Elitler Sınıfı - Cilt 15.5 - Bölüm 15 - Yeni İkili
Cilt 15.5 – bölüm 15 – Yeni İkili
Aynı gün, saat 14.10 civarı.
Çoğu öğrencinin öğle yemeğini bitirip eğlenmeye geçtiği bir zamandı.
Görüşmeye çağırdığım kişiyi beklerken sessizce okyanusa bakıyordum. Telefonumu cebimden çıkartıp ÖYD uygulamasında kendi adıma, <Horikita Suzune> yazısına tıkladım. Issız ada sınavının sonuçlarından sonra, bazı değişiklikler görmeyi bekliyordum, ama puanlama aynıydı.
Öğretmenlerin her öğrenciyi gözlemleyip değerlendirebileceği sınırlı sayıda olay olduğu için yansıtılmamış olabilir…
Birazdan görüşeceğim kişinin ÖYD puanlarını kontrol ettiğimde de herhangi bir değişiklik göremedim.
Çabucak telefonumu kapatıp okyanusa çevirdim bakışlarımı.
Son derece zorlu ve gerçekçi hissettirmeyen ıssız ada sınavının üzerinden daha birkaç gün geçti.
Vücudum artık yorgun hissetmese de, lüks bir yolcu gemisinde olduğum için rutin düzenim değişmiş, bozulmuştu.
“Off, hala gitmemişsin?”
Ses çok uzaklardan geldi. Sesin sahibi, ben arkamı dönemeden konuşmaya devam etti.
“Beni çağırmak için başkalarını kullanmasan olmaz mı? Yanlış anlayacaklar, seninle yakın olduğumuzu düşünecekler.”
Ibuki-san’a yaklaştım, misafir kabinine girdim.
“Seninle iletişim kurmanın başka bir yolu yoktu. Yoksa öğle yemeğinde herkesin içinde mi yanına gelseydim?”
“Aman, almayayım. Bu yaklaşımından da nefret ediyorum, bu da ayrı mesele.”
“Madem öyle, seninle konuşmak için ne yapmam gerektiğini önden söyleyebilir misin?”
“Bak çok güzel bir soru sordun. Cevabı da çok basit: Benimle konuşmayı hiç aklından geçirme. Sorun çözülüyor.”
Ibuki-san, hoşnutsuz bir ifadeyle buluşma yerine yaklaşık 10 dakika geç geldi.
Tek bir özür bile dilemeden, geldiğinden beri şikayet ediyor.
” Gecikmenin özel bir sebebi yok galiba. Yoksa Miyamoto Musashi olmaya mı çalışıyorsun?”
“Ne? O da ne demek.”
Beni kızdırmaya çalışıyor… yanılmıyorum, değil mi?
Eğer amacı buysa, beni 10 dakika yerine iki saat bekletmeliydi.
“Amacın beni sinir etmek değilse, neden geç kaldığını söyle.”
“Ne? Beni görüşmeye çağırarak taciz eden sensin.”
“Evet, evet. Kesinlikle haklısın.”
Tüm ciddiyetimle cevap verince, o çileden çıktı.
“Ne diyorsun sen ya? Çağırdın geldim işte. Gelmeseydim, korkak diyecektin. Yeter ama.”
“Normal bir şekilde iletişime geçseydim, görmezden gelecektin..?”
“Tabii ki. Seninle kendi rızamla niye görüşeyim?”
Beni görmezden gelmesi bile hazırdım ama geç de olsa geldi.
Bana karşı kaybetme fikrinden her şeyden çok nefret ettiği için, ona meydan okuyarak çağırmak doğru bir kararmış, belli.
“Ah peki, tamam.”
<Hadi, çabuk söyle> gibisinden bir tavır takınıp sertçe baktı.
Empati kurmak isterdim ama şartlar uygun değil.
“Yürürken konuşalım mı? Burası göze batıyor.”
Buluşmak için uygun bir yer olsa da, özel bir konuda konuşmak için iyi bir yer değildi.
“Ha?… peki.”
Huysuzlanmasına rağmen, arkamdan geldi.
Issız ada sınavında benden daha az puanla bitirdiği için hayal kırıklığına uğramıştı.
İntikam almak için, tekrar bir mücadele istese hiç şaşırmam.
Hareket etmeye başladık. Çevredeki kalabalığa karışınca konuşmaya başladım.
“Amasawa-san var ya, ıssız ada sınavında dövüştüğümüz kız.”
“… Ah, o kibirli çömez kız.”
Ibuki-san’ın yüz ifadesini arkamdan geldiği için göremedim.
“Biraz daha hızlı yürüyebilir misin?”
“Kes emir vermeyi. Hangi hızda yürüdüğüme de mi karışıyorsun.”
“Sen yalnızken, evet.”
Duraksayıp arkama baktım.
“Bu konu hemencecik bitsin istediğin için, mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışıyorum. Yardımcı olmuyorsun.”
“Evet. Peeki. Sadece daha hızlı yürüsem yeter, değil mi?”
Bu sözlerinden sonra, sanki yarışa katılıyormuş gibi hızla yanımdan geçti.
Tam bir çocuk, yahu.
Maalesef, iyi anlamda çocuksu olmadığı için, sorun oluyordu. Ibuki-san’ı hayretle izlerken, birden arkasını döndü.
“Gelmiyor musun?”
“Çok hızlı bir tempoda yürümen de problem oluyor…Ayarın yok mu senin?”
“Ahh, Tanrı aşkına!”
Ibuki-san saçlarını hızlıca parmaklarıyla kaşıyıp yanıma geldi.
“Söyleyeceklerini dinleyeceğim, ama rövanş isterim! Tamam mı?!”
“Peki. İkinci dönem spor festivali olmasını bekliyoruz… Olursa, rövanş ayarlarım.”
“İntikamımı alabilirim, değil mi?”
“Az önce dediklerimi duymadın mı? Ayarlamaya çalışacağım diyorum.”
Söylediklerimi idrak etmek için biraz zaman harcadıktan sonra, dudağını büzerek hoşnutsuzluğunu dile getirdi.
“Başka bir deyişle, şartlara bağlı olarak rövanş olmayabilir de..?”
“Aman Tanrım, sen artık böyle şeyleri anlamaya başlamışsın. Aferin, benden tam puan aldın.”
Dalga geçerek alkışlamaya başlayınca, sağ eliyle elime vurdu.
“Şiddete de meyillisin, hmm.”
“Kes sesini! Rövanş olmayacaksa, bu konuşma burada biter!”
“Bana göre hava hoş. Asıl sen istediğin intikam maçını alamaycaksın.”
“Hey.”
“Sana şuan söz veremem. Ama tavırlarına göre bir şeyler ayarlayabilirim. Bu sana yetmez mi? Sana yenilen ben değilim.. Mezun olana kadar… hayır, mezun olsan da rövanş alamadığın için, pişman olacak kişi sensin.”
“Offf!”
“Eee? Beni dinleyecek misin, dinlemeyecek misin? Seçim senin, Ibuki-san.”
“Peki, tamam. Söyle artık!”
“Ne uğraştırdın yahu. Başta böyle dinlesen, çoktan bitmişti sohbetimiz.”
Sonra ona tavsiye veririm artık.
Ibuki-san’ın rövanşı ilerde yaşanacaklara bağlı. Rövanş maçı, sınıfımızın hedefiyle çelişirse, onun rakibi olmayacağım. Burada bu konu hakkında konuşup ihtimallerden bahsetmeyip sessiz kalacağım.
Ona açık bir kapı bırakarak, kendisini daha iyi hissetmesine yardımcı oldum zaten. Bu kadarı yeter de artar bile.
Ibuki-san, benim hızımda yürümeye başladı.
“Ee? Ukala çömez diyordun?”
“Onu elinden tutunca nasıl hissettin?”
“Nasıl mı hissettim…?”
“Şimdiye kadar mücadele ettiğin herkesten daha güçlü gelmedi mi?”
“Eh… durumu iyi değildi. Ona rağmen, evet, güçlü.”
Ibuki-san veya benim, onun karşısında elimiz kolumuz bağlıydı. Amasawa-san ile boy ölçüşemezdik.
“Evet, Amasawa’nın gücü bir 9.sınıf öğrencisine göre fazla. Ama bunu düşünmek istemiyorum çünkü midem bulanıyor, tamam mı?”
“Deme, öyle deme. Şu anda bu konuşmayı yapabileceğim tek kişi sensin.”
Onunla bizzat dövüştüğü için, Ibuki-san ne demek istediğimi anlamıştır. Amasawa-san’ın gücünü hiçbir şey bilmeyen birine açıklasaydım, söylediklerimi anlamazdı.
“Olayların garip bir şekilde geliştiğinin farkındayım. Hatta sen de zarar gördün. Bu olanlar için özür diliyorum.”
“Zarar derken?”
Ibuki-san kaşlarını kaldırıp, sanki ne demek istediğimi anlamıyormuş gibi baktı.
“Amasawa-san’ın geçmişini biraz araştırmam gerektiğini düşünüyordum.”
“Onun işine burnunu mu sokacaksın? Boş ver gitsin? Kafasında birkaç tahtası eksik, öngörülemeyen bir tip.”
Ibuki-san’ın böyle bir cümle kurması demek, Amasawa-san’a dair güçlü bir izlenime sahip olması demekti.
“Aynen, o tehlikeli bir rakip. Ama onu dikkate almadığımız sürece, ilerde başımız belaya girecek gibi hissediyorum.”
“Sana pek ilgisi yok gibiydi?”
“Benimle değil, Ayanokōji-kun ile ilgileniyor.”
Bu ismin anılması üzerine, Ibuki-san anlamış gibi okyanusa doğru döndü.
“Ayanokōji, evet. Pek bilgim yok ama Ayanokōji hakkında çok şey biliyor galiba.”
Evet, Amasawa-san Ayanokōji-kun’u tanıyordu.
Onu yeni tanıyormuş gibi bir izlenim de çizmiyordu.
“O benim sınıf arkadaşım. Yardım edebileceğim bir durumsa, elimden geleni yapmak isterim.”
Her ne kadar bu sözlerimden dolayı kendim rahatsız olsam da…
Geçen yıl olsaydı, asla istekli olmazdım yardım etmeye.
“Ama onu araştırdığını anlarsa, seninle kavga eder. O zaman hiç şansın kalmaz, farkındasın değil mi?”
“Onun gücü… Nasıl desem?… Yaşadığımız dünyadan tamamen farklı bir boyutta gibi hissettiriyor.”
“Kendi adına konuş derdim ama gerçekten farklı bir boyutta.”
“Yani, hafızanda onun kadar iyi biri yok demek.”
“10.sınıflardaki en güçlü kız benim. Ben ortaokuldayken de böyleydi. Dövüş sanatlarıyla ilgilenen çok fazla kız yoktu. Hevesle başlayan her kızı da al aşağı ettim. Kendimi bildim bileli zirvedeyim.”
“Evet, doğru. 10.sınıflar içinde benden sonra en iyisi sensin. Bunu inkar edemem.”
“Bal gibi de inkar ediyorsun ama? Senden güçlüyüm bir kere?”
“Öyle demek istemedim. Sadece senden zayıf olduğumu düşünmüyorum.”
“Hayır, hayır, senden daha güçlü olduğum kesin.”
“Bu öz güven nerden geliyor merak ediyorum. Neye dayanarak birinciyim diyorsun?”
“Sezgime?”
“Ağzından çıkanı kulağın duymuyor, belli. Analizini benmerkezli yapıyorsun, değil mi? Bir kere bile var gücümüzle mücadele etmedik. Kimin daha güçlü olduğuna karar verecek bir savaşımız olmadı, haksız mıyım?”
“O zaman, beni geçici olarak bir numara olarak görebiliriz. Neden ikinci sıraya koyuyorsun?”
“Objektif bir değerlendirmenin sonucu olarak.”
“Ne demek istediğini anlamıyorum.”
Yürüyerek kafe terasına ulaştık.
“Biraz vaktini çalacağım, sana bir içecek ısmarlayayım. Ne istersin?”
“Kafana göre takıl… o zaman… Bol buzlu limonlu çay alayım.”
Ibuki-san ile siparişimizi aldığımızda, iki içecek için 1400 puan ödedim…
Soyuldum galiba.
Baristadan içeceklerimizi aldık.
“İşte çayın. Afiyet olsun.”
“Bana içecek ısmarlaman garip geliyor.”
“Böyle durumlarda, minnettar olup kabul etmelisin.”
“Eh, peki madem.”
Ibuki-san kupayı sol eliyle aldıktan sonra, bir yudum aldı.
Ardından, daha az kalabalık bir alanda durduk.
“Onunla dövüştüğümüz için, aynı güç duygusunu paylaştığımızın farkındayım. Dövüş tarzında herhangi bir zayıflık veya tuhaflık hissettin mi?”
“O kadar kolay analiz edebileceğin biri değil.”
“… O da doğru.”
Rövanşa girmeyiz umarım… Onu çok zorlarsam ne olacağını bilmiyorum.
“O kızla teke tek mücadelede, perişan olursun. Onu yenebilmen asla kolay olmayacaktır.”
Ibuki-san moralimi bozmaya çalışmıyor, sadece gerçekleri söylüyordu.
Kendimi yeniden dövüş sanatlarına versem dahi, söylediğinin fazlası olmazdı.
“Bu konuya istediğin kadar kafa yor. Ama harekete geçme derim. Naçizane tavsiyem.”
“Az önce ne dediğimi duydun mu? Ayanokōji-kun yüzünden demiştim…”
“Evet, o mesele.”
Bardağını bana doğru tutarak sözümü kesti.
“Amasawa ne yaparsa yapsın, Ayanokouji kendi başına halledebilir, değil mi?”
“… O ne demek oluyor?”
Ayanokōji-kun mükemmel biri.
Bir yıldır onu gözlemlediğim için, onun hakkında bir şeyler öğrenme fırsatım olmuştu.
Ancak hala gizemli takılıyor. Akademik ve fiziksel yetenekleriyle ilgili tüm potansiyelini görmedik.
Onunla aynı sınıfta olan ben bile tam bilgiye sahip değilken, başka bir sınıftan olan Ibuki-san’ın bilgisi daha kısıtlı olmalıydı.
Dışarıdan, matematikte iyi olduğu ve motor becerilerinin çok kötü olmadığı fark ediliyordu.
“İddialı konuşuyorsun. Ayanokōji-kun’a fazla ilgilisin herhalde.”
“Onunla ilgilendiğim falan yok. Gücünü bilen herkes aynı şeyi düşünür.”
Ibuki-san açıkça ‘Gücünü bilen herkes aynı şeyi düşünür’ dedi.
“Hōsen-kun’la olanları falan mı duydun?”
“Ne? Hōsen kim? Ha, şu goril kılıklı dev çocuk mu?”
Haberi bile yokmuş. Bense kendimi fazla kaptırıp ek bilgi verdim.
“Ayanokōji-kun’un güçlü olduğunu nerden çıkartıyorsun, peki?”
“Güzel bir soru sordun…”
Sözlerini seçerken, sanki bir yenilgiye uğramış gibi yüzünü ekşitti.
“O olanlardan sana bahsetmedi demek? Ya da söylemiştir.. bilemedim…”
Gözlerini kapatıp kollarını birbirine dolayıp bir şeyler hatırlamaya başladı.
“Benim bilgim dışında bir şeyler oldu, öyle mi mi?”
Ondan bilgi alayım bakalım, neler olmuş.
“Yani hiçbir şey bilmiyorsun?”
“Hmm…Bilmediğim konu yok ama neyden bahsettiğini anlayamadım.”
Madem ağız aramaya çalışıyor, ben de ona ayak uydurayım.
“Bence elimizdeki bilgileri karşılaştıralım.”
“Ben almayayım, teşekkürler.”
“Hayır. Madem konu açıldı, bana bildiğin her şeyi anlat. Ayanokōji-kun hakkında benim bilmediğim ne biliyorsun?”
Milyonda birlik bir fırsat ayağıma gelmiş. Ne olursa olsun, biliyorsa öğrenmeliyim.
“Eh, peki madem. Neyi bilmiyorsun?”
Ibuki-san ne diyeceğini bilemediği için, bana sordu.
“Az önce söylemek üzere olduğun konuyu merak ediyorum.”
“O mesele… şey, Ryūen ve Ayanokōji ile olan çatı katı olayı. Karuizawa’yı çatı katına çağırıp ona suyla işkence ettik.”
“Ne? Pardon? Neyden bahsediyorsun…? Benim bundan hiç haberim yok.”
Ryūen-kun? Çatı..? Peki, ya Karuizawa-san ne alaka? Su işkencesi derken?
Kafamda soru işaretleri belirip duruyordu.
“Ah~ Anladım ben. Demek, sınıftan kimseye o konudan bahsetmemiş.”
Ibuki-san, hoşnut bir şekilde başını salladı.
Ardından, Ibuki-san Ayanokōji-kun hakkında bilmediğim bir şeyden bahsetmeye başladı.
Onu dinlerken, duygularımın bastırmak adına parıldayan denize bakarak parçaları birleştirmeye çalıştım. Ryūen-kun’un, Ayanokōji-kun’u yakalamak için dikkatini Karuizawa-san’a çevirmesinden… Ve Ayanokōji-kun’un onu kurtarmak için çatıya tek başına gitmesinden bahsetti..
Çatı katına çıkınca da, ezici gücünü gösterip Ryūen’gili alt etmiş.
Onu az çok tanımama rağmen, sürekli şaşırıp duruyorum.
“… Yani Ryūen-kun’un sınıfımızla uğraşmayı bırakmasının nedeni böyle bir şey yaşanmasıydı… Gerçekten hiç haberim yoktu.”
“Her neyse, artık öğrendin. O çocuğun gücü normal değil.”
“Evet, doğru. Ölçülemez yeteneği olan birisi… ikisiyle de mücadele ettiğine göre, aralarında dövüşseler, kim kazanır?”
“Kim bilir. İkisinin de dövüşü ciddiye aldığını görmedim. Cinsiyet ayrımı yapmıyorum ama Ayanokōji genel olarak daha iyi, haksız mıyım? Bu yüzden onların meselesine burnunu sokma diyorum.”
Amasawa-san’ın herhangi saldırısına, karşı koyacak gücü var diyor…
“Ama fiziksel gücünün fazla olması onun güvende olacağı anlamına gelmez. Mesela, okuldan atılmaktan kurtulamayabilir. O gücü, başına bela olabilir.”
Issız adada, Amasawa-san aklına eseni yapıp bize saldırmıştı. Ama kampüste böyle hareket etmek yürek ister.
“Teşekkürler, Ibuki-san. Çok faydalı bir görüşme oldu.”
“Bu konuyu Ayanokōji ile konuşmayacaksın değil mi?”
“Henüz değil. Bu konular onu bizzat ilgilendiriyor. Çoktan haberi vardır belki de.”
Özellikle Amasawa-san’ı çoktan fark etmiştir. Issız ada sınavından önce bile birkaç kez görüştüklerini düşünürsek, tahminimden ötede bilgisi vardır?
“Bir de kağıt meselesi var..”
“Ne kağıdı?”
“Amasawa-san’ın yanı sıra, aklıma ıssız ada sınavıyla ilgili birkaç şey daha takılıyor.”
Ona birinin çadırıma kağıt koyduğunu anlattım.
Sınavın son gününde neden adanın diğer ucunda olduğumu böylece anlamış oldu.
“Şimdi taşlar yerine oturdu. Amasawa dışında biri sana, Ayanokōji’nin tehlikede olduğunu ima eden bir not göndermiş.”
“Demek “ima etmek” kelimesinin anlamını biliyorsun, ha?”
“Bana üstü kapalı aptal demeyi keser misin?”
Ibuki-san’ın akademik başarısı ÖYD’de düşüktü, ancak şaşırtıcı derecede anlaşması kolay birisiydi.
Benimle aynı seviyede olmadığı belli olan biriyle konuşurken kendimi eskisi kadar rahatsız hissetmedim.
“O gün, Amasawa-san benden aldığı kağıdı okuduktan sonra yırtıp küçük parçalara ayırdı. Bu davranışı bir süredir aklıma takılıp duruyordu. Galiba el yazısıyla yazılan notu yok ederek arkada kanıt bırakmak istemedi. Her neyse, net olarak hatırlayabildiğim tek şey, onu yazan kişinin güzel bir el yazısına sahip olduğu.”
“Güzel el yazısı mı?”
“Evet, evet. Bu seviyede bir el yazısıyla yazabilecek çok fazla insan olduğunu sanmıyorum.”
“O zaman, güzel yazı yazan birisi bir şeyler karıştırıyor demektir. Ama elindeki tek bilgi buysa, bir sonuca ulaşman zor… dahası, delili de yok etmiş.”
“Kolay olmayacağını biliyorum. Zaten el yazısı güzel kim var diye kapı kapı dolaşıp soracak değilim. Ayrıca, Ayanokōji-kun veya Amasawa-san gibi, bu notu yazan kişinin de üstün fiziksel yetenekleri olabilir. Ve sanırım o da 9’lardan birisi.”
“İşin içinde Ayanokōji ve Amasawa varsa, yazan kişi güçlü olabilir, evet. Ama 9’lardan biri olduğunu nerden çıkartıyorsun, belki değil?”
“Amasawa’nın yazıyı görür görmez el yazısını tanıdığı birisi olduğu için, 10. veya 11.sınıflardan olmadığını düşünüyorum.”
“Anladım.”
Ayanokōji-kun, Amasawa-san ve 3.bir kişi daha.
Bu üçlüyü aynı resimde göremiyorum ama… bu konuyu burada kapatacak da değilim.
“Olabildiğince kendimi güvene alarak hareket etmeye çalışacağım. Eğer olur da bana bir şey olursa ve Amasawa-san garip davranırsa, lütfen okula bu durumu bildir.…”
Hafif bir ses tüm güvertede yankılandı.
Ibuki-san hızla elindeki çayı güvertenin korkuluğuna doğru çarptı.
Hala içi yarı dolu olan çay etrafa saçıldı. Eline bulaştı.
“Ne oldu?”
“Sana bir şey olursa derken? Senin işini bitirecek kişi benim diyorum.”
“Elim kolum bağlı başıma gelenleri izleyecek değilim. Ama tanımadığım düşmanı da, Amasawa-san’ın da ne yapabileceğini kestiremiyorum. İhtimalleri söylüyorum..…”
“Madem rakip 2 kişi, biz de iki olalım. Şartlar eşitlensin.”
“Nasıl…”
“Beni, yani 10.sınıflar arasındaki en güçlü kızı da katarsan, güçlü oluruz diyorum? Çok ısrar edersen yardımcı olurum, tabii.”
Bu sözleriyle birlikte, yarısı dökülen çayın kalan son yudumlarını kafasına dikti.
“Gökten taş falan mı yağacak? Benimle ikinci kez ortaklaşa iş yapmaya isteklisin.”
“O çömez kızın bizi ezmesinden hoşlanmadım. Ayrıca, seni yenecek olan kişi ben olmalıyım. Hem… buraya benden yardım alma umuduyla gelmedin mi?”
Ibuki-san gözlerimin içine baktı.
“Hayır, hem de aklımdan bile geçmedi?”
“Huh? Kendine dürüst ol. Söyle hadi, ‘Yardımına ihtiyacım var, Ibuki-san’ de.”
“Aklımın ucundan bile geçmedi diyorum?”
“…Peki madem! Bir daha yardım istemek için gelme bana! Görüşürüz!”
Sinirlenen Ibuki-san tam uzaklaşmak üzereyken, sağ bileğinden tuttum.
“Ne?”
“Az önce aldığım içeceğin karşılığında, seni bedavaya çalıştıracağım.”
“Huh? Az önce ben ısmarlıyorum demiştin, şimdi de parasını mı istiyorsun?”
“Bedava verilen şeyler, satın alınandan daha pahalıdır. Kimse demedi mi sana bunu?”
“Öderiz altı üstü çay.”
Ibuki-san telefonunu çıkartırken, sözüme devam ettim.
“O zaman, 3 milyon kişisel puan alayım.”
Kaşlarımı kaldırıp bakışlarımı ona kilitledim;
“Ismarlayan bendim. Fazlasıyla alacağım karşılığını.”
“Yok artık! 700 puan ödedin çaya.”
“Ödeyecek puanın yoksa, yardımcı olabilirsin. O zaman borcunu silerim.”
“Sen var ya… dürüst olma yeteneğinden yoksunsun.. farkındasın değil mi?”
“Gerektiğinde dürüst de oluyorum.”
Açıkçası, ondan yardım istemeyi kendime yediremedim. Utanç verici buldum. Bu yüzden böyle bir tavır takınmak zorunda hissettim kendimi.
Her zamanki burnu havada tavrımla ona yaklaştım.
“Ne garip bir kişiliğin var.”
“Bu konuda sen de benden farksız değilsin, Ibuki-san.”
Ibuki-san ile göz göze geldik. Elindeki çay bardağına bakıp:
“Çok pahalı bir limonlu çay içmişim de, haberim yokmuş.”
Bu şikayetini komik bularak gülümsedim.
Çeviren & Düzenleyen : fatoshisme