TANRILARIN LANETİ - Bölüm 7
TANRILARIN LANETİ
“Karanlık bana yol gösterir, çünkü ışıkta artık güvenim kalmadı.”
Anakin Skywalker
Bölüm 7: Yıldızların Altında
Demon, yere düşen kılıcına baktı. Ucu toprakta hafifçe titreşirken, çeliğin üzerinde birkaç damla kan parıldıyordu. Savaşın son izleri, kılıcının metal yüzeyinde sessizce yansıyordu. Elleri hala kavradığı kılıcın soğuk sapını bıraktı, bir anlığına parmaklarının arasındaki sertliği hissetti. Gözleri yere serilen Aaron’un hareketsiz bedenine kaydı. Zihninde yankılanan onca soruya rağmen, içini boğucu bir sessizlik kaplamıştı.
Yavaşça yere eğildi, kılıcı titizlikle yerden aldı ve çeliğin ağırlığını yeniden avuçlarında hissetti. Parmak uçlarıyla kılıcın üzerinde ince bir çizgi çizdi; çelik soğuk ve keskin olmasına rağmen, alışılmış bir dost gibi tanıdıktı. Kılıcın ucu, sanki içinde bir yara gibi titreşiyor, ona dünyadaki tüm acıyı hatırlatıyordu. Ama bu acı artık sadece Aaron’un ihanetiyle değil, Nixie’nin de onu sırtından bıçakladığı gerçeğiyle daha derin bir yara açmıştı.
Demon, ağır ve kararlı bir hareketle kılıcı kınına geri soktu. Çeliğin kına girerken çıkardığı tılsımlı ses, gecenin sessizliği içinde yankılandı. Bu ses, sanki geçmişin üzerine örtülen bir yorgan gibiydi, ama yaranın üzerini kapatmak yetmiyordu. İhanetin açtığı bu yaralar, derinlerde daha da büyüyordu.
Demon bir an duraksadı, nefesini topladı. Kılıcını kınına soktuğu gibi sırtını dikleştirdi. Bu iş burada bitmeyecekti. Nixie hâlâ dışarıdaydı ve cevap vermesi gereken çok soru vardı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı, ancak bu anlık duraksama, içindeki fırtınayı dindirmedi. Nefesi düzensiz, kalbi ise öfkeyle doluydu. Nixie’yi bulmalıydı.
Gözlerini yeniden açtı. Kararlı adımlarla sarayın loş koridorlarına doğru ilerledi. Her adımı, taş zeminde yankılanırken zihninde yankılanan tek bir şey vardı: İntikam. Nixie’yi bulmalı, onun ihanetini yüzüne vurmalıydı.
Sarayın her köşesini aradı. Kapıları hızla açıp kapıyor, gölgelerin arasından geçiyordu. Ancak, Nixie hiçbir yerde yoktu. Sanki hava olmuş, kaybolmuştu. Sarayın sessizliği, bu arayışa yalnızca soğuk bir cevap veriyordu. Karanlık, Nixie’yi saklamış gibiydi. Demon’un öfkesi giderek büyüyordu. Gözleri her köşeyi taradı, fakat her aradığı yerde bulduğu tek şey boş odalar, sessiz koridorlar ve kasvetli duvarlardı.
“Nixie!” diye bağırdı, sesi sarayın taş duvarları arasında yankılandı, ama karşılığında aldığı yalnızca sessizlikti. Onu burada bulamayacağını anlamıştı artık. Nixie çoktan gitmişti, geride yalnızca soğuk bir boşluk bırakarak. Demon’un gözleri öfkeyle parladı. Bir an için ne yapacağını bilemez hale geldi. Ama bir şey açıktı: Nixie kaçmış olsa bile, onu asla affetmeyecekti.
Yavaşça sarayın dışına çıktı. Dışarıdaki soğuk hava yüzüne vurduğunda, öfkesi biraz olsun hafiflemişti. Ama bu öfke sönmeyecekti. Karanlık gökyüzünde bulutlar hızla hareket ediyordu, ayın ışığı ise zayıf ve sönüktü. Demon, bakışlarını ahırlara çevirdi. Birkaç at bağlıydı ve biri ona çağrılıyor gibiydi. Kaçanları yakalamak için hız gerekliydi ve o da hızla hareket edecekti.
Hızlı adımlarla ahıra ilerledi, güçlü bir atın yanına vardığında dizginleri çözdü. At, başını kaldırıp Demon’a baktı; sanki onun ne kadar öfkeli olduğunu hissedebiliyordu. Demon, hiçbir şey söylemeden atın üzerine sıçradı. Dizginleri sertçe çekip hayvanı ormana doğru sürdü. Nixie’yi bulmak için başka bir yer kalmamıştı. Kaçabileceği tek yer ormanın derinlikleriydi. At, hızla karanlık ormana doğru ilerlerken, Demon’un zihni de aynı hızla düşüncelerle dolup taşıyordu.
Ağaçların arasında hızla ilerlerken, zihninde Nixie’nin yüzü belirdi. Yıllarca ona güvenmişti, sırlarını açmıştı, onun sadakatine inanmıştı. Ancak şimdi, o güvenin yerini ihanetin soğuk gerçekliği almıştı. Nixie neden böyle bir şey yapmıştı? Bu sorunun cevabı ormanın karanlıklarında gizliydi.
Saatlerce atını sürdü. Her ağaç, her gölge ona geçmişin birer hayaleti gibi görünüyordu. Nixie’nin ihanetini anlamak istiyor, ama zihni bir türlü kabul etmiyordu. Kalbinde açılan yara daha da derinleşiyor, içindeki boşluk büyüyordu. Ormanın derinliklerinde bir yerlerde, Nixie’yi bulacağına dair bir inancı vardı, ama saatler geçtikçe bu inanç zayıflamaya başlıyordu.
Sonunda, Demon yavaşladı. Hava kararmıştı. Gecenin soğuk rüzgarı ormanı sararken, gökyüzünde beliren birkaç yıldız ona umut veriyordu. Atından inip yavaşça yıldızlara baktı. Bu iş burada kalmayacaktı. Yıldızların altındaki o karanlık ormanda, Demon bir yemin etti. Nixie’yi bulacak ve arkadaşlarının intikamını alacaktı.
Bu kararlılıkla, yeniden atına bindi ve gece boyunca kaleye geri döndü. Ama kalbine kazınan ihanetin soğukluğu, ona ne kadar yol alırsa alsın, bu savaşın daha yeni başladığını hatırlatıyordu. Demon, gece karanlığında sarayın önüne vardığında, atını yavaşça durdurdu. Gözleri babası tarafından sürgün edildiği o uğursuz saraya vardığında, derin bir nefes aldı. Saray, karanlık gecenin ortasında, uzun süredir terk edilmiş olmanın izlerini taşıyor, yıkık dökük duvarları ve çatlamış taşlarıyla bir hayalet gibi ayakta duruyordu. Bu saray, onu ailesinden koparan, yalnızlığa ve acıya mahkum eden yerdi. Babası, onu burada terk etmiş, kaderini soğuk taş duvarların arasına hapsetmişti.
Demon atından yavaşça indi, ağır adımlarla sarayın devasa kapısına yaklaştı. İçine her baktığında, burada geçirdiği yalnız yıllar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Burada büyümüş, burada acı çekmişti. Hiçbir dostun, hiçbir sıcaklığın ulaşamadığı bu saray, onun için sadece bir zindandı. Yıllarca hem babasına hem de tanrılara lanetler yağdırdığı, içindeki öfkenin filizlendiği yerdi burası.
Bu saray, ona sadece karanlık ve ihanet getirmişti. Her köşesi, her odası, geçmişin acı dolu yankılarını taşıyordu. Sarayın taşları arasına sıkışıp kalan çocukluğunun izleri hâlâ yerindeydi; ancak şimdi, bu duvarlar onun için birer hatıra değil, geçmişin lanetli gölgeleriydi. Demon, gözlerini kapatıp bu lanetli yere dair ne varsa zihninde tekrar canlandırdı. O karanlık yıllar, Nixie ve Aaron’un ihanetleri kadar tazeydi.
Gözleri doldu, ama bu kez sadece geçmişin yükü değil, öfke gözyaşlarını körüklüyordu. Artık burası geçmişin değil, gelecekteki intikamın ateşiyle yanmalıydı. Bir kez daha gözlerini açtığında, Demon’un içindeki acı ve öfke birer kor gibi parlıyordu. Bu saray, yıllar boyunca onu kapana kısılmış gibi hissettirmiş, gücünü ve cesaretini sömürmüştü. Fakat şimdi, o sarayı ve getirdiği tüm lanetleri yok etme vakti gelmişti.
“Bu lanetli saray,” diye düşündü Demon, “sadece küller olarak geride kalacak.” Kararlılıkla hareket ederek etrafında bulduğu birkaç varil alkolü topladı. Her bir adımında zemine döktüğü alkol, sarayın taş duvarları boyunca bir iz bırakıyordu. Kapıları, pencereleri, koridorları… Hepsi bir bir alkolle kaplandı. Her döktüğü damla, geçmişin yaralarına döktüğü tuz gibiydi. Bir süre sonra dışarıya çıkıp etrafındaki ağaçlara da aynı işlemi uyguladı. Orman, bu saray kadar lanetliydi ve o da alevler içinde kaybolacaktı.
Demon elindeki çakmak taşını çıkarıp kıvılcımı yarattığında, içindeki öfkenin alevleri de dışarı vurdu. Küçük kıvılcım, dökülen alkolün üzerinde alev aldı ve hızla yayıldı. İlk başta sadece ince bir çizgi gibi yanan ateş, kısa süre sonra sarayı ve çevresindeki ormanı saracak kadar büyüdü. Alevler, taş duvarlara tırmanıyor, çatlakları yalıyor, her şeyi kül ediyordu. Demon, sarayın alevler içinde kayboluşunu izlerken, içindeki karanlık boşalıyordu.
Gözleri, sarayla birlikte yanıp yok olan geçmişine bir kez daha daldı. Bu yer, sadece onun acılarının evi olmuştu. Şimdi, o acılar da bu cehennem ateşiyle birlikte yok oluyordu. Alevlerin kızıl parıltıları, gökyüzünü boyarken, Demon arkasına dönüp yavaşça uzaklaştı. “Bu daha bitmedi,” diye fısıldadı kendine, “bu sadece başlangıç.”
Ateş, ardında bıraktığı bir işaret gibi gökyüzüne yükselirken, Demon, gözlerini ufka dikti. Arkadaşlarının intikamı alınacaktı. Bu lanetli sarayın küllerinden doğan bir kaderdi bu. Şimdi, bu alevlerle birlikte eski hayatını geride bırakıp, yeni bir yolculuğa çıkıyordu. Ama içindeki öfke, alevler kadar canlıydı. Alevlerin sıcaklığı arkasında kalırken, Demon yavaş yavaş yoluna koyuldu. Yanan sarayın ışığı ufukta sönmeye yüz tutmuştu, ama içindeki yangın hâlâ kor gibi yanıyordu. Arkadaşlarının intikamını almaya yemin etmişti. Babasının onu bu lanetli saraya sürmesinden beri, her adımında taşıdığı yük artık daha da ağırdı. Şimdi ise bu intikam duygusu, her nefes alışında derinleşiyor, her düşüncesini ele geçiriyordu. Ama bir anlığına, geleceğin belirsizliği aklını bulandırmaya başladı. Nereye gidecekti? Ne yapmalıydı?
“Bundan sonra ne olacak?” diye düşündü. Plan yapmak zorundaydı. İçindeki öfkeyi ve intikam arzusunu nasıl yönlendireceğini bilmiyordu, ama bir yol bulmalıydı. Nixie ve Aaron’un ihanetinden sonra, güvenebileceği hiç kimse kalmamıştı. Yalnızdı. Bu yalnızlık, yıllar önce bu saraya sürüldüğünde başlamıştı, ama şimdi daha derindi, daha acımasız.
Yol uzadıkça, atının adımlarındaki yavaşlama dikkatini çekti. Sadık atı, tıpkı kendisi gibi yorulmuştu. Demon, durup çevresine baktı. Ormanın içine iyice girmişti, yollar belirsizleşmiş, ağaçlar arasında karanlık derinleşmişti. Bir yer bulmalıydı; hem kendisi hem de atı dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu. Bir süre daha ilerledikten sonra, nihayet küçük bir açıklık fark etti. Ağaçların gölgesinin altında saklanan bu alan, gecenin karanlığında dinlenmek için yeterince güvenli görünüyordu.
Atından inerek, yorgun hayvanı bir ağaca bağladı. “Bunu hak ettin dostum,” diye fısıldadı atının yelesini okşarken. Atının sıcak nefesi gece soğuğunda bir buhar bulutu gibi havaya karışıyordu. Bu, Demon’a kısa bir süreliğine bile olsa huzur vermişti. Bir süre sonra, çevresindeki odunları toplayarak küçük bir ateş yaktı. Alevlerin sıcak ışığı, ormanın karanlığını biraz olsun uzaklaştırdı. Fakat bu aydınlık, içindeki karanlığı hafifletmekten çok uzaktı.
Karnı açtı, ama yemek bulmak bu saatte imkansızdı. Ateşin başına oturdu, ellerini alevlerin ısısında ısıtarak yorgun vücudunu biraz dinlendirdi. Her adımı, her nefesi, son günlerin yüküyle daha da ağırlaşmıştı. Gözleri yarı kapalı, yanan ateşin dans eden alevlerine bakarken, zihninde birçok düşünce dolanıyordu. İntikam… Nereye gitse, kiminle karşılaşsa, hep bu kelime yankılanıyordu zihninde. İhanetle kuşatılmış bir dünyada, nasıl bir yol bulacaktı?
“Sadece biraz huzur,” diye düşündü içinden. “İyi bir hayat…” Gözleri yukarıya, karanlık gökyüzüne kaydı. Yıldızlar, ormanın gölgesinde parlayan soğuk ışıklar gibiydi. Gece sessizdi, sanki bütün dünya onun bu anını paylaşıyor, onun bu yalnızlık içindeki dileğini dinliyordu. “Bir gün… belki,” dedi, yıldızların altındaki boşluğa fısıldayarak. “Bir gün, gerçekten huzur bulabilirim. İyi bir hayat yaşayabilirim.”
Ama bu dilek ne kadar uzak bir hayal gibi görünüyordu. Yaşadığı ihanetlerin ve çektiği acıların arasında, böyle bir hayatın mümkün olup olmadığını bile bilmiyordu. Yine de, o gece yıldızların altında, belki de ilk kez, gerçekten bir umut hissetti. “Bunun burada bitmeyeceğini biliyorum,” diye düşündü. “Ama bir gün, her şey sona erecek. Belki o zaman…”
Başını yavaşça arkasındaki ağaca yasladı, gözleri ağırlaştı. Günün yorgunluğu nihayet onu yakalamıştı. Yorgun zihni ve bedeni, bir an olsun dinlenmek için huzuru bulmuş gibiydi. Ateşin sıcaklığı ve yıldızların soğuk ışığı, onu bir süreliğine dünyanın acılarından ve ihanetlerinden uzak tutuyordu.
Demon, gözlerini kapatmadan önce bir kez daha gökyüzüne baktı. Son bir kez daha yıldızlara fısıldadı, sanki onlar onu anlıyormuş gibi. “İyi bir hayat… istiyorum.” Bu dilek, gecenin sessizliğine karıştı ve Demon, nihayet gözlerini kapadı. Karanlığın onu sarmaladığı bu anda, belki de ilk defa, içindeki öfke ve intikam duyguları yerini kısa bir huzura bıraktı.
yazar: rikanymore
görsel: Akatsuki Benjamin