Elitler Sınıfı - Cilt 4.5 - Kısım 1 - Part 1
Falcıya gelmenin iyi bir fikir olduğunu hangi salak söyledi ya…
“Bitik haldeyim…”
Böyle olacağını adım gibi biliyordum.
Ağustos sonlarına doğru sıcak hava dalgası cayır cayır yakıyor etrafı. Yol kenarındaki ağaçların dibinde serap görecek kadar bitap düşmüş haldeyim.
Okulun tesislerinde klimalar olduğu için içerde endişelenmeme gerek yok tabii. Hatta odalarda, lobilerde ve koridorlarda bile var.
Ama direkt güneş ışığıyla temas edince, ister istemez terlemeye başlıyor insan.
İşte insanlar böyle ölüyor ya. Böyle düşüncelere dalarak, çaresizce şekilden şekle girmeye çalışıyorum işte. Neyse ki, okulun sınırları içerisinde dikili ağaç çok. Bu sayede, güneşten kaçacak gölgelik alan epey var. Saat şuan tam olarak 9:30, öğrencilerin sokaklara akıp etkinliklere katılmaya başlamadan tam öncesi. Ben de meşhur falcıya doğru yola koyuldum. Saat 10:00’da başlıyorlarmış fal bakmaya, ama benim etrafta dolanmak gibi bir planım yok. Geleceğimle ilgili (şans) fal baktırıp hemen çıkacağım. Hedefim bu yani.
Yaklaştıkça, beklentilerimde değişiklikler oluyor.
Keyaki Alışveriş merkezinin boş olmasını beklerdim ama yazlıkları çekmiş bir sürü öğrenci erkenden alışveriş merkezine gelmiş ya. Gelen herkesin benimle aynı sebepten burada olmadığını umuyordum ki, tam aksine herkes falcı için gelmiş. Şimdilik, dışardaki cehennem sıcağından kaçınmak amacıyla, Keyaki alışveriş merkezini sığınak olarak kullanmaya karar verdim. Falcı 5.kattaymış, etrafta asansörü aramaya başlayım en iyisi.
“Off…”
Farkında olmadan iç çekiverdim. Çünkü ona yakın öğrenci asansörün önünde kuyruk olmuş bekliyor. Benim gibi iletişim yetisi noksan olan insanlar da beni anlar mı acaba. Ne zaman asansöre tek binsem, ‘kapıyı kapat’ tuşuna defalarca basan insanlardanım. Benimle aynı yaşta olan bir grupla aynı asansöre binmeye alışık değilim. Kalabalığa karışmak için iyi bir cesarete ihtiyacım var.
Biraz zahmetli olacak ama en iyisi etrafta bir tur atıp başka bir asansör bulup binmek. Öğrencilerin kullanmadığı yedek bir asansör diğer tarafta vardı diye biliyorum.
“Daha sakin burası…”diye mırıldandım.
Fazladan çaba harcamak zorunda kaldım ama kafam rahat olduğu için memnunum. Biraz da üzücü ama.
5.kata geldikten sonra hemen falcının bulunduğu yere bakınmaya başladım.
Az önce karşılaştığımdan daha karmaşık bir durum vardı burda da.
“Sadece sevgililer gelmiş.”
Bir kız bir erkek. İkili gruplar halindeler. Yani, bu kalabalık âşıklardan oluşuyor. Tabii sadece kızlardan ve erkeklerden oluşan gruplar da var, ama azınlık kesim onlar.
Falcılar, genelde gönül işlerine bakıyor tabii..
Bir kız ile erkeğin arasındaki uyumunu tahmin etmek bile başlı başına bir alan ha.
Bu arada, burası tahmin ettiğimden daha rahatsız ediciymiş.
Tek başına falcıya gelen çok insan yoktu. Benim gibi birkaç çocuk daha işte.
Her ihtimale karşı, aralarına karışabileceğim bir sıra bile vardı. Tam da gruba karıştım ki, bir kadın bana seslendi.
“Günaydın. Partneriniz sonra mı gelecek?” diye sordu.
“Partner mi? Hayır, ben yalnızım.” Diye cevapladım.
Tabii, bulunduğum toplulukta nerdeyse herkes sevgili olunca, böyle bir soru sorması çok doğal. Keşke benim gibi yalnızları da düşünseydi.
“Ummm…”.
Belki söyleyeceği başka bir şey daha vardı bilemiyorum ama yüzünde özür diler gibi bir hal vardı.
“Sensei’nin falı sadece sevgililer için maalesef…” dedi.
“Yani, tek bana fal bakması imkânsız mı diyorsunuz?”
Başını hafifçe sallayıp ileride bir yeri işaret etti, kalabalıktan iyi görememiştim ama fal baktırmak için uyarıların yazılı olduğu bir afiş vardı.
Çiftlere fal bakılmaktadır. Lütfen buna dikkat ederek sıraya girin’ yazıyordu.
Mantıklı. Burada benim gibi sapların işi yok bence de. Daha önce böyle garip bir duruma düşmediğimden, ne yapacağımı bilemedim. Şuan resmen faka basmış durumdayım ya.
Hem de Sudou’nun neden Horikita’yı buraya getirmeye çalıştığını da anladım şimdi. Bu tarz bir fal baktırmak için, Sudou ile Horikita’nın kuyrukta beklerken de fal baktırana kadar da sohbet etmek için epey vakitleri olurdu.
“Yani, baştan beri önemsizdim ha.” Diye mırıldandım.
Daha şimdi fark ediyordum, Sudou’nun sözlerinin ve tavırlarının baştan beri ne ima ettiğini. Yani, hiç davet dahi edilmediğimi. Beraber gelmiş olsak beni göndermek için bahane üretir miydi acaba. Ne kadar acınası bir hal ya.
“Bu arada, arkanızdaki sıra aynı değil mi?” diye sordum.
“…Evet. Ukon-sensei sadece çiftlerin falına bakıyor…” görevli kadın cevap verdi.
“Anlıyorum.”
Görevliye doğru başımı eğip kuyruktan çıktım. Arkamda sırada bekleyen öğrenciler, bir adım öne attılar.
İşin içine böyle bir numara katacaklarını hiç düşünmemiştim. Kafamdaki falcı imajı şu idi; sokağın bir köşesine oturmuş bir yandan aldığı parayı sayarken bir yandan da işini yapan yaşlı bir kadın, böyle bir şey canlanıyordu aklımda ya. Çiftler için fal bakıldığını bilmiyordum.
En azından bir kez fal baktırmanın fena bir fikir olmayacağını düşünmüştüm ama olmayacak gibi. Tekrar Horikita’yı davet etmenin de pek bir anlamı yok. Bir an evvel çıkayım buradan en iyisi.
“Ha? Bana tek başıma giremeyeceğimi mi söylüyorsunuz?”
Arkamdaki sırada, tek başına gelen birisi daha var herhalde. Sinirlenmişler herhalde bu duruma, ses olduğum yerden tam duyulduğuna göre. O tarafa doğru . bir bakış atayım derken maalesef o kişiyle göz göze geldim ya.
“Ahh.”
Bu kısacık cevap tanıdık birinden gelmiş meğer. Tam da onu görmemiş gibi yapıp kaçmaya çalıştığım anda, kaçış yönüme doğru gelip önümü kesti. Adımlarımı hızlandırdım.
“Bekle.”
Belki de kaçmaya çalıştığımı düşünmüştür.(Evet niyetim buydu), ama peşimden geldi.
“Yardımıma mı ihtiyacın var?” diye sordum.
“Horikita nerde?”
Bu kısa sorudan sonra, etrafına bakınıverdi hemen.
C sınıfı öğrencisi, Ibuki Mio’den bahsediyorum. O da sanki Sudou gibi, Horikita iletişim aracı olarak kullanıyor beni.
Neyse, Sudou’nun aksine, Ibuki’nin tavırları böyle bir ortamda mantıklı en azından.
Horikita ile iletişime geçmek için beni kullanmasınlar artık, tek isteğim bu.
“Her zaman onunla mı takılıyorum sanki. Bugün yalnızım.”
“Ahh. Anladım.”
Issız ada sınavında, Ibuki bize D sınıfından gönderilen köstebek idi, hatta sınıftakileri kargaşaya sürüklemeye çalıştı. Sonra da Horikita ile kavga etmişti, o günden beridir de Ibuki, Horikita’ya düşman kesildi. Onlar, rakip desek belki daha iyi olur.
Genel tsundere tavrı değişmemiş olsa da, güzel bir moda anlayışı olduğundan insanda iyi bir izlenim bırakıyor ya. Birazcık olgun davransa, daha popüler olacağı kesin.
“Normalde falcılar bir kişinin falına bakmıyor mu ya? Böyle bir şey beklemiyordum ki ben. Sence de haksızlık değil mi?” diye sordu.
“Galiba öyle. Benimde kafamda öyle bir imajı var falcıların.” Diye cevapladım.
“Yani? Horikita’yı çağırmadın mı?”
Önce Sudou şimdi de Ibuki ya. Sohbetlerin konusu hep burada bile olmayan Horikita.
“Çağırmadım. Bu kadar çok Horikita ile konuşmak istiyorsan, neden kendin gidip görüşmüyorsun onunla? Beraber falcıya gitmek istiyorum de.”
“Ha? Asla. Onunla konuşmak istediğim bir şey de yok zaten” dedi.
Madem böyle söylüyorsun, o zaman Horikita’yı gündeme getirip durma ya.
“Baştan beri fal baktırmaya meraklı değildim, bu yüzden üzülmedim. Ya sen?” diye sordum.
“Üzülmedim desem yalan olur…” dedi.
Onun için partner problemi büyük bi sorun herhalde. Başını sallayıp yüzünü astı.
“Pes etmekten başka çarem yok şuan. Ben de biraz konuşmada problem yaşıyorum. ” dedi.
Cevap gibi olmayan bir cevap. Konuşmada problem yaşadığını söyledi evet ama Sakura’nın aksine, normal bir sohbette sorun yaşayan birine benzemiyor. Hatta benden daha iyi olduğu kesin bilgi. Hatta beni konuşmalarıyla susturuyor bile.
“Niye Ryuuen’ı davet etmiyorsun ki?” diye sordum.
Sırf şaka olsun diye söylemiştim ama Horikita’nın iğrenmiş yüz ifadesine benzer bir hal aldı yüzü.
” Onun yüzünü tatilde dahi görmek istemiyorum. Şaka yapıyor olmalısın.”
“Ama gemide beraber değil miydiniz siz? Samimi olduğunuzu düşünmekte haksız mıyım sence?” diye sordum.
“…D sınıfının liderini çözemediğim için kendimi sorumlu hissettiğim içindi o sadece.”
Böyle belirsiz bir cevap verdi. Eğer söylediği doğruysa, Ibuki’nin Ryuuen ile takılması, başarısızlığından dolayı kendini sorumlu hissetmesindendi yani. Bu açıklama beni tatmin etmedi ama belki sadece C sınıfının anlayabileceği durumdur.
Durum bu bile olsa, özel sınavın ilk aşamasında, ıssız adada, Horikita’nın D sınıfının lideri olduğunu çözmüştü, eğer olaya müdahale etmeseydim C sınıfına çok yararı dokunurdu kesin.
“Ben de sana bir şey sormak istiyordum. Issız adadayken D sınıfının lideri kimdi ya?”
“Bilmem.”
“Bilmiyor musun? Sanki bilmiyorsun da gerçektnen.”
“Bilsem, sana söylemezdim. Ama gerçekten bilmiyorum. D sınıfın çoğu bilmiyordu bence? Horikita kendini geri plana itti, sonradan olayı çakmış olabilir. Olayı ancak böyle özetleyebilirim herhalde.”
Ibuki beni süzerek inceliyordu. Ama böyle basit bir konuşmadan kendimi ele verecek kadar salak değilim ben.
“…eh, o kadar kolay olsaydı bu kadar zahmet etmeme gerek kalmazdı.” Omuzlarını silkti, sanki pes etmiş gibiydi.
“Eğer Ryuuen iyi değil diyorsan, sınıfından kızları çağırabilirsin?”
“Öyle birisi olsaydı bu halde olmazdım ki. Sınıfımdaki kızlardan çok ama çok nefret ediyorum da.”
Sınıf arkadaşları bile nefret ettikleri insanlardan ha.
Ibuki de, Horikita gibi…belki de daha çok onun anti sosyal hali.
Bu açıdan bakarsak, ikisi de bir elmanın iki yarısı gibi denebilir. Biraz çaba ile ikisi de çok iyi dost olurlar bence.
“ama şuan benimle konuştuğun gibi, herkesle konulabiliyor olmalısın. İnsanlarla iletişiminin kötü olduğunu düşünmüyorum.”
“Hiçte öyle değil işte. Benimle konuşurken o hissi alamıyor musun? Hani şu dikenli bir şey batarmış gibi bir his.” Dedi.
“Eh, evet alıyorum.”
Ibuki ile ne zaman konuşsam, sanki keskin bir testere batırılıyormuş gibi hissediyorum evet. Bu durum, Ibuki’nin insanlarla olan mesafesinden kaynaklanıyordur büyük ihtimalle. Bu his herkese geçiyordur kesin.
“Ne yaparsam yapayım, ortamın havası işte böyle kötü sonuçlanıyor. Anlıyor musun?”
Yani sosyalleşmede çaktığı için, sınıf arkadaşlarıyla takılamıyor.
‘sosyalleşmede çakıp çakmadığı’ tartışılır ama Ibuki’nin sınıf arkadaşlarını bile düşman olarak gördüğü bir gerçek.
Falcıyla gireceği diyalogda bile, onun dik başlı tavırlarını hayal edebiliyorum.
“İnsanlarla anlaşmada iyi olmamana rağmen, fal baktırmaya geliyorsun ilginç.”
“İşte bu da başka bir problemim ya. Kedileri sevip de kedi alerjisi olmak gibi bir şey. Bunun gibi bir şey yani.”
Çok sinir bozucu olmalı ya. Bir şeyi beğeniyorsun ama ya zor geliyor ya da kabullenemiyorsun durumu, işte böyle bir şey.
“Böyle olmana rağmen, D sınıfında köstebeklik yapman şahane bir şey.” dedim.
Tsundere tavrına rağmen köstebeklik yaparken hiç çaktırmadı, bir kez bile. D sınıfı ondan şüphelenmeden kabul etti bu yüzden tabii.
“Bu ikisi farklı şeyler. Her durumda, insanlarla konuşmak beni geriyor. Gerildiğim için de gergin oluyorum. Bu durum hoşuma gitmiyor. Ama elimden bir şey gelmiyor. Bu duruma seve isteye gelmedim. Off, niye bu konudan bahsediyorsam? Ya bizi yanlış anlarlarsa?” Ibuki konuşmasını yarıda bırakıp etrafı kolaçan etti.
Bu benim repliğim ya. Ben fark etmemiştim ama etrafımızdaki herkes sıraya girmiş bi’ biz arkada yalnız kalmışız. İnsanlar bizi yanlış anlayabilir.
Ama bir dakika ya, gerildikten sonra geriliyorum mu dedi? İşte zayıflığının dayandığı kısım burası. Eğer bu söylediği doğruysa, bu işi çözecek metot çok kolay olabilir.
Geçmişte onu geren nedenlerin kökenine inmeye gerek kalmadan bu eksikliğini giderebilmenin bir yolu var.
“Az önce, köstebeklik yapmanın farklı bir durum olduğunu söyledin, değil mi?” diye sordum.
“Evet. Kesin bilgi.”
“O zamanla normal halin arasındaki fark neydi peki?” soruma devam ettim.
Soruyu duyduktan sonra, Ibuki bir süre ne cevap vereceğini düşünüp sessiz kaldı. Sonra da kendince bir cevap verdi.
“Bilmem. Farklı şeyler farklıdır işte, bu kadar.” dedi.
Cevabı bırak, farkı açıklamaya çalışmaktan bile vazgeçti.
“Galiba konu üstünde çok düşünmedin.” dedim
“Tabii ki. Böyle detayları fark edemem. Sonuçta o zamanlar rol yapıyordum.”
“Hayır. Aksine bu durum çok basit. İnsanlarla konuşurken ki halin ile rol yapman arasındaki fark sadece ‘farkındalık’ meselesi bence.”
“Farkındalık mı?”
Duymayı beklemediği bir cevaptan dolayı, Ibuki bakışlarını bana çevirdi, ilgisini çekti konu.
“Herkes birisiyle yüz yüze konuşmayı hayal ederse gerilir. Ama bu gerginlik, sen bu durumun bilincinde olduğun için var. Numara yap ya da yapma, ikisi birbirinden bağımsız/alakasız şeyler.”
Örneğin, karşı cinsle iletişim kurmada zorluk çekenler, ‘normal davranacağım’ diye kendilerini telkin edip tanışma toplantılarına falan giderler. Ama gevezelik ederek gerginliklerinin gideceğinin bir garantisi yoktur.
Sonuç olarak, normal şartlarda harcadıkları çabadan fazlasını harcayamazlar. Eğer başarılı bir şekilde iletişim kurabiliyorlarsa, bunun da tek anlamı, bu kişilerde iletişim kurabilme yetisinin zaten var olduğudur.
İletişim becerileri ile atletizmi aynıymış gibi ele almak gerekir. Şimdiye kadar geliştirdiğiniz yeteneğiniz ile becerileriniz beraber test edilir.
Başka bir deyişle, Ibuki de ‘iletişim kurabilme yeteneği’ var ama ‘iletişimi düzgün bir şekilde ilerletmekte’ sorun yaşıyor.
“Tanıştığın farklı insanlarla ilgili kafanda sürekli bir şeyler kurup tasarlıyorsun, onlarla yüz yüze geldiğinde de takılıyorsun. Bu da seni geriyor. İnsanlarla konuşamayacak hale geliyorsun, dimi?”
“Ne demek istiyorsun? Eğer yüksek iletişim yeteneği olan birisiyse, farkına bile varmıyorlar. Ama normal insanlar, birisiyle konuşurken geriliyor mu diyorsun?” diye sordu.
“Doğal olarak. Ben de aynıyım. Ama bir satıcıyla konuşurken gerilmek abartı bir durum. Örneğin, markette kasiyerle konuşurken geriliyor musun?” diye sordum.
“Ha?”
“Mesela, her zaman gittiğin marketteki kasiyerle yüz yüzesin diyelim, sana, bonus puanın var mı? Isıtalım mı? Gibi şeyler söylediği zaman geriliyor musun yine?”
“Eh…yani.” diye mırıldandı.
Konuştuğunuz kişinin bilincindesiniz ve bu sizi geriyor yani. Acaba benim hakkımda ne düşünüyorlar, arada sırada beni hatırlasalar, umarım iyi insanlardır gibi şeyleri düşününce, insanlar gerilmeye başlıyor.
Ama D sınıfına sızan Ibuki’nin böyle şeyler düşünecek vakti yoktu o zamanlar. Diğer insanlarla konuşma isteğinin bilincine varacak vakti yoktu çünkü mağdur rolü yapmakla meşguldü. İşte düşünmeye ihtiyacı olmadığından işin içinden kolayca sıyrılabildi. Duygularını kolayca açığa vurarak C sınıfı ile arasında çatışma olduğuna bizi ikna etti.
“Şimdi sen söyleyince mantıklı geliyor…” diye mırıldandı.
“Falcı ile yüz yüze geleceğine dair kafanda imaj olmaması imkansız diyebiliriz. Ama az da olsa derin düşünmemeye çalış. Ortamın sakin olmasına yardımcı olur bence, sence?”.
“…Anladım. Hey, neden bu konu da senden öğüt alıyorum ben ya?”. Ibuki derdinin çaresini bulunca bana dik dik baktı, üzerime atlayacak gibiydi.
“Çok uzun bir süre yalnız olunca, böyle küçük detayları fark ediyorsun. Neden arkadaş edinemediğini merak etmeye başladığında hatta. Az önce de söylediğim gibi, önce konuşurken gerildiğin insanlarla gerilmediğin insanlar arasındaki farkı düşünüyorsun, sonra da onlar ile kendi arandaki farkları düşünmeye dalıyorsun işte.”
“Korkunç…Sen de seri katil olacak tip var ya…hep böyle birisi miydin?” diye sordu bana.
“…eh, öyle sayılır.”
Bu konuyu kendi derin düşüncelerimin bir yansıması olarak düşünüyordum ama bu garip bir tepki oldu. Ona saplantılı birisi gibi bir izlenim verdim herhalde ya.
“Birazdan çıkacağım ben. Sen ne yapacaksın?” diye sordum.
“Ben de çıkarım herhalde. Fal mal baktıramayacağım gibi. Tenchuusatsu’mu merak ediyordum ama…”
“Tenchuusatsu derken?”
Bu sözün ne olduğunu dahi düşünmeden cevap veriverdin.
“Böyle bir şeyi bile bilmeden mi buraya geldin sen?” Ibuki iç çekti.
Böyle diyor ama fal baktırmada amatörüm ben ya. Buraya da gönlümce fal baktırırım diye umutlanarak gelmiştim.
“Basitçe açıklamam gerekirse, falcı sana hangi günlerde şanssız olduğunu söylüyor.”
Falın epey geniş alanları kapsadığını duymuştum ama böyle spesifik bir şeyin söylenebildiğini bilmiyordum. Benim gibi bir amatörün bakış açısından bakarsak, ‘kırmızı renkli elbiseler giy’ ya da ‘bu ayki mal varlığına dikkat et’ tarzı şeyler falcının replikleri. Ama İbuki’nin söylediklerini ele alırsak, bunlarla sınırlı değilmiş.
“Bunun hayalini kuruyordum ben ya. Sadece gönül işlerine bakacağı aklıma gelmezdi.”
Ibuki hoşnut olmayan bakışlar atıyordu uzun kuyruğa.
“Ama öğrencilerin gözünden bakarsak, aşk falı baktırmaya gelmek, garip olmaz herhalde? Ya Tenchuusatsu? Bunun için gelen insanlar da vardır kesin.” Diye sordum.
“Öyle olsa bile, çift kısıtlaması getirdikleri için imkânsız.”
Bu sözlerden sonra veda bile etmeden Ibuki çıkıp gitti.