Bilge Okuyucu - Bölüm 45 – Yaklaşan Savaş (4)
Bölüm 45 – Yaklaşan Savaş (4)
“Bayrağı tutana doğru ittirin!”
Koştuğu noktaya bakılırsa, Myeongdong grubunun temsilcisiydi. Demek Dongdaemun ile iş birliği yapmışlar..
[Myeongdong temsilcisi‘Kim Hyuntae’, kırmızı bayrak etkisini kullandı!]
Birisi çoktan bayrağın rengini değiştirmişti.. Hem de ‘Kırmızı’ renkle.
‘Bayrak mücadelesinin’ olayı, bayrağın renklerinden ibaretti. Beyazdan; kırmızıya, laciverte, kahverengiye, mora ve siyaha dönüşebilirdi. Renk değiştirdikçe de, bayrağın verdiği güç artıyordu.
[Myeongdong grubu, kırmızı bayrağın buff etkisini kullanıyor!] (Ç.N: hedefe ulaşılan hızın artması, düşmandan bir seviye üstün konumda bulunma.)
[Saldırı ve savunma gücü 5% arttı!]
…bunun bir anlamı daha vardı. Bayrağın kırmızıya dönmesi demek; bir ya da daha fazla istasyonu ele geçirmiş veyahut bir istasyonun temsilcisini öldürmüş demekti.
Gözlerinin içine baktığımda, çok güçlü savaş yeteneği olduğunu gördüm fakat…
Hedef olarak, Chungmuro’yu seçmemeliydi.
[Karakter ‘Gong Pildu’ Silahlı Alan Lv. 6 aktif!]
[Karakter ‘Gong Pildu’, ‘Özel Mülk Lv. 6 aktif!]
Gong Pildu çok geçmeden harekete geçmişti.
“Sizi var ya…!”
Emir haklarını etkinleştirmeme gerek bile kalmamıştı. Chungmuro’nun savunmasını gönül rahatlığıyla, Gong Pildu’ya bırakabilirim..
Sekizli mini kulesi aynı anda Myeongdong grubunun bayrak deliğine doğru ateş açtı.
“N-nee?”
“Owaaaaack!
Dududududu!
Havada taze et parçaları uçuştu… Gong Pildu acımasızdı.
“Kuuack! Toplanın!”
Myeongdong grubu, savunma yapmak için gecikmeden bir araya gelse de, level 6 seviye silahlı alana karşı başa çıkmaları imkansızdı.
Acil durum savunması senaryosunda işi ona bırakmama değmişti.
Kwang! Kwaang! Kwaaaang!
Acaba kaç el ateş açmıştır..? Onun gelişmiş sihirli mermileri, Myeong grubunun kurduğu savunmayı delip geçmiş, onların savunmasını hızlıca çökertmişti.
Gong Pildu düşman olarak korkutucuydu, evet… Ama müttefik olarak güçlüydü.
“Kimse bize bundan bahsetmedi be!!!!!”
“Geri çekilin!”
Kaçacak delikleri yoktu ki.. Ne geri çekilmesi?
“Nereye gidiyorsunuz?”
[Kesintisiz İnanç kılıcının opsiyonu aktive edildi.]
[Eter, ‘Ateş’ ile değiştirildi.]
Chwaaaaak!
Eter kılıcımdan çıkan alevler, onların kaçış yolunu kapattı. Onlar tam ne yapacaklarını şaşırmış bir durumda sağa sola bakarken, Gong Pildu ateş hattını tekrar başlattı.
Dududududu!
“Mermilere engel olmaya çalışın, onları ikiye bölün! Çabuk…öhhöö öhhhö!”
Myeongdong temsilcisi, sihirli mermilerin radarına takılmıştı çoktan.. elinden bayrağı düşüverdi.
Gong Pildu’nun gözleri fal taşı gibi açıldı, bayrağı görünce. Ne güç sevdalısıymış kardeşim.
“Yine ayaklarımın altında mı ezeyim seni, istediğin bu mu gerçekten?”
Koşmaya çalışan Gong Pildu gözlerini devirip ciddileşti.
“Kahretsin…”
Yerdeki Myeongdong bayrağını gidip aldım.Gözlerimi Myeongdong grubunu yok olan üyelerine diktim.
[Myeongdong grubunun bayrağını ele geçirdiniz.]
[Beyaz bayrağınız, ele geçirdiğiniz kırmızı bayrağın kümülatif başarılarını taşıyacaktır.]
[Beyaz bayrağınız kırmızı bayrağa dönüştü.]
Vücudumda tarifi mümkün olmayan bir gücü hissetmeye başladım, damarlarımdan geçtiğini tüm benliğimde hissediyordum.
[Kral yoluna ulaşmanıza bir adım kaldı.]
Bayraklar sadece temsicilerin güçlerini arttırmıyordu, grup üyelerini de güçlendiriyordu.
Genel istatistikler ya da S derece ve üzeri ürünler dışında, bayraklar kişinin savaş yeteneklerini güçlendirmesi için önemli bir yöntemdi.
Işte tam da bu yüzden, bu grup kendi ‘hedef’ istasyonları yerine bize saldırmayı seçmişlerdi.
Diğer kral adayları da, kendilerini güçlendirmek, bayrakların rengini değiştirmek için diğer istasyonlara saldırmışlardır..
Ne kadar güçlü olurlarsa, bu dünyadan o kadar zevk alabilirlerdi.
[Myeongdong grubunun kalan üyeleri karar vermeniz için sizi bekliyor.]
Yaralı birkaç Myeongdong üyesine dokunup sordum.
“Neden Chungmuro’yu hedef olarak seçtiniz?”
Kang Ilhun’un sözlerinde bir şey dikkatimi çekti. Chungmuro istasyonunun onlardan geç açılması, kapıda bekler gibi içeri dalmaları için yeterli bir sebep değildi…
Benim temsilci olduğumu öğrendiğinde yüzündeki ifadesi, bizim grubu baştan sona süzmesi… nasıl desem garipti?
Başından beri bu istasyonu biliyorlardı? Adamın birinin boynuna kılıcımı dayayıp tekrar sordum.
“Konuş. Chungmuro hakkında bilgiyi size kim verdi?”
Kahinlerden öğrenmiş olma ihtimalleri yükselti. Tiyatro zindanı ustası, ‘gizli bilgiler’den bahsetmişti.. bilmediğim şeyler vardı.
HKY’ye göz atıp duruyorum ama kahinler diye bir grup adına hala rastlamadım.. kafam fazlasıyla karışıktı.
Iki hipozetim vardı.
Birisi, bilinmeyen sebeplerden dolayı, Anna Croft dışında bir kahin daha türemişti…?
İkincisi ise, benim gibi bir ‘okuyucu’ daha olma ihtimaliydi.
Açıkçası, ben de bir okuyucu olduğundan yanayım. Kahin yeteneğini elde etmek deveyi hendekten atlatmak gibi bir şeydi. Dahası, ‘kahinler’… çoğuldu yani. Bir kişiden bahsedilmiyordu.
Bundan sonra, gözümüzü dört açıp gezeceğiz anlaşılan.
Gong Pildu’ya dönüp : “Biraz daha modern olabilirdin, değil mi ama?”
“Bu vahşi köpeklere neden merhamet edecekmişim?”
Gong Pildu öfkeyle baktı.
Myeongdong grubunun cevap verecek hali kalmamıştı aslında. Sorularım beyhudeydi. Hepsi ağır yaralıydı. Ağızlarını açıp cevap vermeye kalktıklarında kan kusup oldukları yere yığılıyorlardı.
Sorabileceğim tek kişi vardı, gözetim altındaki Kang Ilhun. Yoo Sangah’ın ipiyle bağlı beklemesine rağmen, gözlerini devirip kafasını çevirdi.
“Her şey planınızın bir parçası mıydı?”
“İstasyon açılır açılmaz iki grubun iş birliği yapıp saldırması, önceden verilmiş bir sözdü diye biliyorum.”
“Bir de şu takındığın surat ifadesine bak…”
“Üzüldün mü yoksa? İttifak olmayacak diye.”
“…e, biraz.”
“İnsanlara çabucak güvenmeyin. Işler ilerde istediğiniz gibi gitmeyecek. ”
“Biliyorum. Fakat… buraya birisine güvenerek geldim..”
Yoo Sangah bana baktı.
“Hey, karpuz da keselim mi? Ne bekliyorsunuz? Konuşturun şu çocuğu ya.”
Jung Heewon bizim sözümüzü kesti. Haklıydı. Kang Ilhun’nun ağzındakini çıkartıp olaya müdahale oldum.
Kang Ilhun sakin kalmaya çalışıyordu haliyle.
“…Şimdi bana ne yapacaksınız?”
“Vereceğin bilgiye göre kaderin değişecek diyelim.”
“İşe yarar bilgiye göre yani?”
Bu çocuk korkusuzca karşılık veriyor ya. Farklı bir yöntem denemem şart oldu.
Jung Heewon: “Bence, takımyıldızları onu kötü birisi olarak görüyor.. ona işkence edelim ne dersiniz?”
“Bir de işkenceyle mi uğraşacağız, çıldırdın mı yahu? Konuşmazsa öldürün gitsin.”
“Ha?”
Tereddüt etmeden kılıcımı çektim. Kang Ilhun kılıcımı görür görmez titremeye başladı.
“Kang Ilhun’cuğum, ben şimdi üçe kadar sayıyorum, üç dediğimde dökülmezsen, kelleni gövdenden ayırıyorum. İki seçeneğin var, kısacası.”
Ak Yıldız Enerjisini aktive edip kılıcımı yere sürüyerek aktive ettim.
“Bir.’’
Kudududuk!
Ak yıldız enerjisi yeri titretiyor; beton zeminde çatlaklar oluşuyordu. Kılıcı ona doğru sürüklerken, yerden fırlayan beton parçaları yüzüne sıçramaya başladı.
“İki.”
Kılıcın yaydığı sıcaklık burnuna kadar geldi, eter kılıcımı gözlerinin önüne getirdim.
“Üç…”
“Dongmyo istasyonu!”
Gülüverdim. İşkence mi? Ne gerek var ki?
Kang Ilhun derin bir nefes alıp açıkladı.
“…Dongmyo istasyonundan verdiler bilgiyi..”
Dongmyo, orada kim vardı ki?
“Kim verdi?”
“Kendisine kahin diyen birisi…”
Bu çocuğun durumu tuhaflaşıyordu gittikçe. Gözlerini deviriyor, dili sarkıyordu.. garip bir hisse kapıldım.
Dahası, sebebi “Öneri” değildi.
“Yoo Sangah, ağzını iple tut hemen!”
Yoo Sangah hızlı davranıp ağzını kapatmadan yakaladı. Öneri’yi kullanarak bilgi sızdırmayı engelliyordu demek.. düşündüğümden daha dikkatli insanlarla karşı karşıyayım.
Bir yandan da işler benim avantajıma ilerliyordu tabii. Öneri yeteneği, yüz yüze kullanılabilecek bir yetenekti çünkü.
Kang Ilhun’a bakarak: “Çok şanslısın be.”
Burada olduğu sürece, o kahinlerden birini bulmam zor olmayacaktı.
* * *
Ciddi bir araştırma aşamasına geçmeden önce, tiyatronun çatısına doğru ilerledim.
“Hala uyanmadı mı?”
Lee Jihye geleceğimi tahmin etmemiş olacak ki beni görünce irkildi. Yoo Jonghyuk ise hala baygın bir halde dizlerinde yatıyordu.
Başrol o iken, tüm cefayı ben çekiyorum. O ise paşalar gibi burada uyuyordu…. ben anlamadım bu işi
“Aşağıda durumlar nasıl?”
“Aşağıyı boş ver sen, burada dinlenin.”
“Usta… iyileşecek değil mi?”
“İyileşecek. Belki travma kalır ama orasını da bilemem.”
“…Travma?”
“Zihin sağlığı bir çocuğunkinden beter. Biraz uyusun kendine gelir.”
“Onu çok iyi tanıyor gibi konuştun.”
“Onu bu dünyada en iyi tanıyan benimdir.”
Umursamaz bir ses tonunda konuştuktan sonra bir kalem kağıt alıp bir şeyler karaladım.
“Yoo Jonghyuk uyandığında ona ver. Okuma sakın. Anladın mı?”
“…Tamam.”
Böyle tamam demesine inanmadım tabii ki. Lee Jihye muhakkak kağıdı okuyacaktı..
Fakat asla anlamayacaktı, çünkü sadece Yoo Jonghyuk’un anlayabileceği şeyler yazıyordu.
Acaba… takımyıldızları yazdığım kağıttaki bilgileri ■■■ olarak mı gördüler..?
[Takımyıldızı ‘Altın Taç Esiri’ ■■■ kullanımındna hoşlanmadığını belirtti.]
Şaşırmadım, he he. Ben tam arkamı dönmüş giderken Jihye bana seslendi.
“Bir soru sorabilir miyim?”
“Sor?”
“Sen, ustayla beraber…”
Lee Jihye ne diyecek tahmin edebiliyordum… yoksa Jung Heewon gibi o da mı duydu?
Çok salaklık ettim ya. Sadece Takımyıldızlarını önemseyip geri kalanlara dikkat etmedim.. Yoo Jonghyuk bu salaklığıma kesin gülecek.
“Eh, yani siz ikiniz…?”
“Biz ikimiz ne?” Anlamazdan gelmeye çalıştım.
Lee Jihye’nin ifadesi sertleşti, kaşlarını çattı.
“Yani söylediklerinden bahsediyorum.”
“Ee ne olmuş?”
“Deliriyorum, ha! Düşme şu tuzaklara!”
Lee Jihye sesimi taklit ederek bağırdı.. başkasının ağzından sözlerimi duyunca bir utanç basmadı değil..
“Gerçekten bu mudur yani? İlk günkü motivasyonun, amacına bağlılığın nerde?”
“…?”
Garip bir durum mu var, yoksa ben mi yanlış anlıyorum? Filtreli mi duymuş o da yoksa…?
“Sen yalnızım diyorsun da ben niye buraya geldim sanıyorsun?”
“Dur, yeter.”
“Ben hep yanındaydım! Asla umudunu kaybetme! Çocuğunu düşün!”
“Ben böyle bir şey de-…”
“Yalnızım diyene bak! Ben neyim peki…!”
Lee Jihye’ye dik dik baktım.
…yani, böyle mi duydu bu kız..?
“Y-yani… siz ikiniz?..…”
Derin bir iç çektim.. offf.
. “Ne istersen onu düşün.”
“…Tamamdır. Merak etme, bu aşk mektubunu ona muhakkak teslim edeceğim!”
Omuz silkip arkamı döndüm. O ise, saçmalamaya devam ediyordu.
“Dur! Çocuğunuz nasıl oldu, kim doğurdu anlatmadan nereye?”
“Yoo Jonghyuk’a sor.”
Evet, Yoo Jonghyuk. Gerisi sen de.
Bu sözlerimden sonra, mesajlar yığılmaya başladı.
[Bazı takımyıldızları, filtrelemenin perde arkasını merak ediyor.]
[Takımyıldızı Altın Taç Esiri, size saygı duyduğunu bildiriyor.]
[Takımyıldızı ‘Şeytani Ateş Yargıcı’ dostluğunuza hayran kaldı.]
[Takımyıldızı ‘Gizli Entrikacı’ bu durumu saçmalık olarak değerlendiriyor.]
[600 puan ile ödüllendirildiniz.]
…Kahretsin, bunlar da salak çıktı ya.
Neyse, Yoo Jonghyuk’a söylemem gerekeni yazdım. Burada işim bitti.
Alelacele aşağı indim.
Yoo Jonghyuk, uyuyan güzel modundayken, benim olabildiğince çok güç toplayıp bu işten en karlı çıkan taraf olmam gerekiyordu.