Elitler Sınıfı - Cilt 12 - Bölüm 1 & 2 - Yetenek
★ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★
Cilt 12 – Bölüm 1 – Gerçek Yetenek
İnsanların 21. yüzyıla ayak uydurmaya başlayalı epey olduğu bir yıldı.
Dünya bin türlü sıkıntıyla baş başa kalmışken, Japonya da kendi dönüm noktasını yaşıyordu.
Düşen doğum oranları, giderek yaşlanan bir nüfus, çevre sorunları ve ulusal etkinliklerde yaşanan azalış gibi problemlerin arasında kalan Japon halkı; dağılma sinyalleri vermeye başlamıştı.
Hükümet yaptığı girişimlerde, yeniden ayağa kalkabilmek adına ciddi bir şekilde insan kaynağının yetişimine ağırlık veriyordu.
Ve izlenen politikadaki bu girişimlerdeki değişimin bir parçası olarak, bir lise kuruldu.
Bu lisenin amacı; ülkenin her yerinden çeşit çeşit öğrencileri bir araya getirip, onları dış dünyayla boy ölçüşebilecek bireylere dönüştürmekti.
[Modern Eğitim Lisesi]
Okulun kendine özgü farklarından bir tanesi ise, okula alınacak adayların belirlenmesinde ortaokul notlarının rol oynamamasıydı.
Okulun spesifik seçim kriterlerine göre alınan öğrenciler, çok çeşitli niteliklere sahipti.
Dersleri iyi olan ama iletişim kurmakta zorlananlardan tut, atletik açıdan başarılı olup derslerde sorun yaşayanlara kadar her gruptan öğrenci vardı.
Bazılarıysa tek bir alanda dahi yetenekli değildi. Yine de okul onları diğerleriyle aynı kefeye koyarak hepsine aynı muameleyi gösteriyor, aynı müfredatı öğretiyordu.
Sıradan liselerde uygulanması düşünülemez eğitim sistemine sahip bir okul…
Bu öğrenciler farklı kişiliklerini bir kenara bırakarak gruplar hâlinde hayatlarını sürdürmeye ve sınıfları için birbirleriyle rekabet etmeye zorlanıyordu.
Tüm bunların ardında yatan nedense muhtemelen rekabetçi bir toplumda yer almaları ve grup olarak hayatta kalmaları için gereken altyapıyı oluşturmaktı.
Ve niteliksiz olarak görülenler, merhametin kırıntısı gösterilmeden okuldan atılmaya mahkûmlardı.
Bu okuldaki öğrencilerin yaşamına devam edebilmesi, okulda eğitim almak için kalması için sıkı ders çalışmaları ya da spor yapmaları yeterli değildi.
9, 10 ve 11. sınıfların her biri A’dan D’ye kadar dört sınıfa bölünmüştü.
Kayıt esnasında her sınıf 40 kişi olmak üzere toplamda 160 öğrenci vardı.
Tüm bunların yanında, bu liseyi diğerlerinden çarpıcı derecede farklı kılan başka yönleri de barındırıyordu.
En temelden başlayacak olursak, öğrencilerin 3 yıl sonra mezun olacakları güne dek dış dünyayla iletişim kurmaları yasaktı.
Aynı zamanda okul alanının dışına çıkmalarına izin verilmiyordu ve yurtlarda yaşamak zorundalardı. Bununla birlikte okul, öğrencilerini burada geçirdikleri zaman boyunca isteyebilecekleri ya da ihtiyaç duyabilecekleri her şeyi sağlayan türlü türlü tesisle donatılmış tam teşekküllü geniş kampüsüyle övünüyordu.
Ayrıca öğrencilerin ve okul personelinin ek kullanımı için “Keyaki AVM” denilen; öğrencilerin ihtiyaç duyabilecekleri her şeyi barındıran, kafe ve elektronik mağazalardan berberlere ve karaoke odalarına kadar türlü türlü yer bulunan büyük ölçekli bir ticari tesis de vardı. Ve eğer olur da öğrenciler istediği şeyi AVM’de de bulamazsa, internet üzerinden satın alma opsiyonları da her zaman bulunuyordu.
Dahası, öğrencilere ‘kişisel puan’ denen bir çeşit para veriliyordu. Okulda geçirdikleri zaman boyunca, mevzubahis alışverişleri bu puanlarla hallediyorlardı. Bir puan bir Japon yenine denkti ve gerçek para yerine geçiyordu.
Bununla birlikte, bu puanlar öyle birden ortaya çıkıyor da değildi.
Öğrencilere her ay sınıf puanlarının 100 katı miktarı özel puan veriliyordu.
Başka bir deyişle; öğrencilerin geçimlerini idame ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu puandan çok miktarda sahip olabilmenin yolu, sınıf puanlarını muhafaza etmeyi birincil öncelik hâline getirmekten geçiyordu.
Bu sınıf puanlarını kazanmanın birkaç yolu olsa da, en standart yöntem okul tarafından ‘özel sınavlar’ olarak adlandırılan imtihanları geçmekti.
Bu özel sınavlardaysa kabaca dört sınıf birbiriyle yarışıyor, en yüksek başarıyı gösteren şube sınıf puanı kazanırken, sıralamada en altlarda kalanlarsa kaybediyorlardı.
Eğer bir sınıf 1000 puana ulaşırsa, o sınıfın öğrencileri de aylık 100.000 yene denk bir miktar alıyordu. Diğer taraftan; eğer bir sınıf sürekli sınavları kaybederse sınıf puanı da eninde sonunda sıfırlanacağından, sonuç olarak o sınıfın öğrencileri aylık 0 puanla idare etmek zorunda kalacaktı.
Sınıf puanlarıyla kişisel puanlar arasındaki ayrılmaz bu ilişkiyi okul, farklı görüşlere sahip öğrencileri sınıf puanlarını korumaya yönelik ortak bir hedefe kilitlemesinin bir yoluydu.
Çünkü bol miktarda sınıf puanı olan öğrenciler için, herkesin istediği o dolu dolu kampüs ve okul hayatının anahtarı demekti.
Yine de Modern Eğitim Lisesi’nin cezbediciliği bununla sınırlı değildi.
Okulun en büyük vaadi, A sınıfı öğrencisi olarak mezun olmaktan geçiyordu.
Bunu başarabilen öğrencilere, arzu ettikleri her üniversiteye ya da işe kabul garantisi veriliyordu. En istisna durumlarda bile, hayal edilebilecek en düşük kabul oranlarıyla övünen bir üniversite ya da dev, birinci sınıf bir şirket olsun; bu öğrenciler sıfır çabayla girme hakkına sahiptiler. Yine de bu ‘saldım çayıra mevlam kayıra’ moduna girebilecekleri anlamına gelmiyordu. Kabul edildikten sonra, eğer kişi işi halledebilecek yetkinliğe sahip değilse, eninde sonunda tespit edilip atılmasından doğal bir şey yoktu.
Öyle bile olsa, bunun hâla ziyadesiyle çekici bir teklif olduğu su götürmezdi.
Sanırım bu, Modern Eğitim Lisesi üzerine yeterli bir perspektif sunmaya yetmiştir.
Ben, Ayanokouji Kiyotaka, bu dikkate alınmaya değer liseye kayıtlı bir öğrenciyim. Yakında 10. sınıf olacağım.
1 Nisan itibariyle, 275 puana sahip D sınıfı öğrencisiyim. Bu da her ay, yaklaşık 30 bin yene denk bir özel puan alacağım anlamına geliyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, şu an en tepedeki şube olan ve Sakayanagi’nin önderlik ettiği A sınıfı 1119 puanla ezici güç sahibi.
Ardından gelen, Ichinose’nin liderlik ettiği B sınıfının 542; kıl payıyla takip eden ve Ryuuen’nin başını çektiği C sınıfınınsa 540 puanı var.
Sınıfımızı diğer şubelerle kıyaslayınca, aradaki puan farkı çok fazla görünebilir. Yine de bu farkın küçüldüğünü söylemek daha doğru olacaktır.
Önümüzdeki yıl boyunca bu farkı ne kadar kapayabildiğimizse, kaderimizi tayin edecek olan şey.
✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★
Cilt 12 – Bölüm 2 – Yeni Bir Yıl
Hem uzun hem de kısa sürmeyi bir şekilde beceren bahar tatili sona ermiş, açılış töreni gelip çatmıştı. Geçen yılki eski sınıfımızdan alınıp, yeni bir 10. sınıfa yerleştirildik. İlk bakışta sıra ve sandalyeler aynı dursa da, nedendir bilinmez sınıf bir değişik hissettirdi. Bu yeni sınıfa geldiğimizde bizi bekleyen ilk şey, kara tahtada ‘görüntülenen’ bir talimattı.
[Geçen sene nasıl oturuyorsanız öyle oturun ve talimatları bekleyin.]
Geçen seneki kara tahtalara öğretmenler tebeşirlerle yazıyordu.
Yine de önümdeki şey, hem kara tahtaydı hem de değildi.
Basitçe söylemek gerekirse, büyük bir ekranla değiştirilmişti.
Okul muhtemelen bunları bu yıl kurmaya karar vermiştir; ışıl ışıl parlaması daha yeni geldiklerini gösteriyordu.
Sınıfa benden sonra giren öğrenciler de ekranı gördüklerinde oldukça şaşırmış gibiydi. Çok takmadan geçen sene oturduğum sıraya yöneldim, sınıfın en arka tarafındaki cam kenarına. Söylendiği gibi oturdum.
Sırada spor salonunda açılış töreninin yapılması vardı.
Devamında sınıf öğretmenleri bu yılın takvimini ve diğer önemli detayları açıklamak için bir 2 saat harcar. Öğle olmadan da salarlar.
Öğrenciler bahar tatili rehavetini daha üzerlerinden atamamıştı. Tatil boyunca birbirleriyle görüşmemiş arkadaşlar heyecanlı bir şekilde tatilin özetini geçiyor, birbirlerinin hal hatırlarını soruyorlardı.
“Hey.”
Bana seslenildiğini duyana kadar telefonda ağır ağır internette takılıyordum.
Miyake Akito’ydu bana seslenen. Geçen sene arkadaş edindiğim küçük grubumuzun bir üyesi.
“Yüzünü gören cennetlik valla, tatilde ölü taklidi yaptığın için endişeliydim biraz.”
Akito’nun dediği doğruydu. Tatilde Ayanokouji grubuyla gram etkileşimde bulunmamıştım.
Ya da daha doğrusu, başka şeylerle ilgilenmekten onları ihmal ettim demeliyim.
“Yanlış anlama beni, bizimle takılacaksın diye bir kural yok ama yine de Haruka bile endişelendi lan. Airi zaten yazık, seni düşünmekten içini yedi bitirdi kız.”
Akito’nun özünde demeye getirdiği şey, gruptaki kızların hislerini de hesaba katmam gerektiğiydi.
“Benim hatam. Bundan sonra daha sık takılırım sizlerle.”
“Güzel. Yokluğunda ben de gerçekten yalnız hissettim, anlarsın ya?”
Bir arkadaştan böyle sözler duyunca da bir garip oluyorum ya. Yine de çok kötü bir his de diyemem.
Akito elini üstünkörü sallayıp kendi sırasına gitti. Uzunca kalmayı planlamamıştı galiba.
Bu esnadaysa ben, kendime nasıl böylesi iyi bir dost bulduğumu sorgulamakla meşguldüm.
Sonuçta bana böyle iyi tavsiyeler de bulundu…
Sırasına geri döndüğü an, telefonumda boş boş takılma isteğim puf oldu. Ben de sınıf arkadaşlarımın ne konuştuğuna kulak kabartmaya karar verdim.
Konu, bahar tatilinde yaptıklarından yeni gelen öğrencilere kadar geldi.
Yarın 9. sınıfların okula gelişine istinaden bir tören yapılacaktı okulda.
Geçen sene D sınıfı okuldan iyi muamele görse de, gelişimizin üzerinden çok geçmeden işler baya kötüleşmiş; sınıfça çuvallamıştık. Gerçi o zamanki yaptığımız hareketlerden sonra böyle olması da çok doğal ya, neyse.
Buraya ilk geldiğimizde bize 1000 sınıf puanı; diğer bir deyişle, her ay 100.000 yen’e denk bir harçlık vermişlerdi. Öğrenciler her ay aynı miktarı alacağını düşündüklerinden istedikleri her şeyi pervasızca alırken keyifler yerindeydi. Bu zaman diliminde, derse geç kalışlardan tutun devamsızlık yapmalar iyice fazlalaştı. Ve hatrı sayılır sayıda öğrenci derste arkadaşlarıyla konuşma veya uyuma çukuruna düştü.
Diğer yandan, çalışkan öğrenciler kendilerine öylesine odaklanmışlardı ki etraftakilerin davranışlarına hiç aldırış etmediler.
Bu çalışkan öğrencilerin duruma ses çıkarmamalarının birkaç sebebi vardı muhtemelen, yine de asıl nedeni büyük olasılıkla okulun bu sıkıntılı öğrencilere ‘ne halt yerseniz yiyin’ demesiydi. Sonuçta öğretmenler bile bu konuda bir adım atmıyorsa, neden onlar uğraşsındı ki?
…tüm bunların okulun bizim için hazırladığı ‘ilk özel sınav’ olmasına ne demeli peki?
Okul, bizim bu sistemin ilkokul ve ortaokuldaki mecburi eğitim sisteminden farklı olduğunu anlayıp anlamadığımızı test ediyordu.
Lise öğrencisi olan bizlerin, kimsenin söylemesine ihtiyaç duymadan yapması gerekenleri yapabilecek kapasitede olup olmadığını ölçüyorlardı.
Ve bizim harikulade D sınıfı da bu özel sınavdan çıkabileceği en kötü sonuçla çıkmış oldu.
Takiben bir sonraki ay, Mayıs’ın ilk günü sınıf puanımız 0’a düştü. Tabii haliyle aylık harçlığımız da 0’lanmış oldu.
D sınıfı yılın geri kalanında birçok olay yaşasa da en dibi gördükten sonra; yavaştan silkinip kendine gelmeye, sürece daha iyi adapte olup olgunlaşmaya başladı. Bir noktada C sınıfına yükselmeyi bile başardık. Yine de dönem sonu sınavı sağ olsun, D sınıfına geri düştük maalesef. Bununla birlikte, sene boyunca 275 sınıf puanı da olsa toplamayı başardık.
A sınıfıyla hala aramızda uçurum olsa da, en tepeye yükselmenin yolu bu sene farkı ne kadar kapatabileceğimizden geçiyordu.
“Günaydın~”
Bir kızın hayat dolu sesi tüm odanın havasına işledi. Hemen sonrasındaysa, sınıfta hali hazırda bulunan kızlar ardı ardına kızı selamlayıp etrafına üşüştü. Karuizawa Kei’ydi bu gelen, sınıftaki kızların başını çekiyordu. Etrafına toplanan kızlar giderek arttığı gibi daha az önce konuştukları şeylerin tekrar muhabbetini etmeye başladılar.
Kei’yle çıkmaya başlayalı sadece birkaç gün oluyor.
Şu andaysa bunu bilen tek kişi Kei’nin kendisi.
Ne konuştuklarına kulak kabarttığım esnada neler yaşadığımız hakkında düşüncelere dalarken, daha çok çığlığa benzeyen beklenmedik bir ses tüm sınıfta yankılandı. N’oluyor kardeşim ne bu tantana diye şöyle bir bakınca neler döndüğünü anladım.
Sınıfa sessizce girenş kızın görünümünü fark edince, çok da yersiz bir tepki değildi ya.
Kızsa çektiği ilgiye aldırmadan sırasına yöneldi, ki hemen yanım oluyordu orası.
Bir zamanlar upuzun olan güzel siyah saçları şimdi omuzlarına bile gelmiyordu.
Abisi olan Horikita Manabu’yla barıştıktan sonra, önceki halini son yolculuğuna uğurlayıp saçını kesmeyi seçmiş.
Şahsen çok şaşırmadım çünkü görmüştüm önceden. Yine de ilk defa görüyor olsam, aynı çevresindekiler gibi tepki verirdim herhalde.
“S-Suzune…? N… N’aptın saçına!?”
Bunu diyen kişi Horikita’ya abayı yakan çocuk, Sudou Ken’den başkası değildi.
Kankalarından biriyle ettiği sohbeti yarım bırakıp bize doğru yardırdı.
Bir kız da onun arkasından koşarak ona eşlik ediyordu, Horikita’nın görünümündeki ani değişimden dolayı afallamış gibiydi.
“Horikita-san, gerçekten… çok değişmişsin. Şaşırdım.”
Bunu diyen kız zamanında Horikita’yla aynı ortaokula gitmiş olan Kushida Kikyou’ydu.
“Ne yani, saçımı kestirmem bu kadar tuhaf mı geldi?”
Horikita yalnız Sudou’ya değil, onu süzen tüm diğer öğrencilere de bir bakış attı.
“H-hayır, tuhaftan çok… bilirsin ya, şaşırtıcı sadece. Seni tamamen farklı biriymiş gibi gösteriyor… Iıımm, kötü olmuş falan değil yani. Hatta tam aksine, kısa saç sana oldukça yakışmış. D-değil mi Kushida?”
Şaşırıp büyük bir tepki vermesine rağmen, kısa saç gibi şeyler Sudou için önemsizdi.
Aslında sevdiği kişinin yeni görünümünü beğenmiş, hemen hoşuna gittiğini söylemişti.
Diğer yandan, Sudou’nun destek istediği Kushida şaşkın bakışlarını gizleyemedi.
“Yaaani… yakışmış gibi de, bir şey mi oldu?”
Konuyu Horikita’nın saçını kestirme nedenine getirdiğine bakılırsa, Kushida saçıyla ilgili düşüncelerini paylaşmak istemiyordu.
“ ‘Bir şey mi oldu’ derken!?”
Horikita’nın cevaplamasına fırsat vermeden Sudou sorularından biriyle bodoslama daldı.
“Belki… kalbi kırılmıştır falan, bu yüzden kestirmiştir saçlarını?”
“K-k-k-kalbi mi kırılmış!?”
“Sebep olarak, azmimi dışarıya vurma şeklim denebilir.”
Horikita bu ‘kalp kırılması’ meselesi hakkında daha fazla spekülasyon yapılmasına izin vermeyerek hemencecik cevapladı.
“M-mantıklı. Platonik bir aşka tutulup kendini üzmüş olmana imkan yok zaten, değil mi değil mi?”
Böyle söylediğine bakmayın, kendisi soğuk terler döküyor şu an. Yusuf yusuf oldu Sudou.
“Bu yıl, 10. sınıf öğrencisi olarak D sınıfını en tepeye getirmek için mücadele edeceğim. Bunu gerçekleştirebilmek için elimden ne geliyorsa yapmak istedim.”
“Ah, anladım… ben tam tersini yapıp saçımı uzatmaya çalışacağım.”
Kushida tatlı ve masum dursa da, sözlerinin arkasında yatan anlamı ben kaptım….
Nefret ettiği kişiyle aynı saç uzunluğuna sahip olmaktan dolayı iğrenç hissediyordur.
Dediklerini kimsenin ciddiye alacağını zannetmem, yine de harbi harbi uzatması mümkündü. Sözlerinde gizlediği öfkesini, kafamda canlandırmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
“Eğer cevabınızı aldıysanız sıranıza dönseniz artık? İkiniz de?”
Horikita ayrılmalarını söyledi. Saçının uzunluğu hakkında dırdır eden insanlar istemiyordur.
Saçını kestirmesi, insanları çevresinde dalga dalga toplamış olsa da Horikita çektiği ilgiden pek memnun görünmüyordu.
Kötü bir zamanındaydı. Yine de şansına zil çaldı ve tüm bu gevezelik bir son buldu.
Çeviren: lightningbridge
Düzenleyen: Fatoshisme
★ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ✩ ★