Bilge Okuyucu - Bölüm 17 – İkiyüzlülüğün Sonu (3)
Bölüm 17 – İkiyüzlülüğün Sonu (3)
Cheon Inho’nun müdahalesine rağmen, takımyıldızlarından ödüllü senaryo gelmedi.
Ben de müdahale edip onu haklamak istemedim, hala zamanımız vardı.
Gumho İstasyonundaki durumu kavramak yaklaşık yarım günümü aldı.
Lee Hyunsung, genel olarak bilgiyi veren kişiydi.
“İstasyonda şuan 86 kişi var. Ah, tabii seninle 87 kişi olduk, Dokja.”
“Tahmin ettiğimden daha az kişi varmış.”
“Maalesef. Senaryo başlayınca, yakın istasyondaki insanlarla bizim metrodaki insanlar hayatta kalmayı başarmış. Kimse ağzını açıp tek kelime etmedi ama bence birinci senaryoda…”
Devamını söylemesine gerek bile yoktu. İnsanların yüz ifadelerinden bile burada neler olduğu, neler yaşadıkları anlaşılıyordu. Buradaki herkes nerdeyse başkasının hayatına sebep olarak buraya kadar gelmişti. Yani, herkes aslında katildi.
“Şuan, Gumho İstasyonu 2ye bölünmüş durumda. Net bilgi vermek gerekirse de: bir grup ve diğerleri olarak ayrıldı insanlar.”
Lee Hyunsung, etrafını süzdü. Etrafımızda elinde silah, çelik boru taşıyan adamlar vardı. Hangi grubun gücü elinde tuttuğu net görülüyordu.
“İnanın bize! Başkanımız, herkesin iyiliği için çalışıyor. En kısa zamanda kurtulacağız.”
Hankyung Grubun en küçük oğlu, Han Myungoh.
“Hyung-nim haklı, arkadaşlar. Umudunuzu kaybetmeyin. Onun liderliğiyle kurtulacağız.”
Han Myungoh’u kontrol edip gruba liderlik eden, Cheon Inho’dan başkası değildi.
İşte bu yüzden Lee Hyunsong, bu gruba ana grup diyordu.
“Anne, ben sıkıldım….. telefonda oyun oynayabilir miyim?”
“Dayan, yavrum. Kurtarmaya gelecekler bizi birazdan.”
“Devlet harekete geçecek. Bir ülkeyi yıkmak kolay değildir. Mutlaka yardım edecekler bize.”
Bu grup tarafından korunan insanlar, dışlanan grupla birlik olup kurtarılmayı bekliyorlardı.
Yaşama hevesleriyle, hallerine bakılınca onlara ‘katil’ demek için fazla zayıflardı.
Buraya 100 katil gelse, buradaki insanlar ‘zayıflar’ ve ‘güçlüler’ olarak kesin ikiye ayrılırdı.
Belki de kendilerini katil olarak görmüyorlardı? Başka bir deyişle, mecbur kaldıkları için…. kendilerini katilden saymıyorlardı?
Lee Hyunsung, ana gruba gözlerini dikmiş bir şekilde açıklama yapmaya başladı.
“Yemek dağıtımı, ana grup tarafından ayarlanıyor. Etraftaki marketler, restoranlar hep soyulmuş, nerdeyse yiyecek hiçbir şey kalmamış.”
“Demek öyle.”
“Ana grup, yiyecek arayışı için bir keşif grubu göndermişti. Heewon da onlarla beraber gitmişti sabah.”
“Heewon…?”
“ Dokja, kurtarıp getirdiğin kadının adı.”
Yerde baygın yatan kadına baktım. Işık vücuduna vurunca, çok güzel birisi olduğu açığa çıkıyordu: Dolgun yanakları, belirgin yüz hatları. Çok çekici birisi olduğu belliydi. Maymun akciğerleri sayesinde de, yüzü sabahki kadar solgun değildi.
“Heewon, dönemeyen tek kişi mi?”
“Hayır.. Aslında birkaç kişi daha geri dönmedi. Ve dönmeyenler dışlanan gruptaki insanlar.. ana gruptan herkes döndü.”
“Demek geri dönmediler?”
“Evet.”
Lee Hyunsung üzüldü. Neler olduğunu az çok tahmin ediyordur.
Lee Hyunsung’un omzuna dokundum.
Dokunduktan sonra, onun Çelik Kılıç olduğuna dair hiçbir şüphem kalmadı. Gücü lv 10’u geçmiş bile olabilirdi.
“N-neden sen…?”
“Lee Hyunsung, sen de kesin onlardan güzel bir teklif aldın, değil mi.. ama kabul etmedin.”
“Ah, o…”
Lee Hyunsung’un gücü, Bang Cheolsoo’dan kat kat iyiydi. Cheon Inho’nun, onu yanında istememesi imkansızdı.
“Neden bilmiyorum ama kabul etmemem gerektiğini düşündüm. Ahlaki ya da etik bir durum söz ko…”
Lee Hyunsung utanarak kafasına dokundu.
“Garip bir şeyler olduğunu sezdim.”
Garip olduğunu sezmiş demek…. mantıklı bir açıklama değildi ama samimi olduğu hissediliyordu.
Lee Hyunsung, Lee Hyunsung idi. Fark yoktu.
“Bu tavrını değiştirme.”
Böyle davranmaya devam ettiği sürece, ona güvenebilirdim.
Arkamdan sevimli birkaç ses duyup dönüp baktım. Yoo Sangah ile Lee Gilyoung bana heyecanla bakıyorlardı. İstemsizce gülümseyiverdim.
“Bu arada, çoktan akşam oluvermiş. Acıkmadınız mı? Alın birer tane.”
Marketten aldığım yiyeceklerden birer adet uzattım ellerine.
“Ah, gerçekten mi? Alabilir miyiz?”
“Bu seferlik ücretsiz veriyorum. Ama bir dahakine karşılığını ödemek zorundasınız.”
“Ha? N-neyle ve ne kadar…?”
“Herkesin puanı yok mu? Bir adet, 10 puan.”
“O- mu…”
Yoo Sangah ile Lee Hyunsung şaşkın şaşkın bakakaldılar. Bu sözlerimi beklemiyorlardı herhalde.
“Tabii ki ödeyeceğim hemen. Bedavaya olmaz zaten.”
Yerde yatan kadındı lafa girişen. Demek bilinci yerine gelmiş.
“Adım, Jung Heewon. Bu sabahki yardımın için çok minnettarım.”
“Ne demek.”
Başta numara yapıyor diye düşünmüştüm.. fakat ön yargıyla yaklaştığımı düşünmeye başladım.
“Yoo Sangahi, Lee Hyunsung. Lütfen iyi düşünün. Böyle şaşırmanıza gerek yok. Bu yiyecekleri alabilmek için, hayatını riske attı. Ücretsiz olmasını beklemiyorsunuz herhalde?”
Hiç tereddüt etmeden, düz bir ifadeyle konuştu.
“Ah…” Yoo Sangah’ın yüzü kızardı. Ardından hemen lafa girdi.
“Özür dilerim, düşüncesizlik ettim. Tabii ki ödemeliyiz….evet, ben de bedavaları sevmem. Başkasına güvenip yaşamam da. Bana göre değil.”
“Yoo Sangah’a ben de katılıyorum. Ben de ödeme yapacağım.”
Beklenmedik bu tepki beni de biraz şaşırtmadı değil.
Malum böyle bir durumda sadece tek tip insan olacak değildi.
“Israr ediyorsanız… tabii. Peki puan paylaşmayı biliyor musunuz?”
“Evet. Birkaç gün önce öğrendim ben. Diğer kişinin baş parmağına dokunup….”
“Ne kadar puan paylaşmak istediğini söylüyorsun.”
Heewon’dan başlayarak, Yoo Sangah ve Lee Hyunsung 10 puan yiyecekler için ödeme yaptılar. Bu düşünceye karşı çıkmamaları beni sevindirdi.
Üç-beş puan kazanmak için böyle bir şey yapmadım. Başta bu kararım garip gelebilir ancak insanlar yakında neden böyle bir karar verdiğimi anlayacaklar.
[’Lee Gilyoung’ size 20 puan ödeme yaptı.]
“Ha? 10 puandan daha fazla mı ödedin?”
“Sabahki çikolatayla beraber toplam tutarı ödedim….”
Lee Gilyoung’un konuşurken memnun görünüyordu.
Belki de böyle bir dünyaya çocuklar daha çabuk adapte oluyordur.
Çocuklar belki de daha sağduyuludur..?.
“Dokja, bizimle kalmaya devam edecek misin?”
“Ah,…”
“Dokja.”
Lee Hyunsung sesleniyor sandım ama arkamı döndüğümde gördüğüm kişi, ‘ana gruptan’ Cheon Inho’ydu. Çabuk döneceğini biliyordum.
“Biraz konuşabilir miyiz?”
Bang Cheolsoo, ön dişleri kırık bir şekilde Cheon Inho’nun arkasına saklanmış bana bakıyordu. Gözlerini kaçırarak dik durmaya çalışıyordu. Ne salak ya.
“Tamam, konuşalım.”
Başımı salladım onaylarcasına. Ardından memnun bir ses tonuyla söze girişti.
“Arkadaşlar, etrafı boşaltabilir misiniz? Dokja ile yalnız konuşmak isterim.”
“Ah, pe…”
“Gerek yok, herkes kalıp dinleyebilir.”
Cheon Inho’nun gözleri seğirdi. Lee Hyunsung tam kalkacakken durdu.
“Hmmm, öyle mi diyorsun? Benim için fark etmez.”
Umurumda değilmiş gibi davrandı. Cheon Inho yeri eliyle temizleyip oturdu.
Yanında 2 adam belirdi, birisi sigara, diğeri çakmak uzatıp sigarasını ateşledi.
Çok film izlemiş bence.
“Lafı dolandırmadan anlatayım.”
“Tabii.”
“Grubumuza katıl.”
Beklediğim bir teklifti.
“Grubumuzda sana yüksek bir pozisyon verebilirim. Grubu seninle yönetmek isterim, katıl bize.”
“Neden ben peki?”
“Bilmiyor musun gerçekten?”
Cheon Inho, gözlerini yaralı grup üyelerine çevirdi.
“Dokja, sen insanları canavarlardan kurtaran bir kahramansın. Sana sunduğum pozisyonu sonuna kadar hak ediyorsun.”
Ne de güzel anlatıyor ya. Ben hayatın cefasını çekerken o sefasını sürecek.. ne güzel hayat.
“Ya reddedersem?”
“Reddetmek mi? Hiç böyle bir ihtimali düşünmedim. ”
Cheon Inho içtiği sigaranın dumanını bana doğru üfledikten sonra,
“Dokja, bu bir rica, istek değil. Yapman gereken bir görev. Etraftaki zayıf insanları görmüyor musun?”
Üstü başı dağılmış insanlar bu tarafa doğru bakıyordu. Aralarında yaşlılar ve çocuklar vardı.
“Hayatta kalabilmek için, beraber çalışalım diyorum. Dokja, güçlü değil misin, sen?” diye devam etti.
“Beklentin ne peki?”
“Kiralık katil olabilecek birine ihtiyacım var.”
Kiralık katil mi?
“Birkaç gün öncesine kadar, başka bir arkadaşımız bu görevi üstleniyordu. Tünellerde tek başına mücadele verip herkese yiyecek getiriyordu. Tek taraflı bir ilişkimiz vardı denebilir hatta.”
Kim olduğunu sormama gerek yoktu. Yoo Jonghyuk’u anlatıyordu..
“Fakat dün gece aniden çekip gitti.”
“Yani, onun yerine birisini arıyorsun?”
“Cheolsoo ile yeteneğini kanıtladığını düşünüyorum.”
Lee Hyunsung ile Jung Heewon, neler döndüğünü anlayınca şaşırıp kaldılar.
“Dokja, senin için de iyi bir deneyim olacak. İnsanların kahramanısın sen ve beraber grubu yöneteceğiz. Herkes seni sevecek ve…”
“Kusura bakma ama ben kimsenin sorumluluğunu almam. Grubuna katılmak istemiyorum.”
“Hrmm. Bu mu cevabın, yani?”
“Her şeyden önce, grubu yönetiş seklin bana uymuyor.”
Cheoldoo grubunun sağlıklı üyeleri ile dışlanan gruptaki insanlara baktım.
Gözüme Jung Heewon’nın Cheon Inho’a olan düşmanca bakışları çarptı.
“Demek öyle. Peki. Fikrini değiştirirsen, çekinmeden gel.”
“Fikrim değişmeyecek.”
“Haha, bekleyip görelim.”
heon Inho’nun sözlerinin ne anlama geldiğini, çok geçmeden öğrendim.
Cheoldoo grubu üyeleri çekildikten sonra diğer insanlar -dışlananlar- kolumdan tutup bana bağırmaya başladılar.
- “Hey, söylenti doğru mu?”
- “Sende yiyecek olduğu doğru mu?”
- “Herkese yetecek kadar yiyecek varken kimseyle paylaşmayacak mısın!?”
- “Herkes burada kalıyor! Neden sadece sende yiyecek var!?”
- “Yiyecekleri, Inho’ya ver! O herkese dağıtır!”
Neler döndüğünü şıp diye anladım.
Uzaktan Cheon Inho’nun gülümsediğini, dudaklarının hareket ettiğini gördüm.
‘Seç.’
Yiyecekleri verip kahraman mı olayım?
Yoksa vermeyim de kabadayı mı olayım?
Eğer kahraman olmayı seçersem, Cheon Inho’nun tuzağına düşerim.
Yiyecekler dağıtıldıktan sonra, grup üyeleriyle yiyecek keşfine çıkar bir yerde arkamdan bıçaklanırdım kesin.
Diğer yandan da, yiyecekleri vermediğim sürece insanlar beni dışlardı.
[Takımyıldızları heyecanlandıklarını bildiriyor.]
[Takımyıldızı ‘ Gizli Entrikacı’ öfkelendiğini belirtiyor.]
İnsanların üzerime daha fazla geldiğini gördükten sonra, Cheon Inho arkadan öne doğru çıktı.
“Ahh, arkadaşlar, sakinleşelim. Bir yanlış anlama söz konusu bence. Kim Dokja, böyle kötü bir insan değil. O bir kahraman.”
Ne bu şimdi? Tuzak mı? … Hile mi?
“Kim Dokja, bizimle çalışmaya karar verdi. Getirdiği yiyecekler bize verildikten sonra, adil olarak size dağıtılacak. Dahası, bizimle çalışıp sonraki yiyecekler için de―”
Tabii ki, onu seçeceğime inandığı için böyle davranıyordu. Daha fazla dinlemeye katlanamadım.
“Yeter.”
Biraz tereddüt etmedim değil. Yoo Jonghyuk, bu durumda olsa ne yapardı ki..?
Off… ama burada değil ki. Ve ben de Yoo Jonghyuk değilim.
“Tabii ki, yiyecekleri dağıtacağım.”
Cheon Inho’nun yüzünde hınzır bir gülümseme gördüm bu sırada. Ardından devam ettim. Birisi konuşurken, sonuna kadar dinlenmesi gerektiğini öğrenmesi lazım.
“Fakat, kimseye ücretsiz veremem.”
Yoo Jonghyuk’un aksine, sırf ilerlemek adına, her şeyi gözden çıkaramam ben.
Herkesin sorumluluğunu da alamam. Yiyecekleri dağıtırım ama ücreti karşılığında.
Sözlerimi anlamamış gibi bakakaldılar.
“N-ne yani! Ücretsiz değil mi?”
“Yiyecekleri kendime saklamak gibi bir niyetim yok. Yiyecekleri, Cheon Inho’nun grubuna da verecek değilim. Ben UNICEF değilim, onlara da güvenmiyorum.”
Cheon Inho’ya bakıp gülümsedim.
“Sizinle anlaşırız. Makul bir fiyata yiyecekleri size satarım.”
“Sa-satmak mı?”
“Ne…?”
“Ha, ne kadar…para istiyorsun?”
Cheon Inho’nun yüz ifadesi sertleşti. Gülmeden edemedim.
“Sadece puan kabul ediyorum.”
* * *
Kısa bir süre sonra dışlanan gruptan beni tanıyan kesim yanıma geldi sadece.
Lee Hyunsung: “Şeyy…D-Dokja. Sence mantıklı bir karar mı verdin?”
Jung Heewon: “Offf, hayatta ücretsiz bir şey mi var? Dokja, en doğru olanı yaptı. Ben takdir ediyorum onu.”
Jung Heewon, Lee Hyunsung’ın endişelerinin yersiz olduğunu belirtti. ‘Takas’ yapacağımı söyledikten sonra, çoğu insan benden uzaklaşmayı tercih etti. Belki de durumdan faydalandığımı düşünüp rahatsız olmuşlardır.
“Heewon haklı. Ana gruba fazla bağlı buradakiler.”
“Evet. Or… çocukları…. Gimho İstasyonunu ele geçirdiler. İnsanlara hayvan muamelesi yapıp mezbahaya götürdüler, bu şerefsizler. Sabah bana yaptıkları gibi…”
Jung Heewon’un vücudu titremeye başladı.
Aslında yiyecekleri elinde tutan ben değil, ana gruptu.
’adil paylaşım’ adı altında yiyeceklere el koyup kendilerine yalakalık yapan kesime yedirdiler.
İnsanlar, korunduklarına inandıkları zaman en zayıf oldukları andır. Tek taraflı bir otorite kurulduğu zaman, insanlar otoriteye güvenmeye başlarlar.
“Haklısın. Dokja’nın davranışı mantıklıydı. Herkes kendi başına kararlar almalı ve uygulamalı.. Fakat…”
Lee Hyunsung, gözlerini yiyecek poşetlerine çevirdi.
“Bir tane bile satamadın. Bir yiyecek için 50 puan çok pahalı, değil mi? Bize yaptığın gibi 10 puan yapsaydın ya…?”
Duruma göre mantıklı konuşuyordu. Fakat insanlar şimdiye kadar hep ana gruba doğru baktılar, bana doğru yönelen olmadı.
Hala zamanı vardı.
Sakince cevap verdim.
“Biraz daha bekleyelim.”
Gece oldu.
Dışarıdan canavarların sesleri duyuluyor, insanlar uykularında irkiliyordu.
Lee Gilyoung ile Yoo Sangah erkenden uyudular. Jung Heewon ise uyukluyordu.
“Dokja, sen uyu. Ben nöbet tutarım.”
“Gerek yok. Lee Hyunsung, sen uyu.”
“Ama yorulursun.”
“Yapacak işlerim var.”
“İş mi, ne işi?”
Lee Hyunsung’nun arkasını işaret ettim. Bizden tarafa doğru insanlar geliyordu. Gölgeleri belli oluyordu.
“…yiyecek takası mı yapacaksın…?”
Sonunda insanlar harekete geçmişti.