Alçakgönüllü Hizmetkârınız Kabahatli - Bölüm 5: #####
Bölüm 5:
Ona halsizce bakıp şöyle diyorum: “Yan Xiaowu, bu sefer haklısın. Gerçekten öleceğim.”
Yan Xiaowu’nun ten rengi değişiyor ve ciddi görünüyor: “Yanlışlıkla zehir yutmuş olabilir misin?”
“Aşağı yukarı ……” İç çekip “Beni imparatorluk sarayından çıkarabilir misin? Artık burada kalamayacağımı hissediyorum.” Diyorum.
Yan Xiaowu başını kaşıyor: “Ama Song aileniz merhum imparator Gao’ya ömür boyu bağlı değil mi? Eğer imparatordan af almazsan, bu şekilde kaçarak yasaları çiğnemiş olursun. Öldürülmemek için seninle dolaşmamı istediğini söyleme sakın.”
“Takma adın Come One Stab, dövüş sanatları uzmanları listesinde en iyiler arasında yer alan, aynı zamanda dünyanın bir numaralı aptalı olarak bilinen kişi değil misin? Benimle kaçman zor değil, değil mi? Güneydoğu Asya’ya gidebiliriz. Oraya vardığımızda Chen ülkesinin ulaşamayacağı bir yerde olacağız!”
Yan Xiaowu sıkıntıyla şöyle diyor: “Doğduğu yerden uzakta bir adam değersizdir, bu yüzden ülkeyi terk etmek istemiyorum. Kendini nasıl bir karmaşanın içine soktun?”
“Yan Xiaowu, seni büyükbabam kurtardı ve ben büyüttüm. Beni bırakıp gidemezsin!” Elbisesinin kolunu çekiştirip bağırıyorum: “Dediğimi yapmazsan, ölsem bile bunu yanına bırakmam! ”
“İlk kimin öleceğini hala bilmiyoruz ……” Yan Xiaowu kaşlarını çatıp çaresizlik içinde iç çekiyor, “Bu durumda, ne zaman gidiyorsun?”
“Bu gece!”
“Hayır!” Yan Xiaowu başını sallıyor, “Ben hâlâ yarın ava gitmek istiyorum!”
“Yan Xiaowu, neden cehenneme gitmiyorsun!”
Sonunda pes edip ava gitmesine izin veriyorum. Olması gereken kazanın olmasını beklemiyorum.
Ertesi gün avlanma vakti geldiğinde Yan Xiaowu’nun nereye gittiğini bilmiyorum Rutini takip edip uzaktan uzaktan birliklerin etrafında dolanıyorum. Birden Taxue ürperiyor ve hemen toynaklarını kaldırıp vahşi bir at gibi dörtnala koşmaya başlıyor. Bir hanımefendiden, atın üzerinde perişan görünen bir fareye dönüşüyorum. Sol ayağım hala üzengiye basıyor ama sağ ayağım çoktan gevşemiş. Vücudum takla atıyor ve attan fırlıyorum. Vücudumun üst kısmı yerde sürükleniyor ama sol ayağım hala üzengide. Ayak bileğimdeki krank sesini net bir şekilde hissedebiliyorum. Sırtım ve ayak bileğim sanki büyük dalgalar tarafından öldüresiye tokatlanıyormuş gibi çok ağrıyor. İyi ki o sırada başım bir kayaya çarpıp bayılmışım. Böylece bilincimi kaybediyorum.
Sanırım büyükbabam bir vudu bebeğini iğneyle dürtüyor çünkü söylediklerini dinlemediğim ve Liu Xi’yi bırakamadığım için bana kızgın olmalı. Bu sefer gerçekten onu bırakmaya niyetliyim. Gece çok mu geç oldu bilmiyorum …… kılıç dağını ve engin ateş denizlerini hayal ediyorum, cehennemin on sekiz katmanını birkaç kez turlarken Öküz Başlı ve At Yüzlü (Çin mitolojisinde yeraltı dünyasının koruyucuları) bana bir göz atıp şöyle diyor: “Biraz daha odun ekleyin, ateş yeterince sıcak değil!”
Çok insanlık dışı …… Gıcırdayan dişlerimin arasından öfkeyle tükürüyorum. Ateşlerin içinde inlerken, hayalet uluması gibi sürekli bir uğultu duyuyorum.
Birden serin bir rüzgâr esiyor, sıcağı biraz dağıtıyor. Sisin ortasında ince bir figür beliriyor ve kulağa tatlı gelen bir sesle şöyle diyor: “Hepiniz artık gidebilirsiniz.”
Kısa bir süre sonra bu ses kayboluyor. Öküz Başlı ve At Yüzlü de uzaklaşıyor. Sadece o figür yaklaşıyor ve önümde çömeliyor. Soğuk eliyle alnımı ve yüzümü nazikçe okşuyor. Hafifçe iç çekiyorum ve kendimi biraz daha rahat hissediyorum. Ona daha da yaklaşmak istiyorum ama biri gelip beni çağırıyor: “Yargıç (mitolojik yeraltı dünyası yargıcı), Cehennem Kralı sizi çağırıyor. ” O soğukluk izi giderken, yine kılıç dağları ve ateş denizleri görüyorum.
Muhtemelen on yaşamdan sonra, nihayet bu tür bir kabustan çıkıyorum. Ancak üzülerek keşfediyorum ki gerçeklik daha da acımasız.
Ayağım havada asılı bir şekilde yan yatıyorum. Delici ağrı çok hafifliyor. Sırtıma ne tür bir ilaç sürüldüğünü bilmiyorum, bu da beni uyuşuk ve kaşıntılı hissettiriyor. Yüzüm ve başım ağrıyor……
“Ah ……” Konuşmak istiyorum ama ses çıkaramıyorum.
Etrafa dikkatlice bakıyorum. Burası Lin Shui avlusundaki müştemilat olmalı, ama görünüşe göre biraz daha fazla eşya var.
Tam o anda biri kapıyı iterek açıyor ve benimle göz göze geliyor. Bir süre sonra nihayet sevinçle bağırıyor: “Saray hekimi Song uyandı!”
Üzüntüyle pozisyonumun tersine döndüğünü düşünüyorum. Bir Saray hekimi olarak, aslında ağır yaralı bir hasta haline gelmiştim. Bilincim yerinde değilken Liu Xi’nin diğer saray hekimlerine şunu söyleyip söylemediğini merak ediyorum: “Eğer ölürse, hepinizin onunla birlikte gömülmesini istiyorum!”
Yan Xiaowu kısa bir süre sonra geliyor. Bir çift kıpkırmızı gözle bana doğru yürüyor. Diz çöküp şöyle diyor: “Beni ölümüne korkuttun!”
Ben de mırıldanıyorum: “Su ……”
Bana hemen bir bardak ılık su dolduruyor.
Boğazımı nemlendirdikten sonra soruyorum: “Ne oldu?”
Şöyle cevap veriyor: “Taxue’nun nalı kırılmış. Yani, bir diken nalını delince atın kontrolünü kaybedip çılgınca dörtnala koşmasına neden olmuş. Ayakların, sırtın ve ellerin yaralandı. Ayrıca başını hafifçe çarpıp neredeyse yarım ay komada kaldın.”
“Oh ……” Ne tesadüf diye düşünerek bir bardak su daha içiyorum.
“Majesteleri araştırmaları için adamlarını gönderdi ama bir şey bulamadılar, bu yüzden kaza olarak kabul edildi. Majesteleri Saray şifahanesindekilerden size iyi bakmalarını istedi.”
“Oh ……” Söylenmeye devam ediyorum. Elimde olmadan uzanıp sırtımı kaşımak istesem bile.
“Kıpırdama.” Yan Xiaowu elimi tutuyor, “merhemi sürdükten sonra biraz rahatsızlık hissedeceksin ama iz bırakmayacak.”
Bir an boş boş bakıyorum, sonra bilinçsizce yanaklarıma dokunuyorum. Yan Xiaowu diğer elimi de tutup şöyle diyor: “Yüzüne gelince…… onda da herhangi bir yara izi kalmamalı, bu yüzden endişelenme.”
“Hayatımı kazanmak için yüzüme güvenmeme gerek yok!” Dudaklarımı büzüyorum ve “Acıktım. kaz yumurtası ve yağsız sığır eti yemek istiyorum.” Diye söyleniyorum.
“Tamam!” Yan Xiaowu emrimi yerine getirmek için dışarı çıkıyor.
Başımı örtmek için yorganı yavaşça yukarı çekmeden önce uzun süre kapı aralığına bakıyorum. Neden ben? Çılgınca bir tahminde bulunuyorum. Asıl hedef Liu Xi olabilir mi? Hastalığını tedavi edebilecek tek kişinin ben olduğuma inanıyorlar, bu yüzden beni öldürmek Liu Xi’yi öldürmekle eşdeğer mi? Liu Xi’yi öldürmek kolay değil, bari bir kazaya kurban gideyim mi?
Bu kadar sinsi mi olacaklar?
İç çekiyorum. Her neyse, kaçmaya karar verdiğim için benimle bir ilgisi yok.
Bileğimdeki sakatlık artık daha az acı veriyor. Sırtım sadece uyuşuk ve kaşınıyor, bunun sebebi de karnımın aç olması. Uzun bir süre Yan Xiaowu’nun dönmesini bekliyorum.
“Neden bu kadar yavaşsın ……” Şikayet ediyorum.
“Elden bir şey gelmez ……” Yan Xiaowu terini silip, “Yeterli insan gücü yok.” Diye sızlanıyor.
“Bir saray hizmetçisi bile mi yok?”
“Hepsi Xihua avlusuna gitti.” Yan Xiaowu ekleyerek açıklamaya devam ediyor. “Görünüşe göre Cariye Hua kendini iyi hissetmiyor. Sürekli mide ağrısından şikâyet ediyor. Saray hekimleri ceninin pozisyonunun dik olmadığını falan söyledi. Majesteleri de bakmaya gitmişti. Oh, Majestelerine hala uyandığını söylemedim.”
“Söylemene gerek yok.” Onu durduruyorum ve “Etrafta sadece birkaç kişi olduğuna göre, gidelim” diyorum.
“Ah?” Yan Xiaowu bana aptal aptal bakıyor, “Bu kadar hızlı mı?”
Ona ters ters bakıyorum, “Bir gün önce gitseydik, şimdi burada yatmama gerek kalmazdı.”
Yan Xiaowu kendini suçlu hissediyor ve başını kaşıyor, “Tamam, seni dinleyeceğim.”
Biraz enerji toplamak için sığır etinden yedikten sonra Yan Xiaowu hafif bir valiz hazırlıyor ve bana şöyle diyor: “Doğrudan şehrin dışına çıkabilen tüneli kullanalım.”
“Tamam.”
Tünelin girişi imparatorluk bahçesindeki kayalığın altında. Oradan Xihua avlusunu görebilirdiniz. Bir an parlak sarı bir figürün hareket ettiğini görüyorum. Kalbimde, ayak bileğim kırılmış ve yerine tam olarak oturup oturmadığını bilmiyormuşum hissi gibi uyuşmuş ve acı veriyor. Yerine tam olarak oturduktan ve birkaç ay dinlendikten sonra, her zamanki gibi koşabilir ve zıplayabilirim.(zaman her şeyin ilacıdır metaforu sanırım)
Gülümsüyorum, bu yüzden Yan Xiaowu bana neden gülümsediğimi soruyor. Kabaca yanıtlıyorum: “İnsan büyük bir felaketten kurtulduktan sonra işi rast gider.”
Yan Xiaowu beni sırtında taşıyor ve tünelde uzun bir süre yürüyor. Onun sırtında uzanırken biraz kestiriyorum. Uyandığımda çoktan yere inmişim.
“Yan Xiaowu, seni alçak hırsız.” Şehrin dışındaki gökyüzünü gördükten, sonra ona küçümseyerek bakıyorum, “Bu tüneli nereden biliyorsun?”
“Bu bir sır.” Yan Xiaowu gülüyor ve “Yaraların henüz tamamen iyileşmedi ama tüm ilaçlarını getirdim. Önce yaraların tamamen iyileşene kadar kalacak bir yer bulalım, sonra gideriz.” Diyor.
Ben de karşı çıkıyorum: “Hayır! Hemen gidiyoruz! Yoksa askerler peşimize düştüğünde ne yapacağız?”
“Sen ne biliyorsun ki? En tehlikeli yer en güvenli yerdir! Dahası, kendini çok büyük görüyorsun. Sen sadece küçük bir saray hekimisin, bu yüzden gerçekten takip eden askerler olacağını mı düşünüyorsun?”
Bir an için donup kalıyorum. Evet …… belki de insanların umurunda değildir? Eğer takip eden askerler yoksa, sessiz kaçışım çok mu utanç verici görünecek ……
Yan Xiaowu haklı. Üç gün boyunca şehrin dışında kalsakta. Peşimizdeki askerlerden bahsetmiyorum bile, saraydan tek bir emir bile gelmiyor. Kimsenin umursamadığı isimsiz küçük bir saray hizmetçisini aramak gibi.
Meğer kendimi fazla abartıyormuşum. Gülmeye başladım.
Aslında Liu Xi’ye uzun zaman önce saray hekimi olmak istemediğimi söylemiştim. “Bu benim hayatım ah, yapacak bir şey yok …… Büyükbabamın torunu olmak istemiyorum! Saray hekimi olmak istemiyorum!” Tıp kitaplarını yırtarken bir yandan da hüngür hüngür ağlıyordum.
Dedi ki: “Ben de imparatorun oğlu olmak istemiyorum. Prens olmak istemiyorum.”
Göz kırptım ve dedim ki: “O zaman imparator olabilirsin. İmparator olduktan sonra da beni affedebilirsin. Böylece oğlumun, torunumun ve benim gelecekte saray hekimi olması gerekmeyecek!”
Gülümsedi, dudaklarının köşesinde, esintiyle okşanan bir bahar göleti gibi belli belirsiz gamzeler belirdi. “İmparator olmak kolay değil. Ben prens olmak istemiyorum. Çocuğumun da ileride benim gibi olmasını istemiyorum. Karımın da annem gibi olmasını istemiyorum.”
Bir an ne diyeceğimi şaşırdım ve kendi kendime mırıldandım: “O zaman sen de ileride baban gibi olma, bu kadar çok eş alıp bu kadar çok çocuk yapma. Benim durumum farklı. Büyükbabam saray hekimi olmaya uygun olmadığımı bildiği halde beni tıp öğrenmeye zorlamak zorunda kaldı. Eğer birini iyileştiremezsem, bu “imparatoru aldatma” suçu olur ve kafam kesilir. Çocuğum da gelecekte benim üzücü kaderimi miras almak zorunda kalacak. Bunu düşününce, ileride çocuk yapmaya cesaret edemiyorum ….”
Liu Xi gülümsedi. “Çok ileriyi düşünüyorsun.”
“Öyleyse, git ve vasal bir kral ol. Sonra imparatordan beni iste ki buradan ayrılabileyim. Ondan sonra beni serbest bırakırsın ……” Parlak bir geleceği düşünerek sevinçliydim.
Sakin gözleriyle uzun süre bana baktıktan sonra hafifçe başını sallayıp şöyle dedi: “Ah.”
Sonunda imparator oldu ve beni gerçekten özgür bıraktı. Liu Xi, sana haksızlık ettim. Aslında sen iyi bir adamsın, o kadar iyisin ki ağlamak istiyorum. Çok iyisin, beni kötü gösteriyorsun! Daha önce bilseydim, daha önce kaçardım! Şimdiye kadar beklememe gerek yoktu! Evlenip yuva kurduğuna, çoluk çocuğa karışacağına göre, yaptığım iyilikler başarılı bir sonuca ulaştı ve başladığım işi de bitirdim. (Geride pişmanlık yok demeye getiriyor.)