Elitler Sınıfı - Cilt 15.5 - Bölüm 14 - Dostluk
Cilt 15.5 – Bölüm 14 – Dostluk
Öğleden sonra, arkadaşlarımdan biriyle kafe terasına gidiyordum.
“İkimiz yalnız dışarı çıkmayalı uzun zaman oldu, değil mi Satō-san?”
“Evet, evet. Galiba o zamandan beri, görüşmedik yalnız.”
O zamandan beri…. Kiyotaka ile çıktığımı söylediğim zamandan bahsediyordu.
O zamandan beri, Satō-san ile daha bir kaynaştık. Hatta, eskisinden çok daha yakınız.
Genelde, grubum dört-beş kişiden oluşuyor. Genelde böyle kalabalık arkadaş gruplarıyla dolaşıyorum.
Bu yüzden Satō-san’la yalnız kalma fırsatım pek olmamıştı. Bu gemide de durum pek farklı değil. Zamanımı 7-8 kişiye ayırdım, onlarla takılıyorum. Havuza gitmeye pek gönüllü olmamama rağmen, havuza bile gittim. Vücudumdaki yarayı bir şekilde kapatmayı başarınca, endişem kalmadı..
Bugün Satō-san’la yalnız kalmak için özellikle zaman ayırdım.
Öncelikle… boş bir masa bulup oturalım. Satō-san ile etrafa baktık, sipariş vermeden önce boş masa bulmaya çalıştık. Okulun aksine, kafe terası daha büyüktü. Oturabileceğimiz alan çok.
Bugünkü konuşmanın konusu nedeniyle, mümkünse kimse kulak misafiri olmasın istiyorum.
İnsanlardan uzaklaşmanın en iyi yolu, güneş ışığının zayıf olduğu bir yer seçmek olacaktır.
Peki, ne yapmalıyım..
“İstersen burada konuşalım, benim için sorun değil.”
“Eh? Emin misin?”
“Konuşman gereken önemli bir şey var, değil mi?”
Ciddi bir mesele konuşacağımızı anlayan Satō-san, gülümseyerek cevap verdi.
“Teşekkür ederim.”
Dışarı manzarası olmayan ücra bir köşede oturmaya karar verdik.
Masanın üzerine <Dolu> levhasını asıp siparişlerimizi vermek için tezgaha doğru yürüdük.
“Bugün içecekler benden olsun. Zaten görüşelim diyen bendim, Satō-san.”
Tereddütlü görünen Satō-san ile masaya geçmeden önce, iki fincan kahve aldık.
“Ee… Ne hakkında konuşmak istiyordun?”
Oturur oturmaz Satō-san konuşmaya başladı.
Ben de uzatma niyetinde değildim, ama…
“Hmm… Bir saniye.”
“Sorun ne?”
“Sence de burda bir gariplik yok mu?”
Burda bir şeylerin ters gittiği hissine kapılıyorum. Ama Satou benimle aynı hisleri paylaşmıyordu.
“Gariplik derken? Ben anlayamadım neyi kast ediyorsun…”
“Evet, bana öyle geldi galiba. Senin de kafanı karıştırdım, özür dilerim.”
İlk başta, neden böyle hissettiğimi ben de anlayamadım.
Belki de onunla o kadar çok zaman geçirince böyle hislere kapılıyorumdur…. Kiyotaka. O çocuk en ufak bir detayı bile gözden kaçırmıyor.
İnsanların yüz ifadelerini, duygularını ve hatta bu tarz ortamlardaki havayı bile hemen algılayıp analiz ediyordu.
Yaşanan sorunu ya da garipliği, anında tespit ediyor, anlamlandırıyordu.
Galiba ben de böyle şeyleri ayırt edebilir hale geldim…?
Şuan ne olduğunu anlayamasam da, düşünüp idrak etmeye çalışacağım.
Peki, neden? Neden bu kadar kötü bir hisse kapılıyorum?
Soğukkanlılığımı korumaya çalışıp sessizce çevremi gözlemlemeye başladım.
“Keşke sonsuza kadar bu yolcu gemisinde yaşamaya devam edebilsek…”
Bu sözlerimin ardından, kahve fincanımı elime alıp etrafa göz gezdirdim.
“Ahaha, keşke~ Ama her gün böyle puan harcaya harcaya, bir gün ortada kalacağız.”
“Haklısın. Havuz, sinema, kafe derken, puan kalmayacak.”
Garip atmosferin kaybolduğunu fark ettim. Daha doğrusu, yok oldu.
Yanılıyor muydum? Ya da gözlemlemeye çok yoğunlaşınca, değişimi fark etmem gecikti?
11.sınıflardan oluşan 3 kişilik kız grubu, yanımızdaki masaya oturup sohbete daldılar.
“Değil mi~… B sınıfından Kisarazu-kun, demi~?”
“Olamaz, ciddi misin? Bunu bilmiyordum~“
Dostça sohbet ediyorlar, yüksek sesle gülüyorlardı.
Ahh, tanrım… Daha önce konuşmalıydım. Okyanus tarafı daha popüler olsa da, bazı insanların kalabalıktan kaçınmak veya güneşten uzak durmak için burayı seçmesi doğal. Konuşmamızın onlar için çok ilginç olacağını sanmıyorum, ama hala bizi kulak misafiri olacak kadar yakınlar. Başka bir yere geçerek kaçabiliriz ama kötü bir izlenim bırakmak istemiyorum. Çömezler olsaydı, dert etmezdim ama 11.sınıf öğrencileri.
Sırf yanımıza oturmalarını istemediğim için kaçtığımızı düşünmelerini istemem. Zorbalığın böyle önemsiz şeylerden başladığını bildiğim için, temkinli olmalıyım.
“Önce seni haberdar etmem gerektiğini düşündüm, Satō-san.”
11.sınıf öğrencilerini görmezden gelip konuya döneyim.
Gereksiz şeyler için endişelenmemeliyim..
“Sanırım herkese anlatmanın zamanı geldi. Kiyotaka’yı yani.”
“… Evet.”
Düşündüğüm gibi, Satō-san bunu dememi bekliyormuş.
Ona ‘ayrıldık’ dememi de bekliyor olabilirdi, bu da bir ihtimal…
Hayır, hayır. Eğer ayrılacak olsaydık, şuan başım dik yürüyor olamazdım.
Böyle bir olaya gülerek “ayrıldık” derken hayal edemiyorum kendimi.
“Bu yüzden… önce sana söylemem gerektiğini düşündüm, Satō-san.”
“Herkes öğrendiğinde çok şaşıracak, değil mi? İkiniz çıkıyorsunuz…”
Kafamda tekrar tekrar hayal ettim.
Hiç şüphe yok ki, ne zaman ortaya çıkarsa çıksın, heyecan yaratacak.
Kendimi kötülemiş olmak istemem ama çok da hoş bir izlenimim yok insanlarda.
Her zaman kendini beğenmiş ve herkesi aşağılayan bir karakter oldum. Kiyotaka ile tanışmadan önce, şimdikinden çok daha otoriter davranıyor, zorbalığa uğramak istemediğim için sert bir karakter çiziyordum. İlgilenmediğim çocuklara bile aşk dolu bakışlar atardım.
“Herkese ne zaman söylemeyi planlıyorsun?”
Satō-san bana zamanı sorunca, hemen cevap verdim.
“Şu an yaz tatilindeyiz. İkinci dönem başlayana kadar beklemeyi düşünüyorum.”
“Peki, Ayanokōji-kun ne dedi?”
“Ne zaman istersen, söyleyebilirsin dedi. Sorun etmiyor.”
Satō-san içeceğinden birkaç yudum alıp:
“İyi. Aşkınızı yaşıyorsunuz yani, öyle mi?”
“Eh? Eh? Ehhhh!?!”
“Bana bunları anlatmanın bir sakıncası yok, değil mi?”
“Evet. Yani, sevgiliyiz. Tabii ki, sevgi doluyuz birbirimize karşı.”
“Öpüştünüz falan, öyle mi?”
“Eh? Eh? Ehhhh!?!”
“Çıkmaya başlayalı uzun zaman olmadı mı? Nasıl gidiyor, detay verebilir misiiz hanımefendi?”
Sağ elini sıkıp mikrofon gibi tutarak ağzıma doğru uzattı.
“… Sadece bir kez, sürpriz bir şekilde.”
Dürüst cevabımı duyan Satō-san, gülümseyiverdi.
“Çok güzel, sürpriz öpücük, ha.”
“G-gerçekten mi? Hazırlıksız yakalandım…. ve ilk öpücüğümdü…”
Mırıldanışımı duyan Satō-san’ın gözleri hafifçe açıldı, şaşırıp kaldı.
“Hirata-kun ile aranızda bir şey olmadı mı? Epey uzun süre çıkmıştınız oysa.”
“Eh?”
“Ve senden bahsediyoruz, Karuizawa-san. Ortaokulda da ilişkin olmaması epey şaşırtıcı. Şaştım kaldım şuan.”
Satō-san’ın yorumlarını dinlerken soğuk soğuk terlemeye başladım.
Karuizawa Kei, erkekler arasında popüler bir imajı olan, burnu havada bir kızdı.
Böyle birinin ilk öpücüğü olduğunu söylemesi, imajına tersti.
“Eh… Mütevazı bir kız olduğum için.”
Sıradan bir konudan bahsediyormuşum gibi, her zamanki halimle cevap verdim.
“Bu tarz bir yakınlaşmaya izin vermeyi herkese ya da her erkek arkadaşına değil de, senin özel hissettiğin birine vermek daha hoş değil mi?”
O kadar susadım ki, birden kahvenin üçte birini kafama diktim.
“Ama Hirata-kun süper havalı bir erkek arkadaş…değil miydi?”
“Evet, öyleydi. Ama benim için yeterli değildi.”
Halledebilirim, burdan döner bu konu.
Şimdi böyle bir hata yaptığıma göre, konuyu akışına bırakıp onu kandırmaktan başka çarem kalmadı.
“Hirata-kun pasif birisiydi ya. Ben istesem bile bir şey yapmıyordu. Beni tatmin etmiyordu~”
Özür diliyorum, Hirata-kun! Seni kendi iyiliğim için feda ettim.
Adın çıkarsa şimdiden, geçmiş olsun!
“Öyle mi diyorsun? Erkek arkadaşının bazen ön planda olmasını istiyor insan, evet.”
“Demi ya?”
“Ama Ayanokōji-kun daha pasif biri gibi duruyordu… Demek bu konularda dominant?”
Satō-san bu sözlerinden sonra hafif pişman oldu.
“Satō-san… ben…”
“Özür, Karuizawa-san. Böyle demek istememiştim…!”
Bugünkü görüşmemizde sadece ona ilişkimizi açıklayacağımı söylemem gerekiyordu.
Kendisiyle böbürlenen huysuz biri olarak ön plana çıktım.
Bu okula ilk geldiğimde, bu tavrın iyi olacağını düşünmüştüm.
Hirata-kun hakkında her türlü şeyden bahsedebilen ağzı bozuk birisiydim.
Ama şuan bu tavrın hoş olmadığını düşünüyorum.
Arkadaşıma bu kadar gereksiz detayları anlatmamalıydım…. Kendimi korumak için ağzımdan kaçan lafı evirip çevirmeye çalışayım derken egom tavan yapmış oldu.
“Sorun yok, önemli değil. Yani, aynı çocuğa aşık olma meselesini çoktan aştık. Eh, zaten kaybeden tarafta olan benim.”
Satō-san şikayetini dile getirirken somurttu.
Ama hemencecik neşeli haline geri döndü.
“Bu arada, teyit etmek için soruyorum. Ayanokōji-kun’u terk edersen… Sorun değil, demi?”
“Sorun değil” derken kast ettiği…? Düşüncelerimi toplamama izin vermeden devam etti.
“Yani, Hirata artık özgür olduğuna göre yeni biriyle çıkabilir, değil mi? İlerde Ayanokōji-kun için de aynı şey geçerli?”
“Eh… Evet, ama…”
Yok artık. Ayrılmayacağız biz!
İçten içe çığlık atsam da, belli etmemeye çalıştım.
“Bence daha iyi çocukları seçebilirsin, Karuizawa-san.”
“Daha iyi çocuklar mı? Mesela kimi?”
“Bu kadar hızlı cevap verince ben de ne diyeceğimi bilemedim ama… Tsukasaki-kun ya da Nagumo-senpai gibi.”
“Ehh~?”
Benim için ikisi de düşmanımın başına diyebileceğim kişilerdi.
Yakışıklılık olarak Tsukasaki-kun zirvede. Öğrenci Konseyi Başkanı da aynı denebilir. Ve statüden falan bahsediyorsak, ikisi yine zirvede.
Ama… Kiyotaka’ya rakip olabileceklerini sanmıyorum.
O çocuk… zaman zaman huysuzlaşıyor, ama… güçlü, yakışıklı ve gizemli.
Ve en önemlisi… Beni anlıyor.
“Tamam, konuyu kapatalım! Gereksiz bir şey söyledim, içecek için teşekkür ederim!”
“E-eh?”
“Yüzünden anlaşılıyor, Karuizawa-san. Ayanokōji-kun gözünde bir numara.”
Tanrım… Tüm aşk hayatımı bilen Satō-san’ı kandıramıyorum.
“Bana önceden haber verdiğin için teşekkür ederim. Çok memnun oldum.”
“Eh…öyle diyorsan, güzel.”
Bu konunun kapanmasıyla, başkalarının aşk hayatından konuşmaya başladık.
Issız adada yaşananlara, tamamen alakasız konulara geçtik.
Uzun zamandan sonra ilk kez birlikte keyifli vakit geçirebildik.
Çeviren & Düzenleyen : fatoshisme