TANRILARIN LANETİ - Bölüm 6
TANRILARIN LANETİ
“Gerçek düşman, en yakınında saklanandır.”
Rikanymore
Bölüm 6: İhanetin Gölgeleri
Demon, ormanın karanlık örtüsünden sıyrılıp yıkımın izleriyle dolu köye geri döndüğünde, içinde ağır bir keder ve derin bir öfke hissediyordu. Sessizlik, ölümün yankısı gibiydi; rüzgar, küllerle dolu havayı hafifçe savuruyordu. Her adımında, bir zamanlar yaşamla dolu olan bu yerin şimdi sadece bir mezar olduğunu fark ediyordu.
Jacob’un cansız bedenini bulduğunda, içindeki boşluk daha da derinleşti. Onu, özenle toprağa hazırlarken, her hareketi ağır ve dikkatliydi. Jacob’un yüzündeki huzursuzluk, geride bıraktığı acının bir yansıması gibiydi. Demon, son bir kez arkadaşına bakarak, “Söz veriyorum, intikamını alacağım,” diye mırıldandı ve toprağı yavaşça üzerine serpti.
Jacob’un yanında dans eden kızın cansız bedenini gömmek üzereyken, kıyafetleri arasında parıldayan bir şey gözüne çarptı. Kumaşın yırtıkları arasından, Argent Krallığı’nın armasını gördü. Gözleri birden büyüdü, kalbi hızla atmaya başladı. Elini yavaşça kıyafetlerin arasına uzatarak armayı çıkardı. Armanın soğuk metal yüzeyini avucunda hissettiğinde, beyninde bir şimşek çaktı.
“Bu…” diye fısıldadı, kelime dudaklarından süzüldü.
Armanın tanıdık şekli, onu geçmişe, unutmaya çalıştığı ama her zaman hatırladığı bir ana geri götürdü.
MS486 – Geçmiş Anılar #1
Yıllar önce, Demon ve Nixie, sarayın büyük kütüphanesinde ders çalışıyorlardı. Geniş pencerelerden içeriye süzülen gün ışığı, odanın köşelerini aydınlatıyor ve duvarlardaki eski haritaları, kitapları ve tabloları hafifçe parlatıyordu. Kitaplarla dolu raflar, bilginin ve tarihin sessiz koruyucuları gibiydi. Nixie, masasının başında oturmuş, Demon’a tarih ve vatandaşlık dersini anlatıyordu.
“Demon,” diye başladı Nixie, elindeki kalemi masanın üzerine bırakıp gözlerini Demon’a dikerek. “Krallığımızın arması, sadece bir sembol değil. Bu arma, yüzyıllar boyunca bu toprakları korumuş, savaşlara ve ihanetlere rağmen ayakta kalmış bir milletin sembolüdür. Onun anlamını ve değerini bilmek, sadece krallık içindeki yerini anlaman için değil, aynı zamanda düşmanlarını tanıman için de önemlidir.”
Demon, dikkatle Nixie’nin her kelimesini dinliyordu. Nixie, masanın üzerindeki büyük bir kitaptan birkaç sayfa çevirdi. Kitap, sarayın ve krallığın geçmişine dair detaylı bilgilerle doluydu. Sayfalar, zamanın ağırlığını taşıyan sararmış kağıtlarla kaplıydı.
“Argent Krallığı’nın arması,” dedi Nixie, kitaptaki sayfayı Demon’a göstererek, “üç ana unsuru içerir: altın bir kılıç, kırmızı bir ejderha ve mavi bir kalkan. Kılıç, krallığımızın askeri gücünü ve adaletini temsil eder; ejderha, krallığın koruyucusu olan efsanevi yaratığı simgeler; kalkan ise krallığın her zaman savunmada olduğunu, ama gerekirse saldırıya da geçebileceğini gösterir.”
Demon, armanın detaylarını incelerken, Nixie konuşmaya devam etti. “Ancak, sadece bu unsurlar değil, aynı zamanda armadaki şekillerin ve renklerin de derin anlamları vardır. Örneğin, ejderhanın kanatlarının altındaki altın çizgiler, krallığın asil soyu tarafından korunup kollandığını simgeler. Altın rengi, kraliyet ailesinin soyluluğunu ve kutsallığını temsil eder.”
Demon, armanın bu kadar karmaşık ve derin anlamlara sahip olduğunu bilmekten etkilenmişti. “Peki ya diğer krallıklar?” diye sordu, gözleri merakla Nixie’ye bakarak. “Onların armaları da bu kadar anlamlı mı?”
Nixie, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Her krallığın kendi sembolizmi vardır, ama Argent Krallığı’nın arması, tarih boyunca her zaman bir saygı ve korku sembolü olmuştur. Düşmanlarımıza karşı üstünlüğümüzü gösteren bir işarettir.”
Nixie, anlatımını bitirirken, Demon’un gözlerindeki derin düşünceyi fark etti. “Unutma, Demon,” diye ekledi yumuşak ama ciddi bir sesle, “bu armalar, sadece semboller değil, aynı zamanda halkın güveni, inancı ve bağlılığıdır. Onları korumak, senin de görevin olacak.”
Demon, birden gerçek dünyaya döndü. Elinde tuttuğu arma, bir zamanlar Nixie’nin anlattığı o tarih dolu, anlam yüklü sembolden başka bir şey değildi. Bu yıkımın ortasında, Jacob’un ve dans eden kızın neden hedef alındığını şimdi daha iyi anlıyordu.
“Argent Krallığı’nın arması…” diye tekrarladı Demon, sesinde hem bir şaşkınlık hem de derin bir öfke vardı. Bu arma, bu yıkımın, bu kanlı oyunun bir parçasıydı.
Armayı dikkatlice cebine koydu. Jacob’un ve genç kızın mezarını tamamladıktan sonra, içindeki öfke ve intikam ateşiyle dolup taşan Demon, yola koyuldu. Artık geri dönüş yoktu; bu savaş onun için başlamıştı, ve bu savaşı kazanmak zorundaydı.
Demon, köyden ayrılıp saraya doğru yol alırken elindeki arma zihninde yankılanıyordu. Jacob’un cansız bedeni yanında bulduğu bu sembol, kalbinde köklü şüpheler uyandırmıştı. Arma, Argent Krallığı’nın asaletini ve gücünü simgeliyordu. Ancak, bir köyde, sıradan insanların arasında, bu sembolün ne işi vardı? Bu durum, kafasında dönüp duran sorulara yenilerini eklemişti.
Demon’un aklında binbir düşünce vardı. Arma köyde neden bulunmuştu? Krallığının, kendi halkının arkasında böylesine haince bir plan olabilir miydi? Yoksa bu, çok daha büyük ve karmaşık bir komplonun sadece küçük bir parçası mıydı? Her şey bir anda birbirine karışmış, zihni karmaşık bir düğüm haline gelmişti. Köyde olanlar ve geçmişte öğrendikleri arasında köprüler kurmaya çalışıyordu, ama bir sonuca ulaşamıyordu.
Sarayın yüksek duvarları görüş alanına girdiğinde, Demon, düşüncelerinden sıyrılıp dikkatini önüne verdi. Saray, her zaman olduğu gibi heybetli ve ürkütücüydü. İçeriye adım attığında, sarayın taş zeminlerinde yankılanan adımları, onu gerçek dünyaya tamamen geri getirdi. Aurası ağır, sessizlikle dolu bu yer, Demon’un ruhundaki karanlığı daha da derinleştiriyordu.
Elinde sımsıkı tuttuğu arma, köydeki trajedinin sadece bir başlangıç olduğunu fısıldıyordu sanki. Aklında yankılanan sorular, adımlarını daha da hızlandırmıştı. “Argent Krallığı bu işin içinde mi? Eğer öyleyse, neden? Kim, ne için bu masum insanları katletti?”
Gözleri bir anlığına gökyüzüne kaydı. Gri bulutlar, yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi gibiydi. Sarayın taş duvarları, tıpkı kalbindeki taşlaşmış duygular gibi soğuktu. Saraya her adım attığında, geçmişte aldığı eğitimler ve öğrendikleri zihninde canlanıyordu. Ancak bu kez, her şey daha da ağır geliyordu. Kendine olan güveni sarsılmış, içindeki fırtına onu ele geçirmişti.
Saray meydanında, Demon dikkatini çekmekte gecikmeyen bir figür gördü: Ustası Aamon, gökyüzüne bakıyor, sanki bir şeylerin farkındaymış gibi derin düşüncelere dalmıştı. Aamon, her zaman duruşuyla güçlü bir lider, yetenekli bir savaşçıydı. Ancak bugün, onda bir şeyler farklıydı. Demon, ustasının normalden daha gergin olduğunu sezdi.
Demon, ustasına yaklaşırken, Aamon yavaşça başını çevirip ona baktı. Gözleri, bir bilmeceyi çözmüş gibi keskin ve kararlıydı. Demon, ustasının bu bakışında bir tehdit olduğunu hissetti, ama anlam veremedi.
Aamon’un yüzündeki sert ifade, Demon’un kalbinde bir şeylerin kırılmasına neden oldu. “Geciktin, Demon,” diye başladı Aamon, sesinde alışık olmadık bir soğukluk vardı. “Seni daha önce burada bekliyordum. Beni hayal kırıklığına uğrattın.”
Demon, bu sözler karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Ustasının bu sözleri, ona olan güvenini sarsıyordu. “Ne demek istiyorsun, usta?” diye sordu, sesinde hem merak hem de bir parça endişe vardı.
Aamon, hafif bir gülümseme ile cevap verdi. “Sana verdiğim hediyeyi hâlâ almadın mı?” dedi. Sesindeki ince alay, Demon’un içindeki öfkeyi tetikledi.
Demon, zihninde bu sözleri tartarken, Aamon aniden kılıcını çekti. Soğuk metal, havayı yararak Demon’a doğru doğrultuldu. Demon, bu hareket karşısında geri çekildi, ama gözlerini ustasından ayırmadı. “Usta, ne yapıyorsun?” diye sordu, şaşkınlıkla karışık bir korku sesine yansımıştı.
Aamon’un gözlerinde acımasız bir kararlılık vardı. “Zamanı geldi, Demon,” diye başladı, sesinde bir infazcının soğukluğu vardı. “Artık yaşamanın bir anlamı yok. Senin sonun geldi.”
Demon, bu sözler karşısında ne düşüneceğini bilemedi. Her şey bir anda anlam kazanıyordu. Köydeki katliam, bu arma, ustasının elindeki kılıç… Bu, başından beri bir tuzak mıydı? Piyon olarak mı kullanılacaktı?
“Aamon…” diye fısıldadı Demon, sesi kırılgan ve öfkeliydi. “Bunu neden yapıyorsun? Ben senin öğrencinim… Sana olan saygımı ve sadakatimi hiç kaybetmedim.”
Aamon, kılıcını daha da ileriye uzatarak, “Bu dünyada sadakat ve bağlılık, güçsüzlerin sığındığı zayıf kavramlardır, Demon,” dedi. “Sen de artık bir engel oldun. Güçsüz ve zayıfsın. Kendi halkının kanını akıtmaktan çekinmeyen birinin oğlu olarak artık bu dünyada yerin yok.
Demon’un gözleri parladı. “Güçsüz mü? Zayıf mı?” İçindeki öfke, adeta bir volkan gibi patladı. “Siz… Beni kullandınız, beni aldattınız. Ama ben, bu ihanetin bedelini ödeteceğim.”
Aamon, gülümseyerek, “Hâlâ anlamadın mı? Bu bir oyun, Demon. Ve bu oyunda, yalnızca en güçlü olanlar hayatta kalır,” dedi. “Bunu öğrenmek zorundasın. Ama üzgünüm, senin için çok geç.”
Demon, kılıcını çekerek gardını aldı. “Bu, burada sona ermeyecek,” dedi, gözlerinde kararlı bir ifade vardı. “Ben, sizin piyonunuz olmayacağım.”
Aamon, kılıcını savurarak, “Göreceğiz,” dedi. “Bakalım, gerçekten de bir piyon musun, yoksa kaderinin efendisi mi?”
Aamon’un sözleri, Demon’un kalbindeki yaraları daha da derinleştiriyordu. Bu ihanet, sadece ustası tarafından değil, tüm inandığı değerler tarafından da yüzüstü bırakıldığı anlamına geliyordu. Kendini kontrol etmekte zorlanıyordu, zihninde yankılanan sözler ve içinde yükselen öfke arasında sıkışıp kalmıştı.
“Senin gibi birine güvenmek ne kadar da aptalcaymış, Aamon,” dedi Demon, sesi artık titremiyordu; aksine, soğuk ve keskin bir kararlılıkla doluydu. Gözleri ustasına dikildi, karanlıkta parlayan bir çift alev gibi. “Beni öldüreceğini mi sanıyorsun? Senin gibi hainler yüzünden mi zayıf sayılıyorum? Yanılıyorsun.”
Aamon, Demon’un bu tepkisi karşısında hafif bir şaşkınlık geçirdi, ama çabucak kendini toparladı. “Güç, her zaman haklıdır, Demon. Bunu ne kadar erken anlarsan o kadar iyi,” diye karşılık verdi, kılıcını bir kez daha kaldırarak. “Bu dünyada ya av olursun ya da avcı. Sen hangisisin?”
Demon, derin bir nefes aldı, içindeki öfkeyi ve acıyı bir araya toplayarak. Bu, onun için bir hayatta kalma savaşıydı ve bu savaşı kazanmaktan başka çaresi yoktu. Kılıcını hızla kınından çekti, metalin sesi taş duvarlarda yankılandı. “Bunu ancak savaşarak öğreneceğiz,” dedi.
Aralarındaki mesafe hızla kapandı. Kılıçlar, havada birer gölge gibi dans ediyordu; her darbe, bir öncekinden daha güçlü ve ölümcüldü. Demon, ustasının yeteneklerini bilmesine rağmen, bu sefer korkuya yer olmadığını biliyordu. Aamon’un gözlerindeki acımasızlık ve ihanetin verdiği güçle, her saldırıyı karşılıyor, her hamleyi ustalıkla savuşturuyordu.
Aamon, her saldırısında Demon’u zorlamaya çalışsa da, öğrencisinin gösterdiği direnç ve kararlılık onu şaşırtıyordu. Demon, öfkesini kontrol altına almıştı ve her hareketinde, yılların verdiği deneyimle ustalaşmış bir savaşçının izleri vardı. “Seni küçümsedim,” diye mırıldandı Aamon, nefes nefese kalmış bir şekilde. “Ama bu hatayı düzelteceğim.”
Demon, Aamon’un sözlerine aldırmadan saldırılarını sıklaştırdı. Her darbesi, geçmişte öğrendiği derslerin ve acıların bir yansımasıydı. Aamon’un defansı zayıflıyordu, bu da Demon’un içindeki kararlılığı daha da güçlendiriyordu. Nihayetinde, ustasının kılıcını savuracak gücü kalmadığında, Demon son bir hamleyle kılıcını Aamon’un savunmasız bir noktasına yöneltti.
Aamon, derin bir nefes alarak yere yığıldı. Demon, kılıcını onun boğazına dayadı, ama öldürmedi. Gözlerinde bir anlık acı ve tereddüt vardı. “Bu, senin sonun olmalıydı,” dedi Demon, sesi boğuk ve yorgundu. “Ama bu ihanetin nedenini öğrenmeden sana ölümü vermeyeceğim.”
Aamon, kanlar içinde yere yığılmışken, hafif bir gülümsemeyle Demon’a baktı. “Bu sadece bir başlangıç,” diye fısıldadı. “Gerçek düşmanların hala seni izliyor, Demon. Bu ihanetin arkasında daha büyük bir güç var. Onları bulmak ve durdurmak senin görevin olacak… Eğer yapabilirsen.”
Demon, bu sözlerin yarattığı şaşkınlıkla birkaç saniyeliğine durakladı. Aamon’un bu kadar zayıf düşmüşken bile böylesine bir güvenle konuşması, Demon’un zihninde bir anlık tereddüt yarattı. Kılıcını esneterek ustasının sözlerini zihninde tartarken, Aamon bu fırsatı değerlendirdi. Beklenmedik bir hızla hareket ederek Demon’u geri püskürttü ve bir çırpıda ayağa kalktı.
Aamon’un ani saldırısı, Demon’un dengesini bozdu. Geriye doğru birkaç adım atarken, Aamon’un keskin bir hamlesi Demon’un yanından geçti ve zırhına çarpan kılıcın darbesi, onu tekrar savaşa odaklanmaya zorladı. Demon, hızla toparlanarak saldırıya geçti.
Bu sefer savaş daha şiddetliydi. İki savaşçı, sarayın taş zemininde hızla birbirine saldırıyor, her hamlede birbirlerini alt etmeye çalışıyordu. Kılıçlar, havada birer gölge gibi süzülüyordu; metalin metale çarpma sesi, sarayın karanlık koridorlarında yankılanıyordu. Demon, her saldırıda Aamon’un gözlerindeki kararlılığı ve acımasızlığı hissediyordu. Bu, bir ölüm kalım savaşıydı ve her ikisi de bunu çok iyi biliyordu.
Aamon, ustalığını bir kez daha ortaya koyarak, hızlı ve akıcı hareketlerle Demon’un saldırılarını savuşturdu. Her hamlesi, yılların verdiği tecrübenin ve savaş meydanlarında kazandığı yeteneklerin bir yansımasıydı. “Senin zayıflığını gördüm, Demon,” diye tısladı Aamon, kılıcını keskin bir şekilde savururken. “İnançlarına tutunman seni savunmasız kılıyor. Bu dünyada sadece güç var, başka hiçbir şey!”
Demon, Aamon’un sözlerine aldırmadan karşılık verdi. Her darbesi, içinde biriken öfkeyi ve ihanete karşı duyduğu nefreti yansıtıyordu. “Bu sadece güçle ilgili değil, Aamon,” diye bağırdı, kılıcını sert bir şekilde savururken. “Bu, onur ve adaletle ilgili! Güç, tek başına bir şey ifade etmez.”
Kılıçlar, bir kez daha havada çarpıştı ve kıvılcımlar etrafa saçıldı. Demon, Aamon’un üzerine atılarak onu zorlamaya devam etti. Her hareketi, savaşın ve hayatın sert öğretmenliğini gösteriyordu. Aamon, geriye doğru çekilmek zorunda kaldı. Demon, onun savunmasındaki boşlukları fark etti ve hızla saldırılarını sıklaştırdı.
Aamon, Demon’un giderek artan baskısıyla geri çekildi. Demon, ustasının yüzünde bir anlık tereddüt gördü ve bu tereddüt, onun için bir fırsat oldu. Kılıcını bir kez daha savurdu, bu sefer hedefi tam kalbine yönlendirmişti. Aamon, son anda kendini yana attı ve kılıcını Demon’un karnına saplamaya çalıştı. Ancak Demon, bir adım geri çekilerek bu hamleyi savuşturdu ve Aamon’un defansını zayıflatmak için bir dizi hızlı saldırıyla karşılık verdi.
Aamon, yavaş yavaş yorulmaya başlıyordu. Demon’un gençliği ve öfkesi, onun deneyimiyle eşleşmişti. Aamon’un hareketleri giderek daha savunmaya yönelik hale geliyordu; artık saldırı yapacak gücü kalmamış gibiydi. Demon, bunu fark ederek bir adım daha öne çıktı ve kılıcını ustasının omzuna doğru hızla savurdu.
Aamon, bu darbeden kaçamadı. Kılıç, onun omzunu yararak derin bir kesik açtı. Aamon acıyla inledi, ancak bu onu durdurmadı. Son bir çabayla Demon’a karşı saldırıya geçti, ancak bu sefer çok yavaş kalmıştı. Demon, ustasının saldırısını kolayca savuşturdu ve son bir hamleyle kılıcını Aamon’un göğsüne sapladı.
Aamon’un gözlerinde bir anlık şok belirdi. Kan, göğsünden hızla akarken, kılıcını bırakıp yere yığıldı. Demon, derin bir nefes alarak kılıcını çekti ve ustasının üzerine dikildi. Aamon’un nefes alışları giderek zayıflıyor, gözlerindeki ışık yavaş yavaş sönüyordu. “Bu, senin seçimin,” dedi Demon, sesinde acı ve kararlılık vardı. “Bu savaş burada bitiyor.”
Fakat Demon, kılıcını son kez savurmadan önce duraksadı. Aklında beliren şüpheler, öfkesinin yanı sıra belirsizlik yaratıyordu. Gözlerini Aamon’un yüzüne kilitledi ve ona, içinde hem acı hem de öfke barındıran bir sesle sordu, “Neden yaptın bunu, Aamon? Neden ihanet ettin?” Sesi titriyordu, ama bu titreme bir zayıflığın değil, kaybettiği insanların acısının bir yansımasıydı.
Aamon, acı içinde hırıltılı bir kahkaha attı, kan dolu dudaklarından sızan ince bir gülümseme ile. “Sen hâlâ anlamadın mı, Demon?” diye tısladı. “Bu dünyada her şey güce dayanır. Güç, sadakatten daha değerlidir. Saraydaki diğerleri… Onlar, tıpkı benim gibi, daha güçlü bir güce boyun eğdiler.”
Demon’un kalbi hızla çarpmaya başladı. Aamon’un sözleri bir anda anlam kazandı; saraydaki diğerlerinin durumu onu korkutuyordu. “Diğerleri… Nereye gittiler? Onlara ne yaptın?” diye sordu, sesi giderek yükselen bir öfke ve endişeyle.
Aamon, ağır ağır nefes alarak yanıtladı. “Onlara ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyor musun? Özellikle de Nixie’ye?” Gözlerinde karanlık bir memnuniyet belirdi. “Ah, zavallı Nixie… O da sana ihanet etti, Demon. Elara ve Jacob’la birlikte köyden haber veren oydu. Asıl öldürme emrini veren kişi de oydu. Bunu öğrenmek seni tatmin etti mi?”
Demon’un içindeki öfke bir volkan gibi patladı. Bu kadarına inanmak istemiyordu; Nixie, ona her zaman güvenmişti, ona rehberlik etmişti. Ama şimdi, onun ihanetiyle yüzleşiyordu. Fakat Aamon’un söyledikleri burada bitmedi. Son sözleri, Demon’un öfkesini tamamen alevlendirecek bir zehirdi.
Aamon, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle zayıf bir nefes aldı ve fısıldadı, “Ve Elara… Onunla son anlarımda gerçekten güzel zaman geçirdim. O beden… Ne kadar da keyif vericiydi… İyi zevk aldım.”
Bu sözler Demon’un ruhunu karanlık bir öfkeye boğdu. Gözleri kanlı bir kızgınlıkla parladı. İçindeki tüm duygular; ihanet, acı ve kayıp bir araya gelerek onu tamamen ele geçirdi. Bu adam, onun hayatında değer verdiği her şeyi yok etmiş, sevdiklerine korkunç bir şekilde zarar vermişti. Aamon’un yüzündeki iğrenç gülümseme, Demon’un öfkesini kontrol edilemez bir noktaya taşıdı.
“Yaşamayı hak etmiyorsun!” diye haykırdı Demon, sesi koridorlarda yankılanırken. Kılıcını yukarı kaldırdı ve Aamon’un başına doğru hızla indirdi. Bir anlık keskin bir parıltıyla kılıç, Aamon’un boynuna saplandı. Aamon’un yüzündeki gülümseme, ani bir kesilme ile dondu ve ardından başı bedeninden ayrılarak yere yuvarlandı.
Aamon’un başsız bedeni, cansız bir şekilde yere yığılırken, Demon derin nefesler alarak kılıcını yere bıraktı. İçindeki öfke, şimdi yerini derin bir acı ve hüzne bırakmıştı. Yaptığı şeyin gerekliliğini biliyordu, ama bu, acısını hafifletmiyordu. Gözleri, yerde yatan başsız bedende donuklaştı; geçmişin ve kaybettiklerinin ağırlığı omuzlarına çöktü.
Sessizlik, saray meydanını doldurdu. Demon, bu sessizlikte kaybolmuş gibi hissetti. Aamon’un son sözleri zihninde yankılanmaya devam ediyordu; her biri, ruhunda derin bir yara açmıştı. Bir an için, bu yıkıcı anın etkisinde kaldı, ardından derin bir nefes alarak kendini toparladı.
Devam edecek…
yazar: rikanymore
görsel: Akatsuki Benjamin