After The Big Bang - Bölüm 1
1725 yıl önce ikiz azizelerin gelişiyle Dünya tamamen değişti. İki kutuplu hale gelen Dünya’da değişmeyen tek şey, onların bıraktığı kehanetti:
“Ey yerin ve göğün sakinleri, sizler kutsanmış ve uğruna savaşlar verilmiş varlıklarsınız. Bir gün o ihanetkar dünya’ya gelecek ve vazifeniz, hayatlarınız pahasına onu durdurmaktır.”
•Günümüz•
Son yılların fazlasıyla yorucu olması ve bir yere varamamaktan dolayı umutsuzluğa kapıldım. Bana bahsettiği son şehirde de onu bulamazsam, ne yapacağımı bilemiyorum.
“Hava karardığından beri bayağı oldu, saat kaç acaba?” diye mırıldandığım anda, yanındaki diğer koltukta oturan hamile bir kadın “Saat 22.15, hanımefendi” diyerek soruma hemen cevap verdi.
“Ah, teşekkür ederim,” dedim. Tam kafamı cama yaslayacakken, hamile kadın “Yolculuğun nereye?” diye bana soru yöneltti.
“Pyon şehrine gidiyorum siz?”
“Ah, ne tesadüf, ben de oraya gidiyorum.”
Yabancılarla çok konuşmayı seven biri değilim, bu yüzden hamile kadınla sohbeti kısa kesmek için “İyi” diye cevap verip yüzümü çevirdim.
Tam o anda, “Senin gibi güzel, genç bir kızın tek başına Pyon’da ne işi var?” diye bir soru daha sordu.
Koca trende konuşkan birisinin yanında oturmak, bugün şanssız bir günümdeyim.
“Bir arkadaşımı uzun zamandır arıyorum, onun için gidiyorum.” Sahi, bir trende hamile bir kadının tek başına ne işi var?
Merakımı giderebilmek için kadına “Peki sen neden tek başına gidiyorsun?” diye sordum.
“Kocam Pyon şehrinde bir polis, 3 aydır görüşemiyoruz ve 2 gün sonra onun doğum günü olacak. Ona sürpriz yapmak istedim.”
O an gözlerinin içi parlayarak gülümsedi.
“Kocanızı çok seviyorsunuz belli ki. Gerçekten çok şanslıymış.”
“Evet, haha! 7 aylık minik bebeğimle onu çok seviyoruz.”
“Umarım hazırladığın sürpriz tam da hayal ettiğin gibi olur.”
“Umarım, umarım… Ah, adını sormayı unuttum. Benim adım Emily, peki ya senin?”
“Ben de Mae.”
“Tanıştığıma memnun oldum!” diyerek sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Ben de” dedikten sonra sohbetimiz, sevdiğimiz yemeklerden günlük eğlencelerimize ve biraz da geçmişlerimizle ilgili anılara doğru derinleşti.
“Bunca zamandır merak ettiğim bir şey var sormamda bir sakınca olur mu bilmiyorum.”
“Çok özel değilse cevap verebilirim çekinme sor.”
“Sol gözüne ne oldu, neden göz bandı takıyorsun?”
Her zaman olduğu gibi, benimle tanışan herkesin sorduğu soru geldi.
“Küçükken oyun oynarken ayağım takıldı ve masanın kenarı gözüme çarptı.”
“Ay, kıyamam! Bu kadar güzel yeşil gözlerin varken bir tanesini kaybetmen gerçekten çok üzücü.”
“Doğrusu, bu durum beni pek de etkilemiyor.”
“Yine de bu şeyle bile çok güzelsin eminim, birçok erkek peşinden gidiyordur hehe~” dedi ve eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı.
“Buna pek ihtiyacım yok, sevdiğim birisi var.”
“Kim bu şanslı oğlan hmm~” Gözlerinde merak ve hafif bir gülümsemeyle beni dürttüp durdu Emily.
“Uzun bir hikaye hiç girmek istemiyorum buna.”
Emily, elini karnına koyup okşayarak, “Anlıyorum.. umarım her şey istediğin gibi gider.” dedi. Ses tonu yumuşaktı ve gözlerinde anlayış dolu bir ifade gördüm sanki gerçekten içtenlikle dilekte bulunuyordu.
“Umarım…”
Biraz daha sohbet ettikten sonra, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız uzun ama kısa gibi gelen sohbetimizin ardından, Emily esneyerek gözlerini kapadı ve uykuya daldı.
Ben de uyumak için başımı hafifçe cama yaslayarak gözlerimi kapattım.
•1 saat sonra•
“Bir türlü gözüme uyku girmedi, trende uyumak imkansız.” diyerek yakındım.
Zamanın daha hızlı geçmesi için karşımdaki koltuğun arkasına sıkıştırılmış gazete kağıdını alıp okumaya karar verdim.
Gözüme çarpan ilk haber, sürekli duyduğum tarikatlaşmış bir örgütle ilgiliydi. başlığı koyu puntolarla yazılmış ve altına konuyla alakalı büyük bir fotoğraf eklenmişti.
[1723 yılından günümüze kadar devam eden terör olayları bir türlü durmak bilmiyor. Işığın Tanrıları, yeniden bir olaya karışarak Batı İmparatorluğu’nun Metz şehrindeki özel silahların bulunduğu bir depoya saldırdı. Kaçırılan birçok özel eşyanın yanında 38 asker, 12 polis ve 35 çalışan olmak üzere toplam 85 kişi öldürüldü. Kurtulan 6 kişi olsa da hepsinin travma vakası olarak kayda geçtiği duyuruldu.]
“2 yıldır bir türlü yakalanmıyorlar gerçekten kim bunlar böyle?”
[Bu terör saldırısından sonra Metz şehrinde olağanüstü hal ilan edildi ve Batı İmparatorluğu acil şekilde Birleşmiş Devletler Birliği’nden toplantı talebinde bulundu. İki gün sonra gerçekleşecek toplantıda, son yıllarda yaşanan olaylar için ülkeler tekrar Birleşmiş Devletler Birliği’nde toplanacak.]
Anlamadığım şey, bir saldırıda nasıl 6 tane travmasal vaka olabiliyor? Tek bir yerde altı tane vaka, gerçek gibi gelmiyor.
“İnanılmaz, bu örgütün arkasında kesinlikle bir şey var.” dedim ve gazeteyi yerine koydum.
“Haaa, içim karardı…”
Haberi okuduktan sonra, neden bilmiyorum ama aklıma Casillas geldi. “Umarım iyisindir, Casillas…” Kılıcımı sakince elime alıp ona baktım. O anda, bana sorduğun soruyu hatırladım.
“Biriciğim, diğer insanlar da bizim gibi birbirlerini sevip seviyorlar mı?”
Seni çok özledim, Casillas. Sana gerçekten ihtiyacım var. Mavi gözlerini, siyah saçlarını ve o içten gülümsemeni her şeyden çok özlüyorum.
Seninle geçen günlerin sıcaklığını hatırlıyorum ve bu beni daha da yalnız hissettiriyor.
Ne yanlız hissetsem önce Casillas’ı sonrasında küçükken kaçtığım yeri hatırlıyorum.
Korkutucu yağmurun altında, kocaman bir ormanda, kirli ayaklarımla beni yakalamak isteyen kişilerden kaçarken ki anılarım canlanıyor.
O günleri ne zaman hatırlasam, içimde tarifi zor bir ürperti beliriyor.
Kader beni seninle buluşturdu ve hayatımda yeni bir sayfa açtı.
Sayende geçmişimi unuttum, soğuk beyaz bir odadan sıcak bir yuvaya kavuştum.
Sayende yeni bir babam oldu, özgürlüğün ne demek olduğunu öğrendim ve en önemlisi, kim olduğumu keşfettim. Minnetle ve özlemle seni hatırlıyorum.
“Seni özledim Casillas, lütfen ortaya çık.” diye düşünürken trende aniden sebepsiz bir sessizlik oluştu.
Bu tuhaf sessizlik içinde kılıcıma sıkıca sarıldım.
Birkaç saniye sonra tren aniden fren yaparak durmaya başladı ve ben dahil trendeki tüm yolcular aniden öne doğru savrulduk.
yolcuların çoğu koltuklarına tutunmaya çalışırken, bazıları dengesini kaybedip yere düştü.
Trenin ani freniyle yanımda uyuyan Emily öne doğru savrulup tutunmaya çalıştı. Panikle titreyen sesiyle “Neler oluyor Mae? Neden bir anda durduk?” diye sordu.
“Bir şey yok endişelenme. Muhtemelen bir arıza sonucu durduk. birazdan anons yaparlar korkma” diyerek Emily’i rahatlatmak istedim.
Tam o anda dediğim gibi anons yapmaya başladılar.
[Sayın yolcularımız gitmemiz gereken yoldaki raylarda bir sıkıntı bulu-] *Crzzz…*
Hoparlörden gelen cızırtılı sesle, adamın konuşması aniden kesildi.
Emily “Ne oluyor Mae, korkmaya başlıyorum.” dediği anda trendeki ışıklar birkaç saniye yanıp söndü.
Kılıcımı sıkıca tutarak ayağa kalktım ve korkudan titrerken Karnını korumaya çalışan Emily’e dönüp, “Ne olduğunu öğrenmek için gidip soracağım. Sakince burada bekle olur mu?” dedim.
“Tamam ama kılıcını ne için aldın?”
Ona gülümseyerek “Onu her zaman yanımda taşırım” dedim ve kabine doğru ilerlemeye başladım.
Her adımda yolcuları vagonun kapısına kadar gözlemledim ve iki kişi dışında herkes panik içindeydi.
İkisi erkek olan iki yolcu diğerlerine nazaran rahatsız edici bir şekilde sakinlerdi.
İçimde bir şeylerin ters gidiyor olabileceği hissini uyandırdı.
Ancak, çok üzerinde durmayarak ilerledim ve diğer vagonun kapısına gelip kapıyı açarak yürümeye devam ettim.
Herkesi gözlemlemeye devam ettim ve ve şüpheli birisi yoktu.
“Bulunduğum vagonun bir ilerisinde kabine bağlanıyor. Buradan itibaren tren hizmetlilerini ortalıkta görmem gerekirdi.”
İginç bir şekilde, ne bir hizmetli ne de herhangi bir görevli görebildim.
Yolculardan birine dönerek, “Affedersiniz, buradan son birkaç dakika içinde hiç görevli geçti mi?” diye sordum.
“Hayır, yaklaşık 20 dakikadır kimse gelmiyor.” diye yanıtladı.
“Anladım,” diyerek sessizce kılıcımı kınından çektim. Metalin hafif tıslaması, ortamın gerginliğini daha da artırdı.
Bana bakan gözlerle kabin kapısına doğru ilerledim ve bir vagonun daha kapısını açtım.
İçerisi tamamen çalışanlara özel ekipmanlarla doluydu, fakat kimse yoktu.
Hemen önümde duran demir kabin kapısına doğru sakin adımlarla ilerledim ve sertçe tıklattım.
*Tok Tok Tok*
“Beklemek bile fazlası manasız. Eğer içeride biri varsa, yapacağım şey için şimdiden üzgünüm,” dedim ve kılıcımla demir kapıyı çapraz şekilde savurdum.
Kılıcımın keskin kenarı, demir kapıyı gıcırdayarak ve kıvılcımlar saçarak ikiye ayırdı.
Kapının ağır parçaları yere düşerken içerideki görüntüyle şok oldum.
Karşımda, makinist ve birkaç görevlinin başı gövdesinden ayrık şekilde duruyordu.
Kabinin içerisinde çalışanların kanları birikmiş halde ayağıma doğru akmaya başladı.
“Ne oluyor burada!?” diyerek koşarak görevlileri sorduğum vagona geldim.
Her şey normaldi herkes yerinde oturmuş bekliyordu.
Peki ya benim bulunduğum vagon?
“Olamaz Emily!”
Vitesse’i kullanarak kullanarak oturduğum vagona sadece bir adımda ulaştım.
Vardığımda karşımdaki manzara son derece korkutucuydu.
Şüpheli gördüğüm o iki kişi, kılıçlarıyla cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi acımasızca katletmişlerdi.
Bu vahşetin ortasında, gözlerim oturduğumuz koltuklarda Emily’i aradı.
O an, 7 aylık bebeğine gelecek şekilde kılıçla vahşice öldürülmüştü.
Saldırganlar, kanlar içinde kılıçla öldürdükleri son sivili iterek, hiçbir şey olmamış gibi soğuk bir ifadeyle kılıçlarını bana doğrultarak döndüler.
“Şerefsizler.”
Sağ elimle kılıcımı kuşandım ve saldırmak için bir adım attım.
-Devam Edecek-