Vampire Hükümdarı - Bölüm 58 - Lunette (2)
Noah’ın bunu açıklamasının başka bir yolu yoktu. Tanıdık biri olmasa direkt yüzüne söylerdi ama bunu direkt tanıdığın birine söylemek küfür etmekten daha ağır bir şeydi. Hele o kişi bakireyse.
Atmosfer gittikçe garipleşirken Noah konuyu dağıtmaya çalıştı.
“İyi yanından bakalım. Biri açıksa diğerlerini de zamanla açabiliriz. Bize tek gereken zaman.”
Noah’ın avutmasına rağmen gerçek barizdi. Lunette’nin gelişim yapmasının tek yolu efsanelerdeki sukkubuslar gibi çiftleşerek gelişim göstermesiydi ki bunu Lunette gibi birinin yapması söz konusu dahi olamazdı.
Noah bunu bildiğinden tek yapabileceği bir avutmaydı.
Lunette’nin ise zihninde farklı düşünceler dönüyordu.
‘Bir umut karşıma çıkmışken… Güçlenip Noah’ın sırtını dayayabileceği birisi olmak için bir şansım varken bunu boşa mı çıkaracağım?’
Düşünceleri devam ederken gözleri kararlı bir hale geliyordu.
‘Hayır! Reddediyorum. Noah zaten benim zaten. Neden utanıyorum? O her türlü… Her haliyle benim! Benim…’
Düşünceleri saplantılı hislerle karışıyordu. Noah ise onun değişimini izlerken bir şaşkınlık yaşıyordu. Gösterdiği ifade… Onu biraz ürkütmedi dese yalan olurdu. Lunette kendisinin gelişim yapabilmesinden, Noah’a olan takıntısına bağladı.
Aşk mıydı? Bilinmezdi. Ona karşı hissettiği çekim barizdi. Bu kadar barizken… Zihnindeki düşünceler karanlıklaştı. Hem de fazlasıyla.
Onun bakışlarındaki değişim Noah’ın tetikte bir hale gelmesine neden oldu.
“Lunette, hey! Lunette! İyi misin?”
Cevap gelmedi. Sanki transa girmiş gibiydi. O anda gözleri karanlık bir ışıltıyla parladı ve Noah’ı yatağa itti. Noah, hızla yatağa sırt üstü yatıverdi. Lunette’yse yavaşça üstüne tırmandı.
Noah istese rahatlıkla onu üstünden atabilirdi. Ancak öyle bir şey yapmadı. Niyetini az çok tahmin edebildiğinden yüzünde beliren pis sırıtışa engel olamadı.
Noah’ın kömürden de siyah gözleri, Lunette’nin safir gözleriyle buluştu. Lunette’nin düşüncelerini o bakışmayla doğrulamış oldu. Bu yüzden en ufak bir reddetme hareketi dahi göstermedi.
Sanki her şey anlaşılmış gibiydi. Gerçekten etkileyiciydi.
…
Tüm bunlar olurken Violet ve Yui handan ayrılmış son hız ilerlemeye devam ediyorlardı. İçlerindeki öfke, endişe gibi olumsuz duygular gittikçe yükselse de birbirlerini neşelendirmeye çalışarak bu duyguları bir süreliğine de olsa bastırabiliyorlardı.
Yollarına devam ettikleri esnada bir saldırıya uğradığı oldukça belli olan duman bulutları yükselen bir köye rastladılar. Daha yakından baktıklarındaysa üç boynuzlu bir geyiğin saldırdığını gördüler. Ortadaki boynuz tıpkı bir yavru gergedan boynuzu gibi küçücüktü. Fakat bir yakut gibi de parıldıyordu. Her parlamasıyla birlikte köyde bir ev havaya uçuyordu.
Bunu gören Violet iç geçirerek “Yardım etmeli miyiz sence?” diye sordu. Yui tereddüt ediyor gibiydi. Kalbi gitmesi gerektiğini umursamaması gerektiğini söylese de vicdanı yardım etmeliyiz diyordu.
“Boş ver. Gerçekten, gerek yok.”
Aldığı yanıtla birlikte Violet rahat bir nefes aldı. Arkadaşlarının önceliklerini bilmesi güzeldi. Böylece birlikte görmezden gelerek ilerlemeye devam ettiler. Ta ki karşılarına büyük bir kurt çıktı. Masmavi bir kürkü vardı. Onlara kanasusamış kıpkırmızı gözlerle bakıyordu.
“Hrrr.”
Violet ona bakarken küçük bir alev topu oluşturup ona fırlattı. Alev topunun küçüklüğünden dolayı kurt küçümseyerek onu atlatma zahmetine bile girmedi. Küçümseyebilecek bir zekaya sahip olması takdir edilesiydi. Ne yazık ki bu küçümseme onun sonu oldu.
Alev topu ona çarptı ve kafası küle dönüştü. Oldukça aniydi!
“Hadi devam edelim.”
Yui başını sallayarak onayladı ve yollarına devam ettiler.