Bilge Okuyucu - Bölüm 16 – İkiyüzlülüğün Sonu (2)
Bölüm 16 – İkiyüzlülüğün Sonu (2)
Epey sordum kendime bu soruyu.
Kıyamet sonrası kurgularında neden hep ‘eşkıyalar’ basar etrafı diye.
Taciz, tecavüz, hırsızlık gibi suçların bir anda her yerde patlak vermesini, yazarın tembelliği olarak düşünürdüm hep.
Sanki konu yok gibi boşlukları bu tarz suçlarla dolduruyormuş gibi gelirdi.
Gerçek ‘yıkım’ gerçekleştiğinde, insanların daha mantıklı düşünüp hareket etmesi gerekmez miydi…?
“Pes etmeyecek herhalde. Hadi öldürün şunu!”
Aradığım cevap tam önümdeydi. Bir kenarda şovu izleyen adamla, bana doğru gelen adamı gözlemledim.
[Takımyıldızı,‘Şeytani Ateş Yargıcı’ adil kararlar vermenizi bekliyor.]
… insanın hayal dünyasının ilkel olduğunu, gerçeklerle yüzleşen insanın hayal dünyasınınsa daha çağ dışı olduğunu….şimdi fark ettim.
Hwiiik!
Demir borunun havadaki süzülüşü… trajikti. Öldürme niyetiyle kaldırmamıştı boruyu.
Pek acıtmadı da.
“B-buradan gitmezsen bu sefer ölesiye vuracağım. Def ol git!”
Dört adam etrafımı sardı. Birisi titriyordu ama diğerleri daha sakindi. Sayıdan avantajlı olduklarını düşündükleri için rahatlardı büyük ihtimalle.
“Ne yapıyorsunuz lan?”
Bağrışlarla beraber bir adam bize doğru koşmaya başladı. Savunmasızdım, dikeni hareket ettirdim.
Puok!
“Aaaaack! Bacağımm! Bacağım!”
“Seni pislik!”
“Hadi şunun işini bitirelim!”
Adamlar üzerime gelmeye başladılar, fakat ben korkmuyordum. Güç seviyeleri 5 lv falandı. Saldırılara direnip karşılık vermeyip sessizce dikeni kestim.
Tang! Kaaang!
Puok! Puok!
Adamlar birer birer oldukları yere inleyerek yığıldılar. Onlara ciddi bir zarar vermemiştim, canları tehlikede değildi. Malum senaryoda ‘etkisiz hale getirme’ görevi vardı, öldür diye bir ibare yoktu.
[Takımyıldızı ‘Mutlak İyilik Yönetimi’ kararınızdan memnun.]
[Bazı takımyıldızları, insani tavırlarınızı gülünç buluyor.]
[100 puan ile ödüllendirildiniz.]
Katil olursam, bir süre takımyıldızlarının dikkatini çekerdim.
Fakat dediğim gibi kısa bir süreliğine olurdu bu ilgi. Dahası, bir kereliğine beklentiyi yükseltmek uzun soluklu planlarda, doğru bir karar değildi.
[Senaryonun bitmesine kalan süre : 3 dakika.]
Demek 2 dakika geçmiş. Bu tarz senaryolarda, süreyi iyi kullanmak önemliydi.
“B-bu adam neyin nesi? Nasıl ölmez?”
Arkada şovu izleyen liderleri öne çıktı.
“Güzel, zorlu çıktın. Herkes çekilsin, onunla ben ilgilenirim.”
“Cheolsoo hyung-nim! Bu adamın güçlü bir sponsoru var bence!”
“Ne güzel. Puanı da çoktur.”
Giydiği siyah eldivenin içinden parmakları parlıyordu? Demir parmaklar? Hmm.. sponsor ürünü herhalde diye düşünmeye başladım.
Küt küt.
Ellerini kütletip gerindi.
[ Karakter Cheolsoo, ‘Tehdit’ yeteneğini üzerinizde kullanıyor.]
[Yetenekleriniz arasındaki fark çok yüksek olduğu için ‘Tehdit’ yeteneği çalışmıyor.]
“Ha, fena değilmişsin. Korkmuyorsun da.”
Konuşarak dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu ki aynı zamanda saldırıya geçti.
İlk yumruğunu çeneme salladı, hemen geri çekildim. Gülümsedi.
“Ohho, harika gidiyorsun. Kesin vücut da yapmışsındır sen?”
Spor yapmadan da çeviklik istatistiğini lv 10’a çıkaran herkes bu kadarını başarırdı.
Önceden kalan puanlarımı ürün alarak harcayıp istatistiklerimin toplam seviyelerini 33’e çıkartmayı başarmıştım.
Karakter listesine baksam mı ki, kimmiş bi öğreneyim?
[Karakter listesi aktive edildi.]
[Karakter Bilgisi]
Adı: Bang Cheolsoo.
Yaşı: 34
Karakter Takımyıldızı:Küçük Eşkıyalar Kralı
Özel Yetenek: Saldırı Kaptanı (Genel)
Yetenekler: Yakın saldırı Yeteneği Lv. 2, Blöf Yeteneği Lv. 2.
Mührü: [Tehdit Lv.1]
Genel İstatistikler: Dayanıklılık Lv. 6, Kuvvet. Lv 7, Çeviklik Lv. 6, Büyü Gücü Lv. 2.
Genel değerlendirme: Sıradan bir gangster. Yeteneklerini abartma eğilimine sahiptir.
Tamam şimdi oldu. Hatırladım bu adamın kimliğini.
“Cheoldoo Grubundan, Bang Cheolsoo.”
“Beni tanıyorsun demek?”
“Bilmem, tanıyor muyum sence?”
Romanın başlarında vardı diye hatırlıyorum ama bir anda kaybolduğu için emin olamıyordum.
Bang Cheolsoo.
Gumho İstasyonundaki grubun en aptalıydı.
Yoo Jonghyuk, bu grubu haklamış olması lazımdı.. niye hala hayattalar ki? Diye düşünmeden edemedim.
“Hey, yoksa sen de mi o ‘gruptansın’? Kesin birisini öldürmüşsündür sen. Evet, ben de diyorum neden birbirimize bu kadar çok benziyoruz.”
[ Karakter Cheolsoo, ‘Blöf’ yeteneğini üzerinizde kullanıyor.]
Blöf.. kendisini eşkıya ilan elen herkeste bu yetenek vardı. Rakibinin gücünü kırmak, onun kafasını karıştırmak için kullanılırdı. Ancak buradaki durum biraz farklı.
[Dört Duvar, Bang Cheolsoo’a ait Blöf’ü engelledi.]
[Karakter Bang Cheolsoo’nun özgüveni yavaşça sarsılıyor.]
“Beni görmezden mi geliyorsun sen!? Canına susamışsın anlaşılan.”
Bang Cheolsoo önüme geçip Yunan-roman güreş pozisyonunu aldı. Ama tek yaptığı blöftü. Güreş yeteneği yoktu ki.
“Vaktimiz yok hadi biraz hızlı ol.”
“Seni pislik!”
Tek değerli gücü Yakın Dövüş lv 2’ydi. Bunun içinde direkt saldırması gerekiyordu.
“Geber!”
Aramızdaki çeviklik farkı o kadar yüksekti ki bana dokunamıyordu bile.
Acınası gözlerler ona baktım.
Her takımyıldızının amacı, varisçilerini ‘başrol’ olarak yetiştirmek değildi.
Bazı takımyıldızları ikiyüzlülüğü ile ünlüydü. Varisçilerini, salak ve güçsüz karakterlerden özenle seçen mazoşistler…
Varisçilerinin, ezilmesini, öldürülmesini zevkle izleyenler.
Mesela, Küçük Eşkıyalar Kralı gibi.
[Takımyıldızı, ‘Küçük Eşkıyalar Kralı ’ sizi tebrik ediyor.]
[Takımyıldızı, ‘Küçük Eşkıyalar Kralı ’ sizi 100 puan ile ödüllendirdi.]
Varisçisinin ezilmesine karşın, düşmanının tarafını tutuyor, ya.
Başta tek bir hamleyle bu işi bitirmeyi düşünüyordum ama işler değişti şimdi.
[Senaryonun bitmesine kalan süre : 2 dakika.]
O zaman, kalan tüm süreyi güzelce değerlendireceğim.
“Seni lanet olası!”
Küçük Eşkıyalar Kralı, bu tarz konuşma tarzını da severdi. Kölelik sisteminin iğrenç olduğu yetmiyor gibi bir de böyle tipler mevcut..
Peeok!
“Haha! Vurdum sana!”
Saldırısında başarılı oldu ama etkisi yok denecek kadar azdı.
“Nasıl olur?”
Nasıl mı diye soruyor…? Dayanıklılık istatistiğim, Lv. 12. Onun gücüyse, Lv. 7.
İstatistiklerimiz arasındaki fark, bu karşılaşmanın kaderini belirliyordu. Dahası, atık sıra bendeydi.
“Sıra ben de herhalde?”
Tüm gücümle Bang Cheolsoo’ya saldırmadan önce yanağına dokundum.
Bang Cheolsoo’nun bazı dişlerinin dökülmesiyle bağırması bir oldu.
Tereddüt etmeden dikenle koluna saldırmaya devam ettim.
“Aaaagh!”
Bir elini dikenle duvara sabitleyip vücuduna saldırmaya devam ettim.
Sırtı, uyluk kemiği, beli gibi acıyı derinden hissedeceği bölgelerine onu bayıltmayacak bir güçle vuruyordum.
[Takımyıldızı, ‘Küçük Eşkıyalar Kralı ’ eğlendiğini bildiriyor.]
[Takımyıldızı, ‘Küçük Eşkıyalar Kralı ’ alt senaryonun süresinin uzatılmasını talep ediyor.]
[Senaryonun süresi 1 dakika uzatıldı.]
Tabii, baygın yatan kadının da hangi bölgelerinden darbe aldığını da hesaba katarak mücadeleye devam ediyordum.
“Öhhööö! Öhhöö!”
Vücudundan kanlar akmaya başlıyor, derisi soyuluyordu. Kırık dişleri de etrafa saçılıyor, birkaç kemiğinin de kırıldığını hissediyordum. Fakat, durmadım.
“D-durrr! Yeter! Hyung-nim’i rahat bırak lütfen!”
Arkada dikelen adamlardan birisi panikle bağırdı. Bakışlarımın bir anlığına onlara çevirdim. O adamsa, yerde baygın yarı çıplak yatan kadına baktı.
İnsanlar zayıftı.
Fakat, başkalarına işkence etmeye bayılan bir kesim vardı.
İnsanlara saldırıyorlar, taciz ediyorlar, hatta hırsızlık yapıyorlardı. Bahaneleriyse hazırdı: dünya kıyameti yaşıyordu.
İçgüdüler miydi insanları bu hale getiren?!
Kendisinden daha güçlü birisi görünce, gözleri korkuyla dolan bu adam hem beni tiksindiriyor hem de meraklandırıyordu.
“Neden yaptın bunu?”
Öylesine ağzımdan çıkan bir soruydu. Cevap beklemiyordum bile.
Bang Cheolsoo’ya tekme atacakken, gözlerini açıp konuştu.
“Lanet olsun…öldür beni pi..”
Göz göze geldiğimizde kendince haklı sebeplerinin olduğunu anlayabiliyordum.
Bakışlarında, bu hayata karşı bir bağlılığı yoktu. Yani, içgüdüsel bir mesele değildi.
Bang Cheolsoo mırıldanarak konuştu.
“Hayat… bok gibi çünk…”
Bu adam da, dünya bu hale gelmeden çok önce umutsuzluğun içinde boğulmuştu. Aynı benim gibi.
[Senaryonun bitmesine kalan süre : 10 saniye.]
Daha fazla oyalanmadan boynuna son vuruşumu yapmamla bayılması bir oldu.
[Alt senaryoyu tamamladınız.]
[Ödül olarak 300 puan kazandınız.]
Herkes tatmin oldu, herhalde.
[Takımyıldızı, ‘Küçük Eşkıyalar Kralı ’ eğlendiğini bildirerek size 100 ile puan ödüllendirdi.]
Diğer adamlarda sürünerek yaklaştılar.
“Ç-çok korkunç…”
Yerde kanlar içinde yatan Bang Cheolsoo’ya dehşet içinde baktıktan sonra bakışlarını bana doğru çevirdiler. Bir mezbahada imha edilmeyi bekleyen köpekleri andırıyorlardı.
Baygın kadını sırtlayıp poşetleri elime aldım.
Bu yıkık dökük dünyada yeni bir hayat kurup hayatta kalmak zorundaydım.
“Beni grubun olduğu yere götürün.“
* * *
Gumho İstasyonu, Yoo Jonghyuk tarafından düzenlendikten sonra bölgenin merkezi haline gelen bir bölgeydi.
İlk seferinde, Yoo Jonghyuk, 2.ana senaryoyu Gumho İstasyonu grubuyla beraber bitirmiş, gruptakilere bu yeni alanda kalma fırsatı sunmuştu.
Tabii bu ilk seferinde olanlardı. 3. seferine gelince Yoo Jonghyuk tamamen farklı birine dönüşmüştü.
3.seferinde, Yoo Jonghyuk her şeyi dışlayan birisine dönüşmüştü.
“…En azından böyle şeylere göz yummaz, etrafı temizler giderdi.”
“Efendim?”
Bana yolu gösteren adam şaşırarak sordu.
“Kendi kendime konuşuyorum, alışkanlık olmuş.”
[Takımyıldızı, ‘Gizli Entrikacı’ monologunuzu beğendi.]
“Peki… bu taraftan.”
Dayanışma içindeki Cheoldoo grubunun erkekleri, birlikte hareket etmeyi bıraktı ve karanlık bi bölgeden geçtikten sonra ışığın yandığı bir alana indik.
Aşağı inerken insanların sesleri geliyordu.
“Cheoldoo Grup! Yaralı var!”
Birkaç insan koşturup Bang Cheolsooya yardım etti.
Belirli bir düzen içinde ilerlediklerini görünce, tahminimde daha farklı bir düzen olduğunu fark ettim.
Bu arada birkaç tanıdık yüzle göz göze geldim.
“Gözlerime inanamıyorum, Dokja! Dokja!”
Çok şükür ciddi bir şey gelmemiş başlarına.
“Yoo Sangah.”
“Çok sevindim! Çok mutlu oldum seni görünce!”
Yoo Sangah gülerek yanı başıma geldi. Bir anda da elimi tutup sıktı.
Elinde bir sürü sıyrık olduğunu fark ettim. 4 gündür bayağı zorlandığı belliydi.
“Hayat-ta-sın.”
Lee Gilyoung yaklaşıp konuştu. Ben de çocuğun kafasını okşayıp, ardından:
“Daha iyi misin?” diye sordum.
Lee Gilyoung başını onaylarcasına salladı.
Yanakları çökmüştü. Aç olduğunu düşünüp poşetten bir paket çikolata çıkarıp eline tutuşturdum.
“Dokja, hayatta olduğunu biliyordum. Hah…”
Lee Hyunsung ile göz göze geldik. Kol kasları daha belirginleşmişti.
Bu ikiliyi belki de o korumuştu şimdiye kadar.
“Çok özür dilerim, Dojka. O gün keşke seni arkada bırakmak zorunda kalmasaydık…”
“Kaçınılmaz bir durumdu, kendini suçlama.”
Derin bir nefes alıp konuştu. “Ohh. Yoo Jonghyuk haklı çıkmasına sevindim.”
…Yoo Jonghyuk mu? Adı neden geçti ki şimdi?
Lee Hyunsung başıyla onaylayıp konuştu.
“Şey.. Yoo Jonghyuk, senin hayatta olabileceğini söyledi…”
“…Yoo Jonghyuk nerde peki?”
“Burada değil.”
Değil mi.. nerde ki?
“Yoo Jonghyuk, istasyondan dün ayrıldı…”
Lee Hyunsung konuşmasını bitirmeden de olan biteni anlayabiliyordum. Her zaman acelesi olan bir insandı.
“Bu arada, sanki birisi eksik.”
“Ah, bölüm başkanı…….”
Yoo Sangah konuşmasını bitiremeden bir grup adam yaklaştı.
“Yolu açın, hadi!”
Yoo Sangah’ın açıklamasını bitirmesine gerek kalmadı. Her şey açıktı.
3-4 silah ve çekiç taşıyan adam etrafımı sardı ve aralarından tanıdık bir yüz belirdi.
“S-sen…!”
Han Myungoh, çift köprüde beni terk edip gitmişti. Şimdiyse hayalet görmüş gibi bir tepkisi vardı.
Demek böyle bir gruba katılmış…
“B-bu adamı atın buradan! Kötü birisi o! Burada kalamaz!”
Sanki tavuğuna kışt demişim, kuyruğuna basmışım gibi Han Myungoh bağırarak beni buradan kovdurmaya çalıştı.
Fakat diğer adamların hareket etmeyişinden ortada farklı bir durumun döndüğünü anladım. Han Myungoh tam ortalarında duruyordu ama onu dinlemiyorlardı?
“Haha, Han abi, herkes birbiriyle anlaşmalı. Önce biraz sakinleş, ha?”
“Ah, ama…”
“Demek yeni gelen sensin.”
Adamlar sağa sola kayarak yol açtılar. Aralarından ince uzun boylu birisi ortaya çıktı.
Bakışlarından güçlü bir sponsora sahip olduğu belli oluyordu.
“Aramıza hoş geldin. Adın nedir?”
“Kim Dokja.”
“Dokja. Memnun oldum, ben de, Cheon Inho.”
Cheon Inho mu?
Hatırlamam gereken birisiydi diye düşünmeye başladım. Bu arada da tüm gücümü dikeni tutuğum elime verdim. Bu adam, Cheoldoo grubunun ele başıydı.
Adamlarının yarısı bana yenilince buraya olay çıkartmaya gelmiştir diye düşünmeden edemiyordum.
“Beraber geldiğin arkadaşlarından duydum hikayeni. Grup arkadaşlarımı, canavarları yenerek kurtarmışsın.”
……Ne?
“Lütfen herkes toplansın! Çok cesur bir üyemiz var artık!”
Cheon Inho’nun sözleriyle, insanlar bakışlarını bizden tarafa doğru yöneltti.
Han Myungoh’un kendi başına -olmayan karizmasıyla- bu gücü toplayamayacağı, Cheon Inho’nun gerçek liderin kim olduğunu göstermesiyle anlaşılıyordu.
“Vayyy! Yiyecekkk!”
Herkesin gözü market poşetlerine odaklandı. Ardından da Cheon Inho, bu anı bekliyormuş gibi konuştu.
“Bize yiyecek getirdiğini söylemişlerdi. Ne kadar da özel bir insansın.”
Bu sözleriyle herkesin gözünde ‘kahramana’ dönüşüverdim.
Çocuğunu kucağında taşıyan kadından, ayağı sakat yaşlı adama kadar herkes bana minnettar gözlerle bakar oldu.
Cheon Inho… Şimdi hatırladım.
[Takımyıldızı ‘Gizli Entrikacı’ heyecanlandı.]
Bu dünyada,Bang Cheolsoo gibi insanlar değildi tehlikeli olanlar.
Umutsuzluktan ne yapacağını bilemeyip etrafa saldıranlar, çok büyük tehlike arz etmiyorlardı.
Başkalarının umutsuzluğunu, kendi güçlerini arttırmak için kullanan insanlar en tehlikelileriydi. Aynı bu adam gibi.
“Gumho İstasyonuna hoş geldin, Kim Dokja.”
Cheon Inho elimi sıkarken bıyık altından gülüyordu.
An itibariyle, geleceğinin belirlendiğinin farkında bile değildi.
✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪ ✰ ✪
