Bilge Okuyucu - Bölüm 6 – Baş Kahraman (1)
Metro, Dongho köprüsünü biraz geçtikten sonra durdu.
“Aman Allahım…”
Birkaç kişi ayağa kalkıp camdan dışarıyı, yerle bir olmuş Seul’u izledi.
Han nehrine çarpan askeri uçağın enkazını yiyen canavarlar, dev bir yılanı andırıyordu.
“N-ne olmuş böyy-le…!”
Görür görmez hangi canlı olduklarını tanıdım. İhtiyozor’du. Deniz yılanı olarak tanınan bir canavardı. Hayatta Kalmanın Yolları romanında 7.seviyede güçlü bir yaratık sayılabilirdi.
İhtiyozorlardan birisi metro tarafına döndü.
“U-Uwaaah! Geliyorr!”
İnsanlar korkuyla bağırmaya başladı. Bense yaklaşmakta olan ihtiyozora ilgisizce bakıyordum. Bu varlıklar, bizim için tehdit oluşturmuyorlardı.
Kurururung!
İhtiyozor, Dongho köprüsünün altında bir süre dönüp durduktan sonra bir hava bulutu içine girip kayboluverdi.
Hayatta Kalmanın Yolları romanında, ‘senaryolar’ her şeyden önce gelirdi.
Senaryoların üstünlüğü korunmaya devam ettiği sürece, endişelenecek bir durum söz konusu değildi yani. Bu tarz varlıklarla savaşıp canımızı kurtarmak zorunda kalmayacaktık. Tabii, şimdilik durum buydu…
[Ödüller, beklenmedik bir senaryo kontrolü nedeniyle bir süre ertelenmiştir. Lütfen bekleyiniz.]
Ödüllerin dağıtılıp yeni senaryo için düzenlemeler yapılıyor olması gerekirdi. Ama sadece bir bildirim mesajı yayınlandı?!
Büyük ihtimalle sebebi bendim.Önümde duran Kim Namwoon’un cesedine baktım.
Hikayenin orjinaline Kim Namwoon, Vagondaki çoğu insanı öldürüp ikinci senaryoya geçiyordu. Ama ona ben engel oldum.
Eğer doğru tahminde bulunuyorsam, Kim Namwoon’un yandaşları beni çoktan düşman belleyip bir saldırı hazırlığı yapıyorlardır.
Etrafıma bakındım…. Acaba yerde olabilirler mi?
Belki de gökyüzündedirler?!
[‘Kim Namwoon’nun ölümü sebebiyle, 2 takımyıldızı sizi düşman olarak görüyor.]
Takımyıldızları…..
Hayatta Kalmanın Yolları romanının gizli varlıkları.
Uzaktaki nebulardan dünyayı izler; bu dramın elebaşları olarak bilinirler.
Takımyıldızları İşareti aktif olunca, ödül zamanının geldiğini anladım.
Farklı bir his vardı içimde.
Rollerimiz değişmişti: şimdi onlar beni izliyor, anlamaya çalışıyordu.
[Bazı takımyıldızları, bu senaryodaki performanısınızı çok iyi buluyor.]
[Takımyıldızları size 500 puan ödül verdi.]
Bazı takımyıldızları benden nefret ediyorken bazıları da beni beğeniyordu.
Aslında iki durumda benim için sakıncalı ve rahatsız ediciydi. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Çünkü palyaço olma sırası bana gelmişti….
Kim Namwoon’un elinden düşen çakıyı yerden aldım,
‘Çekinmeden izleyin. Bu verdiğiniz ödül, sizin hayatınıza mal olacak.’ diye aklımdan geçirdim.
“…Dokja? İyi misin?”
Kafamı kaldırıp Yoo Sangah’a baktım. Omuzları çökmüş, beyaz gömleği kana bulanmış, çorabı yırtılmıştı. Metroda ilk karşılaştığımız halinden eser kalmamıştı. Yoo Sangah’ın elini tutup konuştum.
“Özür dilerim, yaşlı kadını kurtaramadım.”
Yaşlı kadının cansız bedenini aradı gözlerim. Adını bile bilmiyordum…
İlerde bu şekilde ölen insanlar daha çok olacaktı. Alışmak zorundaydık.
Yoo Sangah bana şaşkın gözlerle bakıyordu.
“Dokja.. sen nasıl…”
“Efendim?”
“Yok bir şey. Aksi.. Teşekkür ederim.”
“Anlamadım?”
“Şey… yani beni…”
Biraz önce yaşananlar kafamda belirdi. Böcekleri, Yoo Sangah’ın tarafına doğru fırlatmıştım. Evet, bundan bahsediyor olmalıydı.
“Tesadüf. Bir daha olmaz.”
“Ah…”
Yoo Sangah sessizce kafasını sallayarak onayladı. Daha fazla sormadı: mantıklı bir karardı. Çünkü yaptığım davranış ile bazılarımız hayatta kaldı, bazılarımız öldü. Ne demek istediğimi anlıyordu, yaptığım davranışın teşekkürü hak etmediğini de.
[Vay be, harikasınız.]
Dokkaebi havada belirdi.
[Ben diğer vagonları izlerken burada neler olmuş böyle?!…]
Dokkaebi’nin yüzünde sevinç ile şaşkınlık karışmış bir haldeydi.
Dokkaebi’nin kafasının üzerinde yıldızlar belirmeye başladı.
Yıldızları saymaya başladım. Bir, iki, üç……yirmi, yirmibir.
Toplamda 21 yıldız vardı. Mutlu olmasına şaşmamalı.
[Kanalıma toplamda 21 kişi katıldı…. Haha, harika değil mi? Çok teşekkür ediyorum desteğiniz için takımyıldızları. Haha, söyleyin bakalım ne kadar değerli olduğunuzu kanıtlayabildiniz mi?]
Dokkeabinin üzerinde beliren yıldızlar, ne kadar çok takımyıldızlarının bu kanalı takip ettiğinin ve desteklemek istediğinin göstergesiydi.
21 çok yüksek bir rakam değildi, ama yeni yetme bir dokkeabi için fazla iyi bir rakam sayılırdı.
[Hayatta kalanlar bu kadar çok mu olmuş? Vay be. Bir sonraki vagondaki de tam çatlak çıkmış…. Baya güzel gidiyor işler, hadi bakalım.]
Dokkaebi eliyle bir işaret yaptı, ardından gökyüzünde hayatta kalanların listesi belirdi.
[ 3434 Numaralı Bulgwang Metrosu, Vagon 3807 Hayatta Kalanlar: Kim Dokja, Lee Hyunsung, Yoo Sangah, Han Myungoh ve Lee Gilyoung. Toplamda 5 kişi.]
5 kişi. Tahmin ettiğimden daha fazla kişi kurtulmuştu. Herkesin yüzüne tek tek baktım.
Lee Hyunsung iyi bir fiziğe, mükemmel becerilere sahipti. Onun hayatta kalmasını zaten bekliyordum. Yoo Sangah’ın da kurtulmasını bir nebze bekliyordum.
Lee Gilyoung. Eğer tahminim doğruysa tam yanı başımda duran çocuğun adıydı.
Ezdiği çekirgeyi elinde hala tutuyordu.
Annesinin cansız bedenini izliyordu. Yaşlı kadını linç etmeye katılmış, çocuğunu bir başına bırakmıştı. Çocuksa her şeye seyirci kalmış, hiçbir tepki vermemişti…
Çocuğun omuzlarına dokunmadan önce tereddüt ettim. Sempati ya da empatiden değildi bu tavrım…..
Evet, sebebi iki yüzlülük idi.
“Çocuk.”
Yavaşça başını ve bakışlarını bana çevirdi. Hayatında ilk defa bu kadar çok ölüme şahit olmanın korkusunu yaşadığını hissedebiliyordum.
Kaçınılmaz hislerdi, bunlar. Annesinin ölümüne üzülmüyordu, kendi ölümünden korkuyordu. O da herkes gibi insandı, normaldi bu korkusu..
“Yaşamak istiyor musun?”
Gerildi, titremeye başladı. Çok geçmeden kafasını salladı.
“O zaman beraber devam edelim.”
Lee Gilyoung bana daha çok yaklaşıp önüme geçti. Yoo Sangah etkilenmiş gibiydi.
Off, istemeden yine yanlış bir anlaşılmaya sebep oldum..
Görülmesini istediğim için böyle bir girişimde bulunmuştum, evet. Ama hedefim Yoo Sangah değildi…
[Güzel davranışlarınız, yıldıztakımlarını etkiledi.]
[Yıldıztakımları 200 puan ile sizi ödüllendirdi.]
Ucuz bir numaraydı evet. Ben de rahatsız olmuştum: ama ben de yaşamak istiyordum.
İlerde yaşanacak olayları düşünerek, yıldıztakımlarının dikkatini çekmek ilk önceliğimdi.
“Ş-şimdi bizi salacaksınız değil mi?İstediğinizi aldınız sonuçta?”
Benden birkaç metre uzakta olan Han Myungoh bağırdı. Üstü başı yırtılmıştı..
Finans müdürü Han Myungoh… Şanslı bir adam olduğu kesindi.
Ama anlam veremiyorum ya. Aşırı zengin bir insanın metroda ne işi olur ki?
Daha birkaç hafta önce son model Mercedes aracıyla hava atmış, tüm şirket arabasını konuşmuştu.
[Hrmm, salmak mı? Dışarıdan haberiniz yok herhalde? Gerçekten dışarıya çıkmak istiyor musunuz?]
Dokkaebi kıkır kıkır güldü.
[Aslında takdiri hak ediyorsunuz. Bu vagondan hiç beklentim yoktu. Böceklerin bile yaşama hakkı olduğunu kanıtladınız.]
Sözleriyle bize şuanki pozisyonumuzu hatırlatıyordu, onun gözünde belki de çekirgeden farkımız yoktu.
[Bu zorluğu aşmayı başardığınıza göre, size güzel bir ödül vermeliyiz. İlk senaryoyu tamamladığınız için, ‘takımyıldızlarının sponsorluğuna’ hak kazandınız. Vay bee! Nasıl? Harika değil mi? Hmm, neden bu kadar ruhsuzsunuz. Bu ödül altın değerinde oysa.]
Herkesin tepkisi, şaşırması normaldi. Bahsedilen ‘takımyıldızlarından’ da ‘sponsorluktan’ da tek bilgisi olan bendim.
Takımyıldızları sponsorluğu.
Amaç belliydi.
Hayatta Kalmanın Yolları romanında, ‘Sponsor Seçimi’ hikayenin kilit konularından biri olmakla beraber büyük önem arz ediyordu.
[Hmm, herkesin kafası karıştı anlaşılan. Şöyle kısaca anlatayım: şuan inanılmaz derecede zayıfsınız. Bir sonraki senaryoya bu zayıf halinizle katılırsanız, fare bile öldüremez, ‘kruk’ları öldürme şansınız dahi olmaz. Ama bu evrede sizin gibi insanlara acıyıp sponsor olmak isteyenler var. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?]
Lee Hyunsung daha fazla dayanamayıp konuştu.
“Neden bahsediyorsunuz? Kim kime sponsor oluyor anlaşılmıyor hiçbir şey…”
[Hmm, demek anlaşılmıyor. O zaman sizin bildiğiniz bir taktikten gidelim: Yaşayıp görün. Bazılarınız çok şanslı olmayacak ama olsun! Hahaha!]
Gerildim. Şuan yapacağım bir seçim, hayatımı kolaylaştırabilirdi.
“Dokja? 2 garip seçenek var önümde…”
“Benim de ne olduklarına dair hiçbir fikrim yok.”
Şüphelenmemesi için söylediğim bir yalandı. Açıkçası 2 takımyıldızının onu desteklemesi….Yoo Sangah’ın gayet şanslı olduğunu gösteriyordu.
“Seç birisini. Hangisi içine siniyorsa.”
“İçime sineni mi seçeyim…”
“Kimse neyin ne olduğunu bilmiyor ki.. Neden içine sineni seçmeyesin?”
“Ah… anladım.”
Yoo Sangah daha fazla cevap vermeden seçimi için odaklanmaya başladı.
Bayağı dalgın bir hali vardı, sanki ilginç bir şeyler oluyor gibiydi.
Etrafa sessizlik hakim oldu. Herkes seçeneklerini okumakla meşguldü.
Ben de listeme baktım.
[Sponsor Seçimi]
–Lütfen sponsorunuzu seçiniz
–Seçtiğiniz takımyıldızı, ileride en büyük destekçiniz olacaktır.
Şeytani Ateş Yargıcı
Abisal Siyah Ateş Ejderhası
Gizli Entrikacı
Altın Tac Esiri.
4 seçeneğim vardı… Bu da demek oluyor ki… bu dört takımyıldızı da beni kendi varisçisi yapmak istiyor..
Hayatta Kalmanın Yollarında başrolün ilk seferinde 5 takımyıldızından sponsorluk teklifi aldığını düşünürsek, 4 düşük bir rakam değildi.
Takım yıldızları hiçbir zaman kendi adlarını açıklamazdı, ‘abisal, şeytani, bahçe..‘ gibi takma adlar kullanırlardı.
Tabii, bu tarz kelime oyunları benim için çocuk oyuncağıydı.
Hadi bakalım.
‘Abisal Siyah Ateş Ejderhası.’
Hatırladığım kadarıyla, ‘Kara Bulut’ adındaki takımyıldızlarına liderlik eden güçlü bir takımyıldızıydı. Gerçek adını şuan hatırlamıyorum ama uzun bir şeydi.
Bu takımyıldızının avantajı, anlaşan tarafa güçlü saldırı yeteneği vermesiydi. Başlarda dayanıklılık ve kuvvet açısında inanılmaz bir destek alıyorsunuz.
Fakat sonraya doğru destek kısıtlanıyordu.
Bu takımyıldızından aldığınız destek artıp kullandıkça, kişi düşünme yeteneğini yitirip seri katile dönüşüveriyordu. . .
‘chuuni’ gücüne sahip insanları tercih eden bir takımyıldızı idi.…
Neden beni desteklemek istediklerini anlayamadım, rahatsız olup bu takımyıldızını eledim.
2.si, Şeytani Ateş Yargıcı.
Bu seçeneği gördüğüme inanamıyorum. Kendimi bir anda çok güçlü hissettim, muazzam bir his veriyordu.
İlk bakışta, adı şeytani bir hisle dolup taşıyordu. Ancak isim tuzaktan ibaretti.
‘Şeytani’ kelimesi aslında, ‘şeytani değil’ anlamına geliyordu. ‘ateş’ ve ‘yargıç’ kelimeleri ile süslenmişti.
Şeytan olmayan bir varlık, aldığı kararları ateş yoluyla iletiyordu.
Paradoks adın içinde gizliydi: bir melek bu takımyıldızını yönetiyordu.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam, baş melek Uriel idi…
Bir karakter bu takımyıldızını seçmişti daha önce. Oldukça iyi bir seçimdi. Ama bunu da es geçiyorum.
Ne zaman ‘mutlak güç’ sahiplerinin gücünü kullanmak istersen, o kadar çok kısıtlamalara mecbur bırakılırsın.
Gizli Entrikacı.
Hayatta Kalmanın Yollarının tek okuyucusu olarak, bu seçeneği ilk defa görüyorum.
Belki adı geçmiştir ama….. şuan hiç hatırlamıyorum.
Belki hikayeyi baştan sona tekrar okursam, bu takımyıldızına dair bir fikir edinebilirdim.
Tek emin olduğum şey, güçlü bir takımyıldızı olmadığı idi: adında belirgin bir isim bile yoktu.
Gizli Entrikacı. Bir takımyıldızına göre fazla sade, basit kalıyordu. Bunu da es geçiyorum.
Sonuncusu, Altın Taç Esiri.
Bu seçeneği görünce bir anda kalbim yerinden çıkacak sandım!
Bu takımyıldızını bu kadar erken görmeyi beklemiyordum. Gözlerimden şüphe ediyordum, tekrar tekrar kontrol ettim. Doğruydu.
‘Esir’ kelimesinden dolayı ilk bakışta negatif bir izlenim bırakıyordu. Fakat asıl dikkat çeken kelimeler ‘ Altın Taç’ idi.
Altın Tac… dünyadaki en küçük hapishane.
Çocukken Journey to the West okuyanlar için özel bir ipucuydu bu.
Hikayede sadece bir kişi altın tacın esiri olmuştu.
Kafasındaki kelepçe sebebiyle acı çeken Çiçek ve Meyve Dağının efendisi.
‘Altın ve gururlu bakışlarıyla’ yakışıklı Maymun Kralı.
Bilge Adam, Sun Wukong.
Romandaki karakterlerden birisi, Sun Wokang’ın desteğini almıştı.
Sadece düşünceyle insanı yıldırım çarpmasıyla öldürebilecek muazzam bir güç.
Yazar detaylı yazmıştı bu kısımları ama ben çok iyi hatırlayamıyordum şuan.
Neden bu kadar güçlü bir takımyıldızının beni tercih ettiğini anlayamıyordum.
Tabii… eğer Bilge Adam’ın varisi olabilirsem, bu dünyada yaşamam herkesten daha kolay olurdu.
Fakat…
Öndeki vagona bağlanan kapıya hızlıca göz attım.
Kapının arkasında ‘o’ da seçim ekranına bakıyordu.
Bilge Adam olmayı seçersem… Onu yenebilir miyim acaba?
[Sponsor Seçiminin Bitmesine Son 1 Dakika.]
Zaman bitmek üzereydi. Derin bir nefes alıp tekrar listeme baktım.
Endişelerim çok uzun sürmedi.
****************
DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞLERİNİZİ YORUM YAPARAK ÇEVİRMEN VE EDİTÖR ARKADAŞLARIMIZI CESARETLENDİRİNİZ 🙂