Bilge Okuyucu - Bölüm 47 – Yaklaşan Savaş (6)
Bölüm 47 – Yaklaşan Savaş (6)
Adımı duyunca karşımdaki kişinin gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Yoksa sen…?”
Yüzümü incelemeye başladı. HKY’de Yoo Jonghyuk’un imajı nasıldı yahu? Sanki ‘yakışıklı olduğu’ yazıyordu da detaylı bilgi yoktu diye hatırlıyorum. Yüzüm..
…kafasında canlanan YJH’den çok farklıyım, tabii.
“Ne oldu?”
“Ah, yok bir şey.”
Nazik bir ses tonuyla cevap verdi. Ne olduğunu tam anlayamasam da, kafasının karışık olduğuna eminim. Dahası, bu adamın HKY’yi okuduğuna da eminim..
Karakter listesinde yer almaması ve Yoo Jonghyuk’un adını duyunca şaşırması…emin olmam için yetti de arttı.
Gözleriyle yanımdaki Lee Hyunsung’u süzdü.
Yeteneklerini tespit için bir ‘yetenek tespit’ özelliğini kullanıyordur…. Bilgi toplama peşinde galiba? Lee Hyunsung’u incelemesi için ona biraz zaman tanıdım sonra lafa girdim.
“Çok küstahsın. Gözlerine sahip çık.”
“…Ha?”
Lee Hyunsung’un adını fark etti, benim yetenek pencereme ulaşmaya çalıştı. HKY’yi kaç bölüm okudu bilmiyorum ama Yoo Jonghyuk’u tanıması için birkaç özellik var, malum.
Bilgeli gözler, onu diğer yeteneklere karşı koruyordu. Dört Duvar sayesinde, bilgilerime ulaşamadığı için YJH olduğuma ikna olmuştur.
“B dereceli bir yetenekle, benim bilgilerime bakmaya çalıştığını anlamadım mı sandın gerçekten?”
Adamın bakışlarında titremeler olmaya başladı, yüzü gerildi.
Tam tahmin ettiğim gibi, sırtımda taşıdığım kırmızı bayrağı gördü. Yoo Jonghyuk’u hemen seçip tanıması için çok az bilgiye sahip olduğunu biliyordum.
“Seni pislik…!”
Gruptakilerden biri olayı anlamayıp mızrağını bana doğrulttuğu an, Jung Heewon ile Lee Hyunsung öne çıktılar.
Peeok!
Arkadan birisi adamın kalbine derin bir bıçak sapladı, adam yere yığıldı. Etraf kan gölüne döndü. Gruba bir anda kargaşa hakim oldu. Çığlıklardan sesleri ayırt etmek çok zordu. Arkadan bir adam belirdi.
…şuna bakın hele. Yürek yemiş birisi varmış, kalabalığı yardı geliyor.
“Kusura bakmayın. Sizin gibi birine böyle bir sahne izlettik.”
“Sen de kimsin?”
Benim sert soruma karşılık, adam sakinliğini korudu. Ben yerinde olsaydım, kalbim yerinden çıkardı.. çok soğuk kanlı, sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi.
“Hemen size kendimi tanıtayım. Adım, Lee Sungkook. Dongmyo İstasyonunun vekili benim.”
Yanıma yaklaşıp boynunu eğerek selam verdi. Sıra geldi, Yoo Jonghyuk rolüyle ahkam kesmeye.
Öfkeli birkaç bakış attıktan sonra, soğuk bir ses tonuyla;
“Dongmyo İstasyonunu mu? Tamam. Şimdi defolup gidebilirsiniz.”
“…Ha?”
“Burası artık benim İstasyonum diyorum.”
Adam şaşırıp kaldı.
“Ne…”
“Kozlarımızı mı paylaşalım illa?”
Dongmyo bayrağını tutan kişiyi gözlerimle işaret ettim. Lee Sungkook hemen anladı.
“İ-imkansız. Burası zaten ele geçirildi…”
“Beni salak mı sanıyorsun? Sen vekil değil misin?”
“Evet?”
“Vekil yetkisiyle, istasyonu devredebilirsin. Bilmiyor muydun?”
“…!”
“Üçe kadar sayıyorum, vermezsen; son duanı et. Bir..”
Lee Sungkook’un yüzü gerildi. Grup yavaş yavaş bana teslim olurken, ne yapacaklarını da bilmedikleri bir çıkmazın içinde gibi hissediyorlardı. Jung Heewon ile Lee Hyunsung da gergindi. Çünkü benim neden böyle davrandığıma anlam veremiyorlardı.
“Şaka yapıyorum sanıyorsunuz galiba. İki…”
10 yıl önce diye hatırlamakta zorlanıyor olabililirdi? Hemen hatırlatalım, Yoo Jonghyuk nasıl biriymiş ona.
[Yetenek ‘Ak Yıldız Enerjisi Lv. 2’ aktif.]
[İnanç Kılıcı aktif!]
Chiiiiiing!
Alevleri çıkan kılıcımın arkasında, Lee Sungkook’un solgun yüzünü gördüm. Eh, işte böyle mal ederler adamı.
Yoo Jonghyuk’un ne kadar acımasız olduğunu okuduysa, bu saçma oyununu sürdürmeye devam etmezdi.
Yoo Jonghyuk’u tanımıyorsa da sıkıntı değil. Ben yine tezgahımı kurarım, düşmezlerse, bir çıkış yolu bulur kaçarız. Zaten şuan fazlasıyla güçlüyüm. Altından kalkabileceğime eminim.
Lee Sungkook alelacele bağırdı.
“D-dur! Vereceğim!”
HKY okuduğu belli ama az okumuşsun, be koçum.
“İstemez.”
“…Ha?”
“Cevap gecikti.”
“Anlayamadım?”
“Anlaşmamız değişti. Dongdaemun’u da istiyorum.”
Jung Heewon kaşlarını kaldırıp şaşkın bir ifadey büründü. Harekete geçmeye de hazırdı.
Yoo Jonghyuk olarak rol kesmek zorundayım. O olduğuma inandırmak için de daha çok saçmalayıp burnu havada rolü yapmalıyım.
Kılıcımı Lee Sungkook’a doğrultup bağırdım.
“Karar sizin. Hayır derseniz, anlaşma da yok demektir.”
“A-ama…!”
“Son kez üçe kadar sayıyorum. Bir.”
Lee Sungkook, Yoo Jonghyuk olduğuma inanmaya başlamıştı. Romanın başrolü tam önündeydi artık.
Nasıl başa çıksın ki? Arkasındaki ekip de bana, bu rolüme göre muamele yapacak. Bu kadar ileri gitmeye mecburdum.
“Dongdaemun Tarih ve kültür parkı istasyonunu verebilirim! Ama…”
“Ama ne?”
“Dongdaemun üzerinde yetkim yok… istersen, temsilcimiz ile görüştüreyim sizi?”
Harika. Ağıma böyle düştü işte.
Lee Sungkook konuşmasına devam etti.
“Yoo Jonghyuk Bey’i tanımayan yoktur. Temsilcimiz de sizinle görüşmek istiyor.”
“Beni tanıyor musunuz?”
“Yoo Jonghyuk Bey’i nasıl tanımayız?”
Lee Sungkook bu sözlerinden hemen sonra ağzını kapadı, sanki garip bir şey söylemiş gibiydi. Tabii, Yoo Jonghyuk bu kadar erken senaryolarda ünlenmiyordu..
“B-bizim temsilcimizle görüşürsünüz umarım.”
Ona dik dik baktım ve gözlerimi devirdim.
“Peki, bana yolu gösterin.”
Lee Sungkook’un gözleri kocaman açıldı, gereksiz birkaç cümle çıktı ağzından.
“Endişelenmeyin, Yoo Jonghyuk Bey, size zarar verecek değilim, Kral şerefi üzerine yemin ederim.”
[Dongmyo İstasyonunun vekili Lee Sungkook, Kral şerefi üzerine yemin etti.]
[Bu sözünü tutmazsa, Lee Sungkook’u cezalandırabilirsiniz.]
Ne adam be. Yoo Jonghyuk olduğuma inanarak böyle bir söz vermiştir. Yoo Jonghyuk’u tahmin ettiğimden daha iyi anlıyor gibi?
O zaman bunun bedelini de ödeyecek demektir.
“Zarar vermek derken? Siz…bana mı?”
“Tabii, bizden kimse size zarar veremez, Ha, haha.… bu taraftan.”
“Bir saniye.”
“Efendim?”
Bayrak tutan kişiyi işaret ettim.
“Onu bana verin.”
“…”
[Dongdaemun Tarih ve kültür parkı istasyonunu ele geçirdiniz.]
[Şuan yönettiğiniz istasyonlar: Chungmuro (merkez), Myeongdong, Dongdaemun Tarih ve kültür parkı istasyonu.]
[Kırmızı bayrağın başarısı artıyor.]
Bayrak gözlerimin önünde değişmeye başladı. Güzel.
Kafamda bir anda şimşekler çaktı; çok kolay olmadı mı?…
“Hadi, gidelim.”
Lee Sungkook’un titreyen omuzlarını izleyerek yürüdüm. Bir gariplik söz konusu..
Yoo Jonghyuk olarak devam etmeli miyim acaba?
* * *
Lee Sungkook rehberliğinde, Dongmyo istasyonuna geçtik.
Dongmyo üyeleri beni tanımıyordu ama Lee Sungkook’un tavırları sayesinde ses çıkartmadılar.
Kendi grubumlar arkalarından yürüdüm. Lee Hyunsung bir şeyler söyleyecekti ama sürekli ağzını açıp kapatıp tereddüt ediyordu.
“Pardon, Dokj..”
Kuk!
Jung Heewon fark edip hemen Lee Hyunsung’un karnına bir yumruk salladı. Sert bir yumruk atmış olacak ki Lee Hyunsung acıyla inledi.
Jung Heewon tam olarak neler olacağını bilmese de, nerde ne yapacağını biliyordu.
Mırıldanarak;
‘Size söylemeden de ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.’
‘Evet, az çok.’
Kang Ilhun’u, sırtında taşıyan Lee Hyunsung’du. Şuan için kilit adamımız..
‘O çocuğa sahip çıkın, kaçmasın.’
Jung Heewon bir anlığına hafifçe sırıtıp kendisini toparladı. Hemen önümde eğilip bağırarak:
“Emredersin, Jonghyuk! Sen ne dersen o olur!”
Sanki askeriyedeymişiz gibi bir izlenim verdi. Işin komik yanı, Lee Hyunsung da hemen aynısını yaptı.
“E-emredersin…!”
Önümüzdeki grubun lideri olan Lee Sungkook, arkalarından gelen bu iki sese karşı kulak kabarttı. Utanç verici olsa da, fark edilmesi hoş oldu. Iç sesini okuyamıyordum ama büyük ihtimalle, şöyledir:
「 Yoo Jonghyuk olduğu doğru. 」
Lee Sungkook kafasını çevirdi, göz göze geldik. Ardından hemen kafasını geri çevirdi.
Çok geçmeden Dongmyo istasyonuna geldik. Kalabalık bir yermiş.
Istasyonda güçlü bir grup fark ettim. Lee Sungkook’un grubu gibi silah taşıyanlar da. Fakat çoğunda silah yoktu.
Grubunu kaybeden gezginler çok diye tahmin ediyorum.
“Çabuk ilerleyin!”
“T-tamam.”
Dongmyo üyeleri denetimi altında, çoğu farelerin cesetlerini parçalıyor, ekipman yapmakla uğraşıyordu.
…bir nevi ‘köle-efendi’ ilişkisi vardı, eski zamanlardan kalma.
Jung Heewon kaşlarını çattı.
“Padişahım çok yaşa’ya dönmüş burası…”
“Deme öyle. Izle ve gör.”
“Tamammm…”
Jung Heewon’u görmezden gelip etrafı gözlemlemeye koyuldum. Değişiklikleri, farklılıkları gözlemlemek, fark etmek zorundayım.
Dongmyo, ana hikayede çok önemli bir yere sahipti. Yanlış hatırlamıyorsam buranın temsilcisi… ‘geçersiz’ idi.
Hikaye şayet, Kahinler girdiyse değişecektir. Lee Sungkook’a kafamı çevirdim. Şuan kafamda 2 soru var;
Birincisi; Lee Sungkook’da hikayenin kopyası var mı?
İkincisi; kaç kahin var?
Bu sorularıma göre oluşabilecek üçüncü soru ise…bu kahin arkadaşlarda da benimki gibi yetenekler olup olmadığı..
Tabii, ihtimali düşük bir soruydu. Aynı yetenekler olsaydı, karakter listesini kullanır; yetenek tespit özelliğini kullanmazdı.
Dört Duvar da yok gibi.. Lee Gilyoung gibi bir durumda diye düşünüyorum ama…
Eh, ben 3,000 bölüm okudum. Aynı özellikleri 3-5 bölüm okuyanlar da alacaksa haksızlık olurdu..
Kitabın txt versiyonuna sahip oldukları da şüpheli zaten.
….Fakat Lee Sungkook, telefonuna bakıyor şuan.
[5,000 puan çeviklik için kullanıldı.]
[Çeviklik Lv. 20 -> Çeviklik Lv. 30]
[Çevikliğiniz güçlendi.]
Lee Sungkook’a arkasından yaklaşıp sordum.
“Öyle heyecanlı heyecanlı neye bakıyorsun?”
“H-Ha? Yok bir şey!”
Hemen telefonunu sakladı. Kısa bir anlığına ekranını gördüm. Arka planı sarı renkli, bir sohbet programı açıktı.
Içimi bir huzursuzluk kapladı. Ortaklaşa birileriyle sohbet ettikleri belliydi.
…İnternet, ha? Burada internet çekiyor?