Youkoso Jitsuryoku, Cilt 4.5, Kısım 1

-Ibuki Mio sağduyulu birisiymiş

Özel sınav.
Duyar duymaz akla ilk gelen şeyler doğal olarak; yazılı sınavlar, ya da uygulamalı sınavlardan, sporla alakalı yarışma falan olur.  Ama gittiğim bu okulda, İleri düzey yetiştirme lisesinde, özel sınavlar bu kadar kolay olmuyor.  Ya ıssız bir adada hayatta kalma sınavına sokup, sınıfları birbiriyle yarıştırıyorlar ya da bir gemide kim daha iyi yalan söyler onu bulmak için entelektüel bir yarışma düzenliyorlar.
Yaz tatilinde mantık sınırlarını zorlayan bu testler ardı ardına devam etti.

Benim gibi birinci sınıfta olan birisi için, kısacık süren mola günlerinin hepsi, bugün de dâhil olmak üzere sadece 7 günden ibaret.
Zaman dolunca, ikinci dönem başlayacak. Bu arada, bu günleri geçirme tarzım çok basit. Ne kimseyle telefonlaşıyorum ne de konuşuyorum yani.  Başka bir deyişle, çok yalnız geçiyor bu günler.

“Neyse ki, ne arkadaşımın olması, ne de olmaması umurumda değil.”

Özgür olmak bile beni tatmin ediyor.  Ekstra bir mutluluk isteğim yok. Kendi arzu ve isteğimle arkadaş edinmek gibi bir çabada da değildim. Ama son günlerde, şöyle bir şeyler düşünmeye başladım;

İnsanlarla ne kadar çok bağlantı kurarsam, o kadar çok dışarda takılabileceğim kişi olacak. Ama bu durum da biraz sıkıntılı ya.
Bir arkadaşım dışarı çıkalım dese, benim bu duruma eteklerimin zil çalması gibi bir ihtimal var. Ama şu da bir gerçek ki; yalnızken bile, yapabildiğim şeyler var çok. Şuan da bile, bu yapabileceğim şeylerden birisiyle uğraşıyorum, telefonumu kullanarak puan bakiyeme bakıyorum. Ekranda şuan 106,219 puanım olduğu yazıyor. 100,000 puanımı geçenlerde bir sınıf arkadaşıma transfer etmiştim, Sudou Ken’e.
Çok geçmeden Sudou aradı.

“Yo, Ayanokouji. Ne yapıyorsun?” diye sordu.

“Özel bir şeyle ilgilenmiyorum. Akşam ne yesem diye düşünüyordum”.

“Anladım. Az önce Sasami yedim ben de. Tadı basit ve kolayca sıkılıyor insan, ama bunun için de değişiklik yapıyorum biraz. Fırına veriyorum ya da haşlıyorum. Off ya…bu önemli değil ki. . Sana şeyi soracaktım ya, falcıyı.”

Falcı mı? İşte Sudou’dan beklemediğim bir sözdü.

Normalde, Sudou az önce yediğini söylediği Sasami gibi basit şeyleri tercih eden birisidir, sadece siyah ile beyaz renkleri vardır onun için yani. Bu yüzden böyle soyut şeylerden bahsedeceği aklıma gelmezdi.

“Şey ya, Keyami Alışveriş merkezinde doğru tahminler yapan bir falcı varmış, sadece yaz tatili için gelmiş. Üst sınıflarda da bayağı popülermiş.  Bizim kulüptekiler bile bu falcıdan bahsediyor. ‘’ek puanlar’ aldığımdan beri oyun falan oynamak istiyorum. Beraber gidelim işte. Tabii ben ısmarlıcam.’’

 

Sınıf arkadaşım, Sudou’dan dışarı çıkmak için bir davet almıştım. Keyaki Alışveriş merkezi, galiba öğrencilerin sık sık gittiği bir tesis.
Öğrenciler, okul sınırları içerisinde yaşamak zorunda olduklarından, öğrencilerin ihtiyaç duyduğu tesisleri hazırlamak gerekli tabii. Çok çeşitli ve sınırsız değil ama.

Örneğin, popüler şarkıcıların konserleri, eğlence parkları ve hayvanat bahçesi yok. Malum okulun arazisi kısıtlı olduğundan, tesisler de kısıtlı doğal olarak. Kısacası, küçük bir dünya kurmuşlar ya. Böyle bir okulda haliyle, yeni bir etkinlik çıkınca öğrenciler arasında popüler oluveriyor bir anda. Bir falcının popüler olacağını beklemiyordum ben ama. Olumlu bir ses tonuyla cevap verdim.

Beni daha önce kimse bir yere davet etmediği için, çok sevinip duygularımı bastıramıyordum, hemen ona soru sordum.

“Ne zaman gidiyorsun?”

“Yarın sabah. Saat 10’da başlıyormuş, eğer erken gitmezsek de kuyruk oluyormuş. Sabah 9:30’da orda olmak lazım yani.”

Güzel, Sudou çoktan tüm planı yapmış demek. Zaman kazandırır bize bu.

“Benim için sorun yok da, senin kulübün ne olacak?” diye sordum.

“Evet. Bir ara bahsettiğim turnuva var ya, kısa bir süre önce bitti. Yani, benim de vaktim var.  Bayılana kadar antrenman yapıyoruz, biliyorsun sen de.  Bizi az da olsa dinlendirmezlerse, vücudumuz iflas eder ha.” Sudou cevap verdi.

Sudou bugün basketbol turnuvasındaydı.  Her gün deliler gibi antrenmanlara katılıyordu. Ben de turnuva sonuçlarını merak ediyordum. Tabii başka bir şeyi daha.

“Hiç ‘sorun’ yaşadın mı?” diye sordum. ‘sorun’ kelimesinin üzerinde vurgu yapmadan edemedim, Sudou ne demek istediğimi hemen anladı.

“Hayır, epey zor oldu, direktörler ve koçların hepsi oradaydı ya. Denetim seviyesi, ortaokul günlerimdekiyle kıyaslanamazdı bile ha. Yarışmalarda direkt iletişime kurma hali dışında, diğer öğrencilerle sohbet etmemize izin dahi verilmedi. Bu kısıtlamalar, lavabo molaları için bile geçerliydi düşün. Böyle bir şeyin yaşanma imkânı yoktu yani.” dedi.

Kulüp aktiviteleri okul dışında gerçekleşmiş olsa da, okuldan beklendiği gibi, yüksek güvenlik önlemleri almışlar.

 

“Neyse ya. Bir şekilde hallettim ben. Cesaret ettim, üstesinden geldim.”

“Tamam, sevindirici bir haber.  Yamauchi’den ne haber?”diye sordum.

“Verinin silindiğinden eminim, endişelenmene gerek yok artık. En azından bu kadarından anlıyorum” dedi.

Sudou’nun okul hayatı, buna bağlı olmasına rağmen, hiçbir şeyi hızlıca halletmez ya. Her ihtimale karşı, Yamauchi ile direkt görüşüp verinin silinip silinmediğinden emin olmalıyım, güvende olup olmadığımızı garantilemek için.

“Bu arada, bu önemli maçta kadroya girip oynayabildin mi?”

“Evvet. Birinci sınıflar arasında, oynamayı hak kazanan bir ben vardım. Hatta bunun için özel olarak övüldüm. Ama maçı kaybettiğimiz için, gurur duyabileceğim bir şey değil ya.” dedi.

Pek bilmem bu konuları ama, birinci sınıftan birisi olarak bir maçta yer alabilmek bile, takdire değer bir şey bence.

Sudou’nun sözlerinden sinirlenmeden daha çok bir kabullenme sezdim. Basketbol kulübünde sürekli ilerleme kaydediyor demek. Bu turnuvalar için çok çalışmıştır kesin.  Özellikle de birinci sınıflar özel sınavda okuldan uzaklaştırıldığından dolayı, herkesten çok antrenman yaptı, telafi edebilmek için eksiklerini.

“Peki, ne diyorsun? Falcıyı yani. Geliyor musun, yoksa gelmiyor musun?” diye sordu Sudou.

“Başka bir planım yok, gelirim herhalde.”

Ben tamam deyince,  Sudou sohbetin akışını değiştirip bana “Suzune’yi de davet et mutlaka. Özellikle de onu. Tamam mı?” diye söyledi.

“…Peki.”

Anlaşıldığı üzere,  Sudou beni falcıya gitmeye davet etmek gibi bir niyeti yokmuş, Horikita’yı oraya getirmenin peşindeymiş. Horikita’yı kendisi davet etse, başarılı olamayacağını hissetmiş olmalı ki, benim denememi bekliyor.

“Bil diye söylüyorum… onun falcılara falan inandığını sanmıyorum.”

“Yine de, sen davet et onu da. Bu senin en iyi olduğun özelliğin değil miydi ha?” diye sordu bana.

Ne özelliği be?  Beni, Horikita’yı davet etme makinası olarak kullanmayı bıraksa keşke.

“Onu davet etmeyi denerim. Ama çok büyük bir beklentin olmasın.”

“Denemek yeterli olmaz ama.” dedi.

“Yeterli olmaz derken?…..”

Sudou’nun ses tonunda sanki hafif bir sinirlilik hali vardı.  Yarını, Horikita’nın mutlaka orada olacağını varsayarak planlıyor gibiydi.

“Mutlaka başarman lazım. Eğer Horikita’yı davet edemezsen, bu iş yatar. ” diye ekledi.

“Böyle diyorsun ama onun yarın için planı olup olmadığını bile bilmiyorum ben. Falcılara meraklı mı onu bile bilmiyoruz. Onu alışverişe ya da film izlemeye davet etmek daha kolay olmaz mı?” diye sordum.

 

“Merak etme. Her kadın falcıları sever.”

Bu nasıl bir dar görüşlülük ya…

Evet, kadınların falcılara meraklı gibi bir imajları var. Ancak bahsettiğimiz kişi: Horikita, Onun normal bir kızmış gibi davranıp falcının söylediklerini dinlerken hayal edemiyorum ya..

“Anladın dimi? Gelip gelmeyeceğinden mutlaka haberdar et. Mutlaka ama tamam mı?” dedi.

Bu sözleri söyledikten sonra, telefonu suratıma kapattı.  Başta beraber falcıya gidelim deyince garipsemiştim ama meğer asıl istediği buymuş.

Yaşadığım hayal kırıklığından kurtulup hemen duygularımın kontrolünü ele aldım. Hemen Horikita’yı arasam iyi olacak. Eğer Sudou sonradan onun bu isteğini umursamadığımı öğrenirse, benim için pek iyi olmaz ya. Unutmadan arayım Horikita’yı, hali hazırda yeni konuşmuşken falcı işini.
Kısa bir süre sonra,  Horikita telefonunu açtı.

“Hey Horikita, falcıları sever misin?” diye soruverdim hemen.

Her kadın/kız falcıları sever. Kızlarla ilgili genel olarak algılanan düşüncelerimi yok edebilecek bir kız varsa, şüphesiz bu kişi Horikita olur ya.

“Açılış konuşman çok ilginç bir konu.” dedi.

Aynen öyle ya. Ama sohbeti başlatacak başka bir konum yok, başka çarem yoktu yani.

“Eğer cevap verirsen, çok iyi olacak.” Diye belirttim.

“Yani diyorsun ki, eğer sana hiç cevap vermezsem, kurtarılma şansın kalmayacak, öyle mi?” diye sordu.

Böyle bir cevap vermesini beklemiyordum, ama gerçekten de cevap vermezse kurtarılamama gibi bir ihtimalim var ya.  Sudou’nun boynumu büküşü bir anda gözlerimin önünde canlandı.

 

“Yani? Beni kurtaracak mısın?” diye sordum.

“Eğer bana bir iyilik borçlandığını düşüneceksen, evet.”

Yani, sırf falcıları sevip sevmediğine cevap  verecek diye ona borçlu mu çıkacağım ben ya? Parmaklarımı telefondan uzak tutup telefonu kapatmamaya direniyorum şuan. Dayanmam lazım, Sudou’nun sinirli hali kafamda canlanıp duruyor sonuçta.

“Lütfen aynen böyle düşün.” dedim.

Horikita, cevabının değerli olduğunu fark ederek sesini daha bir yükseltip cevap verdi.

“Bir bakalım… Çok meraklı değilim ama sevmiyorum dersem de yalan olur.”

Oha. Oha. Horikita sanki bir falcıyla konuşur gibi cevapladı ya.

“Hiç falcıya gittin mi peki?” diye sordum.

“Tabii ki gitmedim. Sadece sabah haberlerinde falcılarla ilgili haber görüyorum da.” Dedi.

Belki de, haberlerde doğduğunuz aya göre gelecek tahminlerine bakıldığı ile ilgili bir haberden bahsediyordur.

Horikita’nın televizyondan şanslı renginin kırmızı olduğunu duyup da ona göre kıyafet aksesuar vs aldığını hayal dahi edemiyorum ya.

“Acaba falcılığa falan merakın mı var senin?” diye sordu.

“Hayır, bundan sormuyorum. Son günlerde etrafta dolanan, falcı söylentilerinden haberin var mı?”

“Falcı mı?…”

Sanki bir şey hatırlamış da bu yüzden susmuş gibiydi. Belki de bir şeyler hatırladı ama normal bir ses tonuyla hemen cevap verdi.

“Evet, bu konuyla ilgili bir curcuna var. Ben de duydum.” dedi.

 

“Ben de azcık meraklandım. Doğru tahminlerde bulunduğu söyleniyor. Ne kadar doğru tahminler ediyor gidip görmek istedim. Ama bir falcının bir konu hakkında doğru tahminlerde bulunacağına pek inancım yok.” Diyerek devam etti.

Onun benimle aynı fikirde olacağını umuyordum ama farklı bir konuda fikir belirtti.

“Gerçekten doğru muymuş? Gerçek bir gücü olan birisinin doğru tahmin edebileceğine inanıyorum ben.” dedi.

“Hayır, bence sadece deneyimli insanların tahminleri doğru çıkar.” Diye cevabı yapıştırdım.

Horikita’nın böyle şeylere inanıyor gibi bir hali vardı.
Birinin yüzüne, eline ya da doğum tarihine bakarak geleceği ile ilgili önceden haberler verilmesi gibi, gerçek dışı şeylere inanmıyorum ben.

 

“Hayır, demek istediğim bu değil.  Falcının geleceği bilmek gibi kutsal bir gücü yok. Bariz değil mi bu? Hayaletlerin varlığına inanmak kadar saçma bir şey bu. Ama şöyle bir durum var ki, falcılar konuştukları kişilerin geçmiş hayatına dair bilgilere erişebiliyorlar. Yani, insanların hal ve tavırlarından tahminlerde bulunuyorlar. Müşterisinden böyle bilgileri elde edebilen falcılar, doğru tahminde bulunabilirler.”

Hayalperest değilmiş, teorisinin bir temeli varmış yani.

“Yani, soğuk okumadan gelen bir güç diyorsun, ha?”

“Bu tarz  küstahça şeylerden haberin var demek.” Horikita gülerek cevap verdi.

“Kendimizi tarafsız olarak değerlendiremeyiz ama falcılar, kısa bir süre içerisinde sezgileri çok güçlü olan insanların bile fark edemediği şeyleri ve seninle ilgili bilgileri bir bir ortaya çıkarabilir ve eksik kalan şeyler de tabii ki falcının gelecekle ilgili tahminleri oluyor. Böyle bir şekilde değerlendiremez miyiz bu konuyu?” dedi.

 

Soğuk okuma. Hiçbir ön hazırlık yapmadan birisinin düşüncelerini okumak anlamına geliyor.  Sıradan bir konuşma esnasında muhatap olduğun kişinin onunla ilgili daha fazla bilgiye sahip olduğunu düşündürerek o kişinin hayatıyla ilgili bilgi alma tekniği.
‘Gözlem’ ve  ‘sezgi’ yeteneklerinizi kullanarak, hedeflediğiniz kişiden bilgi toplama.
Ve tabii, muhatabınızla ustaca konuşarak onun geçmişini ve geleceğini gördüğünüze inandırmayı içeriyor.

Söylemesi çok kolay biliyorum, çünkü muhatap olduğunuz kişinin size olan güvenini sarsmadan ya da güvenini kazanarak onları söylediğiniz şeylere inandırmak zorundasınız. Gerçekten çok yetenek isteyen bir iş ya.

 

“Galiba ilgimi çektin.”

“Sevindim. Gitmen iyi olur bence de.” dedi.

“Peki neden benimle gelmiyorsun?” diye sordum.

“Benimle dalga geçiyorsun, dimi?”

“Çok ciddiyim.”

“Gelmiyorum.” dedi.

Kısa muhabbetimizin içine daveti sıkıştırmaya çalıştım ama zekice reddediverdi.
Onun bu reddedişini hemencecik kabullenmemek için benimde kendimce haklı sebeplerim var ama.

“Falcı işlerine biraz amatörüm de. Senin gibi birisinin yanımda olmasına ihtiyacım var” diye ısrar ettim.

 

“Maalesef, pas geçiyorum. Kalabalık yerlerde pek rahat edemiyorum, sen de biliyorsun.”

Off, doğru. Malum trend olduğu için, öğrenci kaynıyordur orası. Sadece öğrenciler değil, belki yetişkinler bile gelir. Horikita’yı bu kadar kalabalık içinde hayal edemiyorum.

 

Havlu atmadan önce, tekrar sorup teyit etmek istedim. Ama çok zorlarsam da, onun şüphelenmesine sebep olacağım. Kendi adıma konuşursam, Horikita’nın söylediklerine karşı, tekrar sormama gerek bile yok ç Sudou’nun çok yaygara koparacağını da sanmıyorum. Umuyorum yani.  Onu getirmeye çalışmaktan vazgeçince, telefonu kapattım. Sudou’ya kısaca açıklama mesajı yazdım sohbetten.

Tabii ki, okundu yazısı çıkar çıkmaz, memnuniyetsizliğini belirten sözler ekranda beliriverdi.

 

Sudou  “O zaman bırakıyorum ben” diye mesaj atmış. Tam da tahmin ettiğim gibi ya, varlığım sadece Horikita’yı davet edebilmesi için gerekliydi. Malum başarısız da olduğuma göre, işe yaramaz konumuna düştüm. Ama iki sapın da falcıya beraber gitmesi tuhaf olurdu, bu da tuhaf ama gerçek.

“Ama yine de…falcı ya? Diye mırıldandım.

Hiç ilgimi çekmiyordu ama Horikita ile yaptığımız sohbetten sonra biraz meraklanmadım değil yani.

Yarın gidip bir göz atarım herhalde.