KANLI TAHTIN VARİSİ - Bölüm 3
KANLI TAHTIN VARİSİ
“Her düşüş, yeniden doğuşun habercisidir; karanlığın kollarında kaybolmuşken bile, umudun kıvılcımını bulmak mümkündür.”
Rikanymore
Bölüm 3: Düşüşün Eşiğinde
Karanlık, üzerime ağır bir battaniye gibi çökerken, her bir adım, tehditkâr bir karanlık dalgası gibi üstüme geliyordu. İçimdeki huzursuzluk büyüyordu, ama şimdiye kadar yaşadığım her zorluk bana dayanmayı öğretmişti. Sarhoşlardan birisi diğerlerininin önüne geçerek elindeki alkol şişesini bana doğru fırlattı. Şişenin gelişini neredeyse anında fark ettim, hızla bir adım yana kaydım. Şişe, neredeyse başımı sıyırarak yanımdan geçti, arkamdaki duvara çarparak tuzla buz oldu. Cam parçaları yere saçıldı, çıkardıkları ses kafamın içinde yankılanıyordu.
Bir kahkaha patladı. “Şanslı p*ç!” dedi adamlardan biri, dudaklarının kenarındaki sırıtış daha da büyüyordu. Bana bir avmışım gibi bakıyordu. Ama bu sadece bir başlangıçtı, onların gözünde sadece yeni bir oyun başlamıştı. Onlar için bu, sıradan bir gece eğlencesiydi. Aralarından biri yavaşça yere eğildi, yerde duran bir şişeyi eline alıp dizleriyle kırdı. Şişenin keskin ucu elinde parlıyordu. Gözlerinde tehlikeli bir bakış vardı; deli ve karanlık. Gözlerindeki vahşi istek, neyle karşı karşıya olduğumu bana anında hissettirdi. “İzin verirsen o güzel yüzünü çizeceğim evlat,” dedi, sesi tehditkâr ve kendini bir bok sanan aptallara benziyordu. Sert adımlarla bana doğru yaklaştık. Kırık şişeyi bir silah gibi sallayarak. Arkasındaki diğerleri, bu tehlikeli oyunun parçası olmak için sırada bekler gibiydi. Kim daha hızlı hareket edecekti? Kim daha çok zarar verecekti? Hepsinin gözlerinde aynı vahşi keyif vardı.
Derin bir nefes aldım, ama nefesim bile titriyordu. Ellerimi sıkıca yumdum, gözlerim serserinin her hareketini izliyordu. İçimdeki öfke artık kontrolden çıkmak üzereydi. Ama yine de soğukkanlılığımı kaybetmemeye çalışıyordum ama başka şansım yoktu.
“Pişman olacaksınız,” dedim, sesim alçak ama kararlıydı. O an, gözlerimin içine bakarak geri adım atacaklarını umuyordum. Ama onlar, sözlerimi tehdit olarak değil, sadece daha fazla eğlence fırsatı olarak görmüşlerdi. “Pişman mı olacağız?” diye tekrarladı adam, sesinde alaycı bir ton vardı. Diğerleri kahkahalarla ona katıldı. “Kendini ne sanıyorsun or*spu e*ladı?” Bir adım daha yaklaştı, şişeyi tehditkâr bir şekilde havada sallayarak. Gözlerinde vahşi bir parıltı vardı. İçlerinden sakallı ve en yaşlı duranı “Dur bakalım, evlat,” dedi biri, kalabalığın içinden öne çıkarak. “Bu kadar ciddi olma. Eğleniyoruz sadece. Neden bize katılmıyorsun? Hem belki…” Sözleri, kirli bir sırıtışla yarıda kesildi. Diğerleri kahkahalarını tutamıyordu.
Bana doğru daha fazla yaklaşmalarıyla içimde bir patlama noktası hissediyordum. Oyunlarına bir kurban olmak istemiyordum. Sırtımdan akan soğuk teri hissettim ama durmadım. Bir an için ellerimi açıp baktım, adeta savaşa hazırdım.
İçimdeki ses bana bağırıyordu: “Şimdi ya da hiç.”
Sarhoş adamlar etrafımı sarmıştı. Hepsinin gözünde aynı vahşi, kontrolsüz parıltı vardı. Alaycı kahkahaları kulaklarımda yankılanırken, biri kırık şişesini bana doğru tehditkâr bir şekilde savurdu. Keskin camın ucundaki ışık kırıntıları gözümü kamaştırdı, ama durmadım. İçgüdülerim hızla devreye girdi, geriye doğru bir adım attım. “Gel bakalım, derini yüzeceğim p*ç kurusu,” diye bağırdı adam. Diğerleri de ona katıldı, ellerinde salladıkları şişeler, paslı bıçaklar… Hepsinde birer tehdit gizliydi. Ama ben başka bir şey hissediyordum. İçimdeki gerginlik, yerini başka bir şeye, daha tanıdık bir şeye bırakıyordu. Vücudum harekete hazırdı; kaslarım gergin ama kontrollüydü. Tam o anda, kafamın içinde bir şeyler geri dönmeye başladı.
15 Yıl Önce…
Bir anda küçüklüğümü hatırladım. New York’ta, dar bir sokakta bulunan küçük dövüş okulu… Kapının önündeki paslanmış tabela, beni her gün çekici bir şekilde içeri davet ederdi. Babam, Amerika’ya ilk geldiğimizde beni bu okula yazdırmıştı. “Sana sadece korunmayı değil, düşmanlarını nasıl etkisiz hale getireceğini de öğretecekler,” demişti. Ve haklıydı. O dönemde judo, karate ve boks gibi dövüş sporlarının en iyilerini öğrenmiştim. Günlerce, haftalarca süren eğitimler… Her gün daha da zorlaşan tekniklerle dolu o antrenmanlar… Hocam, bana disiplinin gücünü öğretmişti. Dövüş bir sanattı ve ben bu sanatı sabırla öğreniyordum. İlk başlarda sadece fiziksel güç üzerine odaklanıyordum, ama sonraları işin mental tarafını da kavramaya başladım. Bir saldırıyı sadece karşılamak yetmezdi; aklını kullanarak saldırganın her hareketini önceden sezmek gerekiyordu. Hocam bana, dövüşün %90’ının zihinle yapıldığını söylerdi. Rakibin hamlesini, daha onu yapmadan önce hissetmek, zihnimde canlandırmak… Her seferinde bu öğretiler zihnime kazınmıştı. Gözümün önüne ilk turnuvam geldi. Judo’da rakibim güçlüydü, ama hızım ve teknik bilgimle onu yere serdiğim an… O his, kontrol bende olduğu an… Her hareketim, o eğitim günlerinin yansımasıydı. Her seferinde daha iyi, daha güçlü olmayı öğreniyordum. Yıllarca süren antrenmanlar, beni bugünkü hale getirmişti.
Günümüze Dönüş…
Şimdi, o yılların bilgisi ve deneyimi bana lazımdı. Adamların karşımda duruşları, bana bir açık aramaları, çok tanıdıktı. Onların öfke ve alkolün etkisiyle kontrolsüz hareket edişleri, benim için bir avantajdı. Vücudumun nasıl hareket edeceğini biliyordum. Saldırmadan önceki o saniyelik duraksama anı… İşte o an, harekete geçme zamanıdır. “P*ç Kurusu, seni şimdi dilim dilim doğrayacağım!” diye bağırarak bana doğru hücum eden adam, kırık şişeyi vahşice salladı. Ama onun hareketi çok öngörülebilirdi. Dizimi hızla yukarı kaldırdım ve adamın karnına sert bir tekme attım. Sesi boğuk bir iniltiyle kesildi, adeta ciğerlerinden tüm hava boşalmış gibiydi. Şişe yere düştü, cam parçaları ayaklarımın altında çatırdadı. Diğerleri de bana doğru hızla yöneldiler, ama ben artık tamamen odaklanmıştım. Elime bir kesici alet almadım, çünkü bedenim her şeyden daha ölümcüldü. İçlerinden biri bıçağını bana savurduğunda, hızla yana çekildim ve kolunu kavrayıp döndüm. Bir nage waza hareketiyle adamı yere serdim. Darbenin etkisiyle yerde kıvranırken, diğerleri hala ne olduğunun farkında değildi. “Ne oldu? Bu kadar mı?” dedim, sesimdeki soğukkanlılık adamların daha da öfkelenmesine neden oldu. Öfkeli ve sarhoş olan başka bir serseri, bıçağını havada savurdu ve üzerine yürümeye çalıştı. Ama onun kontrolsüz saldırısı, benim yıllarca öğrendiğim teknikler karşısında çaresizdi. Elini hızla kavrayıp, bıçağını etkisiz hale getirdim. Sonra onu da yere indirdim. “Size söylemiştim,” dedim soğukkanlı bir şekilde. “Pişman olacaksınız.” Karşımdaki adamlar, birer birer yere düşerken, nefes nefese kaldım. Kalbim hızla atıyordu, ama o yıllar boyunca öğrendiğim her şey şimdi işe yaramıştı. Geçmiş, beni bu ana hazırlamıştı. Sarhoş serserilerin gözlerindeki korkuyu gördüğümde, içimdeki sessizlikte derin bir rahatlama hissettim.
Gözlerim karşımda duran adamları taradı. Her biri farklı bir şekilde ayağa kalktı, ama hepsinin üzerinde aynı sarhoş, dağınık hava vardı. Aralarındaki lider olduğunu düşündüğüm kişi, orta boyluydu, solgun tenli ve yağlı siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Gözlerindeki donuk, bulanık bakış, çok fazla içtiğini belli ediyordu. Üstü başı kir içindeydi; deri ceketinin kolları yıpranmış ve deliklerle doluydu. Ağzından çıkan nefesi, kötü bir alkol kokusu gibi etrafa yayıldı.
Yanında duran ikinci adam, iri yapılı ve kaslıydı, ama bu kasları yılların alkol tüketimiyle hantallaşmıştı. Kırmızı yüzü, damar damar çatlamış gözleriyle tehditkâr görünüyordu. Kısa, tıraşsız sakallarıyla kaba bir adam izlenimi veriyordu. Eliyle tuttuğu demir çubuk, bu gece eğlence aradıklarını belli ediyordu. Pantolonu dizlerinden yırtılmış, ayakkabılarının bir teki ise topuğundan çıkmak üzereydi. O kadar dengesiz duruyordu ki, her an yere düşecekmiş gibiydi.
Diğer üç adam ise daha dağınık ve perişandı. İçlerinden biri, ince uzun ve sıska olan, elinde bir şişe tutuyordu. Zayıf kollarıyla tehdit savuracak gücü yok gibiydi ama bakışlarındaki garip bir ciddiyet onun tehlikeli olabileceğini hissettiriyordu. Sarımsı, dağınık saçları yüzüne düşmüş, pis kokulu bir gömlek giymişti.
Dördüncü adam ise daha genç, belki de yirmili yaşların başında olabilirdi. Kafasında kasket vardı ve burnu yüzüne göre oldukça büyüktü. Gömleğinin önü açık, altındaki beyaz atlet alkol lekeleriyle kaplanmıştı. Parmaklarında sigara iziyle sararmış tırnaklar vardı. Alaycı gülümsemesi ve belinde taşıdığı bıçak dikkatimi çekmişti. O bıçağın, daha önce birkaç kez kullanılmış olduğundan şüphe yoktu. Sonuncu adam en tedirgin görüneniydi, diğerlerinin gölgesinde kalmış gibiydi. Daha kısa boylu, zayıf ve solgun yüzlüydü. Tıraşsız sakalı ve şişmiş göz altları, gecenin ilerleyen saatlerinde uyuşturucuyla kendini kaybettiğini gösteriyordu. Elinde tuttuğu zincir sanki ona bile ağır geliyordu. Gözlerim bir anda etrafımdaki tüm hareketleri yakalamaya odaklanmıştı. Damarlarımda akan adrenalin her şeyi yavaşlatmış gibiydi; sanki dünya daha net görünüyordu. Bir sonraki hamleyi hissettiğimde, üçüncü bir adam bana doğru hızla koşuyordu. Elinde bir demir çubuk vardı ve gözlerinde delirmiş bir ifade… Ama her adımını hesaplayabiliyordum. Adam çubuğu başıma savurdu. Eğilerek hamlesinden kaçtım ve hızla onun arkasına geçtim. Dizimi sırtına sertçe yerleştirip onu dengeden düşürdüm. O yere doğru sendeleyip çökerken, onun pozisyonunu kullanarak dirseğimi ensesine vurdum. İnce bir inleme duyuldu ve adam hemen hareketsiz kaldı. Hemen önümde duran dördüncü kişi bana doğru bağırarak geliyordu.
“Geber artık a*ına k*yduğum,” diye haykırdı, ağzından tükürükler saçılırken. Bıçaklıydı. Hamlesini hesaplamadan savuruyor, öfkesiyle hareket ediyordu. Vücudumu yana çekip bıçağı boşluğa savurmasına izin verdim. Bir adım geri çekilip hızla göğsüne bir yumruk indirdim. Bıçak elinden düşerken, diğer elimi hızla omzuna yerleştirdim ve onu bacak arkasından vurarak yere yatırdım. Sertçe sırt üstü düştüğünde başını yere çarptı, ama daha toparlanamadan onu dizimle yerde sabitledim. Diğerlerinin neler yapacağını görmek için hızlıca etrafa baktım. En arkada duran iki kişi bir an tereddüt etti. Gözlerindeki endişeyi ve korkuyu fark ettim. İkisi de planladıkları kadar kolay olmayacağını anlamışlardı.
“Bakın,” dedim soğukkanlı bir şekilde, ellerimi biraz açarak. “Bu işi burada bitirelim. Şu an gitmek sizin için en akıllıca hareket olur.”
Ama o anda, içlerinden biri tamamen mantığını kaybetmişti. Adam, büyük bir öfkeyle bana doğru koştu. Elinde tuttuğu kırık şişeyi savururken, gözlerindeki delilik belirgindi. Beni durdurmak için her şeyi yapacaktı. Tam şişeyi boğazıma doğru getirdiği anda, hızla onun elini tuttum, bileğini sertçe bükerek şişeyi yere düşürdüm. Aynı anda onu bacak hareketiyle yere doğru savurdum, o kadar hızlı hareket etmişti ki, ne olduğunu bile anlayamadan kendini yerde buldu. “Hepiniz birer aptalsınız,” diye homurdandı yerde yatan adam. Diğerleri de harekete geçmek üzereydi. Bunu gözlerindeki kararlılıktan anlıyordum. Bu, kaçış yokmuş gibi görünen anlardan biriydi. Ama ben böyle anları daha önce de yaşamıştım. İki adam birden üzerime çullandı, biri yumruk sallarken diğeri arkadan belime dolanmaya çalıştı. Yana doğru hızlı bir adım attım ve sağdaki adamın kolunu yakaladım. Kolunu kendi gücüne karşı kullanarak onu ileri doğru savurdum, momentumuyla kendi arkadaşının üzerine düştü. İkisi birden sendeleyerek yere yuvarlandılar. O sırada diğer adam, elindeki zincirle bana saldırıyordu. Zinciri savurduğu anda hızla yere doğru eğildim ve zincir kafamın üzerinden geçti. Kalkar kalkmaz sol elimle adamın boğazına doğru sert bir vuruş yaptım. Adam nefes almakta zorlanırken, sağ elimle onun elindeki zinciri kavradım ve hızla onu kendi üzerine doğru sararak yere çekip etkisiz hale getirdim. Zincirlerin arasında sıkışıp kalan adam, nefes alamadığı için öksürmeye başladı. Bu sefer, son bir çaba gösteren bir diğer sarhoş adam, bıçaklı elini arkadan omzuma doğru indirdi. Bıçağın soğuk metalini hissettim, ama hızla dönüp omzumu yana çektim. Aynı anda adamın kolunu tutup ters bir hareketle bıçağı ondan uzaklaştırdım. Bileğini sertçe büktüm ve adamın elindeki bıçak yere düştü. Adam, acıyla inleyerek yere yığıldı. Diğerleri yere serilmişti. Şu an yalnızca ben ayaktaydım, onlar ise acı içinde kıvranıyordu. Yavaşça nefes aldım, sakinleşmeye çalışıyordum, ama kalbim hala göğsümde hızla çarpıyordu. Ayaklarımın altında kırık camların çıtırtısı duyulurken, etrafıma baktım. Bu işi daha fazla uzatmaya gerek yoktu. “Size söylemiştim,” diye mırıldandım, başımda hala yankılanan adrenalinle. “Bunu pişman olacaksınız.”
Adamların öfkesi yerini korkuya bırakmıştı. Hepsi yere serilmiş haldeydi. Kıpırdayabilen birkaç kişi, titrek adımlarla uzaklaşmaya başladı. Geride kalanlar ise ya yere serilmiş ya da sendeleyerek kaçmaya çalışıyordu. Etrafıma bir kez daha göz gezdirdim. Yerde kıvranan adamların inlemeleri kulaklarımda yankılanırken, uzaklaşmak gerektiğini biliyordum. Kavga bitmişti, ama kalbim hala hızla çarpıyordu. Adımlarımı hızlandırarak sokaktan çıkmaya başladım, her adımda kırık camların ayaklarımın altında çıkardığı çıtırtı, sakinleşmeye çalışan zihnimi rahatsız ediyordu.
Hava serindi, ama alnımdan aşağıya süzülen ter damlalarını hissedebiliyordum. Sanki her şey aniden ağırlaşmıştı. Adrenalin yerini kaslarımdaki yorgunluğa ve vücudumdaki sızılara bırakmıştı. Ellerimi hafifçe salladım, ama kollarımda tuhaf bir yanma vardı. Birkaç adım daha attıktan sonra, karnımda ve omuzlarımda da acı hissetmeye başladım. Kavga sırasında fark etmediğim kesiklerin olduğunu o an anladım. Sarhoşların ellerindeki bıçaklar ve kırık camlar, vücudumda iz bırakmıştı. Ama şu an yaralarım önemli değildi. Gözlerimi yoldan ayırmadan yürümeye devam ettim. Zihnimde yankılanan bir şeyler vardı; kavganın karmaşası, kırılan şişelerin ve alaycı seslerin yankısı hala kulaklarımdaydı. Bir an için nefes almakta zorlandığımı fark ettim, ama durmak istemedim. Gece karanlığı içinde sadece önümdeki yola odaklandım, adımlarımı hızlandırmaya çalıştım. Biraz ilerledikten sonra, arkamdan gelen bir ışık parıltısı fark ettim. Önce yalnızca hafif bir parıltıydı, ama hızla büyüyerek etrafımı aydınlatmaya başladı. Yolun kenarına yanaşmaya çalıştım, ama ışık daha da yaklaştı ve ardından güçlü bir motor sesi kulaklarımı doldurdu.
“Ne—” dedim, cümlem tamamlanmadan önce sert bir metal sesiyle çevrildim. Nefesim aniden kesildi. Bir şey oldu, ama ne olduğunu anlamadım. Bir anda vücudum sarsıldı, ayaklarım yerden kesildi ve her şey karardı. Hava birden bire suratımda patlamış gibi geldi, sanki dünya üzerime çullanıyordu. Ne olduğunu kavrayamadan havada savrulmuş olmalıyım. Her şey bulanıktı. O an neyin üstüme geldiğini, beni neyin fırlattığını algılayamıyordum.
Yüzüstü yere çarpışımı hissettim. Bir anlık karanlık, ardından sert bir darbenin tüm bedenime yayılan o kör edici acısı… Yere düştüğümde kollarım ve bacaklarım kontrolsüzce savruldu. Bir kez daha yuvarlandım, sanki rüzgar beni yolun öbür ucuna savuruyordu. Yüzüm asfalta değdiğinde, keskin bir yanma hissettim, ama acının kaynağını bulamıyordum.
Kafamda sürekli bir uğultu vardı; ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ama zihnimdeki görüntüler netleşmiyordu. Bedenim sanki ağırlığını kaybetmiş gibi hissizdi. Birkaç saniyelik bu garip, karmaşık boşlukta her şey birbirine karıştı. Derin bir nefes almak istedim, ama ciğerlerimde bir baskı hissettim, sanki dünya üzerime yığılmıştı. Neler oluyor?” dedim, ama sesim içimde yankılandı, dışarı çıkmıyordu. Ne olduğunu çözmeye çalıştım ama düşüncelerim karışmıştı. Nerede olduğumu, nasıl bu hale geldiğimi anlayamıyordum. Göğsümde bir basınç, başımda zonklayan bir acı, ama neden? Gözlerimin önünde dans eden karanlıklar ağırlaştı. Giderek daha zor nefes alıyordum. Ciğerlerime dolan hava yetmiyor, sanki boğuluyordum. Her nefesle birlikte dünya daha bulanık, daha anlamsız bir hale geliyordu.
Görüşüm titrek ve parçalıydı; çevremdeki her şey sanki bükülmüş, tuhaf şekillere girmişti. Sesler… Uzaklaşan sesler kulağımda yankılanıyor, ama ne olduğunu seçemiyordum. Kendi nefesim bile kulağımda boğuk bir yankı gibi geliyordu artık. Yere kapanmıştım, vücudumdan yayılan acıyı hissediyordum, ama sanki uzaklaşıyordu, zayıflıyordu.
Bir süre daha direnmeye çalıştım, ama kollarım titreyerek bedenimi taşımayı bıraktı. Dünya etrafımda dönüyor, hızla uzaklaşıyordu. “Sakin ol,” dedim kendi kendime, ama sözler zihnimde kayboldu. Her şey çok karanlık, çok bulanıktı.
Son bir kez gözlerimi açmaya çalıştım. Ama karanlık tamamen üzerime çöktü. Ve sonunda, hiçbir şey hissetmedim. Bilincim yavaşça beni terk ederken, dünya sessizce kayboldu.
Devam edecek…
Yazar: Rikanymore
Kurgu: Rikanymore
Editör: Rikanymore