Bilge Okuyucu - Bölüm 1 – Ücretli Servise Geçiş (1)
★★★
“Ben, Dokja.” [Ç. N: 독자, korecede 1. Ailenin tek oğlu ve 2. Okuyucu anlamına geliyor.]
Kendimi hep böyle kısaca tanıtır: hep aynı tepkiyi alırım.
“Ailenin tek çocuğuyum diyorsunuz yani?”
“Evet ailenin tek çocuğuyum ama söylemek istediğim o değil.”
“Efendim? Ne demek istiyorsunuz peki?”
“Adım Dokja, Kim Dokja.”
—Kim Dokja (Ailenin Tek Oğlu)
Babam, kendimi daha güçlü hissedeyim diye vermiş bu adı bana.
Ama nasıl bir hikmetse, – ya da nasıl bir ters tepiş mi demeliyim-, yalnız ve biraz da umutsuz bir vaka olarak yaşamımı sürdürüyorum.
28 yaşında bekar birisiyim.
Tek hobim, metroda İnternet romanı okumak.
“O zaman izninizle, biraz telefonumla ilgileneceğim.”
★★★★★★
Her zamanki gibi kalabalık bir metrodaydım. Meraklı gözlerle birisinin bana baktığını hissettim, refleks olarak başımı kaldırdım. Halkla ilişkiler bölümünden bir çalışandı önümde duran, Yoo Sangah.
“Aa, merhaba.” duraksadı, ardından,
“İşten eve mi dönüyorsun?”
“Evet, peki ya sen, Yoo Sangah?”
“Evet. Çok şanslıyım, müdürümün acil bir iş işi çıktı.”
Yoo Sangah, yanımdaki koltuk boşalınca hemen oturdu. Hoş bir parfüm kokusu geldi omuzlarından, biraz gerildim.
“Metroyla mı işe gidip geliyorsun?” diye sordum.
“Şey…” Yoo Sangah, yüzü gerildi.
Onu ilk defa metroda görmüştüm. Emin olamadım haliyle..
Halkla ilişkiler müdürü Kang’dan, finans müdürü Han’a kadar…. Yoo Sangah’i her gün evine bıraktıklarına dair dedikodular dolaşıyordu şirkette. .
Pot mu kırdım emin değildim. Ama cevabını da merak ediyorum. Tam bu sırada beklenmedik bir cevap geldi.
“Birisi bisikletimi çalmış..”
Bisiklet, ha..
“Bisikletle mi işe gidip geliyorsun?”
“Evet! Mesaiden dolayı formdan düşmüşüm. Bazen yorucu oluyor ama değiyor. ”
“Anladım.”
Yoo Sangah gülümsedi.
Biraz yakından bakınca erkeklerin neden ona karşı kayıtsız kalamadıklarını anlayabiliyordum.
Ama bu konu beni hiç alakadar etmiyor.
Herkesin farklı yaşam tarzı vardır: Hayata bakış açıları, beklentileri farklıdır.
Yoo Sangah da, benden farklı bir yaşam tarzına sahipti.
Tuhaf bu konuşmadan sonra, kendi telefonlarımıza yöneldik. Az önce okuduğum İnternet roman platformunu açtım, bu sırada Yoo Sangah… neydi bu?
“Por favor dinero.” diye mırıldandı.
“Efendim?”
“İspanyolca.”
“…Anladım. Peki anlamını biliyor musun?”
“Lütfen bana biraz para ver ” Yoo Sangah gururla cevap verdi.
Metroyla eve giderken ders çalışıyor.…
Çok farklı yaşam tarzımız var, çok.
Ama insan neden cümle ezberler ki?!
“Bayağı yoğun çalışıyorsun.”
“Peki, Dokja sen neye bakıyorsun?”
“Ah, ben mi…”
Yoo Sangah’nin bakışları, telefonumun ekranına kilitlenmişti.
“Roman mı okuyorsun?”
“Evet m… ben de Korece çalışıyorum diyelim.”
“Harika. Ben de çok fazla vaktim olmadığı için okuyamıyorum son zamanlarda…”
İlginçti. İnternet Romani okumayı seviyor muymuş yani…?
“Murakami Haruki, Raymond Carver, Han Kang…”
Ben de böyle düşünmüştüm zaten..
“Dokja, hangi yazarı seviyorsun daha çok?”
“Adlarını versem dahi tanımazsın.”
“Çok roman okudum. Tanırım diye düşünüyorum?”
Şuan ona İnternet romanı okuyorum demek garip olacaktı.. Elimdeki telefondan uygulamayı açtım.
[Büyük Düşüşten Sonra Dünya]
Yazar: Sing Shangshong
‘Sing Shangshong’un Büyük Düşüşten Sonra Dünya adlı İnternet romanını okuyorum.’ diyemezdim, demedim de..
“Fantastik bir roman. Nasıl desem. … Hmm, Yüzüklerin Efendisi gibi bir roman…”
Yoo Sangah’nin gözleri büyüdü, şaşırmıştı.
“Aha. Yüzüklerin Efendisi gibi demek. Filmini izlemiştim.”
“Filmi güzeldi.”
Yine bir sessizlik.
Yoo Sangah, benim konuşmamı bekler gibi bana bakıyordu.
Bu tuhaf sohbet zoraki bir iletişime dönüşüyordu..
Ben de konuyu değiştirmeye karar verdim.
“Şirkette çalışmaya başlayalı 1 yıl oldu. Zaman çok çabuk akıp gidiyor. Bu son yılım.”
“Evet. Başlarken hiç böyle hissetmemiştik değil mi?”
“Aynen öyle. Sanki daha dün başlamışım gibi. Ama sözleşme sürem bitmek üzere.”
Yoo Sangah’nin yüz ifadesini görünce yanlış bir şey söylediğimi fark ettim.
“Ah, pardon…” unutmuştum.
Yoo Sangah, geçen ay yabancı bir yatırımcıyla bir anlaşma sağlayınca onu kadrolu işe aldılar.
“Ah, pardon, unuttum. Tebrik ederim bu arada. Ben de yabancı bir dil çalışsam iyi olacak herhalde.”
“Ah, ne demek, Dokja! Daha performans değerlendirmeleri ve…”
Kabul etmek istemiyorum ama Yoo Sangah’in konuşması tek kelimeyle harikaydı. Sanki bir tiyatro salonunda tüm ışıklar kapanmış, sadece onun üzerinde sahne ışığı yanıyordu.
Eğer bir roman dünyasında olsaydık, başrol onun olurdu.
Aslında ben çaba bile harcamamıştım. O, çaba sarf edip başarmıştı. Ben roman okurken, o yabancı dil çalışıyordu. Fark belliydi. Onun kadrolu eleman olması ve benim işten çıkarılmam doğaldı.
“Peki… Dokja.”
“Efendim?”
“İstersen… hangi uygulamayı kullandığımı gösterebilirim?” Yoo Sangah’nin bir süreliğine sesi duyulmaz oldu.
Sanki çok uzaktan geliyordu sesi. Tüm dikkatimi topladım ve etrafıma bakındım.
10 yaşlarında bir çocuk karşı koltukta elinde böcek yakalama kiti tutuyor, annesiyle gülüşüyorlardı.
“…Dokja?”
Yaşam tarzım, şuankinden farkı olsaydı ne olurdu acaba.. ?
Nasıl bir farklılık olurdu..!?
“Kim Dok…”
Yaşam tarzım ‘gerçeklikten'[1] sıyrılıp ‘fantastik’ olsaydı, başrol olur muydum?
Yine kafamda deli sorular…
Büyük ihtimalle hiçbir zaman cevap alamayacağım sorularla baş başa idim yine.
En azından ‘imkansız’ olduğunu biliyordum.
Bu da bir başarı sayılır.
“Biraz daldım sadece, Yoo Sangah..”
“Efendim?”
“Bana kullandığım programı söylemenin bir anlamı yok.”
Yaşam tarzım`gerçeklik’ idi. Değiştirilmesi mümkün olmayan.
“Benim kendimce bir yaşam tarzım var.”
Diye ekledim.
“Ha? Anlamadım?”
“Diyorum ki bu da benim kendi yaşam tarzım, benim seçimim.”
Bu yaşam tarzında, benim hayatım adım gibi, “Dokja.”
“Dokja’nin yaşam tarzı…” Yoo Sangah yüzü ciddileşti.
Önemli olmadığını göstermek amacıyla elimi salladım.
Nedenini anlayamadım bir şekilde benim için endişeleniyordu.
Belki de halkla ilişkiler bölümünde olduğundandır.… Yani, performansımı ve sonumu bildiği için böyle bir tavır takınıyordur.
“Dokja, gerçekten güzel konuşuyorsun.”
“Efendim?”
“O zaman ben de Sangah gibi yaşayacağım.” [Ç. N:상아, fildişi anlamına geliyor.]
Yoo Sangah, bu sözlerinden sonra daha bir ciddiyetle İspanyolca çalışmaya başladı. Biraz ona izledikten sonra, telefonuma baktım.
Sonunda her şey normale dönmüştü. Ama garip bir şekilde uygulamaya bakakalmıştım. Bir anda gerçekle yüzleşmenin acısıyla… bilinçsizce duraksadım.
Bu sırada telefonuma bildirim geldi.
[Yeni bir mailiniz var.]
‘Hayatta Kalmanın Yolları’’nın yazarından gelmişti. Maili açtım.
-Sevgili okuyucum, akşam 19.00’da bölüm yayınlanacak. Bol şanslar.
[1 ek.]
Yazar hediye vereceğini söylemişti. Hediye ne acaba ?
…Adım gibi, tam bir okuyucuydum. Bölümü haber veren maili almak bile beni heyecanlandırıyordu.
Evvet, okuyucu olmak hiç fena değildi.
Saati kontrol ettim.
—18.55
Yayına 5 dakika vardı.
Bölüm yayınlanana kadar son bir güzellik yapmak istiyordum. Uygulamada favori hikayeler kısmını açtım. Tek okuyucu olduğuma göre, yazara övgü dolu bir yorum bırakıp ona yardımcı olacağım.
Fakat…
-Roman listede çıkmıyor!?
Arama çubuğuna defalarca ‘Harap olmuş, hayatta, 3″ gibi basit ama hikayenin başlığını içeren kelimeleri yazdım.
‘Hayatta Kalmanın Yolları’ sayfası silinmiş gibiydi. Ücretli servise geçen bir romanın, hiçbir duyuru yapılmadan uygulamadan silinmesi normal miydi?!
Tam bunları düşünürken, metronun ışıkları birden gitti.
İçeriye karanlık hakim oldu.
—KIIIIIIIIIIIIKT
Metro gürültüyle sallandı ve metal sesleri duyuldu.
Yoo Sangah korkudan bağırıp koluma sarıldı.
Metroda artık kargaşa hakimdi.
Yoo Sangah ise öyle kolumu sertçe tutuyordu ki kolumdaki acidan metronun neden yavaşça durmaya başladığını düşünemiyordum.
Etraftan yükselen sesler duyuluyordu.
“Uh, ne?”
“N-noldu??”
Birkaç kişi telefonunun ışığını açtı. Yoo Sangah kolumu sıkıca tutmaya devam ederken ürkek bir sesle sordu.
“N-ne oluyor?”
Endiselenmemiş gibi davrandım.
“Endişelenme. Ciddi bir sorun yoktur..”
“Öyle mi diyorsun?”
“Evet. Büyük ihtimalle birisi metronun önüne atlamıştır, intihar etmek için. Mühendis birazdan anons geçer.”
Konuşmamı bitirir bitirmez, mühendisin anonsu duyuldu.
Yolcuların dikkatine, Yolcuların dikkatine.
Kargaşa yerini sükunete bıraktı.
İç çekip konuşmaya başladım.
“Bak, ne dedim sana. Birazdan özür diler, ardından da tekrar hareket etmeye başlar metr…”
–Du-durmayın… KAÇINN…!
‘Ne?’
Ardından bir ‘bip’ sesiyle yayın kapandı. Bu sefer metroda daha büyük bir kargaşa hakim oldu.
“D-Dokja? Bu neydi…?”
Metronun ön tarafından bir ışık yansımaya başladı. Birkaç güm sesinden sonra bir patlama sesi de duyuldu.
Bu karanlıkta, buraya doğru gelen bir şey vardı.
Gözüm saate ilişti.
—19.00.
Tik, tok.
Bir anlığına dünya durmuştu sanki.
Ardından bir ses geldi:
[ 8612 Gezegeninin Ücretsiz Servisi Burada Bitmiştir. ]
[Ana Hikaye Şimdi Başlıyor.]
Tam bu anda, yaşam tarzım değişmeye başladı.
★★★★★★
[1]: Yazarın gerçeklik olarak belirttiği ‘Realizm‘de, hayaller ve duyguların yerine toplum ve gerçekler vardır. Daha fazla bilgi için linke tıklayınız.
Çeviren: Fatma K.