; şu an içinde bulunduğumuz umutsuz durum, onun olağanüstü yeteneklerine işaret ediyordu.
Sekreter Tachibana, olayı iki tarafın gözünden ve anlaşılması kolay bir biçimde özetledi. Üzerine eklenmesi gereken bir argüman kalmamıştı.
“Bahsi geçen durumlardan hareketle, olayların hangi versiyonunun doğru olduğunu saptamanızı istiyoruz.”
Açıklamasını tamamladıktan ve kovuşturmanın başlangıcını yaptıktan sonra, Sekreter Tachibana gözlerini bize, D sınıfına çevirdi.
“Komiya-kun ve diğer iki basketbol klübü üyesi, Sudou-kun’un onları çağırması üzerine özel binaya gidip orada tek taraflı hırpalandıklarını iddia ediyorlar. Doğru mu?”
“O elemanların dediği yalan, oraya çağırılan bendim.” dedi Sudou. “O gün, idmandan sonra, Komiya ve Kondou beni özel binaya çağırdı. Doğrusunu isterseniz, biraz can sıkıcı olduğunu düşünsem de bana uzun zamandır besledikleri düşmanlıktan kaynaklı olabileceği de aklımdan geçmedi değil. Bu yüzden onlarla buluşmaya gittim.”
Sudou, sözlerini ince ince işleyebilecek birisi değildi. Normalde Horikita onun konuşma şeklinden iğrenirdi ama titreyişine bakılırsa bir halt duymamıştı muhtemelen.
Sakagami-sensei, C sınıfının rehber öğretmeni büyük gözlerle hayretler içinde kaldı.
“Söylediği yalan. Sudou-kun bizi oraya çağırdı.”
“Uğraşma benimle Komiya! Beni oraya çağıran sendin, seni pislik!”
“Bulunduğun pozisyonu hatırlamıyorsun galiba.”
Öfkelenen Sudou, hiç düşünmeden masaya bir tane geçirdi. Ardından sessizlik takip etti.
“Lütfen sakinleş, Sudou-kun. Şu an sadece iki tarafın da söylemesi gerekenleri dinliyoruz. Komiya-kun, senin de kendini biraz dizginlemeni ve araya girmemeni istiyoruz.”
“Pff, iyi aman..”
“İki taraf da diğerinin çağırdığı konusunda diretmekte, bir ihtilaf söz konusu. Yine de anlatılanların uyuştuğu birkaç nokta da yok değil. Sudou-kun, Komiya-kun ve Kondou-kun arasında önceden bir anlaşmazlık vardı, doğru mu?”
“Ben ona anlaşmazlık demezdim. Sudou-kun bize her zaman sataşıyor.”
“Sataşıyor?”
“Sudou, basketbol konusunda bizden daha iyi, her zaman bununla böbürleniyor. Biz her şeyimizi ortaya koyarak idman yapsak da; o bizi küçümsercesine tavırlar takındığında, tam anlamıyla iyi hissedemiyoruz. Ona göre 5 para etmez heriflerin tekiyiz.”
Sudou’nun klüp aktiviteleri hakkında detaylı bilgim olmasa da; alınlarındaki damarların belirginleşmesinden hareketle, yalan söylediklerinin bariz olduğunu söyleyebilirim. Sonrasında Sekreter Tachibana Sudou’ya döndü.
“Komiya’nın söylediklerinin zerresi doğru değil. Bu herifler sadece benim yeteneğimi kıskanıyor. Antrenman yaptığım zamanlar ikide bir benimle uğraşıyorlar. Gerçek bu.”
Doğal olarak, iki taraf da suçu birbirine atıyordu.
“Herkes derdini anlattığına göre, eldeki bulgularla bir karara bağlamak gerek.”
“Sudou-kun bizi insan yerine koymadan dövdü. Tek taraflı bir şiddetti.”
C sınıfı konuyu aldıkları fiziksel hasara getirme peşinde anlaşılan. Ağızları burunları dağılmıştı. İnkar edilemezdi.
“Yalan. Bana ilk onlar saldırdılar. Nefsi müdaafaydı.”
“Pişt, Horikita..”
Başı düşmüş, ağzını bıçak açmayan Horikita’ya fısıldadım. Açık bir şekilde, düştüğümüz durum harbiden kötüydü. Eğer Sudou’yu kendini kaybetmesinden alıkoymak istiyorsak, hemen şimdi harekete geçmemiz gerekiyordu.
Ama gram oralı olmadı. Aklını kaybetmiş gibiydi. Abisinin varlığı bile başlı başına onun üzerinde bu kadar etkili miydi?
Yurdun arkasında yaptıkları… o ikisinin konuşmasını hatırladım. Durumun derinliğini anlamasam da; Horikita’nın üstün yetenekli abisine yetişmeye çabaladığından, sırf kendi yeteneklerini abisine fark ettirmek için aynı okula kaydolduğundan şüpheleniyordum.
Ama yetenekleri ve umduğunun aksine; D sınıfında olan kız kardeş, A sınıfında bulunan ve Öğrenci Konseyi Başkanı olan abisinden hala çok uzaktı.
Kendini kanıtlamak için, onunla aynı arenaya çıkması gerekiyordu.
“Eğer D sınıfının öne sürecek bir şeyi kalmadıysa, işlemlere devam edebilir miyiz?”
Öğrenci Konseyi Başkanı ve öğretmenler çıt çıkarmadan oturmaya devam ettikçe, yargılamaları da daha acımasız oluyordu. Bunu önlemek içinse, Horikita’nın kendine gelmesi ve harekete geçmesi gerekliydi. Ama gel gör ki, ekibimizin en kritik elemanı abisinin karşısında solmuş, kendinden bezmiş haldeydi.
“Eh, görünen o ki herhangi bir itirazları yok gibi.”
Öğrenci Konseyi Başkanı sonunda ağzını açtı. Mümkün olan en kısa zamanda bu işi bitirmek istercesine bir hali vardı.
“Hangi tarafın diğerini çağırdığı fark etmeksizin, uygulanan şiddetin tek taraflı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Aldıkları yaralardan bunu açıkça görebiliyoruz. Bunu baz alarak karara varmaktan başka yol yok.”
“B-bir dakika! Bunu kabul edemem ben! Bunun sebebi o elemanların pısırığın teki olmaları!”
Sudou bu sözleri dile getirdiği an, Sakagami-sensei’nin yüzünde bir gülümseme belirdiğini gördüm.
“Madem senden çok daha zayıflar.. o halde bunu nefsi müdaafa olarak nitelendiremeyiz, öyle değil mi?”
“A-ama üç kişiye karşı tektim! Üç kişi üç, boru değil!”
“Ama kavgadan sadece C sınıfındakiler nasibini almış gibi?”
Durum daha da kötüleşiyordu. Bunu yaptığımdan ötürü sonradan öldürülebilme ihtimalimi düşünmeyi bırakıp, oturduğum katlanır sandalyeden yavaşça ayağa kalktım ve Horikita’nın arkasına geçtim. Kollarımı uzattım ve kızın iki tarafından kavrayabildiğim kadar sert bir şekilde kavradım.
“Hıahğ?!”
Horikita alışılmadık bir kız sesinde feryat etti. Yine de içinde bulunduğumuz yer ve zaman itibariyle bunu düşünecek halim yoktu. Bilinci yerine daha geri gelmediğinden, daha güçlü bir şekilde sıktım ve gıdıkladım.
“B-bekle. D-dur, dur bi!”
Bir kişi ne kadar üzgün veya sersemlemiş olursa olsun; eğer fiziksel olarak yeterince güçlü bir şekilde uyarırsanız, gelmek istemeseler bile kendilerine gelirler.
Yaptığım hareketler öğretmenlerde biraz şaşkınlık uyandırsa da umursamadım. Yeterince yaptığımdan emin olduğum zaman saldım. Ağlayacakmış gibi duran Horikita, bana çok korkutucu bir bakış attı. Horikita’yı her zamanki haline döndürmek gerekiyordu, zorlamak zorundaydım.
“Kendine gel Horikita. Bu gidişle kaybedeceğiz. Savaşmak zorundasın!”
“Tch…”
Horikita sonunda durumu idrak edermişçesine önce C sınıfına, sonra öğretmene, en son da abisine baktı. Ne kadar çaresiz bir durumda olduğumuz kafasına dank etmiş gibiydi.
“Pardon ama, bir soru sorabilir miyim?” dedi.
“Başkanım?”
“İzin veriyorum. Yine de bir dahakine daha hızlı cevaplayın lütfen.”
Horikita yavaşça sandalyesinden kalktı:
“Öncesinde, Sudou-kun’un sizi özel binaya çağırdığını söylemiştiniz. Ama Sudou tam olarak kimi çağırdı, ve neden?”
Komiya ve diğer C sınıfından öğrenciler, “Neden bize böyle bir soru soruyor?” dercesine birbirlerine baktılar.
“Cevaplayın lütfen.”
Horikita bu son iki kelimeyi de agresif sorgulama biçimini sağlamlaştırmak adına ekledi. Sekreter Tachibana izin verdi.
“Kondou ve ben neden bizi oraya çağırdığını bilmiyoruz. Yapılacakları bitirip üstümüzü değiştirdiğimiz zaman, bir dakikalığına bizimle konuşmak istediğini söyledi. Çağırma sebebi bizden hoşlanmaması değil miydi?”
“O halde, özel binada senin tam olarak ne işin vardı, Ishizaki-kun? Basketbol takımında değilsin, dolayısıyla bu olayla bir bağlantın da yok. Orada bulunman oldukça tuhaf diye düşünüyorum?”
“Şey.. n’olur n’olmaz diye geldim. Sudou’nun yaman olduğu söylentiler arasındaydı. Fiziksel olarak da bizden üstün. Gitmek zorundaydım, öyle değil mi?”
“Yani başka bir deyişle, olayın kavga etmeye kadar gelebileceğini düşündün?”
“Evet.”
Birbirleriyle ahenk içerisinde cevapladılar, sanki bu sorulara hazırlıklıydılar. Bu toplantıyı kapsamlı bir şekilde prova etmiş gibilerdi.
“Anladım. Yani iyi dövüştüğünü bildiğiniz Ishizaki-kun’u korumanız olarak yanınızda getirdiniz. Olur da acil bir durum olursa diye.”
“Kendimizi korumak içindi, hepsi bu kadar. Üstelik, Ishizaki-kun’un iyi dövüştüğünü bildiğimizden falan değil, sadece güvenilir bir arkadaş olduğu için yanımızda getirdik.”
Horikita yanıt verişlerini sessizce dinledi, sanki çeşitli varyasyonları kafasında canlandırıyormuş gibiydi. Sonrasında ise aniden bir sonraki hamlesini yaptı.
“Bir noktaya kadar da olsa dövüş sanatlarından anlıyorum. Rakip sayısının artışına bağlı olarak kazanmanın da katlanarak zorlaştığını biliyorum. İşte bu yüzden, yanınızda Ishizaki-kun gibi yetenekli bir dövüşçü varken bile nasıl bu kadar kolayca yenildiğinizi, kavganın nasıl tek taraflı olabildiğini anlayabilmiş değilim.”
“Çünkü kavga etmek gibi bir niyetimiz yoktu.”
“Bir kavgayı tetiklemenin birincil faktörü, rakipler arasındaki ‘enerjinin’ çatışmasıdır. Kavga etmek gibi bir niyetiniz yoksa veya şiddete başvurmuyorsanız, herhangi bir zarar görme olasılığınız da oldukça düşük olmalı. Özellikle de üç kişi olduğunuzu düşünürsek.”
Horikita’nın görüşü oldukça objektifti ve bulgulara, yasalara ve kendi mantığına dayanıyordu.
Diğer yandan ise Komiya kendi silahıyla, gerçek kanıtlarla karşı koydu.
“Düşünüş tarzı Sudou-kun’u aklamıyor. Kendisi olağanüstü derece güçlü. Her ne kadar biz şiddete başvurmasak da, o yine de merhametsiz bir şekilde hemen şiddete başvururdu. Olan buydu zaten.”
Yanağındaki yarayı örten gazlı bezi kaldırdı. Horikita mantıklı argümanlar üretedursun, aldığı yaralar güçlü kanıtlar sağlıyordu.
“Savlarınız bitti mi D sınıfı?” dedi Horikita’nın abisi soğukkanlılıkla.
Horikita argümanını öne sürdüğü sırada sessiz kaldıktan sonra, sarf ettiği sözler azdı ve buz gibiydi.
Duruşu, “Eğer tüm söyleyeceğiniz buysa, hiçbir şey söylemeseniz daha iyiydi.” hissini veriyordu.
“Sudou’nun diğer öğrencileri hırpaladığı doğru. Ama kavgayı başlatan taraf C sınıfıydı. Olaya baştan sona tanık olan ve ifade verebilecek bir öğrenci var.”
“Peki o halde, D sınıfı– eğer D sınıfındansa şahit, içeri gelebilir misiniz lütfen?”
Endişeli ve huzursuz duran Sakura, konsey odasına girdi. Tehlikeden korkmuşçasına ayaklarına baktı.
“9-D sınıfından, Sakura Airi-san.”
“Tanık falan gelecek sanmıştım, ama D sınıfı öğrencisisin?”
Sakagami, C sınıfının öğretmeni, gözlüğünü silerken kıs kıs güldü.
“Bir sorun mu var, Sakagami-sensei?”
“Yok, hayır hayır. Devam edin lütfen.”
Sakagami-sensei ve Chabashira-sensei birbirleriyle bakıştılar.
“İfadene başlayabilirsin Sakura-san.”
“E-evet, pekala.. Ehm.. şey.. ben…”
Konuşmayı kesti. Bir süre sessizlik oldu. 10 saniye. 20 saniye.
Sabit bir şekilde zemine bakmaya devam ediyordu. Beni benzi atmıştı.
“Sakura-san…”
Daha fazla kaldıramayan Horikita, Sakura’ya seslendi. Öncekinin aksine, dedikleri ona ulaşmış gibi durmuyordu.
“Açık bir şekilde görülüyor ki bir şeye şahit olduğu falan yok. Daha fazla beklemek zaman kaybı olur.”
“Neden bu kadar acelecisin, Sakagami-sensei?”
“Bunu hızlandırmak istiyorum da ondan. Harcadığımız her saniye öğrencilerimin çektiği acıyı daha da uzatıyor. Bu öğrenciler sınıfın gülü gülü, bundan ötürü birçok arkadaşlarının da onlar hakkında endişelendiğinden şüphem yok. Kaldı ki basketbol yeteneklerini geliştirmek için çaba sarf ediyorlar, bizse onları değerli idman zamanlarından mahrum bırakıyoruz. Bir öğretmen olarak buna göz yumamam.”
“Anlıyorum, muhtemelen bu konuda haklısın.”
Chabashira-sensei’in D sınıfına destek olacağını düşünürdünüz ama durum pek de öyle değil. Bunun yerine, Sakagami-sensei’e tamamen katılır vaziyette kafasını onaylarcasına sallıyordu.
“Bunun zaman kaybı olduğu konusunda kesinlikle haklısın, bu yüzden yapılabilecek pek bir şey kalmadı sanırsam. Çıkabilirsin Sakura.”
Chabashira-sensei sanki ilgisini kaybetmiş gibi, Sakura’ya ayrılma talimatı verdi. Öğrenci konseyi üyelerinden de sonraya bırakmak gibimsi bir talep gelmemişti. Konsey duvarındaki yazı açıkça D sınıfının mağlubiyetini ilan ediyordu. Sakura gözlerini sıkıca kapattı, sanki daha fazla tahammül edemiyor, zayıflığından pişmanlık duyuyor gibiydi. Sudou, Horikita ve ben dahi Sakura’nın zihnen gittiğini, bunu yapmasının imkansız olduğunu düşünürken…
Odada beklenmedik bir ses yankılandı.
“Neler yaşandığını bir bir gördüm!”
Anlamam zaman alsa da, Sakura’nın sesi olduğu kesindi. Beni en çok şaşırtansa sesinin şiddetiydi.
“C sınıfındaki öğrenciler ilk yumruğu attı. Bu konuda şüphe yok!”
[resim1]
Söyledikleriyle, başta oluşturduğu imajdan kurtulduğunu belli ediyordu.
O kadar can havliyle dökmüştü ki bu kelimeleri, doğruyu söylediğine inanmak istiyordunuz. Yine de büyülü bir söz gibi, etkisi sadece birkaç dakika sürdü. Dışarıdan bakan birisi sakinliğini koruduğu müddetçe, olayların iç yüzünü anlaması zor değildi.
“Afedersiniz, bir şey diyebilir miyim?” diye sordu Sakagami-sensei, elini kaldırarak.
“Normalde öğretmenlerin olabildiğince az dahil olmaları beklenir, ama içinde bulunduğumuz durum o kadar acınası ki… Başkanım, müsaadeniz var mı?”
“İzin veriyorum.”
“Az önce dediklerinle ilgili, Sakura-kun… senden isteyerek şüphe etmiyorum. Yine de sormak istediğim bir şey var. Tanıklık etmek için öne çıktın, ama bunu yapmakta da oldukça geç kaldın. Neden olduğunu sorabilir miyim? Bence gerçekten bir şey görmüş olsaydın, çok daha erken kendini belli etmen gerekirdi.”
Sakagami-sensei’de Chabashira-sensei’nin telinden çalıyor anlaşılan.
“Bu… şey, bu… bunun nedeni dahil olmak istemememdi.”
“Neden dahil olmak istemedin?”
“Çünkü insanlarla konuşma konusunda iyi değilim.”
“Anlıyorum, anlıyorum… Yine de başka bir şey daha söylemek istiyorum. İnsanlarla konuşmakta iyi değilsin, ama hafta tam bitiyor derken tanık olduğunu söyleyerek öne çıktın. Oldukça tuhaf durmuyor mu? Bana göre, D sınıfı kendi arasında gizlice bir senaryo uydurmuş ve seni bu düzme senaryoyu söylemen için sahte tanık olarak bellemiş.”
Birbirlerine danıştıktan sonra, C sınıfı öğrencileri de aynı şekilde düşündüklerini söylediler.
“Şey.. ben.. ben sadece gerçeği söylüyorum.”
“İletişim becerilerin ne kadar yetersiz olursa olsun, tanıklığını kendine güvenerek yaptığını söyleyemem. Bunun sebebi söylediğinin yalan olduğunu bilmenden ötürü ızdırap çekmen mi?”
“H-hayır, alakası yok.”
“Seni suçladığım yok. Sınıfın için, Sudou-kun’u kurtarmak için yalan söylemeye zorlandın muhtemelen. Öyle değil mi? Eğer şimdi öne çıkıp dürüstçe itiraf edersen ceza almayacaksın.”
Öğretmenin amansız psikolojik saldırıları durmak bilmiyordu. Doğal olarak Horikita elini kaldırdı.
“Konu bu değil. Sakura-san’ın başkalarının önünde konuşamadığı yadsınamaz bir gerçek. Bundan ötürü, olaya şahit oldu ki bugün burada. Başka türlü olsaydı, onu zorlasak dahi çok büyük ihtimalle yapmazdı. Sizce de cesurca konuşabilen birine ihtiyacımız olsaydı, onun yerine başkasını seçmez miydik?”
“Bence seçmezdiniz. D sınıfında harika öğrenciler var, senin gibileri, Horikita-san. Tanığınız olarak onlardan birini değil de Sakura-san’ı seçmeniz, sizin yaratamayacağınız o doğallığı sağlayacaktır.”
Sakagami-sensei muhtemelen buna gerçekten inanmadı. Ama ne cevap verirsek verelim, bizim önümüzü kesmek adına elinden geleni ardına koymayacağına ikna olmuştum. Başta hissettiğim gibi, D sınıfından bir tanık yeterince ağırlığını koyamıyordu.
Ne kadar gerçeğin bu olduğu konusunda ısrar edersek edelim, yalan söylediğimizi söyleyeceklerdir. Eğer ifade sizin tarafınızda olan biri tarafından veriliyorsa, itibar etmezlerdi.
Seçeneklerimiz tükenmiş miydi? Sakagami-sensei arkasına yaslanıp otururken hasımane bir tavırla kıs kıs güldü.
“Kanıt mı istiyorsunuz? İstediğinizi vereceğim.”
Sakagami-sensei, Sakura’nın sözleri üzerine donakaldı.
“Hadi ama, bu durumu sürdürmeye çalışmayalım. Eğer gerçekten bir kanıt olsaydı, şimdiye kadar göstermiştin bil–”
Sakura elini sertçe masaya vurdu ve dikdörtgen şeklindeki birkaç küçük kağıt parçasını uzattı.
“Ne ki onlar?”
Sakura laftan başka bir şeyle geldiğinden ötürü Sakagami-sensei ilk defa kaskatı kesildi.
“O gün özel binada olduğumun kanıtı.”
Sekreter Tachibana, Sakura’ya doğru yürüdü. Başta tereddüt etse de kağıtları aldı.
Hayır, düşündüğümün aksine kağıt parçaları değilmiş. Fotoğraflarmış.
“Başkanım.”
Sekreter Tachibana fotoğraflara baktıktan sonra Öğrenci Konseyi Başkanı’na uzattı. Horikita’nın abisi, fotoğraflara biraz baktıktan sonra görebilmemiz için masanın üzerine koydu.
O fotoğraflarda Sakura’yı görsek de, bu Sakura’nın şu anki Sakura’ya hem benzeyen, hem de benzemeyen sevimli bir ifadesi vardı. Bu idol Shizuku’ydu.
“Ben… ben fotoğraflarımı çekebilmek için kimsenin etrafta olmadığı bir yer arıyordum. Fotoğraflarda saat ve tarih de var, bu da olay yaşanırken orada olduğumun kanıtı.”
Fotoğraflardaki tarih, 1 hafta önce akşam saatlerinde çekildiğini net bir şekilde gösteriyordu. Bu da Sudou’nun ve diğerlerinin klüp aktivitelerinin bittiği zaman demek oluyordu.
Horikita ve ben bilinçsizce bu yeni kanıt karşısında nefes nefese kaldık. Şimdiye kadar kurbanı oynayan C sınıfındaki üç öğrencide değişimler görmeye başladık, açık bir şekilde sarsılmışlardı.
“Bu fotoğrafları çekmek için ne kullandın?” diye sordu Sakagami-sensei.
“Bir dijital.. kamera.”
“Yani, bir dijital kamerayla fotoğrafların çekim tarihini kolayca değiştirebilirsin. Eğer bilgisayar üzerinde bu fotoğrafları manipüle etseydin, olayın yaşandığı tarih ve saati olayınkilere kolayca uyarlayabilirdin. Bu da geçersiz kanıt oldukları anlamına geliyor.”
“Ama Sakagami-sensei, sizce de bu fotoğraf farklı değil mi?”
Horikita’nın abisi, daha görmediğimiz bir fotoğrafı çıkarıp Sakagami-sensei’ye uzattı.
“B-bu..!”
Fotoğrafta kavga direkt görünüyordu, zaman ve tarih konusunda dırdır etmenin yersiz olduğu barizdi. Batan güneş koridoru loş ışıkta bırakmıştı. Fotoğraf, Sudou’nun Ishizaki’ye vurmasından hemen sonrasını gösteriyor gibiydi.
“Sanırım bunu gördükten sonra… benim orada olduğuma inanıyorsunuz.”
“Teşekkürler Sakura-san.”
Bu fotoğraf aynı zamanda Horikita’yı da kurtarmıştı. Böylesine çok, çok dezavantajlı bir durumun kurtarılışıydı…
“Anlıyorum. Hmm, olaya şahit olduğunla alakalı doğru söylüyor gibisin. Bu kadarını kabul etmeliyim. Yine de bu fotoğraftan olayın nasıl başladığıyla alakalı bir fikir edinemiyorum. Tüm olayı gördüğünü de kanıtlamıyor.”
Fotoğrafın çekildiği esnada kavganın çoktan bitmiş olduğu aşikardı. Buna kesin kanıt diyemezdik.
“Bundan ötürü, ne düşünüyorsun Chabashira-sensei? Neden şimdi bir anlaşmaya varmıyoruz?”
“Anlaşma mı?”
“Sudou-kun’un ifadesinde yalan söylediğinden emin oldum.”
“Seni pislik!”
Sudou sandalyesinden hışımla ayağa kalktı, üzerine atılmaya hazır gibiydi. Ama sonunda kollarından tutup kendini geri oturtturdu.
“Ne kadar geriye dönüp baştan sararsak saralım, hiçbir zaman bir uzlaşı sağlayamayacağız. Biz ifademizi değiştirmeyeceğiz, sizin tarafın da pes edecek veya tanığın sahte ifade verdiğini itiraf edecek hali yok. Yani başka bir deyişle, durmayacaksınız. Sonu gelmez bir karşı tarafı yalanlama döngüsü olacak. Ek olarak, fotoğraf da nihai bir kanıt sayılamayacak derecede neticesiz kalıyor. İşte bu yüzden, bir anlaşmaya varmayı öneriyorum. C sınıfı öğrencilerinin de olayın birazından sorumlu olduğunu düşünüyorum. Sudou’ya karşı üç öğrenci vardı, üstüne onlardan birinin dövüşle baya içli dışlı olduğu gerçeği de var ki bu bir sorun. Bundan sebep, Sudou-kun’a iki haftalık, benim öğrencilerime ise bir haftalık uzaklaştırma cezası verilmesine ne dersin? Ne düşünüyorsun? Ceza miktarlarının farklı olduğunu biliyorum, ama bunun sebebi de alınan fiziksel hasarlar arasındaki fark.”
Horikita’nın abisi Sakagami-sensei’yi dinlerken sessiz kaldı. Görünen o ki C sınıfı daha yarı yolda uzlaşmaya razıydı. Eğer Sakura’nın tanıklığı ve kanıtı olmasaydı, Sudou-kun muhtemelen bir aydan daha fazla süreli bir uzaklaştırma cezası yerdi. Bunun yarıya indirilmesi, teklifini düşünülebilir kılıyordu.
“Saçmasapan konuşma! Bu bir şaka değil!”
Sudou kudurdu gene.
“Chabashira-sensei. Ne düşünüyorsun?”
Sakagami-sensei Sudou’ya bakmadı bile.
“Görünen o ki akla mantığa uygun bir karara vardık. Sakagami-sensei’in teklifini reddetmek için bir neden yok.” dedi Chabashira-sensei.
Sunduğu teklif cidden makul bir anlaşmaydı. Horikita şimdiye kadar olan biteni sessizce kafasında düşünüp tartarmışçasına tavana baktı. Ne kadar direnirsek direnelim, kesin bir kanıt olmadan Sudou tamamen paçayı kurtaramazdı. Horikita bunu başından beri biliyordu.
Bir anlaşmaya varmamız gerektiğine hükmetmişti. D sınıfından bir öğrenciye göre, Horikita oldukça etkileyiciydi.
Yine de eğer A sınıfına çıkmayı kafasına koymuşsa, burada bırakamazdı. Bitene kadar konuşmayı planlamasam da Sakura’nın biraz önce gösterdiği cesaretin hatrına mıdır bilinmez, bir yardım eli uzatmaya karar verdim.
“Horikita, gerçekten de başka seçeneğimiz kalmadı mı?” diye sordum.
“………”
Horikita cevap vermedi. Yani, söyleyecek bir sözü kalmış mıydı ki?
“Şahsen çok zeki falan değilim, bu yüzden bir çözümle çıkagelemem. Bununla birlikte, bize sunduğunuz teklifi kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum Sakagami-sensei.” dedim.
“Kesinlikle.”
Sakagami-sensei bir gülümsemeyle karşılık verdi, gözlüğünü burnuna geri itti.
“Sudou’nun masumiyetine dair kesin bir kanıtımız yok. Böylesi bir kanıtın olmadığı kanaatindeyim. Eğer bu olay bir sınıfta veya bir mağazada meydana gelseydi, etrafta şahit olacak çokça öğrenci ve muhtemelen hatrı sayılır deliller olurdu. Olayın gerçekleşişine tanık olan herhangi birine dair bir kayıt yok. Kavganın, etrafta kimsenin olmadığı özel binada vuku buluşundan ötürü, yapabileceğimiz bir şey yok.”
Derince iç çektim ve kafamı salladım. Direkt Horikita’nın gözlerine baktım ve o da benimkilere baktı. Yenilgiyi kabullenirmişçesine bir bakıştı benimki.
“Neden bu tartışmayı yaptığımızı anlıyorum. Ne kadar aksini iddia edersek edelim, C sınıfı yalan söylediğini kabullenmeyecek. Sudou da aynı şekilde. Başa sarıp duracağız. Harbiden, baştan bu polemiğe girmesek de kimse üzülmese? Sence de böylesi daha iyi değil mi?”
Horikita bakışlarını indirdi. Ne düşündüğünü merak ettim. Sözlerime biraz olsun itibar etseydi, bunu şimdi sonlandırabilirdik.
“Buraya kadar yani? D sınıfı temsilcisi Horikita-san, konuyla ilgili görüşünüzü söyleyin lütfen.”
Sakagami-sensei dediklerimi, başka bir deyişle yenilginin beyanatını tam anlamıyla kavramıştı. C sınıfı adına kazanmak, Sudou’nun aklanmasına izin vermemekten geçiyordu. Öğretmenin suratındaki ifade bu eli kazandığına işaret ediyordu.
“Anlıyorum…”
Horikita cevap verdi, arkasına baka baka ağırdan alarak.
“Horikita!”
Sudou çığlık attı. Herkesten çok yenilgiyi kabullenmek istemeyen bir erkeğin feryadıydı. Yapamazdı ki.
Ama Horikita duraksamadı. Bitiriş konuşmasına devam etti.
“Olaya sebep olan kişinin, Sudou’nun sorunlu olduğunu düşünüyorum. Çevresine rahatsızlık veren eylemlerini bir an olsun düşünmek için durmuyor. Geçmişi, dahil olduğu kavgalarla dolu. Biri onu kızdırdığı an sesini yükseltecek, direkt yumruk atacak bir tip. Bunun gibi bir şamata yaşanması halinde de buna kimin yol açtığı bariz olmalı.”
“A-ama!”
“Anlaman lazım Sudou. Senin tavırların buna neden oldu.”
Horikita, sanki onun vahşiliğini bastırırcasına, sert bir şekilde Sudou’ya baktı.
“Başta neden Sudou-kun’a yardım etmek istemediğimin nedeni de bu. Kendimi zorlayıp yardım eli uzatmaya çalışsam bile, aynı hataları tekrar ve tekrar yapacağını biliyordum.”
“Gerçekten dürüst bir cevap. Mesele halloldu gibi, ne dersin?”
“Çok teşekkürler. Oturabilirsin.”
Sekreter Tachibana Horikita’ya seslendi.
Bir süre sessizlik takip etti. Sudou açıkça rahatsız oldu. Ve sonrasında, beş, on saniye geçti derken Horikita yerine geri oturmadı.
“Oturacak mısın?”
Sekreter Tachibana sanki duymadığından şüphelenmiş gibi Horikita’dan bir kez daha yerine oturmasını istedi.
Horikita hala oturmadı gerçi.
Direkt öğretmenlere odaklanmıştı, onlara bakmaya devam ediyordu.
“Yaptıkları üzerine düşünüp taşınması gerekse de bu, şimdiki kavga için geçerli değil. Düşünüp taşınması gerek derken geçmişini kast ediyordum. Bu spesifik olayda ise Sudou-kun’un herhangi bir yanlışı olduğunu düşünmüyorum. Bu şans eseri gerçekleşmiş, talihsiz bir olay değildi. Bunun C sınıfı tarafından kasten yapılmış bir hamle olduğundan eminim. Öyle usul usul yenilgiyi kabul etmeye de kesinlikle niyetim yok.”
Horikita bu büyüklenir sözleriyle uzun sessizliği bozdu.
“Öyleyse… ne demeye getiriyorsun?”
Horikita’nın abisi, ilk kez kız kardeşine baktı. Kız kardeşi ise onun bakışları altında ezilip büzülmedi. Horikita muhtemelen korkmanın zamanı olmadığını, Sakura’nın önünde cesur olması gerektiğini hissetti. Ya da belki de nasıl kesin bir hükme ulaşılabileceğini anladı…?
“Eğer anlamadıysanız diye tekrar söylüyorum. Biz Sudou-kun’un tamamen masum olduğunu iddia ediyoruz. Bu yüzden, bir gün dahi olsa onun okuldan uzaklaştırılmasını kabul edemeyiz.”
“Hahaha… Ne diyebilirim ki? Bunu kasten yaptık demek? Ne kadar tuhaf bir iddia. Açık bir şekilde görülüyor ki Öğrenci Konseyi Başkanı’nın kız kardeşi zırva saçmaktan öteye gidemiyor.”
“Burada kurban olan Sudou-kun, tam da tanığın verdiği ifade gibi. Lütfen yargılamanızda herhangi bir yanılgıya kapılmayın.”
C sınıfı öğrencileri usanmadan bağırmaya başladılar.
“Saçmasapan konuşmayın! Burada kurban olan benim ben!”
Sudou bağırmalar üzerine tekrar sesini yükseltti. İtirazlar hızlı ve hiddetlice geliyordu. Bu yoldan herhangi bir çözüme ulaşılamayacağını anlamıştı herkes.
“Yeter. Bu tartışmaya devam etmek zaman kaybından başka bir şey değil.”
Horikita Manabu bize sanki dev bir birbirine çamur atma yarışında yalanlar püskürtüyormuşuz gibi baktı.
“Bugün öğrendiğim şey, iki tarafın da tam zıt kutuplarda olduğu. Bu da taraflardan birinin son derece sahtekarlık yaptığı anlamına geliyor.”
D mi, yoksa C mi? Okula yalan söyleyen sınıf hangisiydi?
Eğer bu açığa çıkarsa, sonuçları da okuldan uzaklaştırılmaktan çok daha feci olurdu.
“Size soruyorum C sınıfı. Bugün hiç yalan söylediniz mi?”
“Ta– tabiki de hayır!”
“Ya siz, D sınıfı?”
“Yalan falan söylemedim. Dediklerimiz gerçeklerden başka bir şey değildi.”
“O halde yarın saat dörtte yeniden yargılama için toplanıyoruz. Eğer o zamana dek hangi tarafın yalan söylediği açık bir şekilde ortaya çıkmazsa, ya da hatanın kendilerinde olduğunu herhangi bir taraf itiraf etmezse; olayı şu zamana kadar toplanan bulguları baz alarak karara bağlayacağız. Ve tabii, o takdirde okuldan atma cezasını vermeyi de düşünmek zorunda kalabiliriz. Bu kadar.”
Bunları dedikten sonra Horikita’nın abisi duruşmayı sonlandırdı. Yarın saat 4’te yeniden toplanmamız demek, yeni kanıtlar ortaya çıkarmak için çok kısa bir zaman aralığı olması demekti.
“Tekrar bir araya gelene kadar, birazcık daha konuşmamız mümkün mü?”
Horikita elini kaldırarak sordu. İtiraz etmemiş, sadece teklif etmişti.
“Eğer bu mesele üzerine daha fazla tartışılması gerekseydi, öğrenci konseyi başkanı kafi miktarda zaman sunma nezaketini gösterirdi. Başka bir deyişle, bu davaya ayrılan zaman yeterli olmalı. Eklemeler yalnızca bazı özel şartlar halinde yapılır.” dedi kollarını kavuşturan Chabashira-sensei.
Öğrenci Konseyi’nin maksatlarını dikkate aldığı anlaşılıyordu.
Ayrılmamız istenmişti. Öğrenci Konseyi odasından ayrılan herkesin memnuniyetsizliği yüzlerinden okunuyordu. Sakagami-sensei, ağlamak üzere olan Sakura’ya yaklaştı. Ona buz gibi bir şey söyledi.
“Yalanlarına istinaden birçok öğrencinin daha bu olaya dahil olacağı gerçeği üzerine düşünmeni istiyorum. Ayrıca, sırf ağlayacaksın diye tüm gücümüzü göstermeyeceğimizi falan zannediyorsan diye söylüyorum, korkarım aptallık ediyorsun. Utanmalısın kendinden.”
Sakagami-sensei ve öğrencileri bu sözleri havada bırakarak ayrıldılar. C sınıfı öğrencileri hiç durmadan, sanki Sakura’nın onları duymasını istiyorlarmışçasına, tanığın çok fazla yalan söylediğini dile getirip durdular.
Peşi sıra konsey odasına sessizlik hakim oldu. Sakura baskılayabildiği kadar sesini baskılayarak gözyaşlarına boğuldu.
“Tartışma esnasında elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım ama, şansımız var mı ki bile? Horikita?”
“Pes etmeyeceğim. Sonuna kadar verdiğin ifadenin arkasında duracağım.” dedi Horikita.
“Bu problemi sadece inatçılıkla aşamayacağımızın farkındasın. Bu sadece süreç boyunca daha fazla insanın canının yanmasına neden olmaz mı?”
“Kaybetmeye niyetim yok. O halde, ben müsaadenizi istiyorum.”
Horikita bunu dediği gibi arkasını döndü ve ayrıldı. Sudou da ardından gitti. Konsey odasından Sakura’yla birlikte ayrıldım.
“Üzgünüm Ayanokouji-kun… Baştan öne çıkmayı becerebilseydim, işler bu hale gelmezdi ama… o cesaret bende yoktu ki.”
“Baştan öne çıksaydın bile aynı şekilde biterdi. Sırf D sınıfındansın diye verdiğin ifadenin geçersiz olduğunu göstermek adına mücadele ederlerdi. Emin ol sonuç aynı olurdu.”
“Ama!”
Eğer Sakura’nın yalancı olduğundan şüphelendilerse, muhtemelen Sudou’yu kendi başına kurtarması mümkün olmayacaktır.
Duygularının ağır basmasıyla Sakura ağlamaya başladı, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Eğer Hirata burada olsaydı, muhtemelen kibarca mendil uzatırdı.
Garip belki ama, bu sahne bana Horikita’nın abisiyle yeniden bir araya geldiği zamanki kısa çöküşünü anımsattı. Derin bir deja vu anıydı.
Neden bu dünya kazananlar ve kaybedenler olmak üzere ikiye bölündü ki?
Zaten çokça zaferlere ve yenilgilere şahit olmuş, keyif ve kederin bunlarla ne kadar yakından bağlantılı olduğunu çözmüştüm.
Sakura’yı öylece terk edemezdim, bu yüzden hareket edebilene kadar beklemeye karar verdim.
“Hala burada mısınız?”
Horikita’nın abisi ve Sekreter Tachibana konsey odasından çıkageldiler. Sekreter Tachibana odanın kapısını bir anahtarla kilitlemeye koyuldu.
“Ne yapmayı planlıyorsunuz?”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordum.
“Suzune ile buraya geldiğinizde, dahiyane bir planınız olduğunu falan düşünmüştüm.”
“Ben Zhuge Liang ya da Kuroda Kanbei değilim. Planım falan yok.”
(Ç.N: Bizim Fatih Sultan Mehmet ya da Atatürk gibi düşünebilirsiniz.)
“Yani bu, Suzune Sudou’nun tamamen masum olduğunu iddia ettiğinde, sadece kendini kaybettiği anlamına falan mı geliyor?”
“Blöf mü diyorsun? Sanmam.”
“Anladım.”
Garip bir şekilde, şu ana kadar Horikita’nın abisiyle olan etkileşimlerim kısa kısa olsa da konuşmamız devam etti.
İlk tanıştığımız zaman üzerimde kötü bir etki bırakmış olsa bile şu an onu konuşulabilir buldum.
Belki de öğrenci konseyi başkanı olmak için bunca engeli aşan birisinden beklenen de buydu. İnsan doğası üzerine olağanüstü bir anlayışı vardı.
“Ve bir de senin dediklerin var, Sakura.”
Horikita’nın abisi, ağlamasını bastıran Sakura’ya döndü.
“Görgü tanığı ve görsel kanıtlar müzakere esnasında oldukça önemli. Ama sunulan kanıtların değerini de güvenilirliklerine göre belirlediğimizi aklında tut lütfen. Ne yaparsan yap, verdiğin ifadenin geçerliliği azaldı çünkü D sınıfından bir öğrencisin. Ne kadar detaylandırırsan detaylandır, dediklerini yüzde yüz doğru olarak kabul edemeyiz.”
Özetle Sakura’ya yalancı diyordu.
“Ben.. ben.. ben sadece… doğruyu söyledim.”
“Eğer bunu kanıtlayamazsanız, safsatadan biraz daha kıymetli olur o kadar.”
Sakura hüsran içerisinde kafasını eğdi. Bir kez daha ağlamaya başladı.
“Ben ona inanıyorum. Sakura’nın tanıklığına inanıyorum.”
“D sınıfı öğrencisi olduğundan, ona inanmak istemenden doğal bir şey yok.”
“Ona inanmak istiyorum falan demedim. Ona inanıyorum dedim. Farklı anlamlara geliyorlar.”
“Eh, kanıtlayabilir misin peki? Yalan söylemediğini kanıtlayabilir misin?”
“Bu benim işim değil, kız kardeşin kanıtlayacak. Eğer Sakura yalan söylemiyorsa, herkesi ikna etmenin bir yolunu bulacaktır.”
Horikita’nın abisi hafifçe kıkırdadı, sonra da öyle bir şey yapılamazmışçasına gülümsedi.
Horikita’nın abisiyle Tachibana ayrıldıktan sonra hala daha hareket edemeyen Sakura’ya yaklaştım.
“Hadi ama. Cesur ol Sakura. Sonsuza kadar ağlamanın bir faydası yok.”
“Ama.. hepsi benim suçum. Hık!”
“Yanlış bir şey yapmadın ki. Sadece doğruyu söyledin, öyle değil mi?”
“Ama… ben…”
“Bir kez daha söylüyorum. Yanlış bir şey yapmadın.”
Sakura’nın gözlerine bakabilmek için hafifçe çömeldim. Kafasını bir daha eğdi, sanki gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyor gibiydi.
“Sana inanıyorum. Bugün buraya geldiğin için de minnettarım. Sayende artık Sudou ve sınıf arkadaşlarımızı kurtarmak için bir şansımız var.”
“Ama… ben… tamamen işe yaramaz birisi değil miydim?”
Bu kız bu kadar az özgüvenle nasıl yaşıyor acaba…
“Sana inanıyorum, çünkü sen, benim arkadaşımsın.”
Elimi omzuna koydum. Yaka paça çevirerek gözlerimin içine bakmasını sağlamaya çalıştım.
İnanarak tekrar ettim.
Ona “Kendi hatrın için yap.” dedim.
Çeviren: lightningbridge
Düzenleyen: Fatoshisme