Our Second Master - Bölüm 1: Evin Küçük Oğlu Ağzında Gümüş Kaşıkla Doğmuş
Bölüm 1: Evin Küçük Oğlu Ağzında Gümüş Kaşıkla Doğmuş
Hangzhou şehrindeki herkes, malikanenin 2.Küçük Bey’inin ağzında gümüş kaşıkla doğduğunu bilir. Yang ailesi, şehrin en büyük ipek ticaretini yapan ailedir, iki erkek çocuğuyla buraların en zengini sayılırlar.
Evin büyük oğlunun(Yang Yi Fang), ne zaman adı geçse, herkes sıraya geçer, hürmette kusur etmezdi. Hangzhou şehrinin en ünlü bilginlerinden biri, kültürlü hatta devlet memuru olma yolunda en iyi adaylardan biridir kendisi.
Yang Yi Fang, ince kaşları ve masum bakışlarıyla zarif ve yakışlı bir görünüme sahipti. Babaları, (Yang Efendi) ne zaman iş toplantılarına gitse, onu da yanında götürürdü.
Eline bir fırça vermeye görün, harika resimler çizer, şiirler yazardı. Paranın su gibi aktığı ticaret dünyasında, yazın yağan kar gibiydi. O kadar yetenekliydi.
Ve evin küçük oğlu, Yang Yi Qi, eh, o da bir insan sonuçta — birinin adını duyduğuna pişman eden, sinirlendiren kaç insan vardır ki dünyada.
İki Küçük Bey arasında 1 yaş fark vardı. Ama zihinsel yaş ve olgunluk açısından, aralarında dağlar kadar fark vardı.
‘İnsanın kişiliği, 3 yaşında sabitlenir’ derler. Bizim 2.Küçük Bey 3 yaşındayken malikanede sokaklara kadar taşan bir şölen düzenlemişler. En ünlü opera grubunu sahne alması için davet etmişler.
Solist yıldız sahnede şarkı söylerken aniden ağlamaya başlamış. Herkes ne oluyor diye etrafına bakınırken kadının eteğinin altından küçük bir çocuğun çıktığını fark etmişler — evet, tam tahmin ettiğiniz gibi, bizim Küçük Bey çıkmış eteğin altından.
O günden itibaren, şehirdeki hemen hemen herkes bilir, üç yaşında Yang Ailesi’nin Küçük oğlunun, bir sanatçının eteğine nasıl tırmanıp bacağına dokunduğunu.
Annesiyle babası itibarını kaybettiler, insan içine çıkamaz oldular. Bunun üzerine babası, yaşlı, genç, usta, hayırsever demedi ülkenin dört bir yanından eğitmenler çağırdı küçük oğlunu kontrol altında tutabilmek için. Ama ne fayda! Küçük Bey, hepsini tek tek kovdu, kimse ağzını açıp bir şey diyemedi.
Neyse ki, İlk oğulları mükemmeldi. Anne- babası, umutlarını ikinci çocuklarından kesip ilk çocuklarına yöneldiler. Küçük oğullarına, her ay harçlık verip ne isterse yapmasına göz yumdular.
Aaa, bu arada kim olduğumu söylemeyi unutmuşum. Yang Yi Qi’ye, 2.Küçük Bey dediğim için, doğal olarak ben de bu malikanenin bir parçasıyım.
İkinci Küçük Bey’in, hizmetçisiyim. Sekiz yaşındayken Yang malikanesine satıldım. Başta ne güzel mutfakta ufak tefek işlerle uğraşıyordum. Sonra beni Küçük Bey’in yanına gönderdiler. Hatta beni gönderen annesi Yang hanımdı. Güzelliğimden, cariye hizmetçi olarak gönderilmiştir diye düşünüyorsanız**… ki yanılıyorsunuz. Tam tersi, çirkinim diye beni gönderdiler.
Aslında ben, şahsen çirkin olduğumu düşünmüyorum. Sadece biraz kısayım, yüzüm biraz yuvarlak, gözlerim biraz küçük, baldırlarım biraz kalın. Bunun dışında, oldukça iyi bir kadınım.
Fakat Küçük Beyin avlusuna girdikten sonra, hemen yanıldığımı anladım. Şu halimle ben, Küçük Bey’in evinde, güzel bir kızdan daha çok bir maymuna benziyordum – hatta daha çok dağdaki maymunlara… burada bir insan olarak kabul edilemezdim.
Sonra birisi bana buraya gönderilme sebebimin, Küçük Bey’in kendi malikanesindeki tüm kadın hizmetçilerle yattığı için olduğunu söyledi. Meğer buradaki tüm kadın hizmetçiler birbiriyle savaşıyor, Küçük Bey’in gözüne girmek için birbirlerine sataşıyormuş. Tabii, bu savaş içinde kimse de temizlik yapmıyormuş!
İlk geldiğimde ona sadece saygılarımı sundum. O sırada Küçük Bey, çayını yudumluyordu. Beni gördükten sonra tahmin edebileceğiniz gibi, hoş karşılamadı. Yüzünü buruşturup bir elini salladı havada, git işini yap dercesine.
Içten içe, bu kadar abartmasa olmaz mı demeden edemedim. Ilk defa Küçük Bey’i görmüştüm o gün. Ve anladım avlusundaki hizmetçilerin neden peşinde koşturduğunu. Küçük Bey, çok yakışıklıydı.
Evin ilk oğlunun da görmüştüm. O da yakışıklıydı. Ama karşılaştırıldıklarında, bizim Küçük Bey, ondan daha yakışıklı ve çekiciydi.
Evin büyük oğlu çok kitap okuduğundan mıdır bilinmez, odun gibi bir izlenim veriyordu.. nazikti de ama bu histen başka bir şey hissedemiyordum ondan.
Ama evin Küçük oğlu farkıydı.
Tüm şehir, bizim Küçük Beyin ne kadar hovarda olduğunu bilirdi.
Gözleri fıldır fıldır döner, ifil ifil elbiseler giyer, Batı gölünün önünden salına salına geçerken fanını sağa sola hafifçe savururdu. Herkes ona dönüp dönüp bakar hayran olurdu.
Yang malikanesi kocamandı, iki Küçük Bey’in de avluları birbirine çok uzaktı. Ama herkes iki avlunun asla birbirine benzemediğini bilirdi.
Bizim Küçük Bey’in hizmetçileri, evin büyük oğlunun hizmetçilerini küçümser, onlar da bizimkileri küçümserdi. Ve bizim Küçük Bey’in standartlarını aşağı çeken birisi olarak, avluda huzurlu bir yaşam sürmem mümkün değildi. En zor ve pis işler bana kalıyordu. Hatta en saçma, sudan sebeplerle çıkan tüm olaylar üzerime kalıveriyordu.
Mesela, Küçün Bey’in son gözde hizmetçisi, Chun Xue, bahçedeki çiçekleri seyre dalmış, kendini kaptırmış birisinin ayağına basmış. O da kim çıksın : eski gözde, Lu Liu.
Bu sudan sebepten başlamışlar kavga etmeye. Ben de etrafı süpürürken geldim yanlarına. Baktım kavga ediyorlar, seyre koyuldum.
Küçük Bey geldiğinde, ikisinin saç başa girdikleri kavga hafif laf sokmalı sözlere döndü. Birisi Küçük Bey’in bir koluna giriyor, yalandan ağlıyor, serzenişte bulunuyordu. Diğeri öbür kolunda.
Küçük Bey ikisine de sarıldı, birkaç tatlı dille onları ikna etmeye uğraştı. Ikisi de üstün gelme gayesi içinde olunca, daha çok göz yaşı döküp ağlaştılar, bir çözüm yolu bulmasını istediler.
Küçük Bey, ikisine de vurmaya razı gelmedi. Sağına soluna baktı, kimi görsün… göz göze geldik. Bana dik dik bakınca kalbim yerinden çıkacak sandım. Hemen hissettim bu işin sonunun kötü biteceğini.
Önsezilerim beni yanıltmadı ve birkaç adım atıp yanıma gelerek bana tokat attı.
Attığı tokat ne hafifti ne de acı verici. Nasıl desem, Küçük Bey’in maymun hizmetçisine atmak isteyeceği en güçlü tokattı.
Ama zeki bir maymundum. Devamı gelmesin diye hemen önüne diz çöküp hatamı kabul ettim. Sonra Küçük Bey, özel tembel sesiyle, iki hizmetçisine dönerek:
“Bu kadarı yeter herhalde.” dedi ve burada bitti.
Bugün bile hala neden bana tokat attığını bilmiyorum. Ya kendini üstün göstermek istedi ya da kendisini rahatlatmak.. Veyahut göze battığımı düşündü, emin değilim.
Ama ilk kez bana dokundu. Cariye hizmetçiler aralarında konuşurken çok duymuştum, Küçük Bey’in ne kadar güçlü olduğunu. Bana vurduğu gece, cennete gittiğimi düşündüm.
Bir gün, Yang Efendinin 2.eşi çıka geldi avluya, Küçük Bey’le sabaha kadar konuştular. Tüm hizmetçiler bir araya gelip hüzün ve endişe içinde beklediler. Merak edip ne olduğunu sordum. Normalde benimle pek ilgilenmezler, konuşmazlardı da. Ama o kadar çok üzgünlerdi ki, içlerindeki üzüntüyü anlatıp rahatlamak istiyorlardı. Bana olan biteni anlattılar.
Hemen ne olduğunu anladım. Meğer, Küçük Bey’e eş bulmak istiyorlarmış, evlensin diye.
Evin büyük oğlu evlenip çoluk çocuğa karışalı 3 yıl olmuştu. Hatta nur topu gibi bir oğlu vardı. Bizim Küçük Bey ise eğlence peşinde, yuva kurma telaşında değildi.
Babaları, Yang Efendi, de işlerin çoğunu ilk oğluna devrederken Küçük oğlu aklına gelmişti. Bizim Küçük Bey çapkının tekiydi tabii.
.
Yang ailesinin, 7 sülalesine yetecek parası vardı, harca harca bitmezdi. Bu sebeple, kızını evlendirmek isteyen kapılarına dayanıyordu.
Yang Hanım, Küçük Bey’in fikrini almak istedi ama tek söylediği, ‘güzel bir kız bul’ oldu. Yang hanım da derin bir iç çekip odasından çıktı.
Sonra, Yang Efendiyle beraber, çay ticareti yapan bir ailenin kızını bulmuşlar. Ama bu çay ticaretini yapan aile öyle küçük bir iş yerine sahip değilmiş, Hangzhou’nun önde gelenlerindenmiş. Ailenin küçük kızı, 16 yaşını doldurmuş, evlenme çağına erişmiş.
Bu iki aile arasında çöpçatanlık için görüşme düzenlendi. O gün, bizim Küçük Bey geç uyandı tabii… bir de üstüne çeki düzen dahi vermeden yanlarına gitti.
Sonra ne mi oldu dersiniz? Bizim küçük kızımız, Küçük Bey’in alışılmadık ve ilgisiz haline görür görmez tutulmuş, ilk görüşte vurulmuş ona. Ailesi tereddütte kalsa da, Yang ailesinin işinin büyüklüğüne güvenerek durumu kabullenmişler.
Sonra, Yang Hanım, Küçük Bey’in avlusundaki hizmetçileri temizlemeye başladı. 2 hafta içinde avludan çığlıkların, serzeniş ve ağlayışların ardı arkası kesilmedi.
Uzun süre uyuyamadım bu seslerden. Ne gece sustular, ne de gündüz.
Yüzüm o kadar çok solup eridi ki gitgide maymuna daha çok benzemeye başladım.
Ama bu maymun suratım sayesinde, Yang hanım avludaki hizmetçileri temizlerken bana bir kez dahi bakmadı. Küçük Bey’in avlusunda güvenle çalışmaya devam ettim.
Bu arada, yanımda 50 yaşlarında bir kadın hizmetçi de vardı. Ikimiz dışında, avluda dişi fare bile kalmadı, hepsini temizlediler. Bekçi, kahya, sağ kolu hepsi erkekti.
Küçük Bey çok rahatsızdı bu durumdan, tabii. Anlattığım kadarıyla bizim Küçük Bey’in mizacını anlamışsınızdır, sinirlenince, kendisini rahatlatacak kadınlar arardı etrafında. Kadın olmayınca, tasması salınmış vahşi köpeğe benziyordu —hmm, belki de vahşi bir ata demeliyim…
Yaşlı hizmetçi, Dadı Feng sağırdı. Küçük Bey’in eziyetine katlanacak tek insan ben kalıyordum yani. 2 yıldır bu avluda çalışıyordum. Son 2 ayda Küçük Bey ile kurduğum etkileşimi, şimdiye kadar hiç kurmamıştım.
Bahçede kuşlarla oynarken canı sıkılınca yanıma gelir tekme atardı. Isyan etme hakkım var mıydı? Tabii ki, hayırr.
Kısacası, onun sinirini benden çıkarmasına zamanla alıştım. Yılbaşını bekliyordum. Neden mi? Yılbaşından sonra evlenecekti çünkü.
Yılbaşından sonra, burada bir kadın olacak ve bana tekme atması için zamanı olmayacaktı.
Tam da günleri sayarken, Küçük Bey’in başına bir şey gelmiş.
Açıkçası, tam olarak onun başına değil, Yang ailesinin başına bir şey gelmiş….
Yang Efendi, iş için Jiang Su’ya gitmişti. Bizim Küçük Bey de canı sıkılıp fırsattan istifade kaçmıştı. Yang Efendi onu yolda yakalamış ve sinirlenerek onu da yanında sürüklemiş.
Gittikleri yerde de başlarına bir iş gelmiş. Benim gibi küçük bir hizmetçi detayları bilmiyor işte.
Kapının önündeki bağırış çağırışları duyduğumda çamaşırları yıkıyordum.
Bir grup gardiyan eve girip aramaya yapmaya başladıklarında garip olduğunu düşünmüştüm. Hareketleri sertti ve Küçük Bey’in eşyalarını parçaladılar hep.
O gece, gardiyanlar gittikten sonra Yang ailesinin kadınları toplanıp ağlamaya başladılar.
Hıçkıra hıçkıra ağladıkları için, onları dinledikçe yüreğim burkuldu ve ağlamaları tam bir gece sürdü. Ne olduğunu bilmiyordum ama artık Yang malikanesinin eskisi gibi olmayacağı kesindi.
Büyük malikaneyi mühürlediler ve Yang Efendinin şehrin dışında ayarladığı Küçük bir eve taşındık.
Yang Hanım, ailenin tüm hizmetçilerini bir araya topladı, elimize 3-5 kuruş tutuşturup ayrılmamızı söyledi.
Ilk defa Yang Hanımı, bizim gibi eski püskü bir kıyafet giyerken gördüm.
Fakat Yang hanım, Yang hanımdı: bu gerçeği değiştirmiyordu. Ne giyerse giysin ona yakışıyordu.
Parayı aldıktan sonra bir soru sordum —
“Yang Hanım, bizim Küçük Bey….?”
Yang hanım sözlerimi duyduktan sonra gözleri kanlandı. Ağzını kapatıp ağlamaya başladı.
*** Yorum, görüş ve önerilerinizi bekliyorum! Keyifli okumalar