Elitler Sınıfı - Cilt 15.5 - Bölüm 18 - Hazine Avı (2)
Cilt 15.5 – Bölüm 18 – Hazine Avı (2)
Artık Hazine Avı oyunu başladı, ve akşama kadar devam edecek.
Uymamız gereken birkaç kural vardı ama onlar daha çok yapmaktan sakınmamızı istedikleri ihlallerden ibaretti. Gerisi sadece şans ve deneme yanılmaya kalıyor…
Başlangıç alanı öğrencilerle kaynıyordu çünkü bu alanda QR kodlarının saklandığı bölgelerin içerisine dahildi.
Aramalar endişe verici bir hızda devam ediyor. O alana girmeye kalkışırsam kendimi atabileceğim bir boşluk bulamayacağım… hani derler ya ine atsan yere düşmez, o misal.
Bu durumu fark eden diğer öğrenciler de telaşla diğer bölgeleri aramak adına yola koyuluyorlardı.
Birçok öğrenci telefonla iletişim halindeler. Bir yandan QR kodlarını ararken diğer yandan da takım olabilecekleri bir partner arıyorlardı. Uygulama üzerinden takım olunabildiği için, yüz yüze görüşme zorunluluğu yoktu, grup ikiye ayrılabiliyordu.
“Hey, Mori-san. Neden bakınmaya yukarıdan başlamıyoruz?”
Koridordan geç çıkan Kei, arkadaş canlısı sınıf arkadaşı Mori Nene ile dışarı çıktı. Anlaşılan, erkenden bir sınıf arkadaşı bulup onunla takım olmuş bile.
Tek başımaydım, bu yüzden en alttaki kata gitmeye karar verdim. Eğer ben de Kei ve arkadaşı gibi üst katlara gidecek olsaydım aynı ortamı paylaşmak zorunda kalırdık.
Yine de… Hala telefonuma hiçbir mesaj gelmedi.
Tam da böyle bir zamanda biri beni takım olmak için davet etse fena olmaz mıydı ama?
Aman neyse, bunu fazla düşünmeye gerek yok. Yanlış konuya odaklanmamalıyım. Zaten iletişim bilgimi verdiğim insan sayısı azdı.
Ayanokouji grubunun üyelerinden Keisei boştaydı, ancak bu tür oyunlarla ilgilenmediği için katılmayacağını söyledi. Akito kötü durumdaydı ve Haruka ile Airi takım olmuş.
“Ah…”
Bu konuları düşünerek hareket edince, aniden Satou ile kafa kafaya çarpıştık. Ortamdan uzaklaşmadan önce elimi hafifçe kaldırarak selamlamaya çalıştım ancak…
“Ah, b-bir dakika!”
Kolumdan tuttu ve beni durdurdu, panik bir haldeydi.
“Ş-şey Ayanokouji-kun, biriyle takım oldun mu?”
“Hayır, yalnızım.”
‘Şu anlık’ falan demedim çünkü takım olmayı planlamıyordum. Arkadaşlık olmak ayrı, bu tarz oyunlara katılacak ekip arkadaşı bulmak ayrı mesele. Ama bunu dile getiremem tabii, olmaz.
“Öyleyse, umm, şey… Benimle, takım olur musun?”
Beklenmedik bir teklifte bulundu, nasıl cevap vereceğimi şaşırdım.
Geçen yıl Satou, bana ilk açılan kişiydi. Onun duygularına karşılık veremeyip onu reddettiğim gibi bir de Kei ile çıkmaya başladım. Böyle bir durumda nefret edilmeyi bekleyen biri olarak takım olmamızı isteyeceği hiç aklımın ucundan geçmezdi.
Dürüst olmak gerekirse, reddetmek için de kabul etmek için de geçerli bir sebebim yoktu.
Kei benimle ilişkisini sır olarak sakladığı için belli olmaması adına Mori ile çoktan takım olmuştu. Bunun üzerine, Satou ile takım olmak için, düşünmem gerekiyor.
“Kei-chan yüzünden mi endişeleniyorsun?”
Evet demek benim için zordu ama Satou tavrımı hemen anlamış.
“İkinizin çıktığını herkese açıklayacakmışsınız.”
“Öyle mi dedi?”
Anlaşılan, Kei benden önce davranıp ikinci dönemde ilişkimizi herkese açıklayacağını söylemiş. Matsushita ile yaptığım eski konuşmalardan Satou’nun, Kei ile olan ilişkimizin farkında olduğunu biliyordum.
“Bir süredir birlikteyiz. Sonsuza kadar sır gibi saklayamayız.”
“Eh, gizlice çıkan başka çiftler de var ama çok az insan siz ikinizi fark edebilir.”
Satou, yakın olduğu bazı kızlara Kei ile benim aramda bir şeyler olabileceğinden şüphelendiğini söylemişti. Tabii ki, bunu direkt kendisinden duymadım, sadece Matsushita’nın davranışlarından anladım. Ayrıca ikisinin iletişimde olduğu da yadsınmaz bir gerçekti.
Elbette, Satou yanlış bir şey yapmış değil. Kesin olarak bildiği bir şey yoktu, sadece tahminlerini dile getiriyordu.
“Ah, söylemem gerekiyor galiba? Takım olmak istedim, çünkü, nasıl desem… Eğer takım arkadaşım olursan, sana gönül rahatlığıyla güvenebilirim. Başka bir anlam çıkarma… art niyetli değilim… peki, ne diyorsun?”
Kararlı şekilde konuşup teklifinin ardında farklı nedenler olmadığını vurguladı.
“Ne kadar kişisel puanın kaldı?”
“Umm şey, bunu sana söylemek utanç verici ama… yaklaşık 180.000 puan.”
Başkaları adına konuşacak kadar iyi bir finansal durumum yok. Ama daha yeni puanlar yatmış olmasına rağmen pek de çok durmuyordu, sahip olduğu puan miktarı.
Risk düşük de olsa değerli 10.000 puanını böyle bir yerde harcayabildiğine göre bu oyunda kararlı demektir.
Eğer durum bundan ibaretse takım olup daha fazla gizli QR kodlarını bulmak istemesi olağandı.
“Tamam. Senin için de sorun yoksa Satou-san, takım olabiliriz. Ancak sonuçlar için söz veremem.”
“Gerçekten mi? Ay çok sevindiiiim!”
Satou’nun mutlu olduğu zaman sevincini dürüstçe göstermesi, takım arkadaşı olarak kendimi iyi hissetmemi sağladı.
Telefonlarımızı çıkardık ve uygulama üzerinden takım olduğumuzu onayladık. Artık resmi olarak eşleştirildik, birimizin telefonundan okutulacak bir QR kodu ile ödüllendirileceğiz. Geriye en az 30.000 puanlık bir QR kodu bulmak kaldı.
“Bu arada, öğretmenler sana garip bir kağıt verdi, değil mi?”
Satou cebinden buruşmuş bir kağıt parçası çıkardı: “Ah?!”
Kağıdı çıkarttıktan sonra buruşturduğunu fark edince, utanmış bir halde çabucak cebine koydu.
“Ah, ben… Bakınca hiçbir şey anlamadım… ahaha. Sende de var, değil mi Ayanokouji-kun?”
Galiba bilmeceyi çözebileceğini düşünmediği için, kağıdı rsatgele katlayıp cebine koymuş. Dörde katlanmış kağıt parçasını çıkartıp Satō’ya gösterdim.
“Bu, QR kodlarının olduğu üç yeri bulabileceğimiz anlamına geliyor, değil mi?”
“Aynen öyle.”
“Yani bunu çözebilirsek, bir milyon puan alma şansımız var mı?”
“Hayır, pek sanmam.”
Umutlarını kırdığımdan dolayı üzgündüm ama hemen cevaplamak istedim.
“Ehh, cidden mi?”
Yüz QR kodu arasından sadece ve sadece 3 tanesi sorular aracılığıyla bulunabileceğinden kağıt üzerindeki bilmeceleri çözüp bu kodları bulmak cazip geliyor, ancak…
“Üç ipucunun hepsi benzer seviyede. Hal böyleyken, eşit değerde ödül verileceğini düşünüyorum. 100.000 puanlık kodlar da üç adetti… Ve ya 50.000 puanlık da olabilirler.”
“Eee? Ama eğer üç tane varsa, o zaman üçü de 300.000 puanlık kod olması gerekmez mi?”
“Olsa iyi olurdu, ancak ihtimaller oldukça zayıf.”
İpuçlarının büyük miktarda kişisel puan ödülü içermesi pek olası değildi.
“Eee? Bu kadar zor bir sorunu çözmek için alacağımız tek şey bu mu?”
“Bu hazine avı tamamen şansa dayalı. Bilmeceleri çözen kıvrak zekalı öğrenciler, nadir çıkan 1.000.000 puan, 500.000 puan veya dediğin gibi 300.000 puan ödülü alırsa, pek çok öğrenci buna itiraz eder. Haksız mıyım, Satou?”
Hepsi 300.000 puan değerinde olsaydı, şansla ilgili olması gereken bir oyunda hiçbir kod kalmazdı. Bu durumda, oyun maalesef ki başarısız bir proje oluverirdi. Bu kağıt, ‘acil durumlarda camı kırın’ levhasına benzer bir özellik taşıyordu ve verilecek ödülün ortalama çıkması doğal olandı.
“A-anladııım. Doğru, eğer hepsi yüksek miktardaki ödüller olsaydı ben de gıcık olurdum.”
Bunu çözemeyen biri olarak nasıl hissedeceğini düşünüp hemen ikna oldu.
“QR kodu bulabilmek adına bu ipuçlarını kullanmak kötü bir fikir değil, ancak kodu taratmadan ne kadar kazanacağımızı bilemiyoruz. Yanlış bir hamlede, pişman olabiliriz.”
Bu hazine avı oyunu saatlerce sürecek, ancak büyük ödül ilk bir iki saat içinde belli olacaktır.
“Öyleyse bu ipuçlarını görmezden gelebiliriz değil mi şu anlık?”
“Bu ipucu kağıdını ancak oyunun sonunda iyi bir QR kodu bulamadığım bir senaryo olursa kullanırım. O zaman karar vereceğim.”
Bu kağıda mecbur kaldığım anda, diğerlerinin ödülleri çoktan topladığından emin olmuşum demektir.
“…Yoksa, kağıttaki ipuçlarını çoktan çözdün mü, Ayanokouji-kun?”
“Sayılır.”
“Ayy, oha!..”
İpuçları zor olacak şekilde tasarlanmamıştı. Oyunda hem 9. sınıfların hem de 11. sınıfların katılmasına izin verildiği için, basit bir sorudansa daha çok bir bilmece gibiydi.
Biz konuşurken hazine avına katılan öğrenciler rastgele etrafımızda QR kodları arıyorlardı. QR kodların yer aldığı alan sınırlı olsa da, çoğunu 200 kişi aynı anda arama yaparsa, hızla bulur. Yüksek ödüllü QR kodlarının başlangıç noktasından çok uzağa gizlenmiş olması mümkündü.
“Sanırım şimdilik en alt katlarda arayacağım.”
“Anladım, nereye bakmaya başlayacağımıza karar vermeyi sana bırakacağım, Ayanokōji-kun.”
Satō ve ben belirlenmiş arama alanının en alt katına kadar yan yana yürüdük.
Sonraki 5 dakikayı ikimiz değerli bir QR kodu aramaya harcadık ancak bariz görünen 2 çıkartma dışında bir şey bulamadık. Kötü bir alanı mı seçtik yoksa tahmin edilmesi daha zor yerlere mi saklamışlardı?
Nedendir bilinmez, etrafımdaki öğrenci sayısı artmaya başladı.
“Um, Ayanokouji-kun…”
“Ne oldu? Bir şey mi buldun?”
“Yok öyle bir şey değil de… Hemencecik tuvalete gidip gelebilir miyim? Çok fazla içecek içtim de… Aslında erkenden gidecektim ama…” Satou, utanarak sordu.
“Anladım, tam gidecekken bana mı denk geldin?”
Kafasını salladı, yüzü kızararak:
“Özür… aceleye getirince, böyle oldu..”
Ona gitme gibi bir şey demeye niyetim olmadığından memnuniyetle uğurladım.
“Hemen dönerim!”
“Acele etmene gerek yok.”
Satou tuvalete gittiği sırada bölgedeki QR kodu aramasına devam ettim.
“Sen de mi Hazine Avı oyununa katıldın, Ayanokouji-kun?”
Koltuğun altına bakınırken arkamdan biri seslendi. Birinin aramamı engellemeye çalıştığını sandım ama sesin sahibi sınıf arkadaşım Matsushita’ydı.
Bugün, sınıf arkadaşlarımın benimle sık sık iletişime geçtiği nadir günlerdendi.
O sırada tahminimce, Matsushita ile beraber gezinen bir 11. sınıf öğrencisi de şüpheli bir şekilde bana bakındı.
“…Ayanokouji, ha?”
“Ayanokouji-kun’u tanıyor muydunuz?”
Matsushita, merakla Tatara’nın yüzüne baktığında Tatata utançla bakışlarını başka tarafa çevirdi. Matsushita’nın bilmesine imkan yoktu ancak Nagumo’nun tüm 11. sınıflara bir tür emir vermişti: Gizli takip gibi bir şey.
“Şu anda oyunun ortasındayız, sonra konuşuruz. Zaman kaybediyoruz, hadi gidelim.”
“Benim için zaman kaybıysa sizin için de zaman kaybı, Tatara-senpai. Lütfen, beni bpş ver, takım olacak başka birini bul.”
Burada karşılaştığım 11. sınıf öğrencisi olan Tatara Nagumo’nun stratejisini keşfetmem için iyi bir fırsat olabilir.
“Hazine avına siz de katılmışsınız, senpai.”
Muhabbete atılmak için ona seslendiğimde bana bariz bir şekilde tiksinti dolu bir bakış attı ve kafasın çevirdi. Matsushita, Tatara’nın tavrının değiştiğini hissedince:
“Bir sorun mu var, Tatara-senpai?”
Ona bir kez daha seslendiğimde benimle konuşmaktan kaçındığını belli etti. Matsushita’yla ilgileniyor oluşunu ilk izlenimimden anlayabilmiştim. Benimle konuşmamak adına takım olma şansını kenara itmesinden ona, benimle dikkatsiz konuşmalar yapmaması talimatı verildiğini gösteriyordu.
“Başka zamana, Matsushita.”
“Ah, tabii ki.”
Neler döndüğünü anlayamayan Matsushita gülümseyerek Tatara’ya veda etti. Tatara ise Matsushita’ya pişman olmuşçasına baktıktan sonra bana ters bir bakış atıp yola koyuldu.
“Fufu. Neler dönüyor bilmiyorum ama kurtuldum. Ayanokouji-kun, Tatara-senpai ile aranda bir şey mi oldu?”
Nagumo’nun emirlerini bilmese de tavrını gören bir şey oldu sanardı.
“Yok. Daha önce onunla hiç konuşmadım.”
“Hmm?”
İkna olduğunu söyleyemem ama sanki omuzlarından bir yük kalkmış gibi rahat bir nefes aldı.
“Hey, sen de yalnızsın galiba, eğer öyleyse neden takım olmuy-”
“Ahh, hayır—-”
Matsushita beni takım olmaya davet edecekken arkamdan birinin koşan ayak seslerini duydum.
“Bir saniye, Matsushita-san, biz Ayanokouji-kun ile takımız!”
Satou tuvaletten dönmüş. Kendisi ile Matsushita arasındaki mesafeyi kapatmak adına çılgınlar gibi koşup onun omuzlarından tuttu.
“Ne, gerçekten mi?”
Matsushita, bu hız ve baskı karşısında şaşırmış bir şekilde bana baktı.
“Tatara-senpai’yi az önce gördüm, seninle birlikte değil miydi, Matsushita-san?”
“Birlikte olmaktan ziyade, takip ediliyor gibiydim….”
Görünüşe göre, sadece Matsushita değil, Satou da Tatara adındaki 11. sınıf hakkında bir şeyler biliyordu. Biraz yüksek bir olgunluk düzeyine sahip olan ve ÖYD’de B ile C arasında değişen puanlarla ortalamanın üzerinde performans gösteren 11/A sınıfı öğrencisiydi. Ayrıca bir erkek için uzun, alışılmadık bir saç kesimi vardı.
Bu saç stiline ne dendiğini merak ettim… Bu tür konularda pek bilgim yok.
“Çok istekli olunca, uzaklaşmaya çalışıyordum. Onu dolaylı yoldan geri çevirmek için çaba harcıyordum zaten.”
“Ah~ Anladım.”
Ben anlamadım.
O sırada daha önce araştırmakta olduğum masanın alt yüzeyine bakmaya karar verdim.
“Muhtemelen orada yoktur, Ayanokouji-kun. Yani olsa olsa bence anca düşük ödüllerden biri orada olabilir.”
Masanın altı QR kodu saklamak için tipik bir yer olabilirdi.
Hatta vardı. Bu koltuğun altına hafif bir açıyla çömelince, size bakan bir QR kodu ile karşılaşıyordunuz.
Tabii ki, bu QR kodunu okutmak istemedim.
“Önemli olan okulun model düzeni.”
“Ne düzeni?”
“Bu oyunu oynatmaya karar verdiklerinde, öncelik QR kodlarının değerlerinin nasıl belirleneceği olmuştur.”
“Hım?”
Satou pek anlamayarak başını eğdi. Buna karşılık, Matsushita özellikle düşünmeden cevap verdi.
“Doğal olarak, bulunması zor yerlerde değerli QR kodlarıyla donatılacak, değil mi?”
“Evet, böyle bir durumda bir sonraki soru: Yerlerden hangilerinin ‘bulması zor’ olduğuna kim karar veriyor?”
“Öğretmenler!” Bu sefer cevap vermek isteyen Satou, Matsushita’dan önce atıldı.
Buna ek olarak, Matsushita :
“Ancak bu kadar kodu yerleştirmek çok fazla emek gerektiriyor, değil mi? Bunlara karar verenlerin öğretmenler olduğundan şüphem yok ancak sadece bir iki öğretmen olması pek olası değil. İşi bölüşseler bile birkaç kişi gönderilirdi…”
“Öğrenciler Ada Sınavında yarışırken kodları nereye koyacaklarına karar vermek için zaman mı harcadılar yoksa bir anda işi sorumlu öğretmenlere mi bıraktılar? İşte bunu öğrenebilseydik kodların nerelere saklanabileceklerini tahmin edebilmemiz daha kolay olurdu.”
“Kusura bakma da… Dediklerinin tek kelimesini bile anlamadım.”
“Koridorların ana hatları ve süsleniş biçimleri temelde aynı değil mi?”
“Sen bundan bir şey anladın mı, Matsushita-san?”
“Evet, çoğunu anladım. Çok etkileyici konuşuyorsun, Ayanokouji-kun!”
“Bence ilgi çekici bir bakış açısı ama basit bir hazine avı oyunu… bu kadar kasmaya ne gerek var?”
“…olabilir.”
Bu sözlerin üzerine, bir şey diyecek değilim tabii ki.
Pişman olmamak adına biraz mantıklı düşünmekten yanayım ama… neyse.
“Beni korkuttun şimdi. Birinin beni böyle yendiğini düşünmek… üzücü.”
“Ç-çok mu üzüldün?”
“Ben en iyisi daha güvenilir bir partner aramaya koyulayım. Sonra görüşürüz.”
Herkesin ortasında dikilip böyle şeyler söylenmesi, mekandaki herkesin kaçırdığı bir fırsattı.
Çeviren: Lance
Editleyen: fatoshisme
✰✰✰✰✰