TANRILARIN LANETİ - Bölüm 3
TANRILARIN LANETİ
“Gerçek özgürlük, seçim yapabilme gücünden gelir.”
Jean-Paul Sartre
Bölüm 3: Kılıçların Ardındaki Bilgelik
Gözlerimi açtığımda, oda loş bir ışıkla dolmuştu. Kâbusun etkisinden kurtulmam zaman alacak gibiydi. Babamın kılıcının boynuma dokunduğu anın soğukluğunu hâlâ
İliklerimde hissediyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak doğruldum. Ellerimle yüzümü ovuşturdum, terden sırılsıklam olmuştum.
Dışarıdaki yağmurun sesi, odanın sessizliğinde yankılanıyordu. Pencereye doğru yürüyüp perdenin kenarını araladım. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanmış, yağmur
Şiddetle yağıyordu. Bu manzara, içimdeki fırtınayı yatıştırmaya yetmedi. Kâbusun izleri hâlâ zihnimde dolaşıyordu, ama artık uyanıktım ve burada, kendi odamdaydım.
Derin bir nefes alarak üzerimi giyinmeye başladım. İnce bir gömlek ve pantolon geçirdim, ayaklarıma deri çizmelerimi giydim. Kendimi toparlamalıydım. Yatağımın yanında duran kılıcı elime aldım, ağırlığı bana her zamanki gibi güç ve güven verdi. Kılıcı belime takıp odanın kapısına doğru yöneldim.
Kapıyı açmak üzereyken, kapının ahşabına hafifçe vuran bir ses duydum.
“Tık! Tık! Tık!”
Bir an duraksadım. Sesin kime ait olduğunu merak ettim. Kapının arkasından gelen ses, kılıç ustası Aaron Lutter’a aitti. Ustanın güçlü ve kendinden emin sesi kapının arkasından yükseldi.
“Majesteleri, içeri girmem için izin verir misiniz?”
Derin bir nefes alarak kapıya yaklaştım ve tok bir sesle cevap verdim. “Girin, Aaron.”
Kapı yavaşça açıldı ve Aaron Lutter, dimdik duruşuyla içeri girdi. Uzun boylu, kaslı ve sert bakışlarıyla her zaman olduğu gibi kendinden emin duruyordu. Gözleri, yüzümdeki ifadeyi dikkatle inceledi.
“Majesteleri, sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim,” dedi Aaron. “Ancak, bugün önemli bir eğitimimiz var ve sizinle konuşmam gereken bazı konular var.” Aaron’un gözlerine baktım. Onunla birlikte geçirdiğim uzun saatleri, aldığım dersleri ve öğrendiğim her şeyi düşündüm. Babamın yokluğunda, Aaron benim için sadece bir öğretmen değil, aynı zamanda bir rehberdi.
“Elbette, Aaron. Ne hakkında konuşmak istiyorsun?” dedim, kararlılıkla.
Aaron, bu sabahki kararlılığımı ve gücümü hissetti. İçimde bir yerde, bu kâbustan daha da güçlü çıkacağımı biliyordu. Tam konuşmaya başlayacakken kapı tekrar tıklatıldı. Kapının arkasında, nazik ve kararlı bir sesle Nixie’nin sesini duydum.
“Majesteleri, içeri girebilir miyim?”
Aaron, Nixie’nin gelmesiyle bana dönerek hafifçe eğildi. “Majesteleri, izninizle, konuşmamızı kılıç eğitimi sırasında devam ettirmek isterim.”
Onaylar şekilde başımı salladım. “Elbette, Aaron. Eğitimde görüşürüz.”
Aaron odadan çıkar çıkmaz, Nixie içeri girdi. İnce yapılı, zarif duruşuyla her zaman olduğu gibi sakin ve huzur verici bir havaya sahipti. Gözleri, kâbusun etkisinden kurtulamamış olan yüzümde gezindi.
“Majesteleri, havuz hazır. Yemekten önce orada temizlenmenizi öneririm. Ardından kahvaltınızı yapacak ve gününüzün planını konuşacağız,” dedi Nixie, yumuşak ama kararlı bir sesle.
Başımı salladım ve derin bir nefes aldım. Nixie’nin varlığı, içimdeki karmaşayı bir nebze olsun yatıştırıyordu. “Teşekkürler, Nixie. Seninle geliyorum.”
Nixie, önde ben arkada, odadan çıkarken yağmurun sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Bugün, ne olursa olsun, içimdeki fırtınayı dindirmek için çaba gösterecektim. Bu kâbus, hayatımın bir parçası olmaya devam edecek olsa da, onu aşmak için gereken gücü bulmak zorundaydım.
Nixie’nin rehberliğinde, sarayın hamamına doğru ilerledim. Sarayın bu kısmı, geçmişin ihtişamını hala koruyan yerlerden biriydi. Uzun koridorları geçerken, duvarlardaki işlemelerin ve eskiye ait mozaiklerin detaylarını fark ettim. Her adımda, buranın ne kadar özenle inşa edildiğini bir kez daha hissettim.
Hamamın kapısına vardığımızda, Nixie kapıyı açtı ve içeri girmemi sağladı. İçeri adım attığımda, buharın yüzüme çarpmasıyla birlikte rahatlamış hissettim. Havuzun etrafındaki mermer taşlar, yılların izlerini taşıyordu. Su, berrak ve davetkârdı, hafif bir buhar tabakası üzerinde yükseliyordu. Çeşmelerden akan suyun sesi, ortamın huzurunu tamamlıyordu.
Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp kenara bıraktım ve yavaşça havuza adım attım. Su sıcak ve rahatlatıcıydı. Tüm vücudumu sarmalayan sıcaklık, zihnimi ve kaslarımı gevşetti. Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım, suyun içinde kaybolmuş gibi hissettim.
Havuzun bu kısmı, sarayın en eski ve en güzel bölümlerinden biriydi. Yüksek tavanındaki fresklerde, mitolojik sahneler ve eski tanrıların hikâyeleri betimlenmişti. Duvarlarda, detaylı mozaikler ve oyma taş işlemeleri vardı. Her detay, buranın ne kadar özel ve kutsal bir yer olduğunu gösteriyordu. Bu huzur veren ortamda, zihnimdeki karışıklıklar yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Tam bu sırada, Nixie’nin yumuşak sesi duyuldu. “Majesteleri, bir isteğiniz var mı?”
Gözlerimi açıp Nixie’ye baktım. O, her zamanki zarafetiyle yanı başımda duruyordu. “Hayır, teşekkürler Nixie,” dedim, yumuşak bir sesle. Fakat Nixie devam etti.
“Biraz Aurium Şarabı içmek ister misiniz, majesteleri?”
Aurium Şarabı, bu gezegenin en özel içeceklerinden biriydi. Altın rengi ve tatlı aromasıyla, her zaman özel anlarda tercih edilen bir içecekti. Başımı salladım, “Evet, Nixie. Kendine de doldur beraber içelim.”
Nixie, nazikçe başını salladı. “Emredersiniz, majesteleri,” dedi ve içecekleri hazırlamak üzere arkasını döndü.
Nixie içecekleri hazırlarken, gözlerim onun zarif hareketlerini takip etti. Nixie, sadece bir bakıcı değildi; onun güzelliği ve sakinliği, sarayda herkes tarafından takdir edilirdi. Uzun, dalgalı saçları omuzlarına dökülmüş, gözleri parlıyordu. İnce beli ve zarif duruşu, kendine has ve etkileyiciydi.
Üzerinde giydiği ince, ipekten yapılmış beyaz elbise, vücudunu mükemmel şekilde sarıyordu. Elbisenin yaka kısmı, boynunun zarif çizgilerini ortaya çıkarıyor, derin bir dekolte ise göğsünün ince kıvrımlarını gözler önüne seriyordu. Elbisenin bel kısmı, Nixie’nin ince belini vurgularken, etekleri dizlerine kadar iniyordu ve her adımında zarifçe dalgalanıyordu.
Elbisenin kolları, hafifçe şeffaf bir tülle kaplıydı ve bu tül, onun narin kollarını ve bileklerini görsel bir şölen haline getiriyordu. Ayaklarında, ince topuklu, açık sandaletler vardı ve bu sandaletler, her adımında zarafetle hareket eden ayak bileklerini ortaya çıkarıyordu.
Nixie, içecekleri hazırlarken, sırtının nazik kıvrımlarını ve omuzlarının zarafetini fark ettim. İçimdeki duygular, onun bu güzelliği karşısında yoğunlaşıyor, kalbim hızla çarpıyordu. Bu anın büyüsüne kapılmışken, Nixie, iki kadehle geri döndü. Gözlerimi aceleyle başka yöne çevirdim ve yanaklarımın kızardığını hissettim.
Nixie, bu durumu fark etmedi ya da fark etmiş gibi yapmadı. Kadehleri uzatırken, yumuşak bir sesle, “İçeceğiniz hazır, majesteleri,” dedi.
Kadehi alırken gözlerim tekrar ona döndü. “Teşekkürler, Nixie,” dedim. Ardından ekledim, “Neden… Neden bana katılmıyorsun? Burada, havuzda.”
Nixie’nin gözleri bir an şaşkınlıkla açıldı. Bu tepkisi beni utandırdı ve hızlıca ekledim, “Yani… Gelmek zorunda değilsin. Sadece istersen, yani… Gelebilirsin.”
Sözlerim heyecanla çıkmıştı ve neredeyse kekeliyordum. Nixie’nin bu teklifi değerlendirmesi bir an sürdü, gözleri düşünceli bir şekilde bana baktı. Sonra yavaşça gülümsedi ve başını hafifçe eğdi. “Teşekkür ederim, majesteleri. Katılmaktan memnuniyet duyarım.”
Nixie, kadehini kenara koydu ve ince elbisesini zarif bir hareketle çıkararak kenara bıraktı. İnce yapılı, zarif bedeni, hafif bir iç çamaşırıyla ortaya çıkmıştı. Yavaşça havuza girdi, suyun içinde zarif hareketlerle ilerledi. Sıcak su, onun narin vücudunu sarmalarken, ben de bu anın büyüsüne kapıldım.
Nixie yanıma geldiğinde, gözlerimiz bir an için buluştu. “Majesteleri, sizinle burada olmak büyük bir onur,” dedi yumuşak bir sesle.
Bu sözler, içimdeki heyecanı daha da arttırdı. “Nixie, burada olman benim için de çok önemli,” dedim, içten bir sesle.
Nixie gülümsedi ve kadehini eline aldı. “Aurium Şarabı, her zamanki gibi harika,” dedi ve kadehinden bir yudum aldı.
Ben de kadehimi kaldırdım ve ona doğru eğildim. “İçelim, Nixie. Bu anın tadını çıkaralım.”
Kadehlerimiz birbirine değdiğinde, içimdeki duygular daha da yoğunlaştı. Nixie’nin yanında olmak, bu anı paylaşmak, içimdeki karmaşıklığı bir nebze olsun yatıştırdı.
Havuzun sıcak suyu ve Nixie’nin varlığı, bu anı unutulmaz kılıyordu.
İçeceklerimizi bitirdikten sonra, Nixie bana döndü. Gözlerinde hafif bir tereddüt vardı. “Majesteleri, yapacak işlerim var,” dedi nazikçe. “Kıyafetimi değiştirip işimin başına dönmem gerekiyor.”
Başımı salladım ve gülümsedim. “Elbette, Nixie. Görevlerinizi ihmal etmeyin.” Nixie, teşekkür ederek kadehini kenara koydu. Hafif adımlarla havuzdan çıktı, su damlaları teninde parlıyordu. Havuz kenarındaki elbisesini alıp zarif hareketlerle giyinirken, gözlerim istemsizce onu izliyordu. Sonrasında havuz odasından çıkmak üzereyken, başka bir hizmetçi içeri girdi. Hizmetçi, beni görünce başını eğdi ve ardından Nixie’nin kulağına bir şeyler fısıldadı. Nixie, hafif bir baş hareketiyle onayladı ve hizmetçi geri çekildi.
Hizmetçi çıktıktan sonra Nixie bana döndü. “Majesteleri, kılıç ustanız Aaron, sizi meydanda eğitim için bekliyor. Zaman kaybetmeden gitmenizi istedi.”
Aaron’un beni çağırması, önemli bir konu konuşacağı anlamına geliyordu. “Teşekkürler, Nixie,” dedim. “Havuzdan çıkıp kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra gideceğim.”
Nixie, başını hafifçe eğerek onayladı ve odadan çıkarken, onun zarif hareketlerini izledim. Havuzdan yavaşça çıktım ve üzerimdeki suyu kuruladıktan sonra, kenarda hazır bekleyen yeni kıyafetlerimi giymek için ilerledim.
Kıyafetlerim, sarayın en kaliteli kumaşlarından yapılmıştı. İnce işçilikle hazırlanmış, rahat ve zarif bir tunik, sağlam ve şık bir pantolon ile tamamlanmıştı. Giysilerimi giyerken, Aaron’un bana ne söyleyeceğini merak ediyordum. Nixie’nin zarif varlığı hala zihnimdeydi, ama şimdi dikkatim tamamen Aaron’a yönelmişti.
Kıyafetlerimi giydikten sonra, kısa bir kahvaltı için yemek odasına yöneldim. Nixie de kafasını hafifçe eğip odadan çıkarken, ona bir kez daha teşekkür ettim. Bu kısa an, her zamanki rutinimin dışında bir huzur ve mutluluk getirmişti, ama şimdi görevlerime odaklanma zamanıydı. Aaron’un beni beklediği meydanda neler olacağını düşünerek, adımlarımı hızlandırdım.
Kahvaltımı hızla bitirdikten sonra, sarayın taş yollarında ilerleyerek meydanın yolunu tuttum. Adımlarım hızlı ve kararlıydı; Aaron’la yapacağım eğitim, günün en önemli kısmıydı. Meydana vardığımda, Aaron’u bir bankta oturmuş, sırtı dönük şekilde gökyüzünü izlerken buldum. Bu haliyle bile bir savaşçının dikkatine sahip olduğunu biliyordum, ama onu hazırlıksız yakalamak istedim.
Sessiz adımlarla ona yaklaştım. Kılıcımı yavaşça kınından çekerek dikkatli bir şekilde ilerledim. Aaron’un dikkatsiz görünmesi beni cesaretlendirmişti. Kılıcımı havaya kaldırıp vuracakken, Aaron ani bir hareketle döndü ve kılıcımı etkisiz hale getirdi. Bir anda kendimi yerde buldum ve Aaron, kılıcını boynuma doğrultmuş halde duruyordu.
“Henüz öğrenmen gereken çok şey var, genç efendi,” dedi Aaron, gözlerinde sert ama bilge bir ifade vardı. “Güç, sadece kılıcın keskinliğinde değil, aklın çevikliğinde ve kalbin cesaretindedir.”
Yerden kalkarken, Aaron’un gözlerinde hem bir öğretmen hem de bir dostun bakışlarını gördüm. Kendime hakim olmaya çalışarak, yere düşen kılıcımı aldım ve ayağa kalktım.
Aaron, kılıcını geri çekip bir adım geriledi, ardından konuşmaya devam etti.
“Unutma Demon, düşmanının dikkatini çekmeden saldırmak bir yetenek gerektirir, ama gerçek savaşta her zaman dikkatli olmalısın. Her hareketin, her adımın planlı olmalı. Zihnin, kılıcından daha keskin olmalı.”
Aaron’un söylediklerini içselleştirmeye çalışırken, bir yandan da onun ne kadar bilge olduğunu bir kez daha fark ettim. Onun yanında geçirdiğim her an, bana yeni bir şeyler katıyordu. Eğitimlerimiz sadece fiziksel yeteneklerimi değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal dayanıklılığımı da geliştiriyordu.
“Dediğiniz gibi yapacağım, hocam,” dedim, kararlı bir sesle. “Zihnimi daha fazla kullanmaya çalışacağım.”
Aaron, benim bu kararlılığımı takdir eden bir ifadeyle başını salladı. “İyi. Şimdi, yeniden başlayalım. Bu kez, strateji üzerine çalışacağız.”
Meydanın ortasına doğru ilerlerken, içimdeki hırs ve öğrenme isteği her geçen gün daha da büyüyordu. Aaron’un bilgeliği ve sert disiplini, beni daha güçlü ve daha yetkin bir savaşçı yapıyordu.
Bu eğitim, benim için sadece kılıç kullanmayı öğrenmek değil, aynı zamanda hayatın zorluklarıyla başa çıkmayı da öğrenmek demekti. Aaron’un rehberliğinde, bu yolda
İlerlemek için her zamankinden daha istekliydim. Gözlerimi onun üzerine diktim ve kendimi eğitime hazırladım. Bu meydanda, sadece kılıç kullanmayı değil, gerçek bir savaşçının nasıl olması gerektiğini öğrenecektim. Bunu daha detaylı ve olayları güzelce betimleyerek uzun bir şekilde canlandıralım
Kahvaltımı hızlıca bitirip, sarayın taş yollarında ilerlemeye başladım. Sabahın serin havası, yüzüme hafif bir ferahlık katıyordu. Meydana doğru ilerlerken, taş döşeli yolların üzerinde yankılanan adımlarımın sesi, sabahın sessizliğinde yankılanıyordu. Aaron’la yapacağım eğitim, günün en önemli kısmıydı ve bu anı kaçırmak istemiyordum.
Meydana vardığımda, Aaron’u bir bankta oturmuş, sırtı dönük bir şekilde gökyüzünü izlerken buldum. Yüzünde her zamanki bilge ifadesi yoktu, sanki derin düşünceler
İçindeydi. Onu bu şekilde görmek nadirdi. Bu haliyle bile bir savaşçının dikkatine sahip olduğunu biliyordum, ama onu hazırlıksız yakalamak istedim.
Sessiz adımlarla ona yaklaştım. Kılıcımı yavaşça kınından çekerek dikkatli bir şekilde ilerledim. Kalbim hızla çarpıyordu; ona sessizce yaklaşmak için her adımımı ölçerek atıyordum. Aaron’un dikkatsiz görünmesi beni cesaretlendirmişti. Kılıcımı havaya kaldırıp vuracakken, Aaron ani bir hareketle döndü ve kılıcımı etkisiz hale getirdi. Bir anda kendimi yerde buldum ve Aaron, kılıcını boynuma doğrultmuş halde duruyordu. “Henüz öğrenmen gereken çok şey var, genç efendi,” dedi Aaron, gözlerinde sert ama bilge bir ifade vardı. “Güç, sadece kılıcın keskinliğinde değil, aklın çevikliğinde ve kalbin cesaretindedir.”
Yerden kalkarken, Aaron’un gözlerinde hem bir öğretmen hem de bir dostun bakışlarını gördüm. Kendime hakim olmaya çalışarak, yere düşen kılıcımı aldım ve ayağa kalktım. Aaron, kılıcını geri çekip bir adım geriledi, ardından konuşmaya devam etti.
“Unutma Demon, düşmanının dikkatini çekmeden saldırmak bir yetenek gerektirir, ama gerçek savaşta her zaman dikkatli olmalısın. Her hareketin, her adımın planlı olmalı. Zihnin, kılıcından daha keskin olmalı.”
Aaron’un söylediklerini içselleştirmeye çalışırken, bir yandan da onun ne kadar bilge olduğunu bir kez daha fark ettim. Onun yanında geçirdiğim her an, bana yeni bir şeyler katıyordu. Eğitimlerimiz sadece fiziksel yeteneklerimi değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal dayanıklılığımı da geliştiriyordu.
“Evet, hocam,” dedim kararlı bir sesle. “Dediğiniz gibi yapacağım.”
Aaron, benim bu kararlılığımı takdir eden bir ifadeyle başını salladı. “İyi. Şimdi, yeniden başlayalım. Bu kez, strateji üzerine çalışacağız.”
Meydanın ortasına doğru ilerlerken, içimdeki hırs ve öğrenme isteği her geçen gün daha da büyüyordu. Aaron’un bilgeliği ve sert disiplini, beni daha güçlü ve daha yetkin bir savaşçı yapıyordu. Etrafımıza bakındım, meydanın taş zemininde gölgeler uzamıştı. Sabah güneşi yavaşça yükseliyor ve her şeyi altın sarısına boyuyordu.
Aaron meydanın ortasında durup kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bu kez, seninle strateji çalışacağız. Bir savaşçının sadece fiziksel gücü yeterli değildir. Zihinsel olarak da hazır olmalısın. Düşmanını tanımalı, onun hareketlerini önceden tahmin edebilmelisin. Şimdi, beni alt etmeye çalış. Ama bu kez, sadece gücüne değil, zekâna da güven.”
Başımı salladım ve derin bir nefes aldım. Aaron’un karşısında durup gözlerimi onun üzerinde sabitledim. Bir yandan, onun her hareketini dikkatle izlerken, bir yandan da stratejimi oluşturuyordum. Aaron’un bilgeliği ve tecrübesi karşısında, daha zeki ve hızlı olmalıydım.
Yavaşça ilerleyerek kılıcımı kaldırdım. Aaron’un gözlerinde, benim hareketlerimi değerlendiren bir parıltı vardı. Ona doğru ilerlerken, adımlarımı ölçerek atıyordum. Aaron, benim her hareketimi dikkatle izliyor ve savunma pozisyonunu alıyordu.
İlk hamlemi yaparken, kılıcımı hızlıca savurdum. Aaron, beklenmedik bir hızla hareket ederek hamlemi savuşturdu ve karşılık verdi. Kılıçlarımız birbirine çarptığında, çıkan ses meydanda yankılandı. Geri çekilip yeniden saldırıya geçtim, bu kez farklı bir açıdan. Aaron yine hızlıca hareket ederek hamlemi engelledi.
Her saldırımda, Aaron’un bilgeliği ve tecrübesi karşısında ne kadar yetersiz olduğumu bir kez daha anlıyordum. Ancak bu, beni daha da hırslandırıyordu. Her seferinde yeni bir strateji deniyor, onun hareketlerini tahmin etmeye çalışıyordum.
Bir an durup nefesimi düzenlerken, Aaron konuştu. “Demon, sadece kılıcını kullanmak yeterli değil. Düşmanını zayıflatacak, onu hata yapmaya zorlayacak hamleler yapmalısın. Zihnini kullan, gözlemle ve doğru anı bekle.”
Onun sözlerini dinleyerek, yeniden saldırıya geçtim. Bu kez, Aaron’un savunma pozisyonunu dikkatle izleyerek, zayıf bir nokta aradım. Kılıcımı savururken, onun hareketlerini tahmin etmeye çalıştım. Aaron, her hamlemi engelliyor ama aynı zamanda beni sınamak için yeni savunma pozisyonları alıyordu.
Bir süre sonra, onun savunmasındaki küçük bir açığı fark ettim. Hızla hareket ederek o noktaya doğru hamle yaptım. Aaron, bu kez savunmasını değiştirmek zorunda kaldı ve kılıcımı engelleyemedi. Kılıcım, onun savunmasını aşıp hedefe ulaştığında, Aaron’un yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
“İşte böyle, Demon,” dedi Aaron, kılıcını indirirken. “Düşmanını gözlemle ve doğru anı bekle. Savaşta zafer, sadece fiziksel güçle değil, aynı zamanda zekâyla kazanılır.”
Gün boyu süren eğitimin ardından, Aaron’la yaptığımız kılıç dövüşleri yavaş yavaş sona eriyordu. Hava kararmaya başlamıştı, gökyüzü batmakta olan güneşin altın ve turuncu tonlarına bürünmüştü. Her darbeden sonra yere düşmekten, kollarımdaki ve bacaklarımdaki yorgunluktan bitap düşmüştüm. Aaron, her zaman olduğu gibi, disiplinli ve kararlıydı; beni sınırlarıma kadar zorladı. Son bir hamle yaptım ve Aaron’un kılıcı yine benimkini ustalıkla savuşturdu. Aaron, kılıcını geri çekti ve kınına yerleştirirken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
“Bugünlük yeterli, Demon,” dedi Aaron, ciddi bir ifadeyle. “Yarın devam ederiz.”
Başımı eğerek onun kararını kabul ettim. “Evet, hocam,” dedim, nefes nefese.
Yorgunluk her bir kasımı sarmıştı, ama Aaron’un bilgeliği ve öğretme tarzı, her defasında daha da güçlenmemi sağlıyordu.
Arkamı dönüp giderken, Aaron’un sesi arkamdan yükseldi. “Majesteleri, sizinle bir şey konuşabilir miyim?”
Bir anlığına duraksadım. “Majesteleri mi?” diye düşündüm, şaşkınlıkla arkamı dönerken. Aaron’un aniden resmi bir tavra bürünmesi beni şaşırtmıştı.
Aaron, gözlerinde bilge bir parıltıyla bana baktı. “Kılıç eğitiminde ben senin hocanım, ama eğitim bittiğinde sen benim efendimsin.”
Bu sözler üzerine sessiz kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. Aaron’un bana gösterdiği bu saygı ve aynı zamanda sıcaklık, içimi garip bir huzurla dolduruyordu. “Peki, ne konuşmak istiyorsun, usta?” diye sordum, merakla ona bakarak.
Aaron derin bir nefes aldı ve gözlerini ufuktaki kızıllığa dikti. “Güneş batmak üzere,
Demon,” dedi yavaşça. Onun bu sözü üzerine düşündüm. Bu sözü söylemesindeki amaç gökyüzündeki güneşin batışının güzelliğini görmemi istemesiydi yoksa bana bir şey mi anlatmak istiyordu? Aaron’un bilgeliği, her zaman olduğu gibi, bana yeni kapılar açıyordu. Eğitimin sadece kılıç kullanmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda bir liderin sorumluluklarını da taşıdığımı fark etmemi sağlıyordu.
Aaron, derin bir nefes daha aldı ve gözlerini tekrar ufka dikti. “Sarayın içinde ve dışında seni bekleyen tehlikeler var, Demon. Bunları bilmen ve bunlara karşı hazırlıklı olman gerek. Ama en önemlisi, kendi içindeki güç ve cesareti bulman. Bu, sadece fiziksel bir eğitim değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk.”
Onun bu sözleri, içimde yeni bir karanlık oluşturdu. Sarayın içinde neden beni bir tehlike beklesin ki? Kraliyet sarayında yaşamasam da şu anki yaşadığım sarayda 50 kişi vardı ve bunlar hizmetçi ve muhafızlardan oluşuyordu.
Bu düşüncelerle aklıma hastayken gördüğüm o korkutucu kâbus gelmişti. Acaba
Aaron’un bahsettiği bu tehdit babam mıydı? Babamın bana zarar vermek isteyeceği fikri korkutucuydu. Ancak böyle bir şey olsaydı, bunu çoktan yapmış olabilirdi. Bu düşünceyle kendimi biraz rahatlatmaya çalıştım. “Bu saçma,” diye düşündüm.
Gün boyu süren eğitimin ardından, Aaron’la yaptığımız kılıç dövüşleri yavaş yavaş sona eriyordu. Hava kararmaya başlamıştı, gökyüzü batmakta olan güneşin altın ve turuncu tonlarına bürünmüştü. Her darbeden sonra yere düşmekten, kollarımdaki ve bacaklarımdaki yorgunluktan bitap düşmüştüm. Aaron, her zaman olduğu gibi, disiplinli ve kararlıydı; beni sınırlarıma kadar zorladı. Son bir hamle yaptım ve Aaron’un kılıcı yine benimkini ustalıkla savuşturdu. Aaron, kılıcını geri çekti ve kınına yerleştirirken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
“Bugünlük yeterli, Demon,” dedi Aaron, ciddi bir ifadeyle. “Yarın devam ederiz.”
Başımı eğerek onun kararını kabul ettim. “Evet, hocam,” dedim, nefes nefese.
Yorgunluk her bir kasımı sarmıştı, ama Aaron’un bilgeliği ve öğretme tarzı, her defasında daha da güçlenmemi sağlıyordu.
Arkamı dönüp giderken, Aaron’un sesi arkamdan yükseldi. “Majesteleri, sizinle bir şey konuşabilir miyim?”
Bir anlığına duraksadım. “Majesteleri mi?” diye düşündüm, şaşkınlıkla arkamı dönerken. Aaron’un aniden resmi bir tavra bürünmesi beni şaşırtmıştı.
Aaron, gözlerinde bilge bir parıltıyla bana baktı. “Kılıç eğitiminde ben senin hocanım, ama eğitim bittiğinde sen benim efendimsin.”
Bu sözler üzerine sessiz kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. Aaron’un bana gösterdiği bu saygı ve aynı zamanda sıcaklık, içimi garip bir huzurla dolduruyordu. “Peki, ne konuşmak istiyorsun, usta?” diye sordum, merakla ona bakarak.
Aaron derin bir nefes aldı ve gözlerini ufuktaki kızıllığa dikti. “Güneş batmak üzere,
Demon,” dedi yavaşça. Onun bu sözü üzerine düşündüm. Bu sözü söylemesindeki amaç gökyüzündeki güneşin batışının güzelliğini görmemi istemesiydi yoksa bana bir şey mi anlatmak istiyordu? Aaron’un bilgeliği, her zaman olduğu gibi, bana yeni kapılar açıyordu. Eğitimin sadece kılıç kullanmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda bir liderin sorumluluklarını da taşıdığımı fark etmemi sağlıyordu.
Aaron, derin bir nefes daha aldı ve gözlerini tekrar ufka dikti. “Sarayın içinde ve dışında seni bekleyen tehlikeler var, Demon. Bunları bilmen ve bunlara karşı hazırlıklı olman gerek. Ama en önemlisi, kendi içindeki güç ve cesareti bulman. Bu, sadece fiziksel bir eğitim değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk.”
Onun bu sözleri, içimde yeni bir karanlık oluşturdu. Sarayın içinde neden beni bir tehlike beklesin ki? Kraliyet sarayında yaşamasam da şu anki yaşadığım sarayda 50 kişi vardı ve bunlar hizmetçi ve muhafızlardan oluşuyordu.
Bu düşüncelerle aklıma sık sık gördüğüm kâbus geldi. Gece karanlığında, gizemli bir figürün beni takip ettiğini görüyordum. Acaba Aaron’un bahsettiği bu tehdit babam mıydı? Babamın bana zarar vermek isteyeceği fikri korkutucuydu. Ancak böyle bir şey olsaydı, bunu çoktan yapmış olabilirdi. Bu düşünceyle kendimi biraz rahatlatmaya çalıştım. “Bu saçma,” diye düşündüm.
“Aaron,” dedim, biraz tereddütle. “Bu tehditten kastın ne?”
Aaron, gözlerini benden kaçırarak ufka baktı. “Tehditler her zaman somut değildir,
Demon,” dedi kaçamak bir ifadeyle. “Bazen en büyük düşmanlarımız içimizdedir.”
Onun bu belirsiz cevabı beni tatmin etmemişti, ama Aaron’un daha fazla konuşmak istemediğini anladım. “Anlıyorum, usta,” dedim, başımı sallayarak.
“Bugünlük bu kadar, Demon. Yarın devam ederiz,” dedi Aaron, sohbeti bitirmek istediğini belirterek.
Başımı eğerek kabul ettim. “Tamam, hocam,” dedim. Ardından arkamı dönüp odama doğru yürümeye başladım. Yorgunluk vücudumu sarmış, zihnimde ise Aaron’un söyledikleri yankılanıyordu.
O sırada Aaron’un sesi tekrar arkamdan yükseldi. “Demon, kral hakkında ne düşünüyorsun?”
Bu soru beni durdurdu. Yavaşça arkamı döndüm ve Aaron’a baktım. Babam hakkında fikri mi ilk defa soruyordu. Babam hakkında ne düşündüğüm sorusu karmaşık duygular uyandırıyordu. “Majesteleri hakkında mı?” diye sordum, sesi titreyerek. “Neden şimdi bu soruyu soruyorsun?”
Aaron, gözlerini bana dikti ve ciddi bir ifadeyle konuştu. “Çünkü liderliğin sadece kılıçla değil, aynı zamanda kalple de ilgili olduğunu anlamanı istiyorum. Kral hakkında ne düşündüğünü bilmek, seni daha iyi anlamama yardımcı olacak.”
Bu sözler, içimde derin bir yankı buldu. Babam hakkında ne düşündüğüm sorusu, uzun zamandır içimde sakladığım bir konuydu.
“Babam…” dedim, düşünceli bir şekilde. “Onu canlı bir şekilde görebilme veya tanıma fırsatım olmasa da anlatıldığı kadarıyla güçlü, kararlı ve acımasız biri olarak biliyorum. Onun gölgesinde büyümek zordu, ama aynı zamanda beni güçlendirdi. Onunla ilgili duygularım karmaşık, ama ona olan saygım büyük.”
Aaron, başını sallayarak beni onayladı. “Bu, iyi bir başlangıç, Demon. İçindeki bu karmaşayı anlamak, liderliğin ve olgunlaşmanın bir parçasıdır. Şimdi dinlen ve yarın için hazır ol.”
Başımı sallayarak kabul ettim. Aaron’un söyledikleri, içimde yeni bir farkındalık uyandırmıştı. Yavaşça odama doğru yürürken, babamla ve geleceğimle ilgili düşünceler zihnimde dolanıyordu. Aaron’un rehberliği, beni bu zorlu yolculukta daha da ileriye taşıyacak önemli bir kaynaktı. Gün boyu süren eğitimin ardından, Aaron’la yaptığımız kılıç dövüşleri sona erdiğinde, vücudumun her bir kası yorgunluktan titriyordu. Aaron’un sözleri zihnimde yankılanırken, ağır adımlarla odama doğru yürüdüm. Gökyüzü kararmış, sarayın taş koridorları sessizliğe bürünmüştü. Her adımımda yorgunluğumu daha derinden hissediyordum, ama içimde bir heyecan kıvılcımı yanıyordu. Odamın kapısına ulaştığımda, nihayet kendimi yatağıma atabileceğim için içten içe sevindim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde, doğrudan yatağımın yanındaki takvime yöneldim. Gözlerim tarihleri tararken kalbim hızla atmaya başladı. Sonunda o gün gelmişti! Mutluluktan neredeyse havalara uçacaktım ki, arkamdan gelen hafif bir gülüş sesiyle irkildim. Kapının açık olduğunu gören Nixie içeri girmişti. Yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesi vardı.
Bir an ne yapacağımı bilemeden yere düştüm, yorgunluk ve utanç içimi kaplamıştı.
Nixie, güler yüzüyle bana yaklaştı ve elini uzatarak kalkmama yardım etti. “Majesteleri, çok terli ve yorgunsunuz. Havuzda yıkanmanız gerekir,” dedi nazik bir sesle.
Yüzüm kızarmıştı, Nixie’nin yüzüne bakamıyordum. “Çok yorgunum, yıkanmak istemiyorum,” diye mırıldandım.
Nixie, beni yerden kaldırırken yine o bilge ifadesiyle konuştu. “Eğer yıkanmazsanız terden hasta olabilirsiniz, majesteleri.”
İçimdeki inat, bir an için yorgunluğumu unutturdu. “Hayır, gerek yok,” dedim, ama sonra aklıma bir fikir geldi. “Ancak, eğer sen de katılacaksan giderim.”
Nixie biraz düşündü ve sonunda yapması gereken işleri olduğunu belirterek teklifi reddetti. Üşendiğim için onun bu reddini kabul etmek istemedim. “İşini sonraya bırak. Eğer gelmezsen gitmeyeceğim,” dedim kararlılıkla.
Nixie, bu teklifimi düşündü ve sonunda kabul etti. Birlikte havuza doğru yürümeye başladık. Hava serinlemişti ve koridorlar boyunca adımlarımız yankılanıyordu. Havuz odasına vardığımızda iki hizmetçi daha gördüm. “Bunlar neden burada?” diye sordum, yüzümdeki memnuniyetsizliği gizleyemeden.
Nixie, her zamanki nazik tavrıyla cevap verdi. “Size daha iyi hizmet edebilmek için, majesteleri.”
Nixie’nin cevabı beni tatmin etmemişti. Tek başımıza olmayı umarken, yanımızda başkalarının olması hoşuma gitmemişti. Yüzümü astım ve içimdeki hayal kırıklığını gizlemeye çalıştım. Ancak Nixie’nin varlığı, bu küçük düş kırıklığını hafifletiyordu. Onunla geçirdiğim zaman, her şeyden daha değerliydi.
Havuz odasının buharla kaplı atmosferi, yorgunluğumu bir nebze olsun hafifletmişti.
Nixie’nin yanında olmasının verdiği huzur, gün boyu süren eğitimin yorgunluğunu unutmaya başlamama yardımcı oldu. Havuzun kenarına vardığımızda, sıcak suyun rahatlatıcı etkisiyle kaslarımın gevşediğini hissettim.
Nixie, nazikçe havuza girerken, ben de onun peşinden suya adım attım. Su, vücudumun etrafını sararken, gün boyu süren yorgunluk yavaş yavaş kayboluyordu. Hizmetçiler,bize en iyi şekilde hizmet edebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı, ama gözlerim sürekli Nixie’de idi. Onun varlığı, her şeyi daha katlanabilir kılıyordu.
Her ne kadar ailemden ve doğduğum topraklardan uzak yaşıyor olsam da, Nixie gibi sadık dostlarımın varlığı, bu zorlukları aşmamda bana güç veriyordu. Havuzun sıcak suyunda gevşerken, içimdeki huzur ve güven duygusu bir kez daha pekişti.
Havuzda geçen dakikaların ardından, suyun sıcaklığı ve huzur verici etkisi yavaş yavaş bedenimdeki yorgunluğu alıp götürmüştü. Nihayet havuzdan çıktığımda, vücudumun her bir zerresi rahatlamıştı. Nixie ve diğer hizmetçiler, her zamanki gibi, bana en iyi şekilde hizmet edebilmek için hazırda bekliyorlardı. Bornozumu giyip su damlaları hala tenimdeyken, “Artık siz de dinlenebilirsiniz,” dedim, sıcak bir gülümsemeyle.
Hizmetçiler, “Emredersiniz, majesteleri,” diyerek derin bir saygıyla eğildiler ve odadan çıkmaya başladılar. Oda yavaş yavaş sessizliğe bürünürken, Nixie’nin hala yanımda olduğunu fark ettim. Gözlerinde merak ve sadakat vardı. “Başka bir isteğiniz var mı, majesteleri?” diye sordu nazikçe.
Yorgunluğun ve rahatlamanın etkisiyle, “Hayır,” dedim ve havuz odasının çıkışına doğru yöneldim. Ancak tam kapıya ulaşmışken, bir şey aklıma takıldı. Uzun zamandır saraya destek ikmali yapılmamıştı. Bu durum beni endişelendiriyordu. Duraksadım ve arkamı dönmeden, “Nixie, saraya destek ikmali neden uzun zamandır yapılmıyor?” diye sordum.
Nixie, sakin bir sesle cevap verdi. “Belirli zamanlarda geliyor, majesteleri. İkmal muhtemelen yarın gelecek.”
Bu bilgi beni rahatlatmıştı. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi, ancak Nixie’ye bunu göstermemeye çalıştım. “Teşekkür ederim, Nixie,” dedim, sesimdeki rahatlamayı gizleyemeden. “İyi geceler.”
“İyi geceler, majesteleri,” dedi Nixie, nazik bir tebessümle.Odama doğru yürürken, içimde bir huzur ve heyecan karışımı vardı. Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde, her zamanki tanıdık sıcaklık ve güven hissi beni karşıladı.
Gece giysilerimi giyip yatağıma uzandım. Yarın, uzun zamandır beklediğim ikmal günüydü ve bu düşünceyle içim kıpır kıpırdı. Yorgunluktan bitap düşmeme rağmen, mutluluğum uyumamı zorlaştırıyordu.
Yatağımda derin bir nefes aldım ve kendi kendime, “Yarın için iyi dinlenmeliyim,” dedim. Mumları üfleyip odanın karanlığa bürünmesini izledim. Gözlerimi kapattım ve zihnimi sakinleştirmeye çalıştım. Yarın, her şeyin daha iyi olacağına dair bir inançla, derin bir uykuya daldım.
<Nixie>
♥♥♥
“Destekleri için Türkçe Light Novel ekibine teşekkür ederim.”
rikanymore
Yazar: rikanymore
Görsel: Akatsuki Benjamin